Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Evliyânın baş tâcı Abdurrahmân Tafsûncî</label>

Abdurrahmân Tafsûncî, meşhûr velîlerdendir. Künyesi Ebû Muhammeddir. Tafsûnc veya Tagsûnc denilen yerde yerleştiği için Tafsuncî nisbesi ile meşhur oldu. Tafsûnc, Bağdâda bağlı ve Dicle kıyısında bir beldenin adıdır. Abdurrahmân Tafsûncî hazretlerinin doğumu ve nesebi hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin talebesidir. 1115 (H.550) senesinden önce hocası Abdülkâdir Geylânînin sağlığında vefât etti. Kabri Tafsûncda olup ziyâret yeridir... Âriflerin göz bebeği...
Abdurrahmân Tafsûncî, evliyânın büyüklerinden olup, âriflerin göz bebeği, evliyânın baş tâcı, yüksek ve kıymetli hâllerin sâhibi, kerâmetleri açık ve tasarrufu kuvvetli bir zâttı. Yüksekçe bir kürsînin üzerine çıkıp, din ve hakîkat ilimlerini anlatırdı. İslâmiyetin emir ve yasaklarını bildirir, evliyâlığın yüksek hâllerini haber verirdi. Onun meclisi, âlim ve velîler ile dolup taşardı. Kendisi, âlimlere hâs bir elbise giyerdi. Katıra binip belde belde dolaşır, insanlara nasihat ederdi...
Tafsûncda bâzı sâlih kimseler, Resûlullah efendimizi rüyâlarında görüp, onun hâlinden suâl ettiklerinde; O, mukaddes âlem hakkında haber verenlerdendir diye cevap aldılar.
Allahü teâlânın katındaki derecesi çok yüksek olan Abdurrahmân Tafsûncî, himmet ve yardımı ile tasarrufu kuvvetli olup, duâ ve murâdı çabuk hâsıl olanlardandı.
Gâibi, ileride olacakları ancak Allahü teâlâ bilir. Fakat Allahü teâlânın Peygamberlere mûcize, evliyâya da kerâmet olarak gâipten bildirdikleri aynen zuhûr etmiştir. Abdurrahmân Tafsûncî, böyle kerâmet sâhibi bir büyük zat idi.


İlimlerin en faydalısı...
Abdurrahmân Tafsûncî hazretlerinin hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
İlimlerin en faydalısı, kulluk vazîfesi ile ilgili hükümleri öğrenmektir. Ve yine ilimlerin en yükseği tevhîd ilmi olup, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgileri öğrenmektir...
Dünyâda haram, günah olan işlerle meşgûl olan kimseler, herkesin yanında zelîl olur, aşağılanır.
Abdurrahmân Tafsûncî hazretlerinin vefâtı yaklaştığı zaman, oğlu, kendisine vasiyette bulunmasını istedi. O da; Ey oğlum! Sana şöyle vasiyet ederim ki, Şeyh Abdülkâdir Geylânîye her zaman saygı ve hürmetini muhafaza edip, emirleri üzere hareket et. Hizmetinden ayrılma!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rüzgâra emret beni Hindistan'a iletsin!</label>

Süleyman aleyhisselamın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hazreti Süleymanla görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Süleyman aleyhisselam benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar: -Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana!..


Adam telaş içinde:
-Bu sabah karşıma Azrail aleyhisselam çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı...


Ne yapmamı istiyorsun?
-Peki ne yapmamı istiyorsun?
Adam yalvarır:
-Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgâra emret de beni buradan ta Hindistana iletsin. Böylece canımı kurtarmış olmayı ümit ediyorum. Medet senden!
Hazreti Süleyman, adamın haline acır. Rüzgâra;
-Bu adamı hemen al, Hindistana bırak! emrini verir...
Rüzgâr bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistanda uzak bir adaya götürür...


O zavallıyı niçin korkuttun?
Öğleye doğru Hazreti Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail aleyhisselam da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır! Hemen sorar:
-Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?
Azrail aleyhisselam şöyle cevap verir:
-Ey dünyanın en ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle, hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allahü teala bana emretmişti ki: Haydi git, bu akşam o kulumun canını Hindistanda al! Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistanda olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi. Dün akşam ben o adamın Hindistanın falan yerinde canını almış bulunuyorum!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ümmü Varaka (radıyallahü anha)</label>

Ümmü Varaka (radıyallahü anha) hanım sahabelerdendir. Allah yolunda şehîd olmayı çok istiyordu... Bir Ramazan günüydü. Bedir Harbi hazırlıkları başlamıştı. Ümmü Varaka büyük bir heyecanla Fahr-i Kâinat Efendimizden şöyle bir ricada bulundu:Yâ Resûlallah! Bana müsaade etseniz de sizinle birlikte harbe katılsam! Yaralılarınızı tedâvî edip, hastalara baksam! Kim bilir belki de Allah yolunda şehîdlik de nasip olur... Resûl-i Ekremin müjdesi!..
Resûl-i Ekrem Efendimiz hiçbir hanımın Bedir Savaşına katılmasına izin vermedi. Bu sebepten Ümmü Varakaya da müsaade edemedi. Fakat onun yanık hasretini, ısrarlı arzusunu, şehîdlik özlemini teskîn edecek onu sevindirecek, onu huzura kavuşturacak bir müjde verdi:
Ey Ümmü Varaka! Allah sana şehîdlik nasip edecektir...
İki Cihan Güneşi Efendimiz onun bu kahramanca davranışından pek memnun kalmıştı. Ne zaman Ümmü Varakayı görse; kendisine şehîde diye hitab ederdi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz zaman zaman Ümmü Varakayı evinde ziyaret ederdi. Hal hatırını sorardı. Eshab-ı kiram böylesi fırsatları ganîmet bilirdi. Böyle zamanları en iyi şekilde değerlendirmeye gayret ederlerdi. Efendimize ikramda bulunabilmek onu memnun edebilmek için âdeta yarışırcasına ellerinden gelen hizmeti yapmak isterlerdi. Bu arada zihinlerini meşgul eden konularda sorular sorarlardı.
Bir gün, ensarlı bir hanım vefat etmişti. Ümmü Varaka dînî konulara çok meraklı idi. Kendi kendine: Acaba öldükten sonra birbirimizi görür müyüz? diye zihninden geçirdi. Bu soruya cevap aradı. İki Cihan Güneşi Efendimizin evine geldiği bir sırada bu konuyu açtı ve: Ya Resûlallah! Öldüğümüz zaman birbirimizi görür müyüz? diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle cevap verdi: Can, ağaca konmuş bir kuş gibidir. Öyle ki, kıyâmet günü geldiğinde her can cesedine girer.


Onu şehit ettiler!..
Ümmü Varakanın biri erkek biri de kadın iki kölesi vardı. Vefatından sonra onların hürriyetlerine kavuşturulmalarını vasiyet etti. Ancak, köle ile câriye hırsa kapıldılar. Şeytana uydular. Bir an evvel hürriyetlerine kavuşma düşüncesiyle, aralarında anlaşıp Ümmü Varakaya sûikast hazırladılar. Odasına zorla girip öldürüp kaçtılar.
Bütün Müslümanları derinden üzen bu hâdise Hazreti Ömer devrinde oldu. Halife bu haberi duyar duymaz suçluların yakalanması için emir verdi. Suçlular hemen yakalandı ve idam edildiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâlikî fıkıh âlimi Abdullah Menûfî</label>

Abdullah bin Muhammed Menûfî, evliyânın meşhûrlarından ve usûl, tefsîr, nahiv ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 1287 (H.686) senesinde Mısırın Buhayra şehrinde doğdu. Sonra Menûfa yerleşti. Mağribî ve Menûfî nisbesiyle meşhûr oldu. 1347 (H.748)de Mısırda vefât etti. Kıymetli talebeler yetiştirdiAbdullah bin Muhammed Menûfî, dokuz yaşında Süleymân Tenûhî Şâzilînin terbiyesine verildi. Henüz çocukken temel din bilgilerini öğrenip, Kurân-ı kerîmi ezberledi. Daha küçük yaşta evliyâlık hâlleri görüldü. Rükneddîn bin Kûbî, Şemsüddîn Tûnusî, Kâdi Nâsiruddînin babası, Şerâfüddîn Zevâvî, Şihâbüddîn Merhal, Celâlüddîn İmâm-ül-Fâdiliyyet-il-Muber, Mecdüddîn Akfehsî gibi birçok âlimden ilim öğrendi. Süleymân Tenûhî Magribî Sâzilînin sohbetlerinde yetişip, vilâyet derecelerinde yükseldi. Mâlikî mezhebi fıkıh bilgilerinde, tefsîr ve Arabî ilimlerde âlim oldu. İnsanlardan tamâmen kesilip, onlardan uzaklaşmak için Resûlullah efendimizden mânen izin istedim. İzin vermediler buyurmuştur.
Abdullah bin Muhammed Menûfîye zamânın sultanı vazîfe vermek istedi. İlimle, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmakla meşgul olduğundan kabul etmedi. Kıymetli talebeler yetiştirdi. Sâlih insanların yetişmesine sebeb oldu.
Abdullah Menûfî, Mâlikî mezhebine göre fetvâ verirdi. Yûsuf Nebhânî hazretleri Câmiu Kerâmât-il-Evliyâda diyor ki:
Mısırdaki evliyâ arasında, İmâm-ı Şâfiîden sonra en üstünü Ahmed-i Bedevîdir. Ondan sonra Seyyidet Nefîsedir. Sonra Şerâfeddîn-i Kürdî, sonra Abdullah Menûfî Şâzilîdir.


Minnet yükü altına girme
Vefat ederken son sözleri şunlar oldu:
Kimsenin nimetine nail olmakla minnet yükü altına girme. İnsanların minnetlerinin kalbe tesiri, mızrakların tesirinden daha şiddetlidir. Sen daima Allahü teâlânın verdiğine razı olarak sabret. Çünkü sabır, büyük bir müdafaa siperidir. Yavrularım! Allahü teâlâ sevdiği kimselere iyi işler yapmak nasib eder. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki; (Cenab-ı Hak bir kuluna hayır murad edince, iyiliğini vefalı kimselere sarf ettirir.) Allahü teâlâya dua edin. O, duaları kabul eden en hayırlı Rabdır.
Bu mübarek zat vefât ederken yanında bulunan herkes bedeninden etrafa güzel kokular yayıldığına şahit oldular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Benî İsrâîl, Ba'lbek ve İlyâs aleyhisselâm...</label>

İsrâîloğulları Filistini ele geçirince, kabîlelerden biri Balbeke yerleşmişti. Başlarında zâlim bir hükümdar vardı. Şehrin ismi önceleri Bek idi. Ancak bu zâlim kral, Bal adında bir put yaptırdı ve halkı bu puta tapmaya zorladı. Ve Bal ile Bek ismi birleşerek, bu şehre Balbek denildi. İşte Hazret-i İlyâs, bu beldeye peygamber olarak gönderildi. İlyâs aleyhisselâm İsrâîloğullarına buyurdu ki:
Bal putuna tapmaktan vazgeçiniz! Her şeyin yaratıcısı olan Allaha îman ve ibâdet ediniz! Nasihatlerini dinlemediler!..
İsrâîloğulları, İlyâs aleyhisselâmın nasihatlerini dinlemediler. Onu bulundukları beldeden dışarı çıkardılar. Bu sebeple başlarına türlü belâlar geldi. Nihâyet hakîkati anlayıp Hazret-i İlyâsı buldular. Kendisine îmân edip bütün sıkıntılardan kurtuldular...
Lâkin azgın bir kavim oldukları için dinde sebât etmeyerek tekrar isyâna sürüklendiler, doğru yoldan ayrıldılar. Hazret-i İlyâs, kendilerine tekrar tekrar nasihat etti ise de, dinlemediler. Bunun üzerine emr-i ilâhî ile İlyâs aleyhisselâm aralarından ayrıldı. Hepsi perişan oldular. Dünyâda da âhirette de cezâ ve azâba düçâr kılındılar.
İlyâs aleyhisselâm, Balbekten ayrıldıktan sonra, bir köye uğradı. Oradaki insanları îmâna dâvet etti. Onlar da, bu ilâhî dâveti kabûl ederek kendisinin yanlarında kalmasını istediler. İlyâs aleyhisselâm, ihtiyar bir kadının evinde misâfir oldu. Kadının hasta bir oğlu vardı. Hazret-i İlyâs, iki rekat namaz kılarak çocuğun şifâ bulması için duâ etti. Çocuk iyileşti. Sonra İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrâtı öğrendi. İsmi Elyesa idi...


Hazreti Azrâîli görünce!
İlyâs aleyhisselâm, bir gün hazreti Azrâîli gördü. Dehşet içinde ürperdi. Azrâîl aleyhisselâm da, bunun sebebini merak ederek:
-Ey Allahın Peygamberi! Ölümden mi korktun? diye sordu.
İlyâs aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
-Hayır! Ölümden korktuğum için değil, dünyâ hayâtına vedâ edeceğim için bu hâldeyim. Çünkü dünyâ hayâtında Rabbime kulluk yapmaya, iyilikleri emredip kötülüklerden men etmeye gayret ediyor, vaktimi ibâdet ve amel-i sâlihle geçiriyor, güzel ahlâk ile yaşamaya çalışıyordum. Bu hâl benim huzur kaynağım oluyor, gönlüm sürur ve mânevî neşelerle doluyordu. Ölünce bu zevkleri ve lezzetleri yaşayamayacağım ve kıyâmete kadar mezarda rehin kalacağım için üzülmekteyim!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gayri müslimin güzel sonu...</label>

Bir Müslüman inançlarının gereğini tam yapamıyorsa en azından bundan üzüntü duyması ve başkalarının ibadetlerine saygı göstermesi gerekir. Mesela şimdi mübarek ramazan ayındayız. Bu aya saygılı olmak, hürmet göstermek, şartlarına uygun olarak oruç tutmakla, namaz kılmakla ve dinin diğer emir ve yasaklarına uymakla olur. Herhangi bir özür ile oruç tutamayanların, bu aya hürmet için, oruç tutamadıkları günlerde, gizli yemeleri ile olur. Çünkü, bu aya, oruç tutana hürmetsizlik imanı tehlikeye sokar. Oruca hürmet önemlidir...
Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu.
Oruca hürmet çok önemlidir. Eskiden, bugünkü gibi değildi. Bırakın Müslümanları, gayri müslimler bile Müslümanların orucuna hürmet ederler, açıktan yemezlerdi...
Geçmiş zamanlarda yine böyle bir ramazanda, gayri müslim bir kimse, evine geldiğinde, çocuğunu, evin önünde açıktan yemek yerken görür. Hemen oğlunu azarlar:
- Evladım bilmiyor musun, bugün Müslümanların oruç tutma günü. Nasıl böyle onların gözü önünde açıktan karnını doyuruyorsun. Çabuk gir içeri. Bir daha böyle açıktan yediğini görmeyeyim, dedi.
Aradan bir zaman geçtikten sonra, bu kimse vefat etti. Müslüman komşusu onu bir gece rüyada gördü. Kendisini çok güzel yerlerde, rahat bir şekilde görünce merak edip kendisine sordu:


Cennette nimetler içindeyim
  • Senin bulunduğun bu yer neresidir?
  • Cennettir.
  • Peki dünyada iken, İslâm dinine sen inanmazdın, nasıl oldu da Cennete girdin?
  • Doğru, son zamanlarıma kadar Müslüman değildim. Fakat, vefatıma yakın, îmân edip, Müslüman oldum.
  • Bu nasıl oldu?
  • Bu büyük nimete kavuşmama sebep şu: Bir gün ramazanda çocuğumu açıkta yemek yediği için azarlayıp, oruca hürmet etmesini istemiştim. Cenab-ı Hakkın, beni bu hürmet sebebiyle ahir ömrümde, îmân ile şereflendirdiği bildirildi. Gördüğün gibi Cennette nimetler içindeyim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Menderes'in bakanı Fatin Rüştü Zorlu</label>

Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye Cumhuriyetinin idam edilen tek dışişleri bakanıdır. 1912 senesinde İstanbulda dünyaya geldi. Galatasaray Lisesi, Paris Siyasi İlimler Mektebi ve Cenevre Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra 1932de Siyaset Dairesi II. Şubesinde Aday Meslek Memuru olarak göreve başlamış, sonra çeşitli memleketlerde büyükelçilik vazifelerinde bulunmuştur... Görevden göreve koştu...Fatin Rüştü Zorlu; 1935te Siyaset Dairesi Genel Müdürlüğünde, 1936da Hukuk Müşavirliğinde Müşavir Muavini, 1937de Ticaret ve İktisat Dairesinde II. Şube Şefi, 1938de Siyaset Dairesinde I. Şube Şefi ve aynı sene Bern Büyükelçiliğinde Başkatip, 1939da Paris Büyükelçiliğinde Başkatip, 1941de Siyaset Planlama Dairesinde Müdür, 1942de Moskova Büyükelçiliğinde Başkatip, Ortaelçilik Müsteşarı, 1943te Beyrut Başkonsolosluğunda Başkonsolos, 1946da Ticaret ve İktisat Dairesinde Umum Müdür, 1949da Ticaret ve İktisat Dairesinde Daire Reisi, 1950de Umumi Katiplik İktisadi İşler Muavini, 1951de Devlet Bakanlığında Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatında Genel Sekreter, 1952de Kuzey Atlantik Paktı Paris Türkiye Daimi Temsilciliğinde Büyükelçi Daimi Temsilci olarak görev almıştır...
1954te Çanakkale Milletvekili seçilen merhum Zorlu 1957-1960 tarihleri arasında Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştır. Başbakan Adnan Menderesin Dışişleri Bakanı Zorlunun, gözkamaştırıcı ikbal ve başarı günleri olmuş, bir dönem Türk Dış Politikasına damgasını vurmuştur. Zürih ve Londra Anlaşmalarının baş mimarı Zorludur. Fakat, rahmetli, çok ıstıraplı günler de yaşamıştır.


Yassıadada yargılandı...
1960 ihtilalinde idama mahkum edilen Zorlu, DP yöneticileriyle birlikte tutuklanarak Yüksek Adalet Divanınca Yassıadada yargılandı. Yargılama sonunda 14 sanıkla birlikte ölüm cezasına çarptırıldı. Cezası, Adnan Menderes ve Hasan Polatkanınki ile birlikte, askerî müdahaleyi gerçekleştiren MBK (Millî Birlik Komitesi) tarafından onaylandı. 16 Eylül 1961de idam edildi.
Zorlunun idam sehpasındaki son sözü şu oldu:
Allah millete zeval vermesin!
Kabri, Adnan Menderes ve Hasan Polatkanla birlikte (ölümlerinden 29 yıl sonra) 17 Eylül 1990da İmralı Adasından alınarak İstanbulda yaptırılan Anıtmezara Devlet Töreniyle nakledildi. Yani iade-i itibar edildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâbiînin büyüklerinden Alkame bin Kays</label>

Tâbiînin büyüklerinden olan Alkame bin Kays, Kurân-ı kerîmi ve fıkıh ilmini Eshâb-ı kirâmdan Abdullah ibni Mesûddan öğrendi. Onun derslerinde çok üstün bir seviyede yetişti. Nitekim hocası Abdullah ibni Mesûd; Benim okuduğum her şeyi okur ve bildiklerimi bilir buyurmuştur.İbrâhim Nehâî anlatır: Alkame bin Kays, Abdullah ibni Mesûdun huzûrunda Kurân-ı kerîm okurdu. Abdullah ibni Mesûd onu dinledikçe; Oku! Anam babam sana fedâ olsun! derdi. Resûlullah seninle ferahlardı
Arac dedi ki: Kurân-ı kerîm okumada, ses bakımından, insanların en güzeli idi. İbn-i Mesûd ne zaman onun kırâatini dinlese, kendinden geçer ve; Eğer Resûlullah seni görseydi, seninle mesrûr olurdu ferahlardı derdi.
Ebû İshak, Esved bin Yezîdin şöyle dediğini nakleder: Abdullah ibni Mesûdu Alkame bin Kaysa ilim öğretirken gördüm. Kurân-ı kerîm sûrelerini öğrettiği gibi teşehhüdü de öğretiyordu.
Alkame bin Kays tefsîr ilminin büyük imâmlarındandır. Âyet-i kerîmeleri tefsîr ederken hadîs-i şerîflere mürâcaat ederdi. Enâm sûresi seksen ikinci âyet-i kerîmesinin tefsîri hakkında İbn-i Mesûddan şöyle rivâyet etmiştir: Meâlen; Îmân edip de, îmânlarını bir zulm ile karıştırmayan kimseler yok mu? İşte korkudan emin olmak onlara mahsustur, hidâyete erenler de onlardır âyet-i kerîmesi nâzil olunca Eshâb-ı kirâm; Hangimiz zulüm etmiş bulunuyoruz? diye Resûlullaha sordular.


Bu sizin hakkınızda değildir
Resûl-i ekrem; Bu sizin hakkınızda değildir buyurdu ve sonra; Hani Lokman da oğluna nasîhat ederek demişti ki: Oğlum, Allaha şirk koşma! Şüphe yok ki bu şirk pek büyük bir zulümdür. (Lokman sûresi: 13) meâlindeki âyetini okudular. Bu âyet-i kerîme ile Enâm sûresi 82. âyetindeki zulmün, Allaha ortak koşmak olduğunu bildirmiştir.
İmâm-ı Azam Ebû Hanîfenin senelerce derslerine devâm ettiği hocası Hammad bin Süleymân, Alkame bin Kaysın en meşhûr talebelerinden İbrâhim en-Nehâînin ve Şabînin talebesidir.
Alkame bin Kays, vefat ederken şunları söyledi:
Bana Kelime-i tevhidi telkin ediniz. Mezarıma çabuk götürünüz ve cahiliye devrinde olduğu gibi, arkamdan ağlamayınız.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sen beni rüyâda gördün değil mi?</label>

Mâlik bin Dînâr hazretleri, hacda iken bir rüya gördü ve hâlâ tesirindeydi... Sabahleyin hemen, rüyada gördüğü ve ismi Abdurrahman olan zatı aramaya başladı:-Aradığın kimse Kurân ehlidir. Her yıl hacca gelir, dediler.
Araya araya onu buldu. Onu görünce Abdurrahman bir âh çekip bayıldı. Ayılınca aralarında şöyle konuşma geçti:
-Beni rüyâda gördün ve Allahü teâlânın beni affetmediğini söylemeğe geldin değil mi?


-Sâlihlerden birine benziyorsun. Acaba, Allahü teâlâ seni niçin affetmiyor. Ne günâh işledin?
-Bir Ramazan ayının ilk gecesi idi. İçki içip sarhoş olmuştum. Bu sırada babama vurup bir gözünü çıkarmışım. O da bana bedduâ etmiş. Ertesi günü ayılınca yaptıklarıma pişman oldum. Her yıl böyle hacca gelir duâ ederim. Fakat, her seferinde sizin gibi birisi gelir, rüyâmda gördüm Allah seni affetmedi diye söyler.
Mâlik bin Dînâr babasının yerini öğrenerek onun yanına gitti. Babası ile aralarında şu konuşma geçti:
-Hoşgeldin yâ Mâlik!
-Beni nasıl tanıdın?
-Bugün Allahü teâlâya duâ edip, seni görmeyi dilemiştim.
-Seni ziyâretimin bir sebebi var.
-Buyurun bir isteğiniz varsa hemen yerine getiririm.
-Farzet ki kıyâmet kopmuş, oğlun Abdurrahmânı tutup Cehenneme götürüyorlar. Onu bu hâlde görsen üzülmez misin?
-Sen şâhit ol ki, oğlumun kusurunu affettim.
Mâlik bin Dînâr, hemen Abdurrahmanın yanına gitti ve;
-Baban seni bağışladı. Birazdan seni görmeye gelecek, dedi.
Abdurrahmân bu sözleri duyunca bayıldı. Bu sırada babası geldi. Mâlik bin Dînârdan ricâ etti;
-Oğlumun şu an öleceğini zannediyorum. Dua edin de şehâdet getirerek rûhunu teslim etsin.
Mâlik hazretleri, şehâdeti telkin etmeğe başladı. Fakat Abdurrahmân cevap vermiyordu. Nihâyet gözlerini açıp, karşısında babasını görünce ona yalvaran bir sesle dedi ki:
-Babacığım ne olur, gel sen de benim gözümü çıkar!
-Ey gözümün nûru! Ben senden râzı oldum.
Bu sırada Abdurrahmân iki defâ şehâdet getirdi. Mâlik bin Dînâr ona sordu:
-Hâlin nasıldır?
-Baygın halde iken baş ucumda elinde topuz olan bir melek durup bana: Baban senden râzı değil! Bu topuzla senin başına vuracağım dedi. Az sonra, başka bir melek gelip yeşil bir mendille gözlerimin yaşını sildi ve dedi ki: Şehâdet getir! Baban ve Allahü teâlâ senden râzı oldu dedi. Bunları söyler söylemez rûhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehid âlim Abdullah el-Mısrî</label>

Abdullah el-Mısrî hazretleri, Mısırda yaşamış Maliki âlimlerinin büyüklerindendir. 772 (H.155) senesinde İskenderiyede dünyaya geldi. Hazreti Osmanın azadlı kölelerinden Abdülhakemin oğludur. İlk tahsilini babasından aldıktan sonra Mısırın en büyük âlimlerinin derslerine devam etti. Daha sonra İmam-ı Malik hazretlerine talebe oldu. Onun en mümtaz talebeleri arasında yer aldı. Mısıra imam oldu...İmam-ı Malikten Muvattayı işiterek rivayet eden Abdullah el-Mısrî hazretleri, Maliki mezhebinin inceliklerine vâkıf olduğu için, Mısırdaki Malikilerin reisi Eşhebin vefatından sonra Mısıra imam oldu.
Abdullah el-Mısrî hazretleri, vera ve takva sahibi bir âlimdi. Harama düşmek korkusuyla şüphelilerden da sakınır, hatta mubah olanların bazılarını bile terk ederdi. Buyururdu ki:
Dünyâda, Allahü teâlâdan en çok korkan kimse, kıyâmet günü insanların en emîni olur.
İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyleri aramakta, kişiler için zillet, âhireti aramakta ise izzet vardır. Yok olacak şeylerin peşlerinde koşarak zillete düşmek, ebedî olanı terk edip, kendisini izzete ulaştıracak şeyleri terk edene ne kadar çok şaşılır.
Bir gün de şöyle buyurdu:
Kardeşlerim! Allahü teâlânın rahmetinden öyle ümitli olunuz ki, bu ümidiniz sizi, Allahü teâlânın mekrinden emin kılmasın. Eğer bundan emin olursanız, günâhları işler, Allahü teâlânın gazâbına uğrarsınız... Yine Allahü teâlâdan öyle korkun ki, bu korku Onun rahmetinden ümidinizi kestirmesin. Ne kadar günahkâr olursanız olun, yine de Allahü teâlânın rahmet ve merhametinden ümidli olun. Tövbe ederek Allaha dönün...


Kahirede zindana atıldı!
Abbasilerin Mısırdaki valisi olan Yezid, itikadı bozuk birisiydi. Abdullah el-Mısrîye, Kurân-ı Kerîmin mahluk olduğuna dair fetva vermesini istedi. O da bunun yanlış olduğunu ve böyle bir fetva vermeyeceğini söyleyince Kahirede zindana atıldı. Bir müddet sonra da 829 (H.214) senesi Ramazan ayında zindanda şehid edildi. Vefat ederken son sözü şu oldu:
Yâ Rabbi! Senden razı olarak sana geliyorum. Beni affet. Senden başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam senin kulun ve Resulündür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdullah-ı Dehlevî ve Hakîm Nâmdâr Han</label>

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin büyüklüğüne inanan kimseler gelir duasını alırlardı. Bilhassa bir sıkıntısı veya hastası olan o mübareğin hâne-i saâdetini doldururlardı... Bu mübarek zat, Kurân-ı kerîmi okumaktan ve dinlemekten çok hoşlanır şevk hâlinin gâlib olduğu zamanlar dinleyince kendinden geçer ve; Daha okumayınız, dayanamıyorum buyururdu. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmînin Mesnevîsini de çok okutup, dinlerdi. Bu esnâda vecd hâli hâsıl olur, coşar, ilâhî muhabbete gark olurdu. Fakat bazı kimselerin yaptığı gibi dînin emir ve yasaklarına uymayan halleri görülmezdi. Her hâli dine uygun olurdu...
Bahâdır Han, talebesi oldu
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, her fırsatta insanlara Allahü teâlânın emirlerini hatırlatır, yasaklarından sakınmalarını emrederdi. Bir kerre Şimşîr Bahâdır Han papazlara mahsus bir şeyi giyerek huzuruna geldi. Onu o hâlde görünce darılıp bu vaziyette yanında oturmamasını istedi. Bahadır Han, Bu kadarına müsaade etmezseniz, bir daha yanınıza gelmem dedi. Allahü teâlâ sizin bir daha böyle buraya gelmenizi nasîb etmesin buyurdu.
Huzûrundan kızarak ayrılan Bahadır Hanın içi rahat etmeyip, üzerindeki o şeyi çıkarıp, huzuruna gelerek affını istedi ve talebesi oldu...
Delhi Câmiinin imâmı Mevlevî Fadl Ahmedin çocuğu uzun zamandır hasta yatıyordu. Bir gece rüyâda, Abdullah-ı Dehlevî hazretleri kendi evine gelip, hasta oğluna bir şey içirdi. Sabah olunca oğlunun tamâmen iyileştiğini gördü. Çok sevindi. Sıdk ve hâlis bir niyet ile biraz altın alıp, huzûruna geldi ve;


Bu altınları kabûl ediniz!
-Bunları kabûl ediniz, diye arz etti. Abdullah-ı Dehlevî tebessüm edip;
-Bu bizim geceki hizmetimizin ücreti midir? diyerek keşf-i kerâmet buyurduğunda, Mevlevî Fadl Ahmed;
-Hayır efendim, bunlar, bu geceki, lütuf ve inâyetinize şükür bile olamaz, dedi.
Abdullah-ı Dehlevî, bir gün hasta yatan Hakîm Nâmdâr Hanı ziyârete gitti. Onu sekerât hâlinde, gözlerini kapamış ve şuûru gitmiş buldu. Yakınları;
-Hastalığının gitmesi için Allahü teâlâya teveccüh ediniz, dedi. O da, hastaya bir baktı. O anda hastanın şuûru yerine geldi, gözlerini açtı. Bir müddet onunla konuştu. Abdullah-ı Dehlevî kapıdan dışarı çıkar çıkmaz hasta hemen vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerâmetler menbâı Abdullah bin Hıdır</label>

Abdullah bin Hıdır ez-Zağbî hazretleri, kerâmetleriyle meşhûr velîlerdendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1900 (H.1318) senesinde vefât etti. Beyrut ve Trablusta yaşamıştır. Trablusşamın beldelerinden Akkanın Hayzuk köyündendir. Nesebi Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretlerine dayanır. Tasavvufta da onun yolu olan Kâdirî tarîkatında yetişip kemâle ermiştir... Halk çaresiz kalmıştı!..
Abdullah bin Hıdır ez-Zağbî hazretlerinin bulunduğu köyün ahâlisi su ihtiyâcını büyük bir ağacın altındaki pınardan karşılardı. Pınarın başında bulunan ağaca büyük bir yılan yerleşmişti. Ahâli su almaya yaklaşırken bu korkunç yılan hücum ediyor su alamıyorlardı. Köy halkı çâresiz kalıp durumu Şeyh Abdullah bin Hıdır hazretlerine arz ettiler. Bunun üzerine ahâliyi toplayıp pınara gitti. Herkesin korku ile seyrettiği koca yılana ağaçtan inip gitmesi için bağırdı. Yılan ağaçtan indi ve oradan uzaklaştı. Bir daha da oralarda görünmedi. Ahâlî o günden sonra suyunu rahatça aldı...
Bu mübarek zat buyurdu ki:
Kabre yılanlar dışarıdan gelir sanmayınız. Sizin kötü amelleriniz kabirde sizin için engerek yılanıdır. Dünyâda iken yediğiniz haramlar da kabre yılan olarak gelir.
Abdullah bin Hıdır ez-Zağbî hazretleri ağır hasta idi. Son günlerini yaşıyordu. Talebeleri ve dostları etrâfında toplanmıştı. Ancak yerinden kıpırdayacak onlarla sohbet edecek takati yoktu. Gelenler çok mahzûn ve üzgün idiler. Talebeleri zikre başlayınca birdenbire yerinden kalkıp onlara katıldı. Üzerinde hiç hastalık eseri kalmamıştı.


Hem hasta hem sıhhatli!
Sevenlerinden Şeyh Abdülfettah Efendi şöyle demiştir:
Onda yürüyemeyeceği derecede ağır bir rahatsızlık görmüştüm. Bir müddet sonra üzerinde bu hastalıktan hiç eser göremedim. Merak edip sordum;
-Ceddim Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin hürmetine bu hastalığın kalkması için duâ ettim. Hastalıktan eser kalmadı, buyurdu. Ders ve sohbet bitince tekrar yatağına yattı. Şiddetli hâli geri döndü. Vefâtına kadar talebeleri gelince ağır hastalığı birdenbire kalkar, sohbet bitince dönerdi...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri