Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yuva yıkan ocak söndüren fitneci!</label>

Köle pazarında müthiş pazarlıklar yapılıyordu... Adamın birinin, güçlü kuvvetli bir köleyi gözü tutmuş ve onu ne pahasına olursa olsun almak istiyordu. Sahibine:-Bu köleyi bana sat, dedi. Adam;
-Satayım, ama bunun bir kusuru var, onu da bildireyim. Bu köle fitnecinin biridir, dedi. Adam:
-Amaaan canım. Bunun fitneciliğinden ne olacak. Güçlü kuvvetli, diyerek köleyi satın aldı... Kocanız üstünüze evlenecek!
Köle yeni sahibinin evine geldi. Efendisi çalışmasından memnundu... Günler böyle geçerken, fitneci kölenin, cibilliyetini ortaya koyması zamanı gelmişti! Önce evin hanımına gitti:
-Sizin için çok üzülüyorum, kocanız sizin üzerinize evlenecek, dedi.
Duyduklarına inanarak telaşa kapılan kadın;
-Peki, onu bu işten nasıl vazgeçiririz? deyince, köle;
-Ben onun çaresini biliyorum. Sen onu öğle uykusuna yatır. Uyurken usturayla çenesinin altından bir tek kıl kes getir, gerisine karışma!..
Kadın denileni yapmak için düşüne dursun, köle bu arada kadının kocasına gitti. Üzüntülü bir vaziyette yaklaştı;
-Efendim kötü bir durumla karşı karşıyasınız, diye söze başladıktan sonra, karısının kendisini kesmek istediğini söyledi. Adam inanmak istemeyince ona şöyle dedi:
-İsterseniz öğleyin uyumuş gibi yapın. Göreceksiniz ki, sizi kesmek için elinde usturayla gelecek!
Adam, çaresiz inandı ve hemen karısına;
-Uykum var, ben biraz uzanıyorum, dedi. Adam, bir müddet sonra da yalancıktan horlamaya başladı...
Bu arada köle hemen kadına gitti:
-Hanımefendi tam zamanı. Kocanız uyudu, dedi.


Usturayla yaklaşmıştı ki!..
Zavallı kadın saf saf, elinde usturayla kocasına yaklaştı. Adam aniden kalktı ve daha kadının cevap vermesine bile fırsat vermeden, elindeki usturayla kadıncağızı oracıkta doğradı!..
Fitneci bununla yetinir mi?.. Doğruca kadının akrabalarına gitti ve;
-Benim efendim hanımını kesti! dedi.
Kadının akrabaları da adamı öldürdüler...
Bu sefer efendisinin akrabalarına giden köle, onlara da:
-Oğlunuzu öldürdüler, dedi. Onlar da kadının akrabalarına saldırdılar, iki taraf arasında büyük bir çatışma çıktı. Nice insanlar öldü... Bir fitneci sebebiyle birçok insan canından oldu. Bu arada fitneci köle de cezasını çekti tabii. Gerçek anlaşılınca o da öldürüldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dört şehîd anası Hansa Hatun</label>

Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, Amrın kızı meşhûr şâire Hansa Hatun, çok güzel kahramanlık şiirleri söylerdi. Müslüman olduktan sonra, İslâmiyet onu, üstün bir ferâgât ve fedâkârlık timsâli yapmış ve îmânda kemâle erdirmişti. Dört çocuğu Kadisiye Harbinde şehîd olduğu halde, cesâret ve sebâtında aslâ bir sarsılma olmamıştı. Coşturan târihî sözler!..Hansa Hatun, muhârebe meydanına giderek çocuklarını şu târihî sözleriyle coşturmuştur:
Benim kahraman evlâdlarım! Yemin ederim ki, siz aynı ananın ve aynı babanın çocuklarısınız. Ben kocama ihânet etmiş bir kadın olmadığım gibi, babanız da mâzîsi lekeli bir insan değildir. Hem de ben, zorla değil de kendi isteğimle İslâmiyeti kabûl ettim. Ve yine kendi arzumla hicret ettim. Sizler işte böyle tertemiz bir mâzîye sâhipsiniz. Sizden; gireceğiniz savaşta bu asâletinize uygun bir cesâret ve celâdet bekliyorum... Din düşmanlarına ilk hücûm eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, dâimâ en ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi âdî menfaatler uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık hareketi değildir. Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşete devam eden putperestlere, doğruyu ve hakkı gösterme hareketidir... Ya İslâmın zafer bayrağını Kadisiyede dalgalandıracaksınız; yahut da dîn uğruna cihâd ederek şehîd olduğunuzu duyacağım!..


Zafer, Müslümanların!
Nitekim öyle de olmuştur. Hansa Hatun, hasta yatağında yatarken dört oğlunun da şehâdet haberi getirilince;
-Yâni ben, şehîd anası mı oldum şimdi? diye soruyor.
-Evet, hem de dört şehîd anası, diyorlar. Tekrar soruyor:
-Zafer kimlerde?
-Zafer, Müslümanlarda. Şimdi Kadisiyede İslâmın bayrağı dalgalanıyor!..
-İslâmın bir zaferi için dört oğlum da fedâ olsun, diyen Hansa Hatun, ellerini açarak şöyle yalvarıyor:
Yâ Rabbî! Bana emânet ettiğin dört kahramanı yine senin dînin uğrunda fedâ etmiş bulunuyorum. Artık beni şehîd anaları defterine kaydeyle! Benim için şehîd anası olmak kâfî ikrâmdır...
Hansa (radıyallahü anha) bu son hastalığından kurtulamadı ve kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çıldır Zaferi ve Derviş Paşa</label>

İran Şahı, Erzurum üzerine ordusunu gönderince savaş kaçınılmaz olmuştu... Sadrazam Lala Mustafa Paşa, bu iş için Erzurum Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşayı görevlendirdi. O da hemen Derviş Paşayı düşman kuvvetleri hakkında istihbarat yapması için küçük bir öncü kuvvetle, İranlıların karargâh kurduğu Çıldır civarına gönderdi. Yanında üç yüz kadar asker bulunuyordu... Askerleri hızla eriyordu!..Derviş Paşa, İran ordugâhına yaklaştığı zaman, onların gayet dağınık vaziyette olduğunu gördü ve aniden içlerine daldı. O kadar şiddetli saldırmıştı ki, bu üç yüz kişi ile düşmanın iki alayını bozdu. Diğerlerini de yüzgeri etti. Fakat İranlılar çabuk toparlandılar. Geriden aldıkları taze kuvvetlerle karşı hücuma geçtiler. Müthiş bir çarpışma başladı...
Derviş Paşanın askerleri hızla eriyordu. Ağalardan otuzu şehid olmuştu... Nihayet Paşayı da atından yere düşürdüler. Derviş Paşa, o sırada yetişen ağalardan ikisinin yardımı ile atına tekrar bindi ve bu sırada da zaten Özdemiroğlu Osman Paşa esas kuvvetlerle yardıma yetişmiş ve duruma hakim olmuştu...
Derviş Paşa bir kenarda duruyordu. Atının üzerine yatmış gibi eğilmişti. Osman Paşa, gayrete getirme için bağırdı:
-Ne durursun Dervişim, haykır da dağlar taşlar inlesin!
Derviş Paşa atının üzerinde hemen doğruldu ve;
-Yürüyün bahadırlarım, vurun aslanlarım! diye bağırdı.
Narası ile atını düşmana doğru sürdü. O zaman mesele anlaşıldı. Göğsü al kanlar içindeydi. Osman Paşanın gözleri doldu. Yanında bulunan ağalara;
-Tiz peşinden gidin, alın getirin, emrini verdi.
O gün savaş akşama kadar sürdü... Beş bine yakın asker kaybeden İranlılar mağlup olmuşlardı. Tarihimize Çıldır Zaferi olarak geçen bu savaşın galibi Osman Paşa idi. Fakat hiç şüphesiz Derviş Paşanın payı da büyüktü...


Cenk bitti mi Paşam?
Akşam olmuş hava kararmıştı. Meşalelerin aydınlığında zafer kutlanıyordu. Özdemiroğlu Osman Paşa, Derviş Paşayı çadırında ziyaret etti. Güçlükle konuştu:
-Paşam, cenk bitti mi?
-Gazan mübarek olsun Dervişim, kazandık...
Derviş Paşanın yüzünde bir gülümseme dolaştı, sonra da ağzından Allah sözü çıktı ve bir daha açılmamak üzere gözlerini kapadı. Kahraman Paşa şehid olmuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kazan Hanlığı ve Süyüm Bike Hatun</label>

Kazan şehri Ruslar tarafından ikinci kez kuşatılmıştı... Kazan Hanı Süyüm Bike Hatun, bir yandan Ruslarla savaşırken, diğer yandan tahtı ele geçirmek isteyen, hatta bunun için Ruslarla iş birliği yapan Mirzalarla mücadele etmektedir. Yapayalnızdır. İmdadına yetişecek hiç kimsesi yoktur...Rus ablukası sürerken, Kazanın ileri gelenleri, Süyüm Bikeyi Korkunç İvana teslim etmeye karar verirler. Çünkü Tatar beyleri, Süyüm Bikeyi teslim ederlerse, Ruslarla aralarının iyileşeceğine ve rahat yaşayacaklarına inanırlar. Çünkü, 1551 yaz ayında Kazana 60 km uzaklıkta Korkunç İvan tarafından yaptırılan Züye Kalesinin desteğinde başlatılan Kazan kuşatmasıyla birlikte, Kazanda ticaret durmuştur... Ruslara teslim edilir!..
Nihayet Süyüm Bike Hatun ve oğlu Ötemiş, Ruslara teslim edilir. Oysa Kazan beyleri, mirzaları yanılmıştır. Süyüm Bike Hatunun teslim edilmesi, Kazan Hanlığının Hatunun teslim tarihinden yaklaşık bir yıl iki ay sonra Ruslar tarafından zaptedilmesine mani olamamıştır...
Süyüm Bike Hatun, İdil Irmağında kendisini bekleyen Rus gemisine götürülürken, son bir kere kocasının mezarını ziyaret etmek için izin ister. Kocası Safa Giray Hanın türbesine vardığında, kabrinin başına çöker... Gözyaşları içinde dua eder. Mezarına yığılıp kalan, yürümeye mecali kalmayan Süyüm Bike Hatun, bir araba ile gemiye götürülür. Gemi hareket ettiğinde, ağlamaktan gözlerine kan oturan Hatun, Kazana son bir kez daha bakar. Artık ağlamaya gücü yoktur. Kazan gittikçe uzaklaşmaktadır. Esaret yılları başlamıştır...


Nerede senin beylerin?!.
Süyüm Bike Hatun, şu sözlerle Kazana veda eder:
Ey Kazan! Bahtsız şehir, kanlı şehir. Başından tacın düştü. Sen şimdi bir dul kadın gibi ortada kaldın. Nerede senin beylerin, mirzaların? Nerede senin genç ve güzel kadınların, onların şen sesleri? Hepsi bitti artık. O günleri hatırla ve ağla. Kazanda bana bir mezar yeri verselerdi. Moskovada Rus yurtlarında esir yaşamaktansa, Kazanda ölseydim ve erimin kabrinin yanı başında yatsaydım...
Dillere destan güzellikteki Süyüm Bike Hatun, Moskovaya götürülür ancak, günden güne erir ve bir deri bir kemik kalır. Çok geçmeden de vefat eder...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Übey bin Halef'le Ebû Bekir'in bahsi</label>

Rumlar ile İran arasında bir harp olmuş ve İran galip gelmişti. Müşrikler buna çok sevindiler. Daha sonra Rum sûresi nazil olarak, Rumların yakın zamanda galip gelecekleri bildirildi. Bunun üzerine Ebû Bekir radıyallahü anh Rumlar, birkaç sene sonra İranlılara muhakkak galebe çalacaklar dedi. Müşrikler şaşırdılar. Büyük bir hezimete uğramış, âdetâ yerle bir olmuş bir imparatorluk bir daha nasıl canlanacak ve İranlılara galebe çalacaktı!.. Seninle bahse girelim!Bu durumu havsalalarına sığdıramadıklarından içlerinden Übey bin Halef, Yalan söylüyorsun! Haydi aramızda bir müddet tayin et, seninle bahse girelim! dedi.
Hazreti Ebu Bekir kabul etti. On deve üzerinde bahse girip üç sene müddet tayin ettiler. Hazreti Ebu Bekir gelip durumu Peygamber Efendimize haber verdi. Resûl-i Kibriyâ Âyetteki bidden (yani birkaç seneden) maksat, üçten dokuza kadar olan seneler demektir. Develerin sayısını artır. Müddeti de uzat buyurdu. Bunun üzerine Hazreti Ebu Bekir dışarı çıktı. Übeyle karşılaştı. Übey, Galiba pişman oldun dedi. Hazreti Ebu Bekir Hayır dedi. Gel seninle bahsi artıralım. Müddeti de uzatalım. Haydi dokuz seneye kadar yüz deve yapalım!.. Übey de, Haydi yapalım diyerek kabul etti.
Ebû Bekir radıyallahü anh, Mekkeden ayrılacağı sıralarda, Übey bin Halef yakasına yapıştı ve Sen, Mekkeden ayrılırsan, bahiste kazanacağım develeri ödemeyeceğinden endişe ediyorum. Bana bir kefil göster dedi. Hazreti Ebû Bekir de oğlu Abdurrahmanı kefil gösterdi. Übey bin Halef de Uhud Harbine çıkmak istediği zaman Abdurrahman radıyallahü anh, gidip onun yakasına yapıştı ve Vallahi, bana bir kefil göstermedikçe, seni bırakmam dedi.


Uhud Savaşında öldürüldü!
Übey bin Halef de kefil gösterdikten sonra yola çıktı ve Uhud Savaşında, bizzat Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem mızrağıyla cehennemi boyladı...
Hazreti Ebu Bekir ile Übey bin Halefin bahsinin arasından 9 yıl geçmişti ki, Rumlar, hiç beklenmedik ve umulmadık bir saldırışla İranlıları dehşetli bir bozguna uğrattılar. Hazreti Ebû Bekir de gidip 100 deveyi Übey bin Halef`in kefilinden ve mirasçılarından alıp Peygamber Efendimize getirdi. Resûlullah Efendimiz;
Onları sadaka olarak dağıt buyurdu. Hazreti Ebu Bekir de öyle yaptı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nasipli Yahûdî İbni Heyyebân</label>

İslâmiyetten önce Şâmda İbni Heyyebân adında bir Yahûdî vardı. Bu Yahûdî, Medîneye gelip yerleşti. Benî Kureyzâ kabîlesinin arasında kalırdı. O kabîleden biri şöyle demiştir: Aslâ onun gibi edeb ve şartlarını gözeterek namâz kılan kimse görmedim. Ne zamân kıtlık olsa, yağmur duâsı için onun yanına giderdik. Bize sadaka vermemizi söylerdi. Sadakadan sonra duâ ederdi. Biz henüz yanından ayrılmadan yağmur yağmağa başlardı.İbni Heyyebân vefâtı yaklaşıp yakında öleceğini anlayınca, bize şöyle vasiyet etti: Medineye niçin yerleştim?
-Ey Yahûdî cemâati! Biliyor musunuz ben niçin nimeti bol olan Şâmı terk edip de, kıtlık bulunan bu Medîne şehrine gelip, burayı kendime vatan edindim!
Onlar; Allah bilir dediler.
Bunun üzerine dedi ki:
-Ben buraya şu sebeble geldim. İlâhî kitâblarda okudum ve anladım ki, âhir zamân Peygamberinin gelmesi yaklaşmıştır. Bu şehir Onun hicret yeri olacaktır. Dîni burada kuvvet bulacaktır. Ümit ediyordum ki, Ona hizmetle ve tâbi olmakla şerefleneyim. Ona îmân ederek dalâletten hidâyete kavuşayım. Fakat kesin olarak anladım ki, fırsat elvermedi! Ömrüm o zamâna yetmedi! Sakın, sakın! Gaflet etmeyiniz! Câhillik ve inâd yoluna gitmeyiniz. O Peygamberin zuhûru zamânı yaklaştı. Ona îmân etmekte yarışanlardan olmağa çalışınız. Ona îmân edip tâbi olarak, hidâyete erip, dalâletten kurtulunuz. O kendisine muhâlefet edenleri öldürecek, kadınlarını ve çocuklarını esîr alacaktır. Bu durum Ona tâbi olmanıza engel olmasın. Zîrâ O bu işle emr olunmuştur!


Benî Kureyza kuşatılmıştı!..
Ve o zamân geldi... Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Benî Kureyza kabîlesinin bulunduğu kaleyi kuşattı. Aralarından İbni Heyyebânın vasiyetini işitenler:
-Ey Kureyza oğulları! Bu İbni Heyyebânın haber verdiği peygamberdir, dediler.
Diğerleri bu o değildir dediler. Fakat vasiyeti işiten insaflılar, Vallahi Odur diyerek hemen kaleden aşağı inip îmân ettiler. Cânlarını, mâllarını ve âilelerini kurtardılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cüneyd-i Bağdadi ve Tûr-i Sînâ'daki râhib</label>

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin bir talebesi anlatır: Hocam Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile Hicâza gidiyorduk. Tûr-i Sînâ dağına varınca, hocam dağa çıktı. Biz de onunla birlikte çıktık. Mûsâ aleyhisselâmın durduğu makâmda durdu. Üzerimizi o makâmın heybeti kapladı. Hepimizi vecd hâli kapladı ve kendimizden geçtik. Bulunduğumuz yerin yakınında bir kilise vardı. Kilisedeki râhib bize; -Ey ümmet-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem! Bana cevâb veriniz, diye bağırdı. Bana cevâb veriniz!..
Biz öyle bir tatlı hâlde idik ki, hiçbirimiz ona iltifât etmedik. Râhib tekrâr seslenip temiz dîniniz için cevâb veriniz dedi. Yine hiç cevâb veren olmadı. Üçüncü defa seslenip, Mabûdunuz hakkı için cevâb veriniz dedi. Vecd hâlinde olduğumuz için kimse cevâb vermedi. O hâl bitirince, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri Tûr Dağından aşağı inmek istedi. Kilisedeki râhibin bana cevâb veriniz diye yemîn verdiğini söyledik. Öyleyse onunla konuşalım. Belki Allahü teâlâ hidâyet verir de Müslümân olur dedi.
Râhibi çağırdık. Yanımıza gelip, selâm verdi. Sonra bize içinizden hanginiz üstâddır dedi. Biz Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini göstererek, büyüğümüz bu zâttır dedik. Râhib, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine, bu yapdığınız iş (vecd) dîninizde umûmî midir, husûsî midir dedi. Cüneyd-i Bağdâdî husûsîdir cevâbını verdi. Râhib, ne niyyetle böyle vecde gelirsiniz dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, Rabbimize kulluğumuzun kabûlü için dedi. Sonra da, nitekim Allahü teâlâ rûhlara (Ben sizin Rabbiniz değil miyim) buyurduğunda rûhlar, Evet Rabbimizsin demişlerdi, dedi. Râhib o ses nedir deyince, ebedî nidâdır dedi. Râhib ne niyyetle oturursunuz diye sorunca, Allahü teâlâdan havf (korkmak) niyyetiyle otururuz dedi. Râhib doğru söylüyorsun deyip, Kelime-i şehâdeti söyledi ve Müslümân oldu.


Devamlı Onu isterler...
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri râhibe, bizim doğru söylediğimizi nereden bildin dedi. Râhib dedi ki: Ben Mesîh bin Meryeme inen İncîlde şöyle okudum: (Muhammedin aleyhisselâm ümmetinin havâssının [seçilmişlerinin] elbiseleri hırka, yemekleri ekmek parçaları ve meskenleri bir odadır. Onlar Allahü teâlâya âşıktırlar ve ancak Onunla ferâhlık ve râhatlık bulurlar. Devamlı Onu isterler.)
O râhib Müslümân olduktan üç gün sonra vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah Mekkî ve Terzi Baba</label>

On dokuzuncu yüzyılda yaşayan Abdullah Mekkî Erzincânî, büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerindendir. Aslen Mekkelidir. Zamânının usûlüne göre çeşitli ilimleri tahsîl eden bu mübarek zat, yüksek dereceye ulaştıktan sonra Bağdâdda bulunduğu sırada büyük âlim ve velî mürşid-i kâmil Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini tanıdı. Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevî derecelere kavuştu. Hocası onu; İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirerek Erzincana gönderdi... Dünyâ için Allah demem
Abdullah-ı Mekkî, Erzincanı şereflendirince insanlar akın akın ziyâretine geldiler. Gelenler arasında, Terzi Baba diye bilinen Muhammed Vehbî de vardı. Abdullah Mekkî, Muhammed Vehbî içeri girince ayağa kalktı. Onu dâvet edip yanına oturttu ve ona; Oğlum! Pîr-i âzâm Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî bizi buralara gönderdi. Bize ehline verebileceğimiz bir emâneti verdi. O emânete seni lâyık gördüm. Kabûl edersen onu sana teslim edeyim buyurdu...
Muhammed Vehbî, Abdullah Mekkîye gönül huzûru ve teslimiyet ifâde eden bir tavırla; Siz bilirsiniz cevâbını verdi.
Abdullah-ı Mekkî; Vereceğim emânet, sana çok faydalar sağlayacak buyurunca, Muhammed Vehbî; Efendim! Vallâhî dünyâ için Allah demem cevâbını verdi. Bunun üzerine Abdullah Mekkî; Oğlum haydi git! Sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emânet de zâten bu idi buyurarak onun yüksek derecesini işâret etti. Terzi Babaya himmetle nazar ederek emâneti tevdî etti...


Seni ziyâret için geldim
Abdullah Mekkî, yerine Terzi Babayı bıraktıktan sonra Mekke-i mükerremeye gitti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Hac ibâdetini yerine getirmek için gidişinde onun misâfiri oldu. Abdullah-ı Mekkî, Mekkede kaldığı müddet içinde pekçok âlim ve evliyâ ile karşılaşıp, sohbet etti. Sayısız talebe yetiştirdi. Hac ibâdetini yerine getirmek için gelen Şeyh Süleymân bin Hasan Kırîmî sohbetinde kemâle, olgunluğa erdi.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir hac ibâdeti sırasında Abdullah-ı Mekkîye iltifât edip; Bu defâ hacca seni ziyâret için geldim buyurdu. Uzun seneler Mekke-i mükerremede kalıp insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşması için çırpınan Abdullah-ı Mekkî, yerine talebesi Şeyh Süleymân bin Hasan Kırîmîyi bıraktıktan sonra vasiyetini yaptı ve Mekke-i mükerremede vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Beni öldüren yeğenimdir!..</label>

Musa aleyhisselam zamanında Benî İsrailden bir genç, kendisinden başka mirasçısı bulunmadığı halde, malına tamah ederek zengin amcasını öldürür. Ölüsünü de gizlice başka bir köye bırakır. Ertesi günü Hazreti Musaya gidip, zengin şahsı bu köylülerin öldürdüğünü söyler. Onlar da kendilerinin öldürmediğini söyleyince, Cenab-ı Hak, bir inek kesip bir parçası ile ölüye vurulursa, ölü dirilip katilin kim olduğunu söyleyeceğini Hazreti Musaya bildirir. Cahillikten Allaha sığınırımKavmi, böyle bir şeyin olamayacağını zannederek, Hazreti Musaya;
-Sen bizimle alay mı ediyorsun? derler.
Musa aleyhisselam da, bir Peygamberin alay etmeyeceğini söyler ve;
-Cahillikten Allaha sığınırım, buyurur.
Hazreti Musaya kesilecek ineğin vasfını sorarlar. O da bildirir. Değeri üç altın etmesine rağmen, istenilen vasıflar bu inekte bulunduğu için, derisi dolu altın verilerek ineği satın alıp keserler.
Kesilen ineğin bir parçasını ölüye vurunca, ölü dirilip,
-Beni öldüren yeğenimdir, der ve tekrar ölür.
Köylüler katili yakalayıp cezasını verirler. Böylece iki köy arasındaki çekişme de sona erer.


Allah ölüleri böyle diriltir
Bu husus, Bekara suresinin 67-73. âyet-i kerimlerinde bildirilmektedir. Son âyet-i kerimenin devamında mealen (İşte Allah ölüleri böyle diriltir, düşünüp de gerçeği anlamınız için size [kudretini, peygamberine verdiği mucizeleri] gösterir) buyurulmaktadır.
Firavunlar devrindeki Mısırda, sığır mukaddes bir hayvan kabul ediliyordu. Şimdi Hindistanda olduğu gibi ineğe tapılırdı. Allahtan başka şeylere tapınılmayacağını göstermek ve böyle bâtıl inançları yıkmak gayesiyle böyle bir mucize gösterilmiştir.
Bekara suresinde hakla bâtıl anlatılmaktadır. Öküzle sürülen saban, toprağı yarıp ikiye ayırdığı gibi, hakkı bâtıldan ayırması bakımından da bu sureye Bekara ismi verildiği bildirilmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mecdüddîn Îsâ'nın Malkaralı hocası</label>

Mecdüddîn Îsâ, Anadoluda yetişen evliyânın meşhurlarındandır. Saruhan Beyin Akhisarı fethinden sonra oraya yerleşen Taşgunoğulları namıyla bilinen bir Türk âliesine mensuptur. Bu mübarek zat, 1447 (H.851) senesinde Akhisarda doğdu. 1530 (H.937) de vefât etti. Türbesi Akhisarda kendi ismiyle anılan Şeyh Îsâ Camii bahçesindedir. Türbesinin bulunduğu mahalleye Şeyh Îsâ Mahallesi adı verilmiştir... İlim ve sanat öğrenin!..
Mecdüddîn Îsâ hazretleri Ehl-i sünnet îtikâdının ve doğru din bilgilerinin yayılması için çok hizmet etmiş ve kıymetli talebeler yetiştirip icâzet vermiştir. Talebelerine ve sevenlerine muhakkak ilim ve sanat öğrenmelerini emrederdi. İlim ve sanat öğrenen başkalarının minneti altına girmez minnetsiz yaşar derdi...
Yetiştirdiği talebeleri irşad için çeşitli memleketlere göndermiştir. Bâbâ Ahmed Mağribi adındaki talebesini ilimde ve tasavvufta yetiştirdikten sonra Endülüse gönderdi. Oğlu İlyâs Efendi de meşhur halîfelerindendir.
Bu mübareğin hikmetli sözleri pek çoktur. Bir gün buyurdu ki: Bir insanın alnının secdeye gelmesi, Allahü teâlânın onu sevdiğinin bir alâmetidir!


Son anlarını yaşıyordu!
Mecdüddîn Îsâ hazretleri, bir gece rüyasında; Kalk yola çık diye bir ses duydu. Bu işâret üzerine kalkıp yanına birkaç dervişi de alarak çarşıya doğru yürüdü. Çarşıda Çanakkale yoluyla Trakyaya gitmekte olan bir kervan gördüler. Bu kervana katılıp yola çıktılar. Malkara kasabasına varınca vaktiyle Bursada ders aldığı, kendisinden ilim öğrendiği hocalarından birinin oralı olduğunu hatırlayıp ziyaretine gitmek istedi. Arayıp sordu ve evini buldu. Bu hocası bir haftadır hasta yatmakta ve son anlarını yaşamakta idi. Bu esnada şöyle dedi:
-Vefat edince cenâzemin yıkanması ve namazımın kılınması vazîfesini talebem Şeyh Îsâ yapsın!
Mecdüddîn Îsâ içeri girince vefât etmek üzere olan hocası gözlerini açıp;
-Evlâdım Îsâ nerede kaldın? Bir haftadan beri seni bekliyorum, dedi ve helalleşip ruhunu teslim etti. O da hocasının vasiyetini yerine getirdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi Abdurrahman-ı Şebrîsî</label>

Ebül-Feth (Abdurrahman-ı Şebrîsî), ilimde çok yüksek bir zat idi. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Çok ilim tahsîl etti. Birçok âlimden hadîs ve fıkıh ilimlerini okudu. Bunların ilki, babasının dedesi Kâdı Nûreddîn Ebül-Hasan Alidir. İbn-i Hacer, Takıyyüddîn Ressâm, İzzeddîn Ebû Muhammed ibni Furat el-Hanefî ve daha başka âlimlerden hadîs-i şerîf okudu. Birçok âlimden icâzet aldıHâfız Şemseddîn Ebül-Hayr el-Makdisîden de, evinde ve Câmi-i Kâfda Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim ile Sühreverdînin Avârif-ül-Meârif kitabını, Kutbüddîn-i Kastalânînin giyim ve sohbet hakkındaki İrtifâ-ür-Rütbe kitabını, İbn-i Hişâmın Siyerini, Sünen-i İbn-i Mâce, Müsned-i Dârimî ve Câmi-i Tirmizî adındaki hadîs kitaplarını, Muvattâ ve Sünen-i Ebî Dâvûd ve daha başka kitaplardan bâzı bölümleri okudu. Birçok âlim ona icâzet verdi ve hilat giydirdi.
Ebül-Feth (Abdurrahman-ı Şebrîsî hazretleri, bir sohbetinde;
Bâzı insanlar, Cennete hesapsız gireceklerdir, buyurdu.
  • Onlar kimlerdir? diye sual edince;
  • Şu üç şeyi yapanlardır: Kul hakkından sakınanlar, namazlardan sonra onbir ihlâs okuyanlar ve katilini bile affedenler, buyurdu.
Muhammed Avfî şöyle anlatır:
Gençliğimde Şeyh Abdurrahmânı gördüm. Yanına yaklaşınca alnımdan öptü ve şefkatle bana baktı. Sonra zikir etmemi, Allahü teâlâyı çok hatırlayıp anmamı telkin etti. Bu hususta benden söz aldı. Sonra bana;


Bizim günlerimiz sona erdi
-Allahü teâlânın emânetinde olarak yaşa, Allahü teâlâya sığın. Allah, her işini kolaylaştırsın. Seni, kendisinin dışındaki şeylerden fânî kılıp, kendisi ile bâkî eylesin. Sen, asrının imâmı, zamânının bir tânesi, akranlarının en üstünü, din kardeşlerinin arasında mübârek bir kimsesin! Allah, seni koruyup gözetsin! Fazl-u keremi ile ihsân ettiği şeylerle sevinç ve neşeni artırsın! dedi.
Daha sonra kıymeti ve mânevî değeri çok yüksek bir elbise giydirdi. Sonra;
-Artık bizim günlerimiz sona erdi, saatlerimiz tükendi, dedi ve biraz sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehid padişah Sultan İbrahim

Onsekizinci Osmanlı Sultanı İbrahim Hanın babası I. Ahmed Hân, annesi Mahpeyker Kösem Sultandır. Ağabeyi IV. Muraddan sonra tahta geçen İbrahim Hanın yaptığı ilk icraatlarından biri, Emir-Gûne adlı İran asıllı bir Şiiyi öldürtmek oldu. Çünkü bu adam, Osmanlı Sarayına içki, kumar, eğlence gibi kötülükleri sokmaya çalışıyordu. İşte bu adamın taraftarları Sultan İbrahim Hana Deli adını taktılar. Ne yazık ki, bugün bile bazıları, Sultan İbrahime Deli diyor. Halbuki ondan yüzlerce yıl sonra yaşamış Rus Çarı Petro, gerçekten deli idi. Yaptığı hizmetlerden dolayı, milleti ona Büyük Petro demiştir... Ayasofya Camiinde medfun
Sultan İbrahim Han, gerçekten çok akıllı bir padişahtı. İlk saltanat yıllarında, milletin kıtlık çekmemesi için, maliyeyi düzeltti. İsrafın önlenmesi için, fermanlar çıkarttı. İzinsiz yıktırılan kiliseler bile, yeni baştan onarıldı. Azak Kalesi geri alındı. Kaptan-ı Deryâ, Hanya Kalesini aldı. Sonra Girit Serdârı, Deli Hüseyin Paşa oldu. Büyük zaferler kazandı...
Sultan İbrahim Han, 8 ağustos 1648 tarihinde tahttan indirildi. On gün sonra da mazlum İbrahim Hanı boğarak şehit ettiler. Evliyâ Çelebi, böyle yazar. 32 yaşını 9 ay 3 gün geçmiş idi. Ayasofya Camiinde, amcası Sultan Mustafanın yanında medfundur...
Cellad Kara Ali, Sultan İbrahimi idam etmek için odasına girince padişahın şaşkın bakışlarla;
-Beni göz göre göre öldürüyorlar, benim iyiliğimi görenlerden bana acıyanınız yok mu? dedi.
Cellad Kara Ali bile bu yalvarma karşısında insafa gelmiş ve oradan kaçmıştır.
Sadrazam Sofu Mehmet Paşa, Kara Aliyi saklandığı yerden bulup çıkarmış ve döve döve Sultan İbrahimi boğdurtmaya götürmüştür.


Takdir-i ilahi böyleymiş...
Bu arada Sultanı tahttan indirmek için fetva veren Şeyhülislam Abdurrahim Efendi de, Sultan İbrahimin öldürülmesini isteyenler arasında idi. Padişah Şeyhülislama acı acı bakıp şöyle dedi:
-Yusuf Paşa bana senin için fettan derdi de inanmazdım. Seni öldürtmemi kaç defa istedi ise de ben öldürtmedim. Takdir-i ilahi, meğer sen beni öldürtecekmişsin. Beni ne hüküm ile öldürtürsünüz zalimler?..
Bunlar Sultanın son sözleri oldu, Cellad Kara Ali üzerine çullanarak onu şehid etti..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri