Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Reis-ül-kurrâ İmâm-ı Âsım</label>

İmâm-ı Âsımın yetiştiği Kûfe şehri, İslâmî ilimlerin okutulduğu ilim merkezlerinden biriydi. Burada, son sahabî Hz. Abdullah bin Ebî Evfânın 705 yılında vefâtına kadar yüzlerce Eshâb-ı kirâm yaşadı. O yüksek ilim ve marifet sahibi insanların sohbetine kavuşup yetişen Tâbiînin büyük âlimlerinden biri de, Âsım bin Behdele hazretleriydi. Bu altın halkanın Kûfede yetiştirdiği büyük âlimlerin meşhûrlarından bazıları; Alkame bin Kays, Şüreyh bin el-Hâris, İbrâhîm en-Nehaî ve meşhûr mezheb imamımız İmâm-ı Azam Ebû Hanîfedir. Sesi çok güzeldi...
İmâm-ı Âsım, Kûfede Reis-ül-kurrâ idi. Kurân-ı kerîmi, Peygamberimizden öğrenildiği şekilde en güzel okuyan âlimlerin başıydı. Sesi de çok güzeldi. Her kelimenin, her harfin hakkını verirdi. Kurân-ı kerîmin belâgat ve fesahatini, yüce mânâsını canlandırmak hususunda öyle güzel bir edası, öyle bir okuyuş tarzı vardı ki, eşine çok az rastlanırdı.
İmâm-ı Âsımın kırâat usûlü, talebelerinden iki râvîsi vasıtasıyla yayılmıştır. Bunlardan Hafs bin Süleymânın rivâyeti ile gelen kırâat usûlü, bilhassa memleketimizde ve birçok İslâm memleketinde yaygındır. Memleketimizde yetişen tecvîd âlimlerinden Molla Abdurrahman Kurrâbaşı (veya Karabâşî), Karabaş Tecvidi adı ile bilinen Türkçe eserinde ... Kırâat-ı Âsım ve rivâyet-i Hafs ifadeleri ile Onun ismini yâd etmektedir.
İmâm-ı Âsım, kelâm ve fıkıh ilminde de, devrinin âlimleri arasında yer almaktadır. Onun lügat ilminde ve Arapçanın gramer bilgisi olan Nahvde de yüksek bir yeri vardır.
İmam-ı Âsım, gözlerini kaybetmiş, âmâ olmuştu. Talebesi Şube diyor ki: Ameş ve Ebû Husayn gibi hocam Âsım da, gözlerinden mahrumdu. Bir gün, birisi elinden tutup götürürken çok tehlikeli bir vaziyette düştü. Hocam, kendisini düşüren kimseyi üzecek bir tek söz söylemediği gibi, o kimseyi üzmemek için duyduğu acıyı, ıstırabı bile hissettirmedi.

Ona mahsus bir özellik
Yine talebesi Ebû Bekir Şube diyor ki: Hocam Âsım vefât ederken yanında bulundum. Kurân-ı kerîm tilâvetiyle meşguldü. Kulak verip dinledim. Namazdaki gibi tam olan kırâat ile bir âyet-i kerîmeyi tekrar ediyordu. Onun bu halinden, Kurân-ı kerîm okumada tam ve mükemmel olarak, en güzel bir şekli, kendisi için bir seciyye, ona mahsus bir özellik olduğunu anladım.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Yusuf-i Hemedani</label>

Büyük mutasavvıf Yusuf-i Hemedani hazretleri, tasavvufu Ebu Ali Fârmedi hazretlerinden öğrenip, onun sohbetinde yetişerek kemale ulaştı. Yüzlerce talebesi vardı. Abdullah-i Berki, Ahmed Yesevi ve Abdülhâlık-ı Goncdüvani gibi büyük veliler yetiştirdi... Bir taraftan doğru din bilgilerini öğretmeye çalışır, insanlarla uğraşmaktan, onları yetiştirmek için çalışmaktan hiç sıkılmazdı. Diğer taraftan, ağrılara ve yaralara ilaç yaparak herkesin derdine deva bulmaya çalışırdı...
Ona muhâlefet etmeyin!

Muharrem ayının 28inci Perşembe günü idi. Yusuf-i Hemedânî hazretleri, öğle namazını kıldılar. Sırtlarını mihrâba dayayıp talebelerine; Su ısıtın! dediler. Talebeleri ağladılar. O sırada mübarek yüzünü Abdullah Barakî, Hasan Endakî, Ahmed Yesevî ve Abdülhâlika ve orada bulunan diğer dostlarına çevirip şöyle buyurdular:
-Biz, yerimize vekil olarak Hâce Abdullah Barakîyi seçtik. Ona muhâlefet etmeyin. İrşâd postunda hilâfet sırası size gelince güzel ve mutlu yaşayın, talebelere yüksek sesle zikretmemelerini söyleyin.
Sonra mübârek yüzlerini Hâce Ahmed Yesevîye çevirip:
-Fâtır, Yâsin ve Nâziât sûrelerini okuyun, dediler.
Hatim sona erince dostlardan bir feryâd yükseldi. Sonra;
-Hak teâlânın öyle kulları vardır ki, onların can verişini Allahtan başka kimse bilmez, buyurup şu beyti okudular:
Senin diyârında âşıklar öyle can verirler ki/Oraya ölüm meleği aslâ sığmaz...
Sonra mübareğin yüzünde bir değişiklik zuhûr etti. Hâce Abdullah Barakî diğer talebelere baktı ve Siz çıkın dedi. Sonra Hemedani hazretleri;
-Beni bu eve defnedin, namazımı Mescid-i Câmide kılın, kızımı Seyyid Şerefin oğlu ile evlendirin! buyurdular.

Kabre Hasan Endakî indirsin!
Sonra şöyle buyurdular:
-Beni Hâce Abdullah Barakî gasletsin, kabre de Hâce Hasan Endakî indirsin!..
O bunları söylerken Hızır, İlyâs, Abdâl, Gavs ve Kutub içeri girdiler. Bu erenlerin her biriyle vedâlaştılar. Sonra Hâce Hızır (aleyhisselam) elini uzatıp Hemedânî hazretlerine beyaz bir elma verdiler. O mübarek de elmayı koklayıp Gavsa verdi. Gavs da koklayınca şeyhimiz;
-Ey dostlar! Namaza hazırlanın, Allahın kullarına şefkatli olun, buyurdular.
Vasiyeti bitince ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Karasenirli Ali Hâfız</label>

Bayburtlu Ali Hâfız, insanlara doğru yolu göstermek için önce Amasyanın İlyas köyüne, sonra da Karasenir köyüne yerleşti. Burada otuz sene kadar imâmlık yaptı. Bu yüzden Amasya civârında Karasenirli Ali Hâfız olarak tanındı. Ömrünün sonlarına doğru Şamlar türbesinin yanındaki câmide imamlık yaptı...
Ali Hâfız, gözü yaşlı bir zat idi. İnsanlara olan aşırı merhametinden dolayı çok ağlardı. Âhirette kurtulmaları için hep duâ ederdi. Sohbetlerinde Ehl-i sünnet büyüklerinden nakiller yapardı. Kurân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Talebeleri ile baba-oğul gibi idi. Evlâdım benim ile sizin aranızdaki fark, benim yaşlı, sizin genç olmanızdır derdi.
Çok cömert bir zat idi...
Ali Hâfız çok cömertti. Bir lokması olsa talebeleri ile berâber yemek isterdi. Çocukları çok severdi. Onları karşısına alır, tatlı tatlı sohbet eder, îzâhât verirdi. Dünyâ malına hiç değer vermezdi. Kazandığını olduğu gibi hanımına verirdi. Talebelerine, sevdiklerine hanımlarına karşı çok yumuşak davranmalarını, onların hukukunu iyi gözetmelerini, merhametli olmaları gerektiğini sık sık anlatırdı.
Talebelerinden birine, Müslüman zikirle kalpten kötü istekleri kesince, kalpteki îmân nûru kuvvetlenir, meyve verir. Bu fidanları buradan sökelim, şuraya dikelim dedi. O talebenin hiç îtirâz etmek âdeti olmadığı hâlde o gün; Efendim! Burası iyidir dedi. Ali Hâfız; Bu fidanları buradan sökelim şuraya dikelim deyince, talebesi tekrar; Hocam buranın yeri iyidir, etrafı boştur dedi.

Beni buraya defnediniz
Bunun üzerine Ali Hâfız; Evlâdım! Ben yakında vefât edeceğim. Benim yerim burasıdır. Vefât ettiğimde türbede yatan zâtın akrabalarından izin alıp, buraya defnedersiniz dedi. Fidanları söküp başka bir yere diktiler. Aradan bir süre geçince rahatsızlanan Ali Hâfız, doktor getirilmesini istedi. O talebe hocasının yüzüne doktora neye lüzum der gibi bakınca; Allahü teâlâ sebepler halk eder. Sebebe yapışmak lâzım dedi.
Doktor gelip muâyene ettikten sonra bir şey yok deyip gitti. Gece yarısına doğru Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti (1957). Vefât ettiğinde altmış beş yaşında idi. Dediği yere defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Alâeddîn Âbizî ve Sadeddîn-i Kaşgârî</label>

Alâeddîn Âbizî, ilk zamanlarda Afganistanın kuzeybatısında bulunan Herat beldesinde zâhirî ilimleri tahsîl etmekle meşgul iken, evliyânın büyüklerinden Sadeddîn-i Kaşgârî hazretlerini tanıdı. Bu zâtın ruhlara hayat veren tesirli sohbetlerinde yetişti. Bir ara zâhirî ilimleri okumaya devâm etmekle bırakmak arasında kararsız kaldı. Bu düşünceler içinde şehirden dışarı çıkıp, Emîr Fîrûz Şah Medresesine giderek içeri girip mescidin mihrabına oturdu. İçeride kimseler yoktu. O esnâda;
Ey Alâeddîn! Kavuştuğun zâtın sohbetine devâm eyle. Râhat ve huzura kavuş! diye bir ses duydu. Bu sözden, zâhirî ilimlerle bu kadar meşgûl olmasının kâfî geldiğini, bundan sonra bütün gayreti ile tasavvuf yolunda ilerlemeye çalışması gerektiğini anladı.
Söylediklerimi duymadın mı?
Dışarı çıkıp giderken, evliyâdan Necmeddîn Ömer isimli bir zâtın bulunduğu köye vardı. Köyde o zâtı gördü. Gönlünden; Acabâ bu hususta bu zât bana ne tavsiyede bulunur? diye düşünerek, Necmeddîn Ömerin yanına yaklaştı. Necmeddîn Ömer buna;
-Biraz önce medresenin mescidindeyken sana söylediğim sözü duymadın mı? İçinde hâlâ tereddüd mü var? dedi.

Bu söz karşısında hayretler içinde kalan Alâeddîn Âbizî, o anda her şeyden alâkayı kesip, Mevlânâ Sadeddîn-i Kaşgârîye teslim olmaya katî karar verdi ve doğruca o büyük zâtın yanına vardı. Onu görür görmez içinde, insanı Allahü teâlâya kavuşturan bu yolda, bu büyük zât vâsıtasıyla ilerlemek, her şeyiyle ona teslim olmak arzusu kuvvetlendi ve bütün kalbi ile bu zâta bağlandığını hissetti...

Bu, onun son hastalığı oldu...
Bundan sonra Mevlânâ Sadeddînin sohbet ve hizmetinde bulunmaktan hiç ayrılmadı. Ondan aldığı feyzlerin bereketi ile mânevî derecelere, yüksek olgunluklara kavuştu. O büyük zâtın talebelerinin en önde gelenlerinden ve hizmetinde en çok bulunanlardan oldu. Her an Mevlânâ Sadeddînin mânevî terbiyesi ve koruması altında idi.
Mevlânâ Sadeddîn ölüm hastalığında beş ay kadar yatakta kaldılar. Ebediyete göçeceklerini yatağa ilk girişlerinde haber verdiler. Sonra bir saat kadar susup birden Allah var! dediler ve peşinden var kuvvetleriyle Allah! diye haykırdılar ve buyurdular ki: Hayalî Rabbe tapmayıp var olan Allaha tapınız!..
Bunları söyledikten sonra vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dürrîzâde Mustafa Efendi</label>

Dürrîzâde Mustafa Efendi, yetmişinci Osmanlı Şeyhülislamıdır. 1702 senesinde İstanbulda dünyaya geldi. Babası Dürri Mehmed Efendi de Şeyhülislam idi. Çeşitli medreselerde ilim tahsil ettikten sonra Galata Kadısı oldu. Daha sonra sırasıyla Edirne, Mekke-i Mükerreme Kadılıkları yaptı. İstanbul Kadılığı, Anadolu ve Rumeli Kazaskerliklerinde bulunarak Damadzâde Feyzullah Efendinin yerine Şeyhülislâm olmuştur (1756). Fakat yedi buçuk ay sonra azlolunarak Damadzâde ikinci defa tayin edilmiştir...
Üç defa şeyhülislâm oldu...
Dürrîzâde Mustafa Efendi, azlinden sonra Geliboluda, ikamete memur edilmiş ve 5 Şevval 1762de Karabekirzâde Ahmed Efendi yerine ikinci defa şeyhülislâm olarak 1767de kendi arzusuyla çekilmiştir.
Dürrîzâde Mustafa Efendi 1774te üçüncü defa şeyhülislâm olup takriben yedi ay sonra azlolunmuş ve 1775 Şubatta vefat ederek Edirnekapı dışındaki Lâlizâde Çeşmesi karşısına defnolunmuştur.
Dürrîzâde Mustafa Efendi, mütevazı, afif ve salih bir zat olup hal ve tavrı ile kendisini sevdirmişti, ilm-i fıkıhtan Dürre-i Beyza isminde kıymetli bir eseri vardır, ilmiye tayinlerinde ehil ve erbabını gözetip iltimas ve himaye kabul etmezdi. Üç defaki meşihati toplam altı sene iki buçuk aydır.

Oğulları da şeyhülislamdı...
Oğullarından Ataullah Efendi (1783) ve Arif Efendi (1785) şeyhülislâm olmuşlardır. (Sultan Üçüncü Selimin tahtan indirilip yerine Sultan Dördüncü Mustafanın padişah olmasından sonra, şeyhülislamlık makamında da değişiklik yapıldı. Arif Efendi, Ataullah Efendinin yerine şeyhülislamlığa getirildi. Yirmibeş günlük şeyhülislamlık dönemi buhranlı geçti. Arif Efendi, Sultan İkinci Mahmudun tahta çıkmasından sonra, bu görevden azledildi.)
Dürrîzâde Mustafa Efendinin son nasihati şunlar oldu:
Ahirete imanı olan dünya için muhteris olmaz. Yani illa dünya demez. Ahirette ceza göreceğini kati olarak bilen kimse dünyayı ahirete tercih etemez. Vesselam...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Damadzâde Ahmed Efendi</label>

Damadzâde (Ebülhayr) Ahmed Efendi, altmışıncı Osmanlı Şeyhülislamıdır. 1665te İstanbulda dünyaya geldi. Küçük yaşından itibaren ilim tahsiline başladı. İlimde yüksek derecelere ulaşıp, çeşitli medreselerde müderrislik yaptı mürettep ve muayyen medrese tahsilinden ve kadılıklardan sonra 1706 Kasımda İstanbul Kadısı, 1710da Anadolu Kazaskeri olduktan sonra üç defa da Rumeli Kazaskeri olup ve 1732de Paşmakçızâdenin yerine Şeyhülislâm tayin edildi. İleri yaşta ve hasta olduğu için bu vazifede fazla kalamadı ve emekli olarak Sütlücedeki evine çekildi... Hayırsever bir zat idi...
Ebülhayr Ahmed Efendi azlinden sonra Büyükderenin Kefeli köyündeki yalısında oturdu ve sonra Eyüpün karşısındaki Sütlücede bulunan yalısına nakletti ve orada vefat etti. Eyüp-Nişancasında babası tarafından yaptırılmış olan medreseyi, Şeyh Seyyid Murad Efendiye vermişti. Ebülhayr Ahmed Efendi ve babası, bu Şeyh Murad Tekkesinde medfundurlar.
Ebülhayr Ahmed Efendi âlim, salih ve mahlası gibi hayırsever, uyanık fikirli bir zat idi. Kefeli köyünde yalısının karşısındaki Uluç Hasan Paşa Mescidine bir minber koydurmuştur; Sütlücede de bir çeşmesi vardır. Mecmua-i Ebulhayr isimli bir de fetva mecmuası vardır. Damadzâde Ahmed Efendi, Müteferrika İbrahim Efendiye Kâtib Çelebinin Cihannümasının müsveddelerini vererek Müteferrikayı bu eserin basılmasına teşvik etmiş olduğunu ve ilk kısmın o suretle basıldığını matbu Cihannümanın mukaddimesinde bizzat Müteferrika söylemektedir. Yine Müteferrika tarafından basılan Kâtib Çelebinin Takvimüt-Tevarihi de Damadzâdenin teşviki ile neşredilmiştir.

Murad-ı Münzavinin yanında...
Damadzâde Ahmed Efendi, 1741 şubatında İstanbulda Sütlücede vefat etti. Eyyüb-Nişancada, Murad-ı Münzavi hazretlerinin dergahı bahçesindeki babasının kabri yanına defnedildi.
Bu mübarek zat, son anında buyurdu ki:
Şahid olun ki, Allahü teâlânın dostlarını severek Ona gidiyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Otuz dördüncü Sultan II. Abdülhamid Hân</label>

Sultan II. Abdülhamid Hân, Sultan Abdülmecidin oğludur. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce, bakımını Abdülmecidin diğer çocuksuz eşi Perestü Kadın Efendi üstlendi. Perestü Hanım Abdülhamidi kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz Han diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamidin eğitimiyle de yakından ilgilendi. Sultan Abdülaziz çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamidi de beraberinde götürmüştür.
O, siyasî bir deha idi...
Abdülhamid Hân, amcası Abdülaziz Hanın 1876da tahttan indirilmesi ve katledilmesi üvey kardeşi V. Muradın tahta geçirilmesi gibi olaylara şahit oldu. V. Murad Han birkaç ay sonra ruhsal çöküntü geçirince Abdülhamid Han tahta çıkarıldı; Sultan Abdülazizin tahttan indirilmesine önderlik eden Mithat Paşa da Sadrazam oldu.
Cennetmekân ll. Abdülhamid Han düşmanlarının tasdiki ile dahi firâseti açık, siyasî bir dâhi idi. Bu Ulu Hakanın zamanı, çileler, entrikalarla dolu aydınların (!) gaflet içinde boğulduklari bir devir olarak tarihe geçmiştir.
II. Abdülhamid Hân 33 yıl Padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan 1909da tahttan indirildi, 3 yıl Selanikte tutulduktan sonra, Balkan Savaşları başlayınca 1912de İstanbula getirildi ve Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi...
Sultan II. Abdülhamid Hânın, son gününde, hayatında hiç bir sabah terk etmediği banyo ve duşa girmesi hastalığını ağırlaştırmıştı. Son gününü Müşfika Dördüncü Kadın Efendi şöyle anlatıyor: Kadın Efendi, bu, ecel teridir!
O gün sabah banyosunu yaptı. Ben çamaşırlarını giydirdim Fakat baktım ki sırtı durmadan terliyor.
  • Aman Efendiciğim, çok terliyorsunuz, dedim.
  • Kadın Efendi, bu, ecel teridir, cevabını verdi.
Elbisesini giydi. Kahvesini verdik. Hamamdan sonra kahve içmek itiyâdında idi. Yarım bardak sütlü maden suyu da içti. Oturduğu yerde iki rekat namaz kıldı. Bundan sonra ağırlaşmaya başladı...
Abdülhamid Hân, 1 Kasım 1912den; vefât günü olan 10 Şubata kadar 5 yıl, 3 ay, 9 gün Beylerbeyi Sarayında kalmıştır. Burada en küçük oğlu Şehzâde Mehmed Âbid Efendi ve zevcesi Müşfika 4. Kadın Efendi ile yaşamıştır. Tahttan indirildikten 8 yıl, 9 ay, 13 gün sonra 75 yaşını 4 ay, 19 gün geçe burada dâr-ı bekâya irtihâl etmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanbeli fıkıh âlimi Cabir bin Muhammed</label>

Cabir bin Muhammed Harezmî, küçük yaşta kıraat dersleri almaya başladı. Memleketindeki birçok âlimden Kurân-ı kerim kıraatini ve fıkıh ilmini öğrendikten sonra Mısıra gitti. Kahirede birçok âlimden ders almaya devam etti. Bilhassa burada hadis ilmine çalıştı ve çok Hadis-i şerif ezberledi. Nihayet Kahiredeki Caviliyye Medresesi Başmüderrisliğine tayin edildi. Burada uzun seneler talebe yetiştirdi. Birçok büyük âlimin hocası oldu.
Dünyâ zıll-i zâildir...
Sohbetleri çok kalabalık olurdu. Buyururlardı ki:
Eğer azığınız takvâ olursa, kıyâmet gününde selâmette olursunuz.
Dünyâ zıll-i zâildir, yani (geçen gölge gibidir) ona güvenen nâdimdir. O seninle kalsa da, sen onunla kalmazsın. Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini çıkar. Dünyâ lezzetlerine aldanmayan, Cennet nimetlerine kavuşur. İki âlemde azîz ve muhterem olur. Dünyâ harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Nimetleri zehirli, safâları kederlidir. Bedenleri yıpratır. Emelleri arttırır. Kendini kovalayandan kaçar. Kaçanı kovalar. Dünyâ bala, içine düşenler de sineğe benzer. Nimetleri geçici, hâlleri değişicidir. Dünyâya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Çünkü, bunlarda vefâ ve safâ bulunmaz. Fânî olanın sevgisini kalbinden çıkar ki, bâkî olanı alasın. Kendini bilen kişinin bu dünyâya düşkün olmasına şaşılır. Şakîler dünyâya sarılır. Saîdler bâkî olana sarılır. Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âhireti bul! Nefsin arzûlarını terk eden pâk olur, âfetlerden selâmet bulur. Allahü teâlânın râzı olmadığını terk edene, Allahü teâlâ ondan iyisini ihsân eder.

Nefsini tanıyan, Rabbini bulur
Dünyâyı anlayan, onun sıkıntılarından üzülmez. Dünyâyı anlayan, ondan sakınır. Ondan sakınan, nefsini tanır. Nefsini tanıyan, Rabbini bulur. Mevlâsına hizmet edene, dünyâ hizmetçi olur. Dünyâ insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar. Kaçarsan, seni kovalar. Dünyâ, âşıklarına mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanmayanlara, nimet yeridir. İbâdet edenlere kazanç yeridir. İbret alanlara hikmet yeridir. Onu tanıyanlara selâmet yeridir...
Cabir bin Muhammed hazretleri 1340 (H.741) senesinde Muharrem ayında Kahirede vefat etti. Son sözleri şunlar oldu:
Yalnız Allah ile güzelleşin!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
On yedinci Sultan IV. Murad Han</label>

Dördüncü Murad Han, Osmanlı tahtına çok genç yaşta geçti. Tahta geçtiği tarihte devletin idaresi bozulmuştu, içeride yolsuzluk, rüşvet ve iltimas yaygın hale gelmiş ve devlet işleri yürümez olmuştu, doğuda İran, batıda ise Avusturya ile savaş durumu devam ediyordu. Murad Han'ın ilk işi, devlet içindeki zorbalık ve rüşveti ortadan kaldırmak için çok sert tedbirler almak olmuştur. Disiplini yeniden sağladı...
Genç Padişah, İstanbul ve eyaletlerde asayişsizliği ortadan kaldırmıştı, asker içinde bozulan disiplini yeniden düzene koymuş, kanun, nizam ve emirlere uymayı sağlamıştı. Devlet gelirlerinin artması için vergilerin düzenli toplanmasını, hazinenin gereksiz harcamalarla parasız kalmasına engel olacak tedbirleri almıştı...
Ömrünü devlete hizmet ve Allahü tealanın emir ve yasaklarına itaatle geçiren bu büyük Türk Hakanı, Ehl-i sünnet düşmanlarının pek çok iftiralarına maruz kaldı. Bid'at ehli kimseler kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük padişaha da bulaştırmaya kalkıştılar. İnsanlara zulmettiğini ve içki içtiğini söylediler. Halbuki devrin kaynaklarında Murad Hanın içki içtiğine dair en küçük bir bilgi yoktur...
Sultan Murâd Han, doğuda İran'la meşgulken, batıdaki hâdiselerden de günü gününe haber alıyordu. Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karşı bu Cumhûriyetle bütün ticârî münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını emretti. Ancak, bu sırada damla (Nikris) hastalığından mustarip bulunan Sultanın durumu ağırlaştı. Pâdişahın hastalığı daha da artarak 9 Şubat 1640 günü, 28 yaşında vefât etti. Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlığında müezzinlerin "Er kişi niyetine!" nidâları ve Müslümanların gözyaşları arasında kılınan cenâze namazından sonra babası Birinci Ahmed Hanın türbesine defnedildi...

Îtibârlı bir devlet bıraktı...
Birçok târihçinin Kânûnî sonrası en büyük Osmanlı pâdişâhı olarak kabûl ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Fakat, onun sâhip olduğu kıymetli devlet adamlarına ve tecrübeye mâlik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefâtında ise, hazinede on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesâbı belli değildi. Bu büyük Padişah, vefâtında içte ve dışta huzurlu ve îtibârlı bir devlet bıraktı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Radıyüddîn Kazvînî</label>

Radıyüddîn Kazvînî hazretleri, 1117 (H.512) senesinde Kazvinde doğdu. 1194 (H.590)da, Muharrem ayının 19. Cumâ günü vefât etti. Şâfiî mezhebi âlimlerinin büyüklerindendir. Hadîs, fıkıh, kırâat ve diğer ilimlerde derin bir ilme sâhipti.
Radıyüddîn Kazvînî, ilim öğrenmeye küçük yaşta başladı. Kazvin, Nişâbûr, Bağdât ve başka yerlere gitti. Babasından, Ebû Abdullah Muhammed bin Fadldan, Abdülgâfir-i Fârisîden, Vecîh bin Tâhirden ve başka birçok âlimden ilim öğrendi. Kendisinden de; Ebû Abdullah Muhammed bin Saîd, Muvaffak Abdüllatîf ibni Yûsuf, İmâm-ür-Râfiî ve başka zâtlar ilim öğrenip rivâyette bulundu.
Nizâmiye Medresesinde ders...
Radıyüddîn Kazvînî, bir müddet kendi memleketi olan Kazvînde, sonra Bağdâtta ders verdi. Memleketine döndükten bir müddet sonra tekrar Bağdâta gitti. Nizâmiye Medresesinde ders vermeye başladı. Târîh-ül-Hakîm, Sünen-i Beyhekî, Sahîh-i Müslim, Müsned-i Ebî İshâk ile bunlardan başka büyük hadîs kitaplarını ve bu kitaplarda bulunan hadîs-i şerîfleri rivâyet etti.
Radıyüddîn Kazvînî dînî ilimleri bilmekte, hıfz etmekte, onları toplamakta, bu ilimleri neşretmekte, insanlara hatırlatmakta, öğretmekte ve o ilimleri tasnîf etmekte çok yüksek dereceye sâhipti. Bütün konuşmaları âhiret ile ilgili olur, dünyâlık şeylerden bahsetmezdi. Bâzan o bir iş ile meşgûl iken, diğer tarafta başka kimseler hadîs-i şerîf okurlardı. İşini bitirdikten sonra, hadîs-i şerîf okuyanın bir yanlışı oldu ise, filân hadîs-i şerîfin filân yerini yanlış okudunuz buyurur, doğru şeklini söylerdi.

Bir hafta hasta yattı ve...
Radıyüddîn Kazvînî, her hafta üç defâ umûmî sohbet toplantısı yapar, avâm ve havâstan birçok kimse bu sohbete iştirak ederdi. Bu toplantılardan birisi Cumâ günü olurdu. 1194 (H.590) senesi Muharrem ayında bir Cumâ günü, yine mûtâd olan o toplantı yapılmıştı. Bu toplantıda, Muhammed aleyhisselâma en son nâzil olan âyet-i kerîmeleri okuyup, her birini tefsîr etti. Bu âyet-i kerîmeler nâzil olduktan sonra, Resûlullah efendimiz fazla yaşamadı buyurdu ve minberden aşağıya indi, sonra hastalandı. Ertesi Cumâ günü vefât etti. Bu çok nâdir görülen hâdiselerdendir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dördüncü İmam Zeynelâbidîn</label>

Zeynelâbidîn hazretleri, Hicretin kırkaltıncı senesinde Medînede doğdu. Zeynelâbidîn hazretlerinin annesi Şehr-i Bânû o devrin Acem Pâdişâhının kızıdır ve Nûş-i Revân-ı âdilin evlâdındandır. (Son Sâsânî hükümdârı Yezdecerdin kızıdır.) İmâm-ı Zeynelâbidînin vefâtı, hicretin doksandördüncü senesinde Muharrem ayının onsekizindedir. (Halîfe Velîdin emriile, Medîne vâlîsi Osmân bin Hayyân tarafından zehirletilerek şehîd edildi.) Şu kimselerle arkadaşlık etme!
İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin nasihatleri tesirli ve pek çoktur. Bir gün oğlu İmam-ı Muhammed Bakıra buyurdu ki:
-Ey oğlum! Şu kimselerle arkadaşlık etme ve onlara güvenme. Fasık olan kimselerle arkadaşlık etme, zira fasık kimse seni bir lokma ekmek için terk eder. Cimri ile arkadaşlık etme, cimri senin çok muhtaç olduğun şeylerini elinden almak ister. Bir de sıla-i rahmi, yani akrabayı ziyareti terk edenlerle arkadaşlık yapma. Zira onlar Kurân-ı kerimde üç yerde âyet-i kerime ile lanetlenmişlerdir...
İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin her abdest aldığında benzi sararır, vücûdu titremeğe başlardı. Bu hâlin sebebini sorduklarında Kimin huzûruna çıkacağımı biliyor musunuz? buyururdu.
Bu mübarek, bir gün namâz kılarken, evi yanmağa başladı. Secdede idi.
-Ey Resûlullahın torunu, yangın çıktı, yangın çıktı, diye bağrıştılar. Başını secdeden hiç kaldırmadı. Sonunda ateş söndü.
-Sizin bu ateşe aldırmamanızın sebebi ve onu size fark ettirmeyen şey nedir? diye sordular.
-Âhiret ateşini, Cehennem ateşini düşünmektir, buyurdu.

Artık vefâtım yakındır
İmâm-ı Zeynelâbidîn vefât edeceği gece, oğlu Muhammed Bâkırdan radıyallahü anh abdest almak için su istedi. Suyu getirdiler.
-Bu suyun içinde hayvan ölmüştür, dedi. Mum ışığında dikkatle baktılar. Suyun içinde bir fâre ölüsü vardı. Tekrâr su getirdiler. Abdest aldı ve;
Artık vefâtım yakındır buyurarak, vasiyetini yaptı ve Kelime-i şehadeti söyleyerek cennet-i alaya uçtu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hindistan evliyâsından Ahmed Şeybânî</label>

Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Ahmed Şeybânî Hâce Hüseyin Nâgûrînin talebesi oldu. Zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsîl etti. Ayrıca başka âlimlerin de sohbetlerinde bulundu. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra, Ecmîre yerleşti. Orada yetmiş seneden fazla kaldı. Dünyâya düşkün olmaktan, haramlara ve şüphelilere düşmekten uzak bir şekilde, nefsin isteklerine muhâlefet ederek, ibâdet ve tâat ile meşgûl olarak yaşardı. Haramlara düşmekten son derece sakınır, takvâ üzere bulunurdu. Tasavvuf yolunda ilerlemiş olup, yüksek derece sâhibi idi.
Bir belâ gelmesi yakındır!
Büyük velî Ahmed Şeybânî hazretleri Ecmîrdeyken bir gün dostlarına;
-Bu birkaç gün içinde, bu şehre celâl nazarı vardır. Bir belâ ve musîbet gelmesi yakındır. Müslümanların şehirden çıkmaları lâzımdır, buyurdu.
Acele hazırlıklar yapılıp, Ahmed Şeybânî, Müslümanlardan bir cemâat ile, 1516 (H.927) senesinde bir pazar günü Ecmîrden çıktı. Bundan sonra gelen ilk cumartesi günü, din düşmanları Ecmîr şehrini istilâ edip, şehrin altını üstüne getirdiler. Ecmîrde kalan birçok Müslümanı şehîd ettiler. Bu istilâdan beş gün evvel Ecmîrden ayrılmasının, onun bir kerâmeti olduğu anlaşıldı.
Ahmed Şeybânî hazretleri Ecmîre geldiğinde, on sekiz yaşındaydı. Çıktığında ise, doksan yaşına yaklaşmıştı. Ecmîrden ayrıldıktan sonra, doğum yeri olan Nârnûlde kaldı. Üç dört sene sonra bir gün, meczûb bir kimse gelerek;

Hocanın huzûruna git!
-Ahmed Şeybânî! Seni göğe çağırıyorlar. Hocanın huzûruna git! dedi. O da, o gece rüyâsında buna benzer şeyler görmüştü. Hemen hazırlanıp, hocasının memleketi olan Nâgûra geldi.
Nâgûra geldikten birkaç gün sonra hastalanan Ahmed Şeybânî, hastalığı ağırlaşıp ölüm hâli yaklaşınca, ellerini kaldırarak namaza başlıyormuş gibi tekbîr aldı ve kendinden geçti. 1521 (H.927) senesi şubat ayının dördünde Cumâ günü bu hâlde iken, Allahü ekber diye diye rûhunu teslim eyledi. Hocasının kabrinin ayak ucuna defnedildi...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri