Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Özdemirğlu Osman Paşa</label>

1527de dünyaya gelen Özdemiroğlu, yaşı yirmiye gelmeden Mısır Sancak Beyleri sırasına geçmiş ve 1561de de Mısır Emirhaclığına tayin edilmiştir. Daha sonra Habeş Beylerbeyi olup 1569da Yemen eyâletinin Yemen ve Sana diye ikiye ayrılması üzerine Osman Paşa, Sana Beylerbeyi olmuştur. Bu sırada Zeydî imamlarından Topal Mutahharın isyan ederek Yemen Beylerbeyi Murad Paşayı katletmesi üzerine her iki eyalet birleştirilerek Osman Paşaya verilmiştir... On yedi kale fethetti...
Daha sonra İstanbula dönen Özdemiroğlu, bir müddet bazı sancak ve eyâlet valiliklerinde hizmet ettikten sonra Diyarbakır Beylerbeyi oldu ve İran Serdarı tayin edilen Lala Mustafa Paşanın maiyyetine verilmiş ve Şirvanın işgali üzerine vezirlikle Şirvan Beylerbeyi olmuştur. Özdemiroğlu Osman Paşa, burada iken İran kumandanlarından Oruç Han, İmamkulu Han ve Şehzade Hamza Mirza ile yaptığı müthiş muharebelerde az bir kuvvetle galip gelmiş ve o bölgede elde ettiği 17 kalenin anahtarlarını İstanbula göndermiştir.
Özdemiroğlu bundan sonra Şirvanı kuvvetlendirerek 1583te Kuzey Kafkasyadan Kuban, Kere Boğazı yoluyla İstanbula gelirken Kefede bulunduğu sırada muhalefete kalkan Kırım Hanı Mehmed Giray ile 37 gün harp ederek onu bertaraf etmeye muvaffak olduktan sonra Kılıç Ali Paşanın Kefeye getirdiği kadırgalara binerek İstanbula gelmiş ve İkinci Vezir makamına oturduktan sonra Siyavuş Paşanın yerine Vezir-i âzam olmuştur (1584).

Serdarlığa Sinan Paşa layıktır
Osman Paşa, vezir-i âzam oluşundan 1 ay sonra İran Seferine hareket ederek Çağalazade Sinan Paşa kumandasıyla sevk ettiği kuvvetlerle İranlılara karşı kazandığı muvaffakiyet üzerine Tebrizi zabtedip iyice tahkim ile asker koymuş ve bir müddet sonra da devam etmekte olan hastalığı neticesinde Tebrizde vefat etmiştir (993 Zilhicce 1585 Aralık). Ölümünde altmış yaşında idi. Osman Paşa İstanbulda Yavuz Selim Mahallesinde bir medrese yaptırmış ve daha sonra Kösem Valide Sultan buraya bir minare ilâve ederek camiye çevirmiştir.
Özdemiroğlu vefat ederken; Serdarlık vazifesine Çağalazade Sinan Paşa layıktır. Ona verimesini vasiyet ediyorum demiş ve bu vasiyeti yerine getirilmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs hâfızlarından Abdullah-i Dârimî</label>

Abdullah-i Dârimî hazretleri, Hicaz, Şam, Mısır, Irak, Horasanda büyük âlimlerden hadîs-i şerîf dinlemiştir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, Sâhîh-i Müslim, Sünen-i Ebî Dâvûd ve Tirmizîde mevcuttur...
Müsned-i Dârimî, el-Câmi-üs-sahîh (buna Sünen-i Dârimî de denir) ve Sülâsiyyât o mübarek zatın eserleridir...
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
Ümmetimin helaki, kötü âlim ve câhil âbiddendir. Kötü âlimler insanların en kötüsü, iyi âlimler de insanların en iyisidir. Ne mutlu bu ümmete...
Allahü teâlâ, mahlûkâtı (yarattığı varlıkları) yaratmadan bin sene önce, Tâhâ ve Yâsîni okumuştur. Melekler Kurân-ı kerîmi duydukları zaman: Ne mutlu bu Kurân-ı kerîm, kendilerine inen ümmete, ne mutlu bu Kurân-ı kerîmi taşıyan, içine alan boşluklara, ne mutlu bu Kurân-ı kerîmi okuyan dillere demişlerdir.
Ey Muhacirler! Siz çoğalırsınız. Fakat Ensâr şimdiki durumlarından fazla çoğalmazlar. Ensâr, benim has vekillerim ve sırdaşlarımdır. Ben onların yanında kaldım. Onların ihsan sahibi olanlarına ikrâm edin. Kusurlarını da bağışlayın. Sonra bir kul, dünyâ ve Allahü teâlânın katında olanlar arasında serbest bırakıldı. O da Allahü teâlânın katında olanı tercih etti. (Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bu mübârek sözü ile kendisini kast ettiğini anlayan Hz. Ebû Bekir (radıyallahü anh ağlamaya başladı.) Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, (sallallahü aleyhi ve sellem) Dur, şu mescide açılan bütün kapıları kapayın, sadece Ebû Bekirinki açık kalsın. Çünkü, ben Ebû Bekirden daha üstün ve beraberliğe daha lâyık birisini bilmiyorum buyurmuşlardır.

Onlara müjde vereceğim
İnsanlar, diriltildikleri zaman, kabirden ilk kalkanları ben olacağım. Mahşere geldikleri zaman, önlerine düşüp onları ben getireceğim. Sustukları zaman onların hatibi ben olacağım. Hapsedildikleri zaman onlara ben şefâat edeceğim. Kerâmetten yanî af ve mağfiretten ümidlerini kestikleri zaman onlara ben müjde vereceğim. Anahtarlar, o gün benim elimde olacak. Ben Rabbime, Âdemoğullarının en kıymetlisiyim.
Bu mübarek zatın, vefatından evvelki son sözleri şunlar oldu:
Gün batıyor ve ben gidiyorum. Sevgiliye gitmek ne hoş! Beş şeye dikkat ediniz: Edeb, takva, zühd, hilm ve Resulullah efendimizin Sünnet-i seniyyesini yaymak.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Mensur Semânî</label>

Muhammed bin Mensur Semânî, Irakta yaşamış olan Şafii mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 1073 (H.466) senesinde dünyaya geldi ve 1116 (H.510) senesinde vefat etti. Bilhassa Bağdadda birçok âlimden ders aldı. Fıkıh, hadis ve edebiyat sahalarında söz sahibi oldu. Çok güzel yazı yazar ve şiirler söylerdi. Edebi ilimleri öğrendikten sonra fıkıh ve hadis üzerine çalıştı. Vaaz verirken o kadar fasih ve beliğ konuşurdu ki, dinleyenler hayran kalır, kimse itiraz edemezdi. Bunların hallerine çok şaşarım!
Bu vaazlarında buyururlardı ki:
Kibir sahipleri benim çok garibime gidiyor. Kendilerinin bir damladan meydana geldikleri, sonra da çürümüş, kokmuş leş olacaklarını bildikleri halde yine de kibirlenirler; bunlar neyine güvenirler?
Allahü teâlânın bütün yaratıklarını gözleri ile müşâhede ettikleri halde, öyle kimseler vardır ki Allahü teâlânın varlığı ile birliği hakkında şüpheye düşerler. Yoktan nasıl var edildiklerini gözleri ile gören pekçok insan var ki ölümden sonraki dirilmeyi inkâr ediyor. Bunlar gelip geçici dünyâya emek verip, ebedî olan âhireti unuturlar. Ben bunların bu hallerine çok şaşarım!

Hakîkî cömert odur ki!..
Allahü teâlâ, günâhlarına pişman olup, tövbe edenleri sever.
Hakîkî cömert; Allahü teâlâya itâat eden, kulların haklarını gözeten, yaptığı iyiliği Allah için yapıp, karşılığında insanlardan teşekkür beklemeyendir.
İnsanlar zarûret diyerek, yiyecek kazanma peşinde koşarlar. Halbuki esas zarûret günahlardan kaçınmaktır. Fakat çokları bundan kaçınmayıp, yiyecek peşinde koşarlar.

Yükümü hafifletmek istiyorum!
Talebelerinden Hafız Ebu Sad, Muhammed bin Mensur Semâni hazretlerinin vefatını şöyle anlatır:
Vefat etmeden önce son dersini veriyordu. Söze şu hadis-i şerifle başladı; (Önünüzde aşılması zor bir eşik vardır. Oradan yükü ağır olanlar geçemez. İşte ben bu eşiği geçebilmek için yükümü hafifletmek istiyorum) buyurduktan sonra hastalandı ve cuma günü vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kureyşli bir hanım ve Ahmed bin Ebül-Havârî</label>

Şamın meşhur âlimlerinden Ahmed bin Ebül-Havârî, 780 (H.164)de doğdu. Şamda yaşadı. 844 (H.230) senesinde vefât etti. Otuz sene ilim tahsili yaptı. Ebû Süleymân Dârânînin talebesidir. Süfyân bin Uyeyne, Mervân bin Muâviye gibi zamânının âlimlerinin sohbetlerinde bulundu. Her birinden ilim ve edeb öğrendi. Ayrıca devrinin meşhûr âlimi ve Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel ile görüşüp, sohbet etti. Hanımı da evliyâ idi...
Bu mübarek zat, tasavvuf ilminin ve hâllerinin her konusunda kıymetli ve güzel sözler söylemiştir. Ayrıca hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Zamânında bir mesele olduğu zaman müşkülleri hallederdi. Muhammed bin Ebül-Havârî adında bir kardeşi vardı. Kardeşi de tasavvufta onunla aynı derecede kıymetli bir zâttı. Bütün âilesi verâ ehli ve takvâ sâhibi kimselerdi. Ayrıca hanımı Râbiat-üş-Şam adında evliyâ bir kadın olup, ismi ve hâlleri tabakât kitaplarında zikredilmiştir.
Zamânının meşhûr velîlerinden Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri onu methetmiş ve hakkında Ahmed bin Ebül-Havârî, Şam şehrinin güzel kokulu bir çiçeğidir buyurmuştur.
Kendisi anlatır: Bir gün Şamın mezarlığına girdim. Orada kapısı olmayan bir kubbe vardı. Fakat bir açık yerini bularak oraya girdim. Bir süre sonra bir kadın kapı çalar gibi kubbeye vurdu. Ben de ona Sen kimsin, böyle kubbeyi çalıyorsun? deyince bana Senden bir yol öğrenmek istiyorum dedi. Ben de ona Hangi yolu soruyorsun? deyince Ben senden kurtuluş yolunu soruyorum dedi. Ben ona, Kurtuluş yolu öyle bir yoldur ki, üzerinde cezalar, azaplar, engeller vardır. Kurtuluşa ancak iyi muamele ve dünyâ işlerini bırakıp âhiret işleriyle uğraşmakla ulaşılabilir dedim.

Hakiki şifaya kavuştu
Kadın bunu duyunca çok şiddetli ağlamaya başladı. Bir süre sonra düşüp bayıldı. Bu anda oraya gelen kadınlara ona bakmalarını söyledim. Baktıklarında kadının ölmüş olduğunu anladılar. Onlara Bu kadın kimdir? dediğimde Kureyşli bir hanımdır. Uzun süreden beri kendini yemek içmekten men etmiştir. Bundan dolayı çok hastalandı. Ona bir şey söylendiği zaman beni tabibimle baş başa bırakın. O beni iyi eder, derdi dediler. Ben bunun üzerine Hakîkaten tabîbi onu hakîki şifaya kavuşturdu dedim.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa</label>

Kara Mustafa Paşa, on yedinci yüzyıl Osmanlı sadrâzamlarındandır. 1634te Merzifon yakınlarındaki Marince köyünde doğdu. Sultan Dördüncü Murâd Hanın Bağdatı fethinde (1639) şehid olan süvâri subaylarından Oruç Beyin oğludur. Dört yaşında yetim kalan Kara Mustafa, babasının dostu olan Köprülü Mehmed Paşanın himâyesinde ve kendisiyle yaşıt Fâzıl Ahmed (Paşa) ile berâber büyüdü. İyi bir tahsîl görüp, kıymetli bir asker olarak yetişti. Köprülü Mehmed Paşaya damat oldu. Sadâret Kaymakamı oldu...
Köprülü Mehmed Paşa, Vezîriâzam olduktan bir buçuk sene sonra Silistre Beylerbeyi, ardından 1661de Diyarbakır Vâlisi oldu. Fâzıl Ahmed Paşa, Vezîriâzam olunca, Kara Mustafa Paşa da 1661de Kaptanpaşalığa tâyin oldu. Vezîriâzam Fâzıl Ahmed Paşa Avusturya Seferine Serdâr-ı ekrem tâyin edilince, Nisan 1663te Kaptanpaşalık üzerinde kalmak üzere Sadâret Kaymakamı (Sadrazam Vekili) tâyin edildi. Bu vazîfeyi Vezîriâzamın 1665te Girit Seferi ve daha sonraki Lehistan Seferi esnâsında da yürüttü. 1676da Fâzıl Ahmed Paşanın vefâtı üzerine mühr-i hümâyûn, üçüncü vezir olan Kara Mustafa Paşaya verildi. Sadâret Kaymakamı sıfatıyla hükümet işlerini uzun seneler gördüğü için işlerde bir aksaklık olmadı. Onun ideali, devleti, Kânûnî devrindeki azâmet ve kudretli durumuna eriştirmekti.
Kara Mustafa Paşa, 1678de Rus Seferine çıkarak, Çehrini aldı. 1683de Avusturya Seferine çıktı. Viyanayı şiddetli bir muhâsara altına aldı. Ancak kaleyi tam düşürmek üzereyken Kırım Hanının ihâneti netîcesinde Osmanlı ordusu mağlup oldu. Viyana bozgununu fırsat bilen muarızları, Belgrada gelen Mustafa Paşanın ve bazı devlet adamlarının, bu mağlubiyetten dolayı cezalarının verilmesini Padişaha arz ettiler.
? Mühr-ü Hümayunu istiyorlardı...
Neticede, Sultan Mustafa Han, Belgrada Kapıcılar Kethüdası ve cellatları gönderdi. (25 Aralık 1683) Mühr-ü Hümayunu istiyorlardı.
-Emir Padişahımındır, buyurun, ya bize ölüm var mı?
-Olmak gerek, Allahü teâlâ imandan ayırmasın.
Merzifonlu, imanlı, metanetli adamdı. Vakit öğle idi. Öğle namazını kıldı. Yanındakilere:
-Siz artık varın gidin, beni duadan unutmayın, dedikten sonra ilave etti:
-Gelsinler, şu halıyı da kaldırsınlar, devlet malıdır, kanım bulaşmasın!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve tefsîr âlimi Ebû Bekr-i Nakkâş</label>

Büyük âlim Ebû Bekr-i Nakkâş hazretleri gençliğinde tavan ve duvarlara nakış işlediği için kendisine Nakkâş denilmiş ve bu ismi ile meşhur olmuştur. Bu mübarek zat da, ilim öğrenmek için; Mısırdan, Maveraünnehre kadar olan yerlerdeki ilim merkezlerine; Kûfe, Basra, Mekke-i mükerreme, Mısır, Şam, Cezîre, Mûsul, Cibâl ve Horasana gitti. Buralarda meşhûr âlimlerin derslerinde ve sohbetlerinde bulundu. Muhammed bin Ali Saig, İshâk bin Süneyn Huttulî, Ebû Muslim Keccî, İbrâhîm bin Zâhir Havânî, Muhammed bin Abdullah, Hasen bin Süfyân ve daha birçok âlimden ilim tahsil edip hadîs-i şerîf rivâyet etti...
Kitaplarla dolu bir ev...
Ebû Bekr-i Nakkâş hazretleri, küçük yaşta Kurân-ı kerîm kırâatinde ileri bir seviyeye yükselerek, Hârûn bin Mûsâ Ahfeş, İbn-i Ebî Mihrân ve daha başka âlimlerden Kurân-ı kerîmin kırâatini öğrendi. Zamanında kırâat ve tefsîr ilminde Irakın en büyük âlimi oldu. Yüzbin hadîs-i şerîfi râvileriyle birlikte ezberleyerek hadîs ilminde hâfız oldu.
Bu mübarek zat, günahlardan çok sakınır, harâma düşmek korkusundan şüpheli olan şeylerden kaçındığı gibi, mubahların da birçoğunu terk ederdi. Sözü doğru, anlayışı çok, ilmi bol, marifeti geniş bir zâttı. Çok kitap yazdı. Kitaplarla dolu bir evi vardı. Kendisinden, birçok âlim ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ebû Bekr bin Mücâhid, Cafer bin Muhammed Huldî, Dare Kutnî, İbn-i Şahin, Ebû Ahmed Ferâdî, Ebû Ali bin Sazan ve daha pekçok âlim bunlar arasındaydı...

Nimete kavuşmak için
Kırâat ilminde Ebû Bekr Ahmed bin Hüseyn bin Mihrân ve Ebû Hüseyn Hammanîyi yetiştirdi. Değişik kırâat usûllerini onlara öğretti. Bilhassa hocası Ahfeşten öğrendiği İbn-i Âmirin kırâatini talîm ettirdi. Talebeleri de Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için, hocalarından aldıkları ilimleri insanlara öğretmeye gayret ettiler...
Ebül-Hasen İbn-i Fadl-ı Kattân anlatır:
Ebû Bekr-i Nakkâş, ölüm döşeğinde iken yanında idim. Vefât etmeden önce üç defa yüksek sesle, Saffât sûresi altmış birinci âyet-i kerîmesi olan, (Amel edenler, böyle nimete kavuşmak için amel etsinler) diyerek, rûhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Şaya (aleyhisselam)</label>

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden olan Şaya aleyhisselam, kavmine Muhammed aleyhisselamın geleceğini haber vermişti... İsrailoğulları devlet işlerinde hükümdarları Sıdkıyanın, dinî hususlarda da Şaya aleyhisselamın emirlerine itaat ederlerdi. Fakat Sıdkıyanın hükümdarlığının son zamanlarına doğru sapıtıp hak ve batıl çizgisini aştıklarında, Allahü teala onlara Babil Kralı Senharibi (Sencarib) gönderdi. Senharib bütün ordusuyla Beytülmakdisi kuşattı... Ordu vebadan kırıldı!..
Korkularından ne yapacaklarını bilemeyen İsrailoğulları, Şaya aleyhisselamdan, kendilerini Senharibin ordusundan kurtarması için Allahü tealaya dua etmesini istediler. Şaya aleyhisselam da dua etti. Senharibin ordusu veba hastalığına yakalanıp kısa sürede kırıldı...
Kralları Sıdkıyanın ölümünden sonra İsrailoğullarının işleri bozuldu. Hükümdarlık için birbirlerini öldürmeye başladılar. Mukaddes kitapları Tevratı unuttular. Bunun üzerine Allahü teala, Şaya aleyhisselama kavmine ikazlarda bulunmasını emretti. O da kavmini toplayarak öğütlerde bulundu. Allahın verdiği nimetleri unuturlarsa başlarına tahmin bile edemeyecekleri musibetlerin geleceğini anlattı. Cenâb-ı Hakkın emrini bildirdi. Allahü teala Şaya aleyhisselama şöyle vahyetti:
Sor onlara benim icabetime mâni olan ne? Ben işiticilerin en işiticisi, nazar edenlerin en basiretlisi, icabet edenlerin en yakını, rahmet edenlerin en merhametlisi değil miyim? Fakirlere merhamet, zayıflara yakınlık, mazluma insaf, gasbolunana yardım, gaibe adalet, dullara ve yetimlere, miskinlere ve her hak sahibine hakkını eda etseler ya...

O ümmet namaz kılacak
Son Peygamber Ahmedi göndereceğim. Onun ümmetini insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmet yapacağım. O ümmet, namaz kılacak, benim yolumda saf olarak ve düşman üzerine yürüyerek mukâtele edecekler, benim rızâma ermek için diyarlarından çıkacaklar... Ben çok büyük fazl sahibiyim.
Şaya aleyhisselâm sözlerini bitirince, İsrailoğulları onu öldürmek için üzerine saldırdılar. O da kaçıp içi oyulmuş bir ağaca gizlendi. Ancak onu gördüler ve testereyi dayayıp, ağaç ile beraber biçerek şehit ettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısır evliyasından Muhammed Şenâvî</label>

Muhammed Şenâvî, çok yardımsever bir zat idi. Dâimâ halkın ihtiyaçlarını karşılamak için koşardı. Herkese, Allahü teâlâyı devamlı hatırlamaları için zikir telkini yapardı. Kimseden hediye almazdı. Muhammed Şenâvînin vaaz ve nasîhatleri, çoğunlukla uzun olurdu. Yatsı namazından sonra başlayan sohbet, sabaha kadar devâm ederdi.
Muhammed Şenâvî buyurdu ki: Bu yol, baştan sona kadar iyi huydan ibârettir.
Abdülvehhâb-ı Şarânî anlatır: Zehirli bitkinin yasaklanması!
-Muhammed Şenâvînin bulunduğu beldenin devlete âit gelirlerini, İbn-i Yûsuf adında bir görevli topluyordu. Bu bölgede, şâir denilen zehirli bir bitki yetiştirilirdi. Bu bitkinin geliri ile devlet erkânının ve askerlerin geçimi sağlanırdı. Bu zehirli bitkiyi toplamaya mecbur edilen halktan ölenler olurdu. Muhammed Şenâvî, bu bitkinin ekilmesinin yasaklanması için İbn-i Yûsufa ne kadar söyledi ise kâr etmedi. Muhammed Şenâvî de, talebeleri ve halkla berâber şâir bitkisi toplardı. Bir gün İbn-i Yûsuf, Muhammed Şenâvîyi talebeleriyle birlikte yemeğe dâvet etti. Önlerine zehirli yemek koydu. Muhammed Şenâvî sofraya oturduğu zaman, Allahü teâlânın izni ile yemek kurtlandı. Bu durumu gören Muhammed Şenâvî;
-Artık zamânı geldi. Şâir bitkisini ektirmeyeceğim, dedi.
Osmanlı Sultânına, bu bitkiyi toplamayı yasaklatması için gitmeye karar verdi. O gece Sultan rüyâsında Muhammed Şenâvîyi gördü. Muhammed Şenâvî, Sultâna;
-Bu İbn-i Yûsuf emri ile ekilen şâir bitkisi toplama işini iptâl et, dedi.
Sultan uyandığı zaman, vezîrlerine, Mısır Vâlisine böyle bir şeyin olup olmadığını sormalarını emretti. Mısır Vâlisinden haberin doğruluğuna dâir bilgi gelince, Sultan, şâir bitkisinin ekilmesini yasaklattı...
Yine Abdülvehhâb-ı Şarânî anlatır:

Bir daha buluşacağız!..
-Muhammed Şenâvî ile, Muhammed bin Ebû Hamâil dergâhında vedâlaştım. O; Bu son buluşmamız değildir. Bir daha buluşacağız buyurdu. Aradan bir süre geçti. Ravh Mahallesine gittim. Muhammed Şenâvînin huzûruna girdim. Son anlarını yaşıyordu. Bana şöyle duâ etti: Allahü teâlâ, seni gözetsin ve himâyesinden bir ân dahî ayırmasın. Ondan bunu diliyorum. Onun huzûruna vardığında, sana ayıplarını örtmekle muâmele eylesin... Muhammed Şenâvî, o gece vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi Abdülvâhid bin Zeyd</label>

Abdülvâhid bin Zeyd, meşhûr hadîs, fıkıh âlimi ve evliyânın büyüklerindendir. Tebe-i tâbiînden olup, Basrada yaşamıştır. Künyesi Ebû Beşr el-Basrîdir. Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir. 793 (H. 177) veya 802 (H. 186)de, bir rivayete göre de 805 (H. 189) senesinde vefât etmiştir.
Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri, Tâbiîn devrinde meşhûr hadîs ve fıkıh âlimleri olan, Ebû İshâk, Ameş, Hasan-ı Basrî, Âsımül-Ahval, Sâlih bin Han, Amr bin Meymûn, Ebû İshak Şeybânî gibi âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Onlardan hadîs ve fıkıh öğrenerek bu ilimlerde söz sâhibi oldu. Tebe-i tâbiîn devrinde Basrada yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh âlimlerinin ileri gelenleri arasında yer aldı. Ya öğrenir ya da öğretirdi...
Bu mübarek, zamânını ilim öğrenmekle ve ibâdet yapmakla geçirdi. Senelerce sabah namazını yatsı namazı abdestiyle kılıp, geceleri uyumamıştır. Duâsı çok makbûldu. Hadîs ilminde sika, sağlam güvenilir bir râvi olduğunu birçok âlim ile Yahyâ bin Saîd bildirmektedir. Rivâyetleri Kütüb-i Sittede yer alır.
Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri, öğrendiklerini insanlara öğretmeye çalışırdı. Cumâ namazından sonra evinin çevresi hadîs ve fıkıh öğrenmek isteyen talebelerle dolardı. Bıkıp, yorulmadan saatlerce ders verir ve onların yetişmelerini isterdi. Bir dakikasının boşa geçmesini istemez, ya öğrenir yâhut da öğretirdi. Derslerine sâdece namaz vakitlerinde ara verdiğini talebeleri anlatmışlardır.
Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri çok talebe yetiştirdi. Hadîs ve fıkıh ilminde zamanlarının söz sâhibi olan Abdurrahmân bin Mehdî, Kays bin Havs, Yahyâ bin Yahyâ en-Nişâbûrî gibi âlimler onun ders ve sohbetleri sâyesinde yetiştiler.

Bir hiç olarak sana geliyorum!
Bu mübarek zat, vefatı sırasında şunları söyledi:
Ey, asıl hüküm ve hikmet sahibi olan ve her şeyi hakkıyla bilen Allahım! (Muttakîler, Cennetler ve nimetler içindedir, Rablerinin kendilerine verdiği ile zevk içinde olarak...) buyuran Allahım! (Rableri, muttakîleri o çılgın azabdan korumuştur) buyuran Allahım! Bir hiç olarak sana geliyorum. Ulu ve yüce affedici ve müminleri kabul edip bir misafir gibi karşıladığın o mübarek kapına geliyorum. Bu fakiri Muhammed aleyhisselama bağışla! Sana sonsuz bir sevgiyle geliyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden Abdurrahman Tâgî</label>

Asîl ve temiz bir âileden gelen Abdurrahmân Tâgînin babası Molla Mahmûd Efendi sâlih bir kimse idi. Aslen hazret-i Hüseyin efendimizin soyundan gelen ve seyyide olan annesi Meyâsin Hanım da sâliha bir kadındı...
Kanâat sâhibi, gönlü tok bir kimse olan Abdurrahmân Tâgî dünyâ mal ve rütbelerine gönül vermezdi. Bu yüzden kendisine bulunduğu nâhiyenin müdürlüğü, kâdılığı ve müderrisliği verildiği hâlde bunlara iltifât etmedi. Çünkü o kendisini tasavvufta yükseltecek bir mânevî rehber arıyordu. Aradığını da buldu, Seyyid Sıbgatullah Arvâsî hazretlerinin önde gelen talebelerinden oldu. Tasavvufta yüksek derecelere kavuştu ve çok talebe yetiştirdi... İnsanlara hayret ediyorum!
Abdurrahmân Tâgî hazretleri, sohbetin fazîleti ile ilgili olarak, buyurdu ki:
-Yolumuz sohbet yoludur. İnsanlara hayret ediyorum niçin sohbeti istemezler, niçin sohbet meclisine katılmazlar, niçin Allah adamlarının yanında bulunmazlar? Halbuki sohbet ehlinin ev sâhibi Allahü teâlâ, teşrîfâtçısı hazret-i Ali, sâkîsi yâni su dağıtanı Hızır aleyhisselâmdır...
Bu mübarek zat, hastalanmıştı. Bir ara kendisinden geçti. Kendine geldikten sonra şöyle dedi:
-İki meleğin rûhumu almaya geldiklerini gördüm. Onlara; Ben çok sayıda âlime hizmet ettiğim için rûhumu âlimlere mahsûs meleklerin almasını istiyorum dedim. Bir müddet sonra benim rûhumu almaya gelen meleklere Allahü teâlânın; Onun rûhunu benim dostlarımın rûhunu alan alsın buyurduğunu duydum. Bu emri duyunca; O çabuk gelsin dedim...

Güzel sesinle Kurân-ı kerîm oku!
Daha sonra talebelerinden Molla Abdülkahhâra dönerek;
-Güzel sesinle üzerime Kurân-ı kerîm oku, buyurdu. Talebeleri başından ayrılmayıp Kurân-ı kerîm okudular.
Gece yarısına doğru çok sevdiği bir âile ferdini çağırdı. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem vefât etmek üzere iken hazret-i Âişeye çok yakınlık gösterdiğini, hattâ başını onun dizine koyarak, o halde vefât ettiğini bildiği için son anlarını aynı şekilde geçirmek istedi. Vücûdunu âilesinin koluna dayadı, elini eline koydu. Bir süre sonra elini çekerek sağ göğsünün altına gelecek şekilde tuttu. 1886 (H.1304) senesi aralık ayının yirmisine rastlayan perşembe günü kuşluk vaktine vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mezomorto Hüseyin Paşa</label>

Hüseyin Reis, cesur, gözünü budaktan esirgemeyen bir kimseydi. Venediklilerle yaptığı bir deniz muhârebesinde yaralanıp öldüğü sanılırken iyileşmesi üzerine, Venedikliler tarafından kendisine Mezomorto (yarı ölü) lakabı verilmiştir.
Mezomorto Hüseyin Paşa, Akdenizde İspanyol, İtalyan ve Venediklilerle çetin deniz muhârebeleri yaptı. 1674 yılından itibâren, ünü bütün Akdenizi sardı. Cezâyirin en mümtaz simâlarından biri oldu. Cezâyiri kuşattıklarında Fransız donanmasını perişan etti. Sultan Dördüncü Mehmed Han, onu Cezâyir Beylerbeyliğine getirdi. Fransızları perişan etti...
Hüseyin Paşa, 1688de Mareşal dEstrees emrindeki Fransız filosunun Cezâyiri topa tutması üzerine emrindeki kuvvetlerle Fransız sâhillerini ve ticâret gemilerini vurarak mukâbele etti. Fransızlar, yeni Osmanlı Sultânı İkinci Süleymân Hana mürâcaat ederek sulh akdine muvaffak oldular.
İkinci Süleymân Han, Mezomorto Hüseyin Paşayı gösterdiği muvaffakiyetlerden dolayı 1690da Tuna Kaptanlığına tâyin etti. 1690da Vidinin kurtarılmasında büyük rol oynayan Paşa, Karadeniz Donanması Kaptanı oldu.
1694te Sakız Adası Venedikliler tarafından işgâl edildi. İkinci Ahmed Han üzüntüden hastalandı. Ancak Mezomorto Hüseyin Paşa Venedik donanmasını perişan etti ve Sakız tekrar Osmanlıların eline geçti.
Mezomorto Hüseyin Paşa, İkinci Mustafa Han zamanında, Kaptân-ı Deryâlığa getirildi. 1695te Sakız ve İstanköyü vurmak üzere gelen Venedik donanmasını Midilli Adasının Zeytinburnu karşısında mağlup etti...

Pâdişâh duâsı aldı...
Mezomorto Hüseyin Paşa, hayâtının sonlarına doğru son seferinden dönüşünde iki ay kadar hasta yattı (1701). Daha sonra Sultan İkinci Mustafa Hanın huzûruna çıkıp pâdişâh duâsı aldı. Hastalığının ilerlemesi üzerine etrâfına eski ve yeni leventleri toplanmıştı. Yaşlı bir levent ağlayarak Yâsîn-i şerîf okuyordu. Hüseyin Reisin gözleri yaşlandı ve; Leventlerim! Sanırsınız ki biz ölümden korkarız. Vallâhi Rabbim şâhidimdir. Ölümü nice zamanlar kendi arzûmla aradım. Beni yıkan, böyle kaba bir döşekte ölmektir dedi ve Kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sultan Dîvânî Mehmed Çelebi</label>

Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Sultan Dîvânî, babasının yanında yetişti. Abapûş-i Velî zamânında Afyonda şiddetli bir vebâ salgını hüküm sürdü ve yakınlarını birer birer kaybetti. Abapûş-i Velîye bir gün en çok sevdiği küçük oğlu Mehmed Çelebinin vefât haberi geldi. O zaman, Abapûş-i Velî; Hakkın rahmetine mi kavuştu? Hayır yanlışınız var, uyuyor o. Bu sefer yanıldınız dedikten sonra, hemen küçük oğlunun yattığı odaya sessizce girdi. Üzerindeki örtüyü kaldırarak; Uyuyor musun Mehmedim? Bu ne uykusu? Senin bu dünyâda hizmetin var. Uyan Mehmedim uyan! dedi. Babasının yerine geçti...
Mehmed Çelebi, uykudan uyanırcasına, tatlı bir mahmurlukla gözlerini açtı ve babasına uzun uzun baktı.
Abapûş-i Velî hemen oğlunu dergâha götürerek, kırk günlük riyâzet ve uzlete soktu. Bu müddet içinde Sultan Dîvânî tasavvufta büyük dereceler elde etti. Babasının sağlığında, yerine geçerek talebe yetiştirmeye başladı.
Babası Abapûş-i Velî ile Sultan İkinci Bâyezîd-i Velî arasında nasıl yakınlık ve samimiyet var idiyse, Sultan Dîvânî ile de Yavuz Sultan Selîm Han arasında son derece yakınlık vardı. Yavuz Sultan Selim, ekseriyetle mühim ve müşkil zor meselelerde Sultan Dîvânî ile istişâre için mektuplaşırdı. Aldığı cevâba göre hareket etmesiyle o sıkıntısı gider, işleri hayırla netîcelenirdi...

Yarın rahata kavuşuruz!..
Sultan Dîvânî, ömrünün sonuna doğru ansızın vefât edeceğine dâir bâzı alâmetler gördü. Bir cumâ günü sohbetten sonra baş ağrıları başladı. Ağrılar günden güne arttı. Ziyâretine gelen sevenleri ilaç almasını söylediklerinde; Benim bu baş ağrım, ölüm habercisidir. Ölümden başkası ile geçmez buyurdu.
Hastalığının ikinci cumâsında ateşlendi. Rahatsızlığı sebebiyle, sevenlerinin üzülmesini görüp; Yarın cumartesidir. O gün biz rahata kavuşuruz buyurdu ve arkasından; Yarın derd ve ilaç gâilesi düşüncesinden kurtulacağız diye de ilave etti. Buyurduğu gibi, o cumartesi rûhunu teslim etti.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri