Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Maraşi-zade Ahmed Kuddusi</label>

Ahmed Kuddusi hazretleri Anadolu velilerindendir. Ona Kuddusi isminin verilmesi şöyle anlatılır: Henüz ana rahminde iken Allahü tealanın Kuddusi ismini zikreder ve anası da bunu işitirmiş. Ahmed Kuddusi, Kuddusiyem! isimli şiirinin bir beytinde bunu şöyle ifade etmiştir: Bil ana rahminde beni ki etmişem takdis Anı/Anam işitmiştir bunu Kuddusiyem! Kuddusiyem!
Borda vefat etmiştir...
Ahmed Kuddusi, 1848 tarihinde Borda vefat etmiştir. Kuddusi hazretlerinin vefat ettiği gün, köylünün birisi de kırılan sabanını tamir ettirmek üzere Bora geldiğinde, çok kalabalık bir cemaatin cenaze namazına hazırlandığını görünce, abdestini tazeleyerek o da cenaze namazına iştirak eder. Hemen işine dönmek niyetinde olduğundan, yakındaki bir demirci dükkanına girerek, tamir etmesi için saban demirini ustaya verir. Demirci, ocağa koyduğu demirin korlaşmadığını, saatlerce uğraştığı halde dövülecek hale gelmediğini görünce, şaşkın bir halde düşünceye dalar. Bu sırada yakın bir tanıdığı dükkanına girer. Demirci, durumu ona anlatır. O da, köylüye;
-Sen nerelisin, bu demiri nereden getirdin? diye sorar. Köylü de;
-Ben filan köydenim. Bu demir, dün çift sürerken bir kayaya takılıp kırıldı. Tamir ettirmek için buraya getirdim. Bora girdiğimde, eşini görmediğim bir cemaate katılarak cenaze namazını kıldıktan sonra da bu dükkana geldim, deyince, o kişi;


Ateşten muhafaza etmiştir
-Senin, adını sormadan namazına iştirak ettiğin zat, Şeyh Ahmed Kuddusi hazretleriydi. Allahü teala, değil onun namazını kılanı, o cenazede hazır bulunan alet ve edevatı da ateşten muhafaza etmiştir, der.
İman sahibi olan bu köylü, yeni bir saban alıp köyüne döner.
Ahmed Kuddusi hazretleri vefat edeceği zaman yanındakilere buyurdu ki:
Beni sade bir yere defnedin. Vefatımı insanlara yaymayın ki, halka zahmet ve şöhret olmasın. Beni methetmeye kalkışmayın. Zira ben onlara layık değilim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fatihin Sakabaşı Deryâ Ali Baba</label>

Köhne Bizans düşmek üzere idi... İşte tam bu kritik zamanda ordunun arasında; Ordu susuz kalmak tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor şeklinde bir söylenti yayılmaya başladı. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılan bu söylenti nihâyet genç pâdişâhın kulağına kadar geldi. Sultan emretti: Tez gidin Sakabaşını bana getirin!..Yüzünden nûr akan, hafif beli bükük Sakabaşı Ali Efendi sırtında kırbasıyla Fâtih Sultan Mehmed Hanın huzûruna girdi.
Merak etmeyiniz Sultanım!
Pâdişâh telaşlı ve celâlliydi:
-Ordu susuz kalmış, neden gerekli tedbiri almazsın Ali Efendi?
Sakabaşı Ali Efendi gâyet sâkin ve tebessüm ederek; Devletlü Pâdişâhım! Merak etmeyiniz diyerek sırtındaki su kırbasını pâdişâhtan tarafa çevirdi ve; Bakın isterseniz ne kadar çok suyumuz var Sultanım dedi.
Bu sözlerden pek bir şey anlamayan Padişah, onun sırtındaki kırbanın içine baktı. Bir de ne görsün? Kırbanın içinde bir deryâ var!
Bunun bir kerâmet olduğunu anlayan genç pâdişâh, su bulunmasına rağmen askerin susuz bırakılmasından maksadın ne olduğunu sordu. Mübarek, olanları tek tek anlatmaya başladı:
-Ey cihan Pâdişâhı! Ben askere suyu doyumluk veremiyorum. Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yorulup terliyorlar. Eğer istedikleri kadar suyu versem hepsi hastalanacak. Sonra da zaferimiz tehlikeye düşecek!..
Sakabaşı Ali Efendiden bu ârifâne sözleri duyan Fâtih Sultan Mehmed Han, ona saygı ve muhabbet dolu nazarlarla bakmaya başladı.
Kerâmet göstermekten kaçındığı halde, kerâmetinin ortaya çıktığını gören Sakabaşı Ali Efendi, sırtındaki kırbayı hızlıca yere bıraktı. Başta Pâdişâh olmak üzere bütün vezirlerin ve âlimlerin hayret dolu bakışları arasında kırbanın düşüp parçalandığı yerde bir su kaynağı ortaya çıktı. Bu hâdise üzerine Fâtih, Sakabaşı Ali Efendiye Deryâ Ali Baba ismini verdi.


Arâzisini sağlığında vakfetti
Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra Sakabaşı Deryâ Ali Babayı unutmadı. Ona şimdi Kazlıçeşmenin kurulu bulunduğu yerde geniş bir arâzi tahsis etti. Uzun yıllar civârın en sevilen kişisi olarak yaşayan Deryâ Ali Baba; kendisine tahsis edilen arâziyi sağlığında vakfetti. Ömrünün sonuna geldiğinde yakınlarına da; Bunlardan fakir fukara sebeplensin diye vasiyette bulunduktan sonra vefât etti. Türbesi, İstanbul Kazlıçeşmededir..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Vallâhi Muhammed beni öldürdü!..</label>

Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ubeyy ibn-i Halef, Mekkede Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve selem) rastladıkça; Yâ Muhammed! Benim bir atım var, her gün ona 16 ölçek darı yediriyorum, bir gün gelir onun üzerine biner seni öldürürüm! diyordu. Peygamber Efendimiz de; Belli olmaz, belki inşaallah ben seni öldürürüm! buyururmuştu. Ubeyy ibn-i Halef, Uhudda, Peygamberimizin hayâtına son vermek için and içmişti. Kardeşi Ummiyetibn-i Halefin intikamını almak istiyordu. Muhammed nerededir? diye bağırıyordu: Gelsin de benimle çarpışsın. Peygamber ise beni öldürür diyordu. Onu bana yaklaştırınız!Peygamber efendimiz Uhudda çarpışırken arkasına dönüp bakmıyor, Sahabîlerine; Ubeyy ibn-i Halefin arkamdan gelmesinden korkarım. Onu gördüğünüz zaman bana yaklaştırınız! diyordu. Peygamberimiz Şıba geldiği sırada Ubeyy ibn-i Halefin atını gördü ve onu tanıdı. Ubey ibn-i Halef; Yâ Muhammed! Sen kurtulursan ben kurtulmayayım diyordu!.. O arada Peygamberimizin yanında bulunan Sahabîler; Yâ Rasûlallâh! İçimizden birisi ona karşı koysa, saldırsa olmaz mı? dediler. Peygamber efendimiz; Bırakınız, gelsin o! dedi.
Ubeyy ibn-i Halef, Peygamberimizin yanına kadar geldi. Eshâbı Kirâm, dayanamayarak onun önünü kesmek istediler. Peygamberimiz; Geri durunuz dedi. Hemen Hâris ibn-i Sımmenin mızrağını eline aldı. Onları devenin sırtından sineklerin uçup dağılışı gibi etrafından dağıttı.
Ubeyy ibn-i Halef o anda kaçmağa başladı. Peygamberimiz ona; Ey yalancı nereye kaçıyorsun?! dedi ve onu (boynunun miğferle zırh yakası arasındaki kısmından) mızrakla vurup yaraladı. Şah damarını kopardı. Ubeyy, sığır böğürür gibi böğürerek atından yere yuvarlandı, kaburga kemiklerinden bâzısı da kırıldı. Müşrikler onu ordugâhlarına getirdiler.


Sen aklını kaybetmişsin!
Ubeyy ibn-i Halefin yarasından kan çıkmıyordu, ancak ağrısı dayanılacak gibi değildi. Bunun için Übeyy; Vallâhi Muhammed beni öldürdü! dedi. Arkadaşları; Sen aklını kaybetmişsin! Bu yaranın hiç ehemmiyeti yok! dediler. Ubeyy ibn-i Halef ise; O bana Mekkede Seni ben öldüreceğim demişti. Vallâhi O benim üzerime tükürse yine beni öldürür! dedi.
Ubeyy ibn-i Halef bir gün veya bir günün bir kısmı geçtikten sonra, Mekkeye 6 mil uzaklıkta bulunan Selefe gelince öldü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehzade Ömer Faruk Efendi</label>

Şehzade Ömer Faruk Efendi, Son Halife Abdülmecid Efendinin oğluydu. İstanbulda, 1898de doğdu. Almanyada Potsdam Askeri Akademisini bitirdi, ilk dünya savaşında Verdun Cephesinde savaştı, sonra Türkiyeye döndü ve Sultan Vahideddinin kızı Sabiha Sultan ile evlendi. Ömer Faruk Efendi, 1919da henüz 21 yaşındayken Fenerbahçe Kulübünün başkanlığına seçildi. Başkanlığı, 1924 Martına; hanedanın bütün mensuplarıyla beraber Türkiyeden sürgüne gönderilmesine kadar devam etti...Ve sürgün yılları...
Ömer Faruk Efendi, memleketini bir daha göremedi. Sürgünü tam 45 sene boyunca yaşadı ve ailenin erkeklerine memlekete dönebilme izninin verilmesinden beş yıl önce, 1969da Kahirede vefat etti. Mezarı yıllar sonra, Ankaranın sessizce nakledilmesi şartıyla verdiği özel bir izinle Türkiyeye (Sultan Mahmud Türbesine) nakledildi.
Şehzade Ömer Faruk Efendi, Kahireden meşhur tarihçi İsmail Hami Danişmende gönderdiği son mektubunda özetle şöyle diyordu:
Pek muhterem beyefendi,
İçimden, bu sene bir kavuşma senesi olacak diye geldi! Sonra, o kavuşma kim ile? 45 senedir hasretini çektiğim Sevgili vatanım ve 15 senedir görmediğim çocuklar ile mi, yoksa toprak ile mi diye düşündüm!..
Geçen gün postacı geldi ve büyükçe bir zarf uzattı. Üstünde cânım Fenerbahçe Spor Kulübünü görünce şaşırdım. Mektubu okuyunca büsbütün hayretlere düştüm. Kulübün yeni müdürü, sabık reislerinin resmini istiyor! Salonlarını tezyin için! Kırk küsur senedir böyle bir alâka görmediğimden şaşırdım ve mütehassis oldum, teessür duydum ve gözlerimden yaşlar boşandı. Yeni ve eski birer fotoğrafımı, kulüp âzâlarıyla çıkmış olan bir eski resmimi ve göstermiş oldukları alâka dolayısıyla teşekkürlerimi yazdım ve gönderdim.


Gülmeyi unutmak üzereyim
Yazdıkları beni çok mütehassis etti: Kulüp erkânı, eski reislerine saygılarını sunarlar. Şimdi resim çerçeveye geçmiş halde yanımda duruyor. Muhterem Beyefendi diye yazmalarına dikkat bile etmedim. Çünkü, bilmediklerinden! Bundan birkaç sene evvel de biri bana kezâ Beyefendi diye hitap edince Affedersiniz ama ben efendi değilim. Öyle olmuş olsa idim memleketten çıkarılmazdım. Bana çok pahalıya malolan unvanımdan vazgeçmeyin, rica ederim demiştim... Gülmeyi bile unutmak üzereyim ve unutmamaya uğraşıyorum. Ömer Faruk...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâcüddîn İbrâhim Zâhid-i Geylânî</label>

İbrâhim Zâhid-i Geylânî Tâcüddîn İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. Babasının adı Rûşen Emirdir. Künyesi Ebüs-Safvet, lakabı Tâcüddîndir. Doğum târihi bilinmeyen İbrâhim Zâhid-i Geylânî, Âzerbaycanda bulunan Geylân nâhiyesine bağlı Siyâverû isimli köyde doğdu. 1305 (H.705) senesinde Geylân yakınlarında bulunan Lenger-i Künân denilen yerde vefât etti. Kabri oradadır.Sadî-i Şîrâzîye talebe oldu
İlim tahsîline Geylânda başlayan İbrâhim Geylânînin, baba ve dedeleri de kendisi gibi ilim ve fazîlet sâhibi idiler. İbrâhim Zâhid-i Geylânî, zâhirî ilimlerde tahsîlini tamamlamak üzere Şîrâza gitti. Orada zâhirî ilimleri ikmâl ettikten sonra, bâtın yolunda da ilerlemek için, Ehl-i sünnet âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olan Sadî-i Şîrâzî hazretlerinin huzûruna vardı. Ona talebe oldu. Onun sohbetleri bereketi ile, yüce makamlara, üstün derecelere kavuştu.
İbrâhim Zâhid-i Geylânî hazretlerinin vefâtı yaklaştığında, yanında bulunan talebeleri ve yakınları, ona yalvararak;
-Efendim, uzun zamandır ağzınıza bir şey koymadınız. Hep oruçlu oluyorsunuz. Bununla berâber, iftar ve sahurda da bir şey yemiyorsunuz. Bu sebeple rahatsız olmanızdan, hastalığınızın artmasından endişe ediyoruz, dediler.
Onların bu sözlerine karşı iltifât edip tebessümle karşılık veren İbrâhim Zâhid;
-Güzel bir et olsa, suyla pişirilip yahni yapılsa, dedi.


Oruçlu olarak vefât etti...
Bildirdiği gibi güzel bir yemek pişirip akşama hazırladılar. Akşam olup, namazdan sonra sofraya oturdular. Kendisi su ile iftâr eden İbrâhim Zâhid hazretleri, o yemekten yemedi.
-Efendim, bir mikdâr da olsa yeseniz, diyenlere;
-Siz yiyiniz. Talebelerimin yemek yemelerini, ağızlarının hareketlerini seyretmek bana ayrı bir zevk veriyor, buyurdu.
Bu mübarek zat, ertesi gün yine oruca niyet etti ve oruçlu olarak vefât etti...
İbrâhim Zâhid-i Geylânî hazretlerinin yetiştirdiği talebelerin sayısı pekçok olup, önde gelenleri ve kendisinden sonra halîfesi olan dört tânesinin isimleri şunlardır: Safî, Ahî Yûsuf, Pîr Hikmet ve Ahî Muhammed...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir mümine kız ve bir mübarek baba</label>

Ebül-Abbâs Ahmed Harrâr hazretleri tasavvufta kemâle ermiş, keşif ehli olmuş ve pekçok şeyleri müşâhede etmiş bir zattır. Kendisi şöyle anlatmıştır:
Mısırda bulunduğum sırada Kurafe yolundan geçerek evden mescide gider gelirdim. Gece vakti çıktığımda bende korkuyla karışık bir ürperti olurdu. Allahü teâlâ gözümden perdeyi kaldırıp bana kabirdeki mevtânın hâllerini görmeyi nasîb etti. Nîmet ve azâb içinde olan ölülerin hâllerini de görürdüm...

O genci bekliyorum!..
Talebelerinden ve aynı zamanda damadı olan Safiyüddîn bin Ebil-Mansûr anlatır:
Hocamın sâlihâ ve evliyâ bir kızı vardı. Ben ona talebe olmadan önce talebelerinden çoğu o kızla evlenmeyi düşünmüşler. Hocam kerâmetiyle onların bu arzularını anlamış ve şöyle demiş:
Bu kızım şu andaki talebelerimden hiçbiriyle evlenmeyecek. Bana talebe olacak ve kızımla evlenecek genci bekliyorum demiştir.
Ben ona talebe olunca, bir gece rüyâmda hocamı görmüştüm. Bana; Safiyüddîn senin hanımın benim kızımdır dedi. Uyanınca şaşırıp kaldım. Utancım sebebiyle bunu hocama anlatmam mümkün değildi. Anlatmasam olmazdı. Rüyâmı gizlemem de beni rahatsız ediyordu. Çünkü hocamdan hiçbir şeyi gizlemezdim. Ben bu hâlde ne yapacağımı düşünürken, hocam bana; Rüyâda ne gördüysen anlat dedi. Heybetli bir hâlde idi. Bir müddet sustu ve; Ne gördüysen mutlaka anlatmalısın dedi. Ben de rüyâmı aynen anlattım. Bana; Evlâdım bu senin için takdir edilmiştir dedi ve beni kızıyla evlendirdi.

Saliha bir hanımdı...
Kızı saliha bir hanımdı. Yüzünde velîlik nûru parlardı. Kim görse evliyâ olduğunu nûrundan anlardı. Bu hanımdan olan evlâdımın her biri âlim ve fazîletli kimseler oldu. Hocamın vefâtından sonra onunla uzun zaman saâdet içinde ömür sürdük. Keşfi çok kuvvetli idi.
Vefât edeceği zamânı ve vefât ettikten sonra vukû bulacak birçok acâib hâdiseleri bildirdi. Son nefesini verirken; Ey mutmainne olmuş nefs! Râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyarak rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebül-Mehamid Abdülmecîd Şirvânî</label>

Abdülmecîd Şirvânî (Mevlânâ Abdülmecîd) evliyânın büyüklerindendir. Şirvanda doğdu. Künyesi Ebül-Mehamid, lakabı, Nurullahdır. Babası Şeyh Veliyyüddîn Şirvan bölgesinin en büyük velîsi idi.
Bu mübarek zat, devamlı insanlara vaaz ve nasîhat eder, ders verirdi. İnsanların en hayırlısı, onlara faydalı olandır hadîs-i şerîfinin açık bir nümûnesi idi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde ilerledi. Genç yaşta Şirvanın Şemahı şehrine gitti ve burada ders vermeye başladı. Mevlânâ Şehkubâd hazretlerinin derslerinde kemâle eren Abdülmecîd Şirvânî, hocasının vefâtından sonra onun yerine geçti. İnsanlara nasîhat etmeye başladı... Veba salgını başlamıştı!..
Daha sonra Tokata gelen Abdülmecîd Şirvânînin ismi ve yüksekliği, talebeleri terbiyedeki üstünlüğü kısa zamanda her tarafta duyuldu. Çevresi sevenleri ile doldu. Katı kalpleri, sohbetinde, Allahü teâlânın ihsan ettiği tesirli sözleri ile mum gibi etti. Talebelerini kısa zamanda evliyâlık derecelerine ulaştırırdı... O günlerde Tokatta bir tâûn (veba) salgını vardı. Gün geçtikçe hastalık daha da yaygınlaşıyordu. Kırk elli gün süren tâûn salgınında binlerce kimse vefât etmişti. Bunun üzerine şehir halkı; Abdülmecîd Şirvânî hazretlerinden duâ isteyelim. İnşâallahü teâlâ bu salgını onun duâları ile durur dediler. Şehrin ileri gelenleri durumu Mevlânâ Abdülmecîde arz ettiler. Bunun üzerine Mevlânâ Abdülmecîd şöyle duâ buyurdu:
İlâhî! Bu musîbet bulutunu, kerem ve ihsân rüzgârınla def eyle!
O ândan itibaren Allahü teâlânın izni ile salgın durdu. Otuz sene Tokata tâûn hastalığı isâbet etmedi. Tâûn yüzünden Tokat halkı orayı terk etmeye karar vermiş iken, Mevlânâ Abdülmecîdin duâsı bereketi ile, memleketlerini terk edip gurbette birçok eziyet ve sıkıntılarla karşılaşmaktan kurtuldular. Mevlânâ Abdülmecîdin bu kerâmetini gören Tokat halkı, tövbe edip daha çok ibâdet etmeye başladılar...

Üstümüze türbe yapılmasın!
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri de tâûn salgınından bir süre sonra aynı yıl içerisinde vefât etti. (1564) Kabri vasiyeti üzerine Kelkit Irmağının kıyısına yaptırıldı.
Vefâtından önce buyurdu ki:
Bizi sevenler kabrimizin üzerine türbe yapmak sûretiyle, bu âcizi diğer Müslümanlardan ayırmasınlar!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebül-Fazl Abbas bin Muhammed</label>

Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî 185 (m. 801)de doğdu 271 (m. 884)de Safer ayının ortalarında vefât etti. Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî, Saîd bin Âmir ed-Dabî, Esved bin Âmir eş-Sâzân, Ahves bin Cevâb, İshâk bin Mansûr es-Selûlû, Hüseyn bin Ali el-Cafî, Hüseyn bin Muhammed el-Mervezî, Hâlid bin Muhalled, Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, Abdurrahmân bin Musab el-Kettân, Abdullah bin Yezîd, Yahyâ bin Ebî Bekr el-Kirmânî ve birçok âlimden ilim öğrenmiş ve hadîs almıştır...
O doğru bir zât idi
Yakûb bin Süfyân, Ebül-Abbâs bin Şüreyk el-Fakîh, İbni Ebîddünyâ, İbni Ebî Hatim, el Begâvî, Ebû Cafer bin el-Behterî ve birçok âlim Abbas bin Muhammed el-Bağdâdîden ilim öğrenmiş ve rivâyette bulunmuşlardır.
İbni Ebî Hâtem, Mesleme, İbni Hibbân ve Nesâî Onun sika (sağlam, güvenilir) bir râvi olup, sâlih ve her şeyi ile doğru bir zât olduğunu söylemişlerdir. İmâm-ı Esamise Benim üstadlarım onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde herhangi bir noksanlık görmedikleri gibi rivâyetlerini tasvîb etmişlerdir buyurdu.
Halîlî, Onun adaleti hususunda bütün hadîs imamlarının ittifak ettiklerini, fakat rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin Buhârî ve Müslimde bulunmadığını beyân etmiştir. Onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler Sünen kitablarında (Sünen-i İbni Mâce, Sünen-i Nesâî, Sünen-i Ebû Dâvûd, Sünen-i Tirmizî) mevcuttur.

İmanı kurtarmak için...
Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî buyurdu ki:
Fıkıh ilmi, nakli esas alan doğru bir ilmihal kitabından öğrenilir. Bir Müslümanın, imanını ehl-i sünnet itikadına göre düzelttikten sonra, imanın gereği olan amellerini ilmihale uygun yapması gerekir. Ayrıca imanını tehlikeye düşürecek iş ve sözlerden de uzak durmalıdır. Çünkü iman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür. İmanı kurtarmak için ibadetleri yapmak ve haramlardan kaçmak gerekir. Bilhassa küfre düşürücü söz ve hareketlerden sakınmalıdır...
Abbas bin Muhammed el-Bağdâdînin son sözü şu
hadis-i şerif olmuştur:
Âlim ile âbid, kıyamet günü mahşerde toplandıklarında, ibadet edene Cennete gir denir. Âlime ise Sen dur da insanlara şefaat et denir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Esad Esad Erbilî</label>

Bugünkü Irak Devleti sınırları içinde bulunan Musula bağlı Erbil kasabasında dünyâya gelen Muhammed Esad Efendi, zamânının usûlüne göre ilim öğrendi. Babası Muhammed Saîd Efendinin terbiyesinde yetişti. Erbil ve Deyrdeki çeşitli âlimlerden ilim öğrendi. Esad Efendi, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zat idi. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zatı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı...
Şüphelerim zail oldu...
Esad Efendi, 1875 senesinde Hicaza giderek hac vazîfesini yerine getirdi. Hac dönüşünde hocasının vefâtı üzerine İstanbula geldi. Erbildeki emlâkını satarak Erenköyde bir köşk satın alıp dostları ile oturdu.
Esad Erbilî, İzmir Menemende meydana gelen hâdiselerle ilgisi olduğu iddiâ edilerek Menemene gönderildi. Orada iken rahatsızlığı sebebiyle askerî hastaneye kaldırıldı. Fakat hastalığı gittikçe fazlalaştı. Nihayet 4 Mart 1931de Menemende vefât etti ve orada defnedildi.
Esad Efendi diyor ki: İki mesele hakkında şüphem vardı. İmam-ı Rabbanî hazretlerinin Mektûbatını okuyunca bu şüphelerim zail oldu:
1) Tarikatte asıl olan tam anlamıyla sünnete bağlanmak olduğuna göre, bazı tarikatlerde riyazat yapmadan manevî yükseliş nasıl olabilir? Bu sorunun cevabını İmâm-ı Rabbanînin Mektûbatında buldum. Karnın, temiz ve helal yiyecekle doyarsa fikirde havatır olmaz. Zikir, fikir, rahat ve huzurlu olur. Fakat nefsin hakkı verilmezse huzûra mani
olabilir...
2) Fena-yı kalbden sonra kalbe havatır nasıl gelebilir?
Bunun cevabını da Kalb fena bulduktan sonra kalbe gelen havatır kalbe zarar vermez, aksine kalb vazifesini yapmaya devam eder hükmünde buldum.

Şâyân-ı kabul amelim varsa!
Esad Erbilî vefatına yakın şunları söylemiştir:
İntisâbımın ilk yıllarında gönlüme: Yâ Rabbi! Huzur-u ilâhîne çıplak olarak geleyim. Şâyân-ı kabul amelim varsa onları günahkâr kullarına bağışlayayım şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi de aynı duygularla doluyum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bâbürlü hükümdarı Evrengzib</label>

Hindistan Bâbürlü hükümdarı olan Evrengzibin (Birinci Âlemgîr Şah) 1707ye kadar süren saltanat döneminde, imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı ve Hindistanın tamamı Türk hakimiyetine girdi. Evrengzib salih bir Müslüman, cesur bir komutan, iyi bir idareci ve yeniliklere açık bir devlet adamı idi... İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Mâsum Fârûkî, Evrengzibi küçük yaştan itibaren manevi terbiyesine alıp, özellikle yetiştirmişti.

Tehlikeyi fark edemediler!..
Evrengzib Türk ve Müslüman dünyası ile iyi ilişkilerde bulunmuş, komşuları ile önemli bir meselesi olmamıştır. Halktan alınan vergileri azaltmış, düzeni ve huzuru sağlamıştı. Yemen İmamına, Habeşistan Hükümdarına gümüş ve altın para yardımı yapmıştır. Osmanlı Padişahı Sultan III. Ahmed Han ile de karşılıklı elçiler göndererek iyi münasebetler kurmuştu. Fakat onun hükümdarlığı zamanında İngilizler, bazı Hindistan şehirlerinde koloniler kurarak asker yığmaya başlamışlardı. Bu ise 150 sene sonra gerçekleştirecekleri Hindistanın işgalinin ön hazırlığı idi. Maalesef hiçbir devlet adamı bu tehlikeyi önceden fark edemedi...
Devletinin bütün ihtişamına karşılık Âlemgîrin sâde bir hayâtı vardı. Giyim-kuşamı, yeme-içmesi ve diğer her türlü faâliyeti sâdelik sınırlarını geçmezdi. Çok düzenli bir hayâtı vardı. Bâbürlüler Devletini yönetmeye başladığı ilk günden îtibâren, Allahü teâlânın rızâsı için çalışmayı elden bırakmayan Âlemgîr Şah, vefât edeceği zaman bile, Marata denilen isyânkâr Hindûlarla savaşıyordu. 3 Mart 1707 târihinde Bombayın kuzey doğusuna düşen Evrengâbâd yakınlarında, Ahmednagarda doksan yaşında vefât ettiğinde, işitme hâriç bedenî faaliyetlerinde hiçbir bozukluk yoktu. Huldâbâd (Ravza) denilen yerde defnedildi.

Senelerim boşa geçmiş!
Birinci Âlemgîr Şahın son sözleri şunlar olmuştu:
Kim olduğumu da, nereye gittiğimi de, benim gibi bir günahkârı bekleyenin ne olduğunu da bilmiyorum. Senelerim boş yere geçmiş. Allahü teâlâ daima kalbimdeydi ama, gözlerimde onu görecek ışık yokmuş! Benim için artık hiçbir ümid yok. Bir deri bir kemik kaldım. Çok günahkârım ve beni nelerin beklediğini bilmiyorum. Allahü teâlânın selameti üzerinize olsun...

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dil âlimi Ferrâ</label>

Ebû Zekeriyyâ, Ferrâ 144 (m. 761) senesinde Kûfede doğup, 207 (m. 822) târihinde, Mekke-i mükerremeye giderken vefât etmiştir. Kûfelilerin en büyük nahiv, lügat ve edebiyat âlimi idi. Ferrâ aynı zamanda, fıkıh ve kelâm âlimi idi. O Mutezile fırkasına hiç meyletmemişti...Büyük Arap dili âlimi Ebû Abbâs Saleb, Eğer Ferrâ olmasaydı, Arapça olmazdı diyerek onun Arapçaya yapmış olduğu hizmetleri ifâde etmiştir.


Hudûd ve Meânî
Ferrâ, Bağdâdda Halife Memûn ile görüştü. Memûn, Ferrâ ile görüşmesi sırasında, ona nahivin (Arapçanın gramerinin) ana kaidelerini ve Araplardan duyduklarını bir araya getirip, yazmasını emretti. Ferrâya birçok imkânlar verdi. Ona müstakil bir yer tahsis etti. Yanına bütün ihtiyaçlarını temin edecek hizmetçiler gönderdi. Böylece, zihninin başka şeylerle uğraşmamasını, sadece yazı ile uğraşmasını temin etti. Yanında, kâtipleri vardı. O söylüyor, onlar da yazıyorlardı. Nihayet birkaç senede Hudûd isimli eserini meydana getirdi. Bu kitabı bitirdikten sonra, Meânî adlı eserini yazdırdı. Bu kitabı yazmak için gelenler arasında, büyük âlimler de vardı. Bu kitabı, Ferrânın yanında bitirinceye kadar yazdılar. Ferrâ, bu kitabı, ders olarak da okuttu. Ferrâ, ikinci defa yazdırmaya başladığı Meânî kitabını daha geniş ele almış, yalnız Hamd kelimesi için yüz sahifelik bir açıklama yapmıştır.
Ferrâ, kendisinden bir şey öğrenmek isteyenlere faydalı olmak için, evi tarafında bulunan mescide otururdu.

Yafiî ve Yefeâ ve Mülâzım
Ferrâ, iki kitabı dışında bütün kitaplarını ezberden yazdırmıştır. Bu iki kitabı, Yafiî ve Yefeâ ve Mülâzımdır. İkisi beş yüz sayfadır.
Ferrânın çoluk çocuğu Kûfede idi. Bir sene boyunca oradan ayrılır, para kazanır. Sene sonunda Kûfeye gelir. Orada kırk gün kalır. Çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını temin eder, tekrar Kûfeden ayrılırdı.
Ferrâ son günlerinde ziyarete gelenlere şöyle demiştir:
Ömrümün sonuna geldim, hâlâ hattâ kelimesi üzerinde sorum var. Çünkü bu kelime hem cer, hem ref ve hem de nasb işlerini yapıyor!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis ve fıkıh âlimi Abdülkerim el Irâkî</label>

Abdülkerim el Irâkî hazretleri, Mısır ve civarını tenvir eden, nurlandıran büyük âlimlerdendir. Bu mübarek zat, olgun ve kâmil bir velî idi. Allahü teâlânın ve Onun dostlarının âşığı idi. Çok talebe yetiştiren bu mübareğin pek çok hikmetli sözü vardır. Talebelerine buyurduğu ve eserlerinde yazdığı bâzı kıymetli sözleri şunlardır:
Amellerini güzel gösterir!
Şeytan avam tabakasına yâni ilmi olmayan Müslümanlara önce şehvete dâir işlerin sevgisini aşılamaya çalışır. Böylece kalp duygularını öldürür. Sonra dünyâ sevgisini vererek dünyâlık kazanmaya sevk eder. Böylece bu insanların bütün gâyeleri dünyâ talebi olur. Çünkü cehâletle dünyâ sevgisi bir araya gelmiştir...
Sâlih kimseler iyi ameller işlediklerinde şeytan harekete geçer. Onlara işledikleri ameli güzel gösterir. Böylece onları ucba ve kendini beğenmişliğe sürükler. Sonunda hiç bir âlimin öğüt ve nasîhatini dinlemezler. İblis onları bu hâle getirdikten sonra şöyle der: Başkaları sizin ibâdetinizin binde birisini yapsa kurtulur!.. Bu telkinlere kananlar amellerini azaltırlar. İstirâhat yolunu tutarlar. Kendilerini yüceltirler, başkalarını hafife alırlar. Artık bu hâlleri onları peş peşe günâha sürükler...
Şeytân âlimi aldatmak için ise onun ilmi ile devreye girer. Söylediği her sözün hak olduğunu anlatır. Senin gibisi yok diye telkin eder. Şeytan bu yoldan gitmekle çok muvaffak olur. Büyük İslâm âlimlerine tâbi olmayıp ilimlerine güvenenlerden pek azı bu hîleden kurtulabilir...

O ne güzel vekildir!..
Bir kimse Allahü teâlânın kendisini gördüğüne yakîn olarak inanırsa, âzâlarını ve kalbini günâh işlere kaptırmaz...
İnsanın kemâl derecesine ulaşıp, tasavvuf makamlarında ilerlemesi, Allahü teâlâyı bilmesine bağlıdır. Bu ise ancak seçilmişlere veya bir rehberin, yol göstericinin huzurunda yetişenlere nasîb olur...
Abdülkerim el Irâkî hazretlerinin son sözü şu oldu:
Allah, Aliyyül-azîmdir. Müminlerin vekilidir. O ne güzel vekildir!..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri