Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Silsile-i aliyyeden Kâsım bin Muhammed</label>

Kâsım bin Muhammed, Tâbiînin büyüklerinden, Medîne-i münevveredeki yedi büyük âlimden biridir. İnsanları Hakka dâvet eden onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin üçüncüsüdür. Babası Muhammed, hazret-i Ebû Bekirin oğludur. Annesi Sevde, Yezdücerdin kızı olduğundan, İmâm-ı Zeynel-âbidin ile teyze çocuklarıdır. Küçük yaşta yetim kaldı...
Kâsım bin Muhammed, Hazret-i Osmanın hilâfeti zamânında 640 (H.19) senesinde doğdu. Başka târihlerde doğduğunu bildiren rivâyetler de vardır. Babası Mısırda şehid edilip küçük yaşta yetim kalınca, halası ve Peygamberimizin mübârek hanımı hazret-i Âişenin yanında büyüdü.
Kâsım bin Muhammed, hadîs ve fıkıh ilminde zamanının en yükseğiydi. İlimde ve takvâda eşine rastlanamıyacak bir yüksekliğe erişmişti. Çok hadîs-i şerîf nakletti. İlmi herkes tarafından takdir edilirdi. Ömer bin Abdülazîzin; Eğer birini yerime halîfe seçmem îcâb etseydi, Kâsımı seçerdim dediği rivâyet edilmiştir. Ömer bin Abdülazîz, halîfeliği zamanında Kâsım bin Muhammedi, halası hazret-i Âişeye âit ne kadar hadîs-i şerîf ve başka rivâyetler biliyorsa, onların hepsini toplamakla görevlendirmiştir.
O, fıkıh ilminde de yüksek bir âlimdi. Medînede yetişen ve kendilerine fukahâ-i seba adı verilen yedi büyük âlimden birisiydi. Dînî meselelerde fetvâ vermenin mesûliyetini en iyi şekilde idrak edenlerdendi.


Bizim için ölçü onlardır...
Kasım bin Muhammed, Mekke ile Medîne arasında Kudeyd denilen yerde 725 (H.106) senesinde vefât etti. Vefâtından önce gözlerini kaybetti. Öleceğini anlayınca oğluna; Beni üzerimde bulunanlarla kefenleyin dedi. O sırada üzerinde gömlek, peştamal ve cübbe vardı. Oğlu; Babacığım bunu iki katına çıkarsak olmaz mı? diye sorduğunda, Dedem Ebû Bekr de böyle üç parça bir kefene sarılmıştı. Bizim için ölçü onlardır. Bu kadarı kâfi, sonra dirilerin yeni giyeceklere ölülerden daha çok ihtiyacı var buyurdu. Daha sonra da; Bizden önce yaşayan büyüklerimiz, başa gelen musîbetleri güzellikle karşılamayı, kendilerine verilen nîmetleri de tezellül, alçak gönüllülük ederek karşılamayı severlerdi buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dumlupınardan yükselen son söz: Vatan sağ olsun</label>

1953 yılı... 3 Nisanı 4 Nisana bağlayan gece, Dumlupınar Denizaltısı Egede katıldığı NATO tatbikatından geri dönüş yolunda, Çanakkale Boğazından içeriye giriyordu. Sisli ve rüzgârlı gecede su üstü seyri yapan denizaltının rotası Gölcükteki Denizaltı Komutanlığı ana üssüydü. Dumlupınar; manevralar boyunca iki gün su altında kalmış, üstün başarı gösteren gemi personeli yerli yabancı tüm komutanların takdirini kazanmıştı... Nara Burnu dönülüyordu ki!..Yorgun, ama bir o kadar da gururlu 86 denizci, kendilerine yeni bir görev verilinceye kadar sevgilileri olan denizden ve gemilerinden ayrılıp, eşlerine, ailelerine kavuşmanın heyecanı içerisindeydiler. Ne var ki saatler 02:15i gösterdiği sırada, Çanakkale Boğazındaki Nara Burnu dönülürken, Türk denizaltıcılık tarihinin en acı kazası yaşandı!.. Dumlupınar, İsveç bandıralı yük gemisi Naboland ile Boğazın orta yerinde çarpıştı. Dumlupınarın parçalanan baş bodoslamasından hücum eden karanlık sular, baş üstü dikilen koca denizaltıyı 81 denizciyle birlikte birkaç dakika içinde yutuverdi. Zıpkın yemiş bir balina gibi acı dolu sesler çıkaran Dumlupınar son dalışını yaparken, çarpışma sırasında nöbet tuttukları köprü üstünden denize düşen 5 denizci hayatta kalmaya çalışıyordu...
Tarih 4 Nisan 1953... Saat 06:40... Günün ilk ışıkları etrafı aydınlattığında, Boğazın 90 metre derinliğindeki soğuk karanlıkta korkunç bir can pazarı yaşanıyordu. Aldığı yara sonucu batan ve manevra dairesinde yangın çıkan Dumlupınarın kıç torpido bölümündeki 22 denizci sağ kalmayı başarmış, kurtarılmayı bekliyordu. Facianın üzerinden yaklaşık dört saat geçmişti. Denizaltının yerini belli eden ve kazazedelerle telefon irtibatı sağlamak üzere yüzeye bırakılan denizaltı battı şamandırası balıkçılar tarafından bulunmuştu. İlk telefon bağlantısında Oğlum merak etmeyin... sizi kurtaracağız... sözlerine karşılık Astsubay Selaminin cevabı göz yaşartıcıydı; Siz sağ olun... Vatan sağ olsun. Ailelerimize selam söyleyin...


Hepsi şehit olmuştu...
...Ve saat 11:00 sularında olay mahalline gelen Kurtaran gemisinin çabaları sonuçsuz kaldı. Bir süre sonra bir konuşma daha yapmak için şamandıranın başına gidildi ve ahize kaldırıldı. Ahizenin diğer ucundan sadece; Kelime-i şehadet getirenlerin sesleri ve iniltiler geliyordu. Saat 15:00 sularında ise muhabere şamandırasını tutan telefon kablosu koptu. Bir daha Dumlupınar mürettebatından haber alınamadı..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Abdullah Rugandî</label>

Ebû Abdullah Rugandî hazretleri, büyük velî Ebû Osman Hayri (Saîd bin İsmâil Hîrî)nin sohbetlerine devâm ederek ondan çok istifade etti ve yüksek derecelere kavuştu. Ayrıca çok âlimin sohbetinde bulundu ve onlardan ilim öğrendi. Yaşadığı beldede zamanın bir tânesi idi. Kerâmet sahibi olup himmeti çok idi. İnsanlardan uzak bir hayat sürmüştür. 350 (m. 961) yılından sonra vefât etti... Tövbe etmeyen bir kimse...Ebû Abdullahın hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Bir kimse gençlik çağında Allahü teâlâya karşı vazifelerini yerine getirmezse ve yaptığı hatalara tövbekâr olmazsa, Allahü teâlâ, ihtiyarladığı zaman onu zelîl eder.
Hâller ancak ilmin verdiği neticelerin sonucunda sıhhat bulur. İlmin önemi unutulmamalıdır. Eğer ilim olmasaydı, kalbe ne bir korku girebilir, ne onda itminan hasıl olur, ne de bir sükûnet hâli olurdu.
Sofî, Rabbânî hazlarla meşgûl olan kişidir.
Peygamber efendimiz hiçbir zaman üzülmezdi Onun üzülmesi, sadece ümmeti içindi. Çünkü O, rahmet ve şefkat doluydu. Ümmetinin her muhalif hâli de bildirilince, üzülürdü.
Kulların marifet bakımından en üstün olanları belanın en çoğuna sâhib olurlar.
Sakın size verilen herhangi bir hizmette seçme yapmaya kalkmayın. Murâdınıza nâil olmak istiyorsanız, hep hizmet edin. Evliyâya hizmet eden herkes, ondan himmet, feyz ve bereket alır.


Dolunay nasıl görünürse!..
Ebû Abdullah Rugandî hazretleri, 901 (H.350) senesinde Tus şehrinde vefat etti. Vefatından önce buyurdu ki:
Açık bir gecede dolunay nasıl görünürse, salih bir mümin de Rabbine öyle görünecektir...
Sonra kıbleye döndü ve;
O gün hüküm ve saltanat Allahü teâlânındır. O, müminler ve kâfirler arasında hükmeder. İman edip salih amel işleyenler, nimetleri bol Cennetlerdedirler mealindeki ayet-i kerimeyi okluyup ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mezheb İmamı Mâlik bin Enes</label>

İmâm Mâlik bin Enes, 708 (H.90) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. Doğum târihiyle ilgili başka rivâyetler de vardır. 795 (H.179) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.Tebe-i tâbiînden olan Mâlik bin Enes, ilimle ve hadîs-i şerîf rivâyetiyle meşgûl olan bir âilede ve çevrede yetişti. Dedesi Mâlik, babası Enes, amcası Süheyl hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Sevgili Peygamberimizin yaşadığı ve İslâm dîninin hükümlerinin vazedildiği zamânın en önemli ilim merkezlerinden olan Medîne-i münevverede hayat sürdü.
Kıymetli talebeler yetiştirdi...
Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilminde ictihât derecesinde âlim olan Mâlik bin Enes hazretleri elli sene müddetle ders ve fetvâ vermek sûretiyle, insanların müşküllerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir.
İlim öğrenmek husûsunda her fedakârlığa katlanan Mâlik bin Enes, tahsil uğruna evini dahi satmıştır. Kendisi şöyle demiştir:
Öğle vakti hazret-i Ömerin oğlu Abdullahın âzâtlısı olan Nâfiye gider ve kapısında beklerdim. Nâfi, hazret-i Ömerden nakledilen ilimleri ve onun oğlu Abdullahın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdım. Nâfi, dışarı çıkınca edeple selâm verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip; Abdullah bin Ömer şu meselelerde ne buyurmuştur? diye sorardım. O da suâllerimi cevaplandırırdı...


Hastalığını niçin gizlemişti!
İmam Malikin hastalığı ağırlaşıp, vefat edeceğini anladığında o zamana kadar gizlediği hastalığını ve gizleme sebebini dostlarına şöyle açıklıyordu:
Eğer hayatımın son günleri olmasaydı size bildirmeyecektim. Benim hastalığım idrarımı tutamamamdır. Peygamberin mescidine tam abdestli olmaksızın gelmek istemedim. Rabbime şikâyet olmasın diye de hastalığımı kimseye söylemedim...
İmam Malik hazretleri, Hicri 179 yılında Rebiulevvel ayının on dördüncü günü vefat etmiştir. Safer ayında öldüğüne dair rivayetler de vardır. Cennetül-Bakî Mezarlığına defnedilmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mevlânâ Seyyid İbrâhim Efendi</label>

Mevlânâ Seyyid İbrâhim Efendi, on beş ve on altıncı asırlarda Anadoluda yetişen İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. İsmi, Mevlânâ Seyyid İbrâhim bin Muhammed bin Hüseyin bin Ali el-Horasânî olup, Mevlânâ Seyyid İbrâhim adı ile tanınır. Ayrıca Emîr Efendi diye de bilinir. Babası Horasan diyârının ileri gelenlerinden Sadrüddîn Muhammed isminde bir zât olup, Anadoluya gelerek, Amasya yakınında bulunan Yenice ismindeki köyde yerleşmişti. O köyde bulunan büyük bir zâviyede talebe okuturdu. İbrâhim Efendi bu köyde dünyâya geldi...Babası da büyük velî idi
Seyyid İbrâhimin babası Muhammed Efendi, kerâmet sâhibi, çok yüksek bir velî idi. Rivâyet edilir ki, ömrünün sonlarına doğru Seyyid Muhammed Efendinin gözleri zayıflayıp, görme hassası kaybolmuştu. Bir gün, o zaman daha genç yaşta bulunan oğlu Seyyid İbrâhim ile berâber otururlarken, birden oğluna hitâben;
-Ey gözümün nûru evlâdım. Başını açma. Çünkü hava soğuktur, üşürsün, dedi. O da çok hayret edip;
-Babacığım, sen göremezdin, benim başımın açık olduğunu nasıl bildin? diye merakla suâl edince, babası şöyle cevap verdi:
-Evlâdım, seni görmek arzum o kadar şiddetlendi ki, gözümü açıp seni bana göstermesi için, cânu gönülden Allahü teâlâya duâ ettim. O da bu duâmı kabûl edip, seni bana gösterdi. Şimdi yine gözüm perdelidir, yâni kapalıdır. Göremiyorum...
Osmanlı âlimlerinden Taşköprüzâde diye tanınan Ahmed bin Mustafa, Şakâyik-ı Numâniyye isimli meşhûr eserinde, Seyyid İbrâhimi anlatırken buyuruyor ki:


Artık son günlerini yaşıyordu...
Ölüm hastalığında Seyyid İbrâhimi ziyârete gittim. Vefâtı yaklaşmıştı. Geldiğimi anlayınca gözünü açıp;
-Hak teâlâ hazretleri çok kerîm ve latîftir. Onun, târif ve tavsîfin çok üstünde, hadsiz ve hesapsız olan lütuf ve keremi bana müşâhede olundu, buyurdu. Bundan sonra yine kendinden geçip gözlerini kapadı. Yanından ayrıldığım gece vefât ettiğini öğrendim...
Bu mübarek zat, hastalığı sırasında hep, Allahü teâlânın yüce ismini tekrarlıyordu. 1528 (H.935) senesinde vefât etti. Vefâtında yaşının doksanı geçmiş olduğu rivâyet edilmektedir. Cenâzesi, Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin câmiine yakın bir yerde defnolundu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Ahmed el-Mukrî</label>

Ebû Abdullah el-Mukrî, evliyânın büyüklerindendir. Künyesi Ebû Abdullah, ismi Muhammed bin Ahmed el-Mukrîdir. Ebû Abdullah; Yûsuf bin Hüseyin Râzî, Abdullah el-Harrâz, Muzaffer el-Kirmanşâhî, Ruveym bin Ahmed, İbn-i Cerîrî ve İbn-i Atânın sohbetlerinde bulundu, onlardan ilim öğrendi. Ayrıca Ahmed bin Hanbelin oğlu Abdullahın talebesidir. Nişâbûrda vefât etti...
Bu mübarek zat, evliyânın meşhurlarından Cüneyd-i Bağdâdînin sohbetinde de bulunmuştur. Evliyânın en çok fetvâ vereni, en cömert, en güzel ahlâklı, himmetçe yüksek olanı, verâ ve takvâ sâhibi, haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınan bir âlim idi. 976 (H.366) senesinde Nişâbûrda vefât etti.
Hocalarından Abdullah Harrâz ona şöyle nasihat etmiştir:
Sana üç şey tavsiye ederim. Biri tam bir gayret ve itâatla farzları yerine getir. Bu hususta çok azimli ol. İkincisi, Müslüman cemâatine, topluluğuna hürmet, üçüncüsü ise kendini ve hatırına gelen dağınık düşüncelerini iyi bilmemektir.
Ahmed el-Mukrî buyurdu ki:
Fütüvvet; kızdığı kimseye karşı güzel huylu olmak, hoşlanmadığı kimseye ihsân etmek, kalbinin nefret ettiği kimse ile hüsn-i sohbette, güzel sohbette bulunmaktır.
Kişi, din kardeşlerine ve dostlarına hizmetinden dolayı böbürlenirse, Allahü teâlâ ona öyle bir alçaklık verir ki, katiyyen ondan kurtulamaz.
Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir.
Sabrın alâmeti şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir.
Açlık zâhidlerin, dünyaya düşkün olmayanların; zikir âriflerin gıdâsıdır.
Ağyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sırrı açıklamamak, yüzünü hakka dönmüş olmanın alâmetlerindendir.
Bu mübarek zat, vefatı sırasında;
Ey iman! Hakikaten sen, Rabbinin mükafatını bekleyerek çalışıp göstereceksin! Nihayet ona kavuşacaksın. O vakit, kitabı sağ eline verilene gelince, o kolay bir hesapla muhasebe olunur ve sevinçli olarak ehline dönecektir mealindeki ayet-i kerimeyi okuyarak son nefesini verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gariplerin sığınağı Nasûh Çelebi Belgrâdî</label>

Aklî ve naklî ilimleri tahsîl etmek için İstanbula gelen Nasûh Çelebi, zamânının meşhûr âlimlerinden istifâde etti. Bu arada tanıştığı, Nakşibendiyye yolunun mensublarından İskender Efendinin sohbetlerine devâm etti. O mübârek zâtın ilim ve feyzinden istifâde etti. Yıllarca hizmetinde bulunup, kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye eyledi. Ahlâkı güzelleşti. Yüksek makamlara kavuşup kemâle geldi. Serhat boylarında, insanlara doğru yolu göstermek, Allahü teâlânın rızâsı için cihâd eden İslâm ordusuna yardım etmek vazifesi ile Belgrata gönderildi...Mütevazı ve cömert zat
Nasûh Çelebi, büyük küçük ayırmaz; fakir, zengin herkese iyi muâmelede bulunurdu. Tevâzu ve cömertliği çok fazlaydı. Düşkünler, fakirler ve garipler onu çok severlerdi...
Hiç kimsesi olmayan Bâbâ Câfer isminde meczûb biri vardı. Nasûh Çelebi, onunla bizzat ilgilenirdi. Bir ara Câfer Baba hastalandı. Hastalığı artınca, Nasûh Çelebi onu yıkadı, üstünü başını temizledi. Temiz gömlek giydirip yatağına yatırdı. Vefât edince de, lâzım olan hizmetlerini bizzat görüp, yıkayıp kefenleyerek defneyledi...
Nasûh Çelebi, vefâtından önce, kendisi ile berâber Belgrattan iki sâlih kimsenin daha vefât edeceğini haber verdi. Dediği gibi oldu ve aynı anda üçü de vefât etti. (Diğer iki zât, Hatîb Ahmed Çelebi ile Mahmûd Efendi adlı ümmî bir zât idi.)


Şu güller, sümbüller
Belgrat eşrâfından Ağazâde Mehmed Çelebi anlatır: Merhûm Nasûh Çelebi hastalanınca, ziyâretinde bulunup sünneti yerine getirmek için evlerine gittim. Huzûruna girdiğimde, onda bir rahatlık gördüm ve; Elhamdülillah! Hâlinizde bir hayli düzelme ve hayır alâmetleri vardır dedim. Kollarını açtı. Şu güller, sümbüller deyip kollarındaki kızamıkların yerlerini gösterdi. O sırada hanımı, içeri girmek için haber gönderdi. Bundan sonra bizim gözümüze görünmesi onun için uygun olmaz cevâbını verdi. İçeri girmesine müsâade etmedi. Ölüm hâli görüldüğünde, başını yastıktan kaldırdı. Sağına ve soluna işâret ederek; Ve aleyküm selâm, ve aleyküm selâm dedi. Sonra Yâsîn-i şerîfi okumaya başladı. Tamamlayamadan rûhunu Hakka teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırın güneşi Muhammed Şâzilî</label>

Muhammed Şâzilî, küçük yaşta öksüz kalmıştır. Onu teyzesi büyütmüştür. Kendisini sanâta verdiler, fakat o medreseye kaçtı. Medrese arkadaşlarından biri de, meşhûr muhaddis İbn-i Hacer Askalânîdir. 1443 (H.847) senesinde vefât etti. Mısırda Berekât denilen yere defnedildi. Kabri meşhûr olup, kıymetini bilenler tarafından ziyâret edilmektedir...

İlmiyle âmil bir zat idi...
Muhammed Şâzilî hazretleri, vilâyetin bütün makamlarını geçmiş, ilmiyle âmil, yüksek hâller sâhibi bir kimse idi. İlim, amel, hâl, zühd ve Allahü teâlâya muhabbette pek ileriydi. Çok kimse onun vâsıtasıyla hidâyete kavuşmuştur. Büyüklüğünü kimse inkâr edemezdi. Dünyânın her tarafından huzûruna gelenler, halledemedikleri meseleleri suâl ederler, tatmin edici cevaplar alırlardı. Başka ülkelerden gelenlerle, onların lisânı ile sohbet ederdi.
Muhammed Şâzilî, çok pahalı elbiseler giyerdi. Evliyânın hâlleri hakkında bilgi sâhibi olmayanlardan birisi, bundan dolayı ona kızdı ve; Evliyânın,sultanlara yakışacak böyle elbiseler giymekten uzak durması lâzımdır. Eğer bu zât gerçekten velî ise, onu bana verir; ben de satar, parasını çoluk çocuğuma harcarım dedi.
Muhammed Şâzilî toplantıdan ayrılınca, elbiseyi çıkardı ve; Bunu filân kimseye verin. Satsın ve parasını çoluk-çocuğuna harcasın buyurdu.


Ondan başkasına yakışmaz!
Adam onu aldı, sattı ve; Bu, Allah için verilen yardımdır dedi. İkinci toplantıya gelişinde, o elbiseyi yine Muhammed Şâzilînin üzerinde gördü. Elbiseyi, onu sevenlerden birisi satın almıştı. O zaman adam şöyle dedi: Bu (elbise), Muhammed Şâzilîden başkasına yakışmaz. Bunun üzerine Muhammed Şâzilî, elbiseyi yine aynı adama hediye etti.
İmâm-ı Şarânî şöyle nakletti:
-Muhammed eş-Şâzilî hazretleri ölüm hastalığında; Kimin bir hâceti, isteği olursa, kabrime gelsin; Allahü tealanın izniyle onu yerine getiririm. Çünkü sizinle benim aramda bir karış topraktan başka bir engel yoktur. Bir karış toprak onunla talebeleri ve dostları arasında engel olan kimse velî değildir buyurdu!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mübarek Serhendli Muhammed Sâdık</label>

Muhammed Sâdık hazretleri 1591 (H.1000) senesinde Serhendde doğdu. 1599 senesinde pederi ile birlikte Hâce Muhammed Bâkî-billah ile görüştü. Ondan cenâb-ı Hakkı zikretmek, murâkabe etmek için vazife almakla ve ona bağlı bir talebe olmakla şereflendi. İstidâdı, fıtratı ve yaratılışı yüksek olduğundan, onların terbiyesi ve merhametli nazarlarının bereketleri sayesinde kıymetli hâllere, yüksek makamlara kavuştu. Daha çocukken, uzak yerlerdeki şeyleri, mezardaki hâlleri keşfederdi. Sonra peder-i âlîsi İmâm-ı Rabbânîden feyz alarak, kemâl mertebelerinin sonuna erişti. Benim esrâr mahremimdir
Muhammed Sâdık hazretleri, aklî ve naklî ilimlerde çok kuvvetliydi. Bir gün Şîrazdan Hindistana gelen âlimlerin en büyüklerinden birinin sohbetinde bulundu. Bu âlim aklî ilimlerde eşsizdi. Yaratılışı îcâbı, o âlim ile derin ilimlere dâir birkaç kelime konuştu. Sözlerini bitirince Şîrazlı âlim; Bu genci görmeyince, Hindistandaki talebelerden birinin, aklî ilimlerdeki derin meseleleri idrâk kuvvetini yakînen anlayamamıştım dedi.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, bu mübarek oğluna ve diğer oğullarına yazdığı birçok mektupları Mektûbât adındaki eserinde toplanmıştır.
Babası onun hakkında; Aziz oğlum, bu fakîrin mârifetlerinin bir mecmûasıdır. Cezbe ve sülûk makamlarının bir nüshasıdır ve Oğlum, benim esrâr mahremimdir buyurmuştur...
1616 (H.1025) senesinde Serhendde şiddetli bir vebâ (tâûn) salgını başladı. Bu salgın her geçen gün şiddetleniyor, yüzlerce insan her gün kabre konuyordu. Bu hâli gören Muhammed Sâdık hazretleri; Bu tâûn yağlı lokma istiyor. Biz gitmedikçe (ölmedikçe) geçmez buyurdular.


Vebâdan eser kalmadı!..
Hummâya yakalandılar ve Rebîül-evvel ayının dokuzuna rastlayan Pazartesi günü vefât eylediler. Bundan sonra, ortalıkta vebâ hastalığından eser kalmadı.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri 1624 (H.1034) senesinde vefât edince, oğlu Muhammed Sâdıkın mezârının kıble tarafına kabir hazırladılar. Mübârek cenâzelerini kabre koydukları an, oğlu Muhammed Sâdıkın kabri, peder-i âlîsine hürmet için ayak ucuna geldi ve iki kabrin arasındaki kısım kabardı. Görenler hayretler içinde kaldılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid Osman Fadlı Efendi</label>

Şumnulu Seyyid Fethullah Efendinin oğlu olan Osman Fadlı Efendi uzun yıllar İstanbulda yaşadı ancak daha sonra Kıbrısa yerleşmiştir. Kıbrısta Kutup Osman ismiyle bilinir. 1691 (H.1102) senesinde Kıbrısın Magosa şehrinde vefât etti. Kabri Magosadadır.Sultan Dördüncü Ahmed Han, Osman Fadlı Efendiyi çok severdi. Zaman zaman saraya dâvet eder, vaaz ve nasîhatlerinden istifâde ederdi. Sultan bilemediği takıldığı mevzuları ona sorar, istişâre ederdi. Hattâ Ramazân-ı şerîfte, iftarda Seyyid Osman Fadlının önünden artan yemeklerinden bereketlenmek için ister, iftârını onunla yapardı...
Zorbaları adâlete teslim etti
Bir zaman İstanbulda isyân oldu. Zorbalar her tarafı darmadağın edip yağmaladılar. Seyyid Osman Fadlı, hiç çekinmeden talebeleri ile birlikte zorbaları yakalayarak adâlete teslim etti. Böylece din ve devlete büyük hizmetlerde bulundu. Sultan İkinci Süleymân Han pâdişâh olunca, büyük bir kargaşa oldu. Seyyid Osman bu kargaşalığın ortadan kalkması için duâ etti. Bu duâ bereketi ile Allahü teâlâ belâyı kaldırdı. Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden sonra, devlet işlerini düzeltme husûsunda en çok şöhret sâhibi Seyyid Osmân oldu.
Devlet işlerindeki tesiri gittikçe artan Seyyid Osman Fadlıyı, devletin ileri gelenlerinden bâzıları çekemediler. Sultana, verdiği bir vaaz yüzünden şikâyet ettiler. Çeşitli entrikalar çevirerek Magosaya gönderilmesini sağladılar. Kendisi; Bu hâdise, dört ay önce Allahü teâlâ tarafından kalbime ilhâm edildi. Fakat; Makâmından ayrılma, yerinde kal. Çünkü bunda Allahü teâlânın çeşitli hikmetleri var denildi. Biz de bu emre uyup, yerimizden ayrılmadık dedi.


Magosada vefât etti...
Osman Fadlı Efendi Magosaya gidişlerinin on dördüncü ayında vefât etti. Vasiyeti üzerine kabrinin üzeri açık bırakıldı. Son vasiyeti şöyle oldu:
Kabrimin üzerine türbe yapılmasın. Baş ucuna bir taş dikilsin. Belki mezârım kaybolmaz da gelip-geçen bir duâ okur.
Daha sonra 1830 senesinde Kıbrısa tahsildâr olarak tâyin olan Hacı Mehmed Ağa, Osman Fadlının kaybolmak üzere olan kabrini ortaya çıkarmış ve etrâfını temizletmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanbelî fıkıh âlimi Muhammed Kudâme</label>

Muhammed Kudâme, velî ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. İsmi Muhamed, künyesi Ebû Ömerdir. İbn-i Kudâme ismiyle de tanınmıştır. Babasının adı Ahmeddir. 1134 (H. 528) senesinde doğdu. 1210 (H.607) yılında Dimışkta (Şam) vefât etti...Küçük yaşta tahsîle başlayan İbn-i Kudâme, önce Kurân-ı kerîmi ezberledi. Ebû Amrdan, babasından ve birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Sonra Mısıra gitti. Orada Hanbelî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrendi ve Ali ibni Berîden nahiv ilmini okudu.
İlmiyle amil bir zat idi...
İbn-i Kudâme, fıkıh, ferâiz, nahiv ilimlerini kendinde toplamış, ilmiyle amel eden, insanların ihtiyâcını karşılayan, zâhid bir zât idi. İşittiği her duâyı ezberler ve yazardı. Dîne âit ne öğrendiyse, mutlaka öğrendiği ile amel ederdi. İhtiyar olduğu hâlde devâm ettiği cemâatin en dinç olanı idi. Gençliğinden îtibâren gece yarısı kalkıp teheccüd namazı kılmış, hiç terk etmemiştir. Hanımı şöyle demiştir:
Geceleri ibâdet için kalkardı. Uyku bastırınca, yanında bulunan bir asâ ile ayaklarına vurarak uykusunu dağıtırdı.
Bu mübarek zat, çok oruç tutmaktan zayıf düşmüştü. Vefât edeceği sırada yakınlarını yanına topladı. Kıbleye döndü. Onlara takvâyı, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasakladıklarından sakınmalarını, Allahü teâlânın kendilerini her ân gördüğünü ve yaptıklarını bildiğini, ona göre hareket etmelerini, dosdoğru olmalarını tavsiye etti. Sonra başında Yâsîn-i şerîfi okumalarını söyledi. Son nefesinde; Şüphe yok ki Allah, râzı olduğu İslâm dînini sizin için seçti. O hâlde ancak Müslüman olarak can verin meâlindeki Bekara sûresi 132. âyet-i kerîmeden bir kısmını okurken vefât etti.


Hiç malı ve parası yoktu
Bu mübareğin, vefâtında hiç malı ve parası yoktu. Şamda Kasyun Dağında Sefh denilen yere defnedildi.
Abdülmevlâ bin Muhammed şöyle anlatır:
Muhammed Kudâme hazretleri kabre indirildi ve ben de başında Kurân-ı kerîm okuyordum. Bir yerinde yanlış okumuşum. Kabirden seslenip, yanlışımı düzeltti. Sesini duyunca korkup, titremeye başladım.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden Muhammed Hazîn</label>

Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Muhammed Hazîn, ilim öğrenmek için Seyyid Tâhâ hazretlerine gitti. Seyyid Tâhâ, Muhammed Hazîne; Senin işin Osman-ı Tavîlînin elindedir. Ona gidiniz buyurdu. Bunun üzerine Muhammed Hazîn Iraka gitti. Şeyh Osman Tavîlînin sohbetlerinde bulundu ve kemâle geldi. İcâzet alıp memleketi olan Siirte döndükten sonra Ulucâmide vaaz ve nasîhatlere başladı. Muhammed Hazîn ömrünün sonuna kadar insanlara Allahü teâlâya kavuşturan Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunu anlatmaya çalıştı. Sohbetleri çok bereketli olurdu. Çok talebe yetiştirdi... Vefât ânı yaklaştığında...Muhammed Hazîn, ömrünün sonuna doğru rahatsızlanıp, yatağa düştü. Vefât ânı yaklaştığında yanında talebelerinden olan müezzini Yûsuf Efendi vardı. Muhammed Hazîn bir âyet-i kerîme okuduktan sonra şöyle buyurdu: Allahü teâlânın kullarından bâzıları öldüklerinde, gökler kendilerine doğru yükselen amellerin son bulması sebebiyle ağlarlar.Yine aynı şekilde yerler de üzerlerinde yapılan iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar. Melekler bu sırada garip kuşlar şeklinde gelip, cenâze ile birlikte giderler. Sübhânallah velîlerin rûhları ne kadar hızlı! Meleklerden daha çabuk gelip gidiyorlar dedi.
Daha sonra Yûsuf Efendiden Kurân-ı kerîm okumasını istedi. Yûsuf Efendi Kurân-ı kerîm okurken Muhammed Hazîn vefât etti. Cenâzesi evden çıkarıldığında hafiften yağmur yağmaya ve etrafta çok kalabalık hâlde garip kuşlar uçmaya başladı.


Türbenin yapımı sırasında...
Muhammed Hazîn vefât etmeden önce, Siirtteki Firsaf köyünde şimdiki türbesinin yerini göstererek; Vefâttan sonra mekânımız burasıdır. Hâlid bin Velîd muhârebe sırasında çadırını buraya kurmuştur dedi.
1890 (H.1308) senesinde vefât eden Muhammed Hazîn, kalabalık bir cemâat tarafından daha önceden gösterdiği yere defnedildi... Bir sene sonra üzerine türbe yaptırıldı. Türbenin yapımı sırasındaki kazılan toprağın altından, birkaç ok ve kıvırcık saçlı bir şehîd çıktı.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri