Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mücâhid velîlerden Abdullah bin Gâlib</label>

Abdullah bin Gâlib, evliyânın tanınmışlarından ve Tâbiîndendir. Zühd ve verâ sâhibi olup, din bilgilerini öğrenmek ve bunlara göre yaşamak zevkini tadan bir velî idi. Tasavvufta üstün derecelere kavuştu. Sâde ve basit bir hayât yaşardı.Evinin iki odası vardı. Bunlardan birini âilesinin ikâmetine, diğerini de ibâdet için ayırmıştı. İbâdetlerini bu odada yapardı. İbâdet etmek için yaratıldık!
Bu mübareğin, kendine has gündüz ve gece okuduğu duâları vardı. Yüz rekat kuşluk namazı kılar; Biz Allahü teâlâya kulluk için, ibâdet etmek için yaratıldık derdi. Hattâ kendisine;
-Dostlarına ve sana tâbi olanlara çok ibâdet ettiriyorsun, onları sıkıntıya sokuyorsun? diyen birine;
-Onların ibâdet etmekten ne gözleri görmez oldu ne de belleri büküldü. Allahü teâlâ kendisini çok zikretmemizi istiyor. Sen ise az zikretmemizi söylüyorsun! cevabını vermişti.


Rabbinin nîmetlerini söyle!
Abdullah bin Gâlib hazretleri, bâzan yaptığı amelleri insanlara anlatır ve insanları teşvik maksadıyla;
-Allahü teâlâ bu gece bana şu kadar rekat namaz kılmayı, şöyle zikretmeyi, şunları okumayı nasîb etti... derdi. Bu sözlerini dinleyenlerden bâzıları;
-Senin gibi bir zât ibâdetleriyle böyle övünür mü? dediklerinde, Kurân-ı kerîmden; Rabbinin nîmetlerini söyle!(Duhâ sûresi: 11) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve;
-Rabbim üzerimdeki nîmetlerini söylememi emrediyor, sizler ise gizlememi istiyorsunuz, buyurdu.


Bu harbden dönüş yoktur!
Abdullah bin Gâlib hazretleri, Zâviye Harbi denilen bir savaşa katılmıştı. Bu sırada oruçlu idi. Düşman saflarına hücum edeceği sırada başına biraz su döktü. Sonra kılıcını sıyırıp kınını kırdı ve;
-Şehîd düşünceye kadar savaşacağım. Bu harbden dönüş yoktur. Beni şehid düştüğüm yere defnedin! buyurdu.
Bu mübarek zatın son sözleri bunlar oldu. Sonra düşman saflarına daldı. Savaşa savaşa şehîd düştü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Canımı, malımı Allah'a sattım!..</label>

Büyük mutasavvıf Abdülvahid bin Zeyd hazretleri, Hasen-i Basri hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, ondan ilim ve feyz aldı. Çok talebe yetiştirdi. Bir gün şöyle bir hadise anlattı:Talebelerimi topladım ve onları cihada çağırdım. İçlerinden birisi, Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek suretiyle satın aldı. (Tövbe Suresi: 111) ayet-i kerîmesini okudu. Allahü tealanın vaadi haktır!
Bunun üzerine talebelerimin arasında bulunan on beş yaşında bir genç ayağa fırladı. Babası vefat etmiş ve kendisine büyük bir servet miras kalmış olan bu genç;
-Efendim! Allah müminlerden canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın aldı mı? Allah yolunda malını ve canını feda edenlere Cennet verilecek mi? diye sordu.
Ayet-i kerîmeyi okuyan zat;
-Evet, Allahü tealanın vaadi haktır, dedi.
Genç bu defa;
-Şahit olunuz ki, ben canımı ve malımı Allahü tealaya sattım! dedi.
Ardından ne kadar serveti varsa hepsini fukaraya ve ihtiyacı olanlara dağıttı, cihad için hiç esirgemeden harcamalarda bulundu, tedariki olmayanlara bol bol yardım etti.
Sonra bizimle beraber cihada çıktı. Yol boyunca bize ve hayvanlarımıza hizmet etti. Gece herkes yatarken o nöbet tuttu. Büyük bir şevk içinde çalışıyor, fırtına gibi sağda solda esiyordu. Gündüz oruç tutuyor, gece namaz kılıyordu.
Bir ara gencin mırıldandığını duydum. Mütemadiyen; Allahın rızasını istiyorum... Allahın rızasını istiyorum... diyordu.


Ceylân gözlü huriler gördüm
Kendisine yaklaşınca bana şunu anlattı: Rüyamda Cennet bahçesine girdim. Süt ırmakları, bal ırmakları, benzerini görmediğim nehirler etrafında süzülen huriler, altından, yakuttan, zebercetten taçlı, ipek elbiseli ve ceylân gözlü huriler gördüm. Nurdan bir çadır gördüm. Çadırda bir huri vardı ki, inci ve yakut kaplamalı bir tahtta oturuyordu. Beni görünce bana, Hoş geldin ey Allahın velî kulu. Sabret! Sen şimdilik dünyadasın. Henüz vakit var. Bizim yanımıza yarın geleceksin dedi...
Ertesi günü büyük bir çarpışma oldu. Genç hiç durmadan ileri atıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Bir ara derin bir yara aldı ve yere düştü. Derhal çadıra kaldırıp yarasını sardılar. Fakat kurtaramadılar.
Genç, ruhunu teslim ederken; rüyada gördüklerime kavuştum dercesine gülümsüyordu..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Müşfik bir asker H. Hayri Aytepe</label>

Millet, dîn ve vatan sevgisiyle dolu bir asker olan Hasan Hayri Aytepe, ömrü boyunca hoş sohbetleri ve nasihatleriyle insanlara faydalı olmaya çalıştı. Kızına yaptığı nasihatleri çok ibretlidir. Bir nasihatinde şöyle diyordu:Ey kızım! Dünyâdaki bütün insanlar mesûd olmak ister. Fekat, mesûd olan, pek azdır. Neden bu böyledir? Çünkü, saadetin neden ibâret olduğu bilinmiyor. Asıl iş, saadetin ne olduğunu bilmektedir. Müslümânlık, dünyâ ve âhiret saadetini sağlayan tek yoldur. Dünyâdaki en zor imtihân!
Dünyâdaki kısa ömrümüz içinde, en zor imtihân iffet imtihânıdır. Bu imtihânda kazanan bir insan, dünyâ ve âhiretin kahramânıdır. İnsanların kemâli (yanî kusûrsuz olması) veyâ insanın düşüklüğü, dahâ ziyâde iffet işinde belli olur. Allahü teâlâ, Kurân-ı kerîmin birçok yerinde, iffetini muhâfaza edenlere, büyük mükâfâtlar vadetmiş ve müjdeler vermiştir. İnsan günâhlarının belki de yüzde doksanı, iffet mevzuu içindedir...
Hayri Aytepe, ömrünün son günlerinde şu duayı yapmıştır:
Yâ Rabbî! Senin lutûf ve kerem ve inâyetinle, büyük sıkıntılar görmeden, uzun bir ömür yaşadım. Bu hayâtın içinde, sana karşı, pekçok günâh işledim. İrâde-i cüziyyemi, senin râzı olmadığın şeylere sarf ettim. Artık sana rücû etmek zamânım pek yakın. Bundan sonraki, dünyâ ve âhiret hayâtımın safhaları şu olacak: Dünyâ elemleri, sekerât-ül-mevt, kabir hayâtı, haşr âlemi, mükâfât ve mücâzât ihtimâlleri... Büyük günâhlarımla, bu tehlikeli geçitlerden, nasıl geçeceğimi bilmiyorum. Affına kavuşamazsam, hâlim ne olacak? İstigfâr ve duâlarım, kabûle lâyık olacak mı bilmiyorum. Senin afv ve magfiret sıfatın, tek ümîdim! Senden başka kime sığınabilirim?


Pişmânlık duygularımı eksiltme!
Yâ Rabbî! Sana inanıyorum. Kitâbında bildirdiğin gibi inanıyorum. Günâhlarımın, afv ve magfiret deryân içinde, bir damla bile olmadığını biliyorum. İşlediğim günâhlardan pişmânlık duyuyorum. Pişmânlık duygularımı eksiltme! Bu duygularımı, elem derecesine çıkart yâ Rabbî! Yâ Rabbî! Sen afv etmeği seviyorsun. Beni de, afv ettiğin kulların içine al! Sen Gafûrürrahîmsin yâ Rabbî!
1966 yılı Eylülün ikinci Cumartesi günü vefât eden Hayri Aytepe, Edirnekapı Kabristanında medfûndur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hemedan Güneşi Abdullah bin Abdân</label>

Abdullah bin Abdân Hemedânî, İslam âlimlerinin büyüklerindendir. Gazneli devleti zamanında yaşayan bu mübarek zat 1041 (H.433) senesinde Hemedanda vefat etmiştir. Hadis ilminde sened olduğu gibi, Şafii fıkhında da Hemedan şehrinin en büyük âlimiydi. Pek çok talebe yetiştirdi. Fetvaları, talebeleri tarafından kitap haline getirildi. Hemedan halkının meselelerini o hallederdi. Anadoluya İslamiyeti yaydılar

Abdullah bin Abdân Hemedânî hazretlerinin talebelerinden birçoğu, Malazgirt Savaşına katılarak Türk askerine manevi önderlik ettiler. Daha sonra Anadoluya dağılarak, buralarda İslamiyeti yaydılar. O devirde Anadoluda uzun seneler devam eden savaşlar sonunda halk fakir düşmüş, hatta açlıkla pençeleşiyordu. Burayı fetheden Selçuklu Türkleri, onlara medeniyet ve refah getirdi. Örnek yaşayışları ve insanca davranışları, onların kalblerini fethetti. Halbuki daha önce idaresi altında yaşadıkları Bizanslılar, Anadolu halkına hayvan muamelesini bile çok görüyordu. Bu sebeple kısa zamanda, hiçbir baskı olmadan kendi istekleriyle Müslümanlığı kabul ettiler...
Haçlıları durdurmak için!..
Tarihçiler Bizansın çöküşünün Malazgirt Savaşı sonrasında başladığı konusunda hemfikirdirler. Türkler için ise Malazgirt bu savaş Türklere Anadolu kapılarını açan savaş olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca Malazgirt Savaşı Haçlı Seferlerinin temel nedenlerinden biri olarak görülür. Batı, Bizanslıların doğudaki Hristiyanlığı artık koruyamadığını bu savaş sonrasında anlamıştır. İşte bu savaş Türklerin Anadoluda yaşayış sürecini başlatmıştır. Bunun şuurunda olan Abdullah bin Abdân Hemedânî hazretlerinin talebeleri bu sebeple Malazgirt Savaşına katılmışlardı...


Sana hüsnü zan ediyorum
Böyle şuurlu mücahidler yetiştiren Abdullah bin Abdân Hemedânî hazretleri, Hemedanda vefat etti. Bu mübareğin son sözleri şunlar olmuştur:
Allahü tealaya hüsnü zan ibadettir. Yâ Rabbi! Sana hüsnü zan besliyorum. Merhametinin sonsuz olduğuna ve senden başka Ulûhiyyet sıfatlarına sahip bir ilah olmadığına, Muhammed aleyhisselamın Senin kulun ve Resûlün olduğuna inanıyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Faziletli Kadıköy Müftüsü Ahmed Mekkî Efendi</label>

Ahmed Mekkî Üçışık 1896 (H.1314) yılında Vanın Başkale kazâsında doğdu. Küçük yaştan îtibâren fazîletli babasından ve amcası Seyyid Tâhâ Efendiden ilim tahsîline başladı. Medrese tahsîlini bitirdikten sonra yine babasından zâhirî ilimlerin inceliklerini alarak icâzetle şereflendi. Yüksek teveccühlerine ve himmetlerine mazhar olarak evliyâlık yolunda kemâl mertebelere ulaştı. Sağlam fetvâlar verdi...Ahmed Mekkî Efendi uzun yıllar Üsküdar ve Kadıköy Müftülüklerinde bulunup, sağlam fetvâlar verdi. Bu vazîfeleri sırasında temiz ruhlu yüzlerce genci ilim ve fazîletle süsledi. Cenâb-ı Hak, İstanbul halkını bu feyz ve bereket kaynağından yıllarca faydalandırdı. İlim öğretmek için ekseri zamanlarda talebelerine kendisi giderdi. Şâyet talebesi okumak istemezse, tatlı dili ile onu iknâ edip okuturdu.
Ahmed Mekkî Efendi, cumartesi ve pazar günleri Fâtih Câmiinde vaaz verirdi. Kendisine suâl sormaya gelenlere, Ehl-i sünnetin göz bebeği İslâm âlimlerinin eserlerine bakmadan cevap vermezdi. Hattâ bâzan aynı suâli sormak için değişik zamanlarda farklı kimseler geldiğinde, hepsinde de; Hele bir kitaba bakalım der ve kitaptan okuyarak cevâbını verirdi.
Mübarek, çok cömert idi. Gece-gündüz kapısı sevenlerine, gelenlerine açıktı. Misâfirlerine karşı her zaman ikrâm edilecek bir şeyler de bulurdu. Kendisi de çağırılan, dâvet edilen yere gider ve gittiği yerlerde büyüklerin hallerinden, yaşayışlarından bahsederdi.


Mala mülke olma mağrûr!..
Mekkî Efendi, devamlı abdestli olurdu. Dünyâ malına, mülküne değer vermezdi. Bâzı sevdiklerine sık sık şu sözü tekrar ederdi:
Mala mülke olma mağrûr, deme var mı ben gibi?/Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi...
Ahmed Mekkî Efendi 71 yaşında iken 1967 (H.1387)de âhirete irtihâl eyledi. Son sözü Elhamdülillah oldu. Cenâze namazına binlerce kişi katıldı. O zamâna kadar İstanbul böyle bir cemâati az görmüştü. Edirnekapı Kabristanına defnedildi.
Ancak, kabri üç yıl kadar sonra çevre yolu yapılması sebebiyle Ankara, Bağluma babalarının yanına nakledildi. Bu üç sene içinde cesedi aynen duruyordu. Kefeninin de kabre konduğu gündeki gibi bozulmamış olduğu görüldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Ahmed et-Ticânî</label>

Ebül-Abbâs Ahmed bin Muhammed et-Ticânî hazretleri, Tîcâniyye yolunun kurucusudur. 1737 (H.1150) senesinde Cezâyirin güneyinde Ayn-ı Mâdî denilen yerde doğdu. Seyyid, yani Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek soyundandır. Ahmed et-Ticânî hazretleri 1815 (H.1230)de Fasta vefât etti. Soyu, oğulları Muhammed Kebîr ve Muhammed Habîb ile devam etti. Mâlikî mezhebindeydi. Parlak bir zekâya sahipti
Dindâr bir âile ocağında yetişen Ahmed et-Ticânîye, Allahü teâlâ, parlak bir zekâ, zihin açıklığı ve din gayreti ihsân etmişti. Yedi yaşında Kurân-ı kerîmi ezberledi. Yirmi yaşına varmadan dînî ve edebî ilimleri öğrendi. Yirmi yaşına gelince ihlâsa (her şeyi Allah rızası için yapma) kavuşma yollarını öğreten tasavvufa meyletti. Bu arada, talebelere ders okutur, sorulan suallere doyurucu cevaplar verirdi. İlimde olduğu gibi ibâdetlerde, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmakta, Onu anıp, hatırlamakta da pek gayretli idi. Genç yaşta yüksek hallere ulaşma nîmetine kavuştu...
Ahmed et-Ticânî hazretleri Halvetiyye tarîkatına göre insanları terbiye ve irşâd etti. Bu irşâd kendine mahsus olduğundan Halvetiyyenin Ticânîyye kolu ortaya çıktı ve bu tarîkatın Afrikada İslâmiyetin yayılmasına büyük hizmeti oldu.


Şama gitmekten vazgeçti!
Ahmed et-Ticânî hazretleri Fasta uzun müddet kaldıktan sonra çoluk çocuğu ile beraber Şama yerleşmeye karar vermişti. Faslılara bu haber ağır geldi. Sanki içlerinden ciğerleri sökülüyordu! Bütün hazırlıklar tamam olup sadece yola çıkmak kalmıştı. Faslılar, Ahmed et-Ticânî hazretlerinin aralarında kalması için Resûlullah efendimizin rûhâniyetinden yardım istediler!.. Peygamber efendimizin muvâfakatı ile Şama gitmekten vazgeçince halk çok sevindi.
Ahmed et-Ticânî hazretleri, artık 80 yaşındaydı. Bereketli ömrünün son anlarına gelmişti. Gece boyunca; Allah Allah! Bir nûr kalbimi yaktı sözünü tekrarladı. Sabaha yakın yanında bulunanlara dönüp; İşte Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem halîfeleri ile beraber geldi, hepiniz kalkınız buyurdu. Birkaç kişi hâriç diğerleri çıktılar. Bir müddet sonra rûhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanefî fıkıh âlimi Ebü'l-Hasen-i Kerhî</label>

Ebül-Hasen-i Kerhî, hadîs ve Hanefî fıkıh âlimidir. 260 (m. 874) yılında Irakın Kerh bölgesinde doğdu. Bundan dolayı Kerhî nisbesiyle anılmıştır. Ömrünün büyük kısmını Bağdâdda geçirdi. 340 (m. 952) yılında yine orada vefât etti. Ebül-Hasen-i Kerhînin fıkıh ilminde en meşhûr hocası; İmâm-ı azam Ebû Hanîfe hazretlerinin torunu İsmâil bin Hammâddan ilim öğrenmiş olan Ebû Saîd Ahmed bin Hüseyn Bürdeîdir... Meselede müctehid oldu
Bu mübarek zat, dîn-i İslâmın inceliklerine vâkıf olabilmek için çok çalıştı. Daha önce yapılmış bütün ictihâdları öğrendi. Verilen bütün fetvaları ezberledi Hanefî mezhebinin tafsili delillerinin hepsini öğrendi. Ahmed İbni Kemal Paşa hazretlerine göre Meselede müctehid oldu. Müctehidlerin üçüncü tabakasından olan bu âlimler, mezheb imamının bildirmediği meseleler için, mezhebin usûl ve kaidelerine göre ahkâm çıkarırlarsa da, imâma uygun çıkarmaları şarttır.
Ebül-Hasen-i Kerhî hazretleri, hocası Ebû Saîd Bürdeî ve kadı Ebû Hazmdan sonra Abbasî devletinin başşehri Bağdâdda Hanefî âlimlerinin reisi oldu. Müslüman devlet adamlarına nasîhatlerde bulunur, onların İslâmiyete uygun hareket etmelerini tenbih ederdi. Böylece bu devlet adamlarının âdilâne idareleri altında, insanların huzur içinde yaşamalarına vesîle oldu. Yetiştirdiği âlimlerden çeşitli bölgelere gönderdiği kadılar da, verdikleri âdil hükümler ve güzel nasîhatlerle, insanların dünyâ ve âhirette mesûd olmalarına sebeb oldular.
Ebül-Hasen-i Kerhî hazretleri, o kadar hürmet görüp insanlar tarafından çok sevildiği halde, dünyâ malına hiç itibar etmez, zaruret miktarı dünyâlığı kendisi için yeterli bulurdu. Gündüzleri oruç tutar, geceleri hep ibâdet ederdi. Ömrünün sonuna
doğru felç oldu. Çok sıkıntı çekti. Sabrı ve tevekkülü çok fazlaydı.


Validen yardım istediler
Talebeleri, son günlerini şöyle anlatır:
Vefatına yakın felç oldu ve ilaçları için çok paraya ihtiyaç vardı. Başka çare kalmayınca Vali Seyfüddevle bin Hamdana haber gönderip para istediler. Hocamız Ebül-Hasen-i Kerhî hazretleri bunu haber alınca ağlayarak; Yâ Rabbi! Beni kendinden başkasına muhtaç etme! Gelecek para bana ulaşmadan canımı al! diye dua etti. Mübarek, biraz sonra valinin gönderdiği on bin altın oraya ulaşmadan son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmam-ı Şafii'nin talebesi Ebû Yakub el-Buveytî</label>

Ebû Yakub el-Buveytî, Bağdadda yaşamış olan kelam âlimlerindendir. İmam-ı Şafii hazretlerinin talebesidir. Mutezileye karşı Ehl-i sünnet itikadını canla başla müdafaa ederdi...İmam-ı Şafii hazretlerinin, Muhammed bin Abdulhakem adında bir talebesi vardı. İlimde ileri derecedeydi. Mısır halkının hiç şüphesi yoktu ki, İmam-ı Şafii hazretlerinin vefâtından sonra yerine bu talebesi geçecektir!..
Son hastalığında İmam-ı Şafii hazretlerine bu mesele soruldu: Makamınıza kim oturacak?
-Efendim, sizden sonra makamınıza kim oturacak? Ders halkasının başına kim geçecek?
Soranlar, talebesi Muhammedi işaret ede?cek sanıyorlardı. Hattâ o esnada baş ucunda oturmakta olan Muhammed uzanıp kendini gösterdi. İmam-ı Şafii hazretleri buyurdu ki:
-Sübhânallah, bunda şüpheye ne hacet, Ebû Yâkûb Buveytî yerime geçecektir!
Bu soruyu soranlar şaşırmışlardı. Çünkü Muhammed bin Abdulhakemin ilmini biliyorlardı. Ancak İmam-ı Şafii hazretleri zâhid, daha mütteki talebesi Ebû Yakub el-Buveytîyi yerine halife bırakmıştı...
Abbasi halifesi Memun, mutezile fırkasından idi. Kurân-ı Kerime mahluk diyordu. Mutezilenin bütün İslam âleminde yayılması için çalışıyordu. Hatta kendisine bu hususta karşı gelen âlimleri hiç acımadan cezalandırıyordu. 845 senesinde o mübareği sarayına çağırdı ve;
Kurân-ı Kerim mahluktur diye fetva ver, bunu her tarafa yayacağım dedi. Fakat Buveyti hazretleri;
Kurân-ı Kerim mahluk değil, Allah kelamıdır diye ısrar etti.


Zincire vurularak dolaştırıldı!
Bunu üzerine zincirlere vurularak bir hayvana bindirildi ve bütün şehirde dolaştırıldı. Bu esnada kendisini görmeye gelenlere şunları söylüyordu:
Allahü teâlâ kâinatı kün sözüyle yaratmıştır. Kün sözü Kurân-ı Kerimde vardır ve eğer mahluk ise, mahluk mahluku yaratmış olur. Allaha yemin ederim ki, ben bu demirler altında öleceğim. Tâ ki benden sonra gelenler, bu uğurda demirler altında ölenlerin bulunduğunu bilsinler...
Bu onun son sözleri oldu ve biraz sonra şehid ettiler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis ve fıkıh âlimi Kays bin Âsım</label>

Kays bin Âsım, Tebe-i tabiindendir. Hadis ve fıkıh âlimidir. Kendisinden, bazı hadis âlimleri hadis-i şerif rivayet etmişlerdir. Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz hazretlerinin dayısıdır. İlim sahibi olmasının yanında, Bizans ile yapılan savaşlara da katılarak büyük kahramanlıklar göstermiştir. Bu mübarek zatın hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki: En kötü hastalık!..
Size, sıkıntısı ve zorluğu olmayan, övülecek bir şey söyleyeyim mi? Güzel ahlâk, çirkin ve beğenilmeyen şeyi terk etmek. En kötü hastalık da; alçak ve düşük ahlâk, çirkin sözleri söylemekdir.
Edebin başı akıllıca hareket etmektir. Yapılmayan, yerine getirilmeyen sözde hayır yoktur. Cömertlik olmayınca malın, vefâ olmayınca arkadaşın hayrı yoktur.
Arkadaşlık çok ince bir şeydir. Onu korumazsan zarar gelebilir. Dâimâ kızgınlığın zamânında kendine sâhip olarak onu koru ki, sana haksızlık eden gelip, senden özür dilesin. Olan ile yetin. Fazlasını arama. Akadaşının kusuruna bakma.
Başına gelen musîbeti hiçbir kula şikâyet etme. Çünkü şikâyet ettiğin kişi, bunu söylemekle kendisini üzeceğin bir dost veya kendisini sevindireceğin bir düşmanın olabilir.
Kays bin Âsımın vefatı yaklaştığında oğullarını çağırdı ve buyurdu ki:


İstemekten sizi sakındırırım!
Oğullarım, beni iyi dinleyin! Zira size benden iyi nasihat eden olmaz. Ben öldüğüm zaman büyüğünüzü öne geçirin. Küçüğünüzü öne geçirmeyin ki insanlar büyüğünüzü ahmak ve cahillikle suçlamasın. Onlara karşı hakir duruma düşmeyin. Mali durumunuzu ıslah sadedinde malı iyi kullanın. Çünkü mal, kerim kişilerin anlaşılması ve bilinmesi için bir vasıtadır. Onunla aşağılık kişilerden korunulur. İstemekten sizi sakındırırım. Zira bu, kişinin kazancının en son ihtimalidir. (Yani istemeye başladığında çalışmayı terk eder.) Ben öldüğüm zaman beni namaz kıldığım ve oruç tuttuğum elbisemle defnedin. Sakın arkamdan bağırıp çağırıp yas tutmayın. Beni kimsenin bilemeyeceği bir yere gömün. Zira bu mahalde Bikr bin Vail ile cahiliyye zamanında bir kan davası vardı. Sizin aranıza bunu tekrar sokmasından ve dininizi ifsat etmesinden korkarım!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh-ül-Harem Abd bin Ahmed</label>

Abd bin Ahmed, hadis, kelam ve Maliki fıkıh âlimidir. 966 (H. 355) senesinde Endülüste (İspanya) dünyaya geldi. İlim tahsili için memleketinden çıkıp, Mısır, Bağdad, Şam ve Mekkeye gitti. Orada yerleşti ve evlendi. Mekkenin Şeyh-ül-Haremi oldu. Zamanının en büyük hadis âlimiydi. Hadis ve Maliki fıkhı üzerine birçok kitap yazdı. Kendisinden birçok hadis âlimi, hadisi şerifler rivayet etmişlerdir.Bu mübarek zat, Mekkede cömertliği ile meşhur oldu. Eline geçen her şeyi fakirlere verirdi. Dünya malına hiç ehemmiyet vermezdi. Sohbetlerinde buyurdu ki: Kalbinizle terk etmeyi beğenir
Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz. Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar. Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler. Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terk etmeyi değil, kalbiniz ile terk etmeyi ister ve beğenir.
Yine bir gün buyurdu ki:
Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler. O ibâdetler, o kulun azıtmasına sebeb olur. Yâni kibir ve ucba kapılmasına yol açar. Yine öyle zaman olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür. O günâhı sebebiyle kul o kadar üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebeb olur. Hâline bakıp gafletten uyanır. Tövbe ve istigfâr eder. Bu her iki durumda da atılgan olmamalıdır. Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de; O bizi affeder diyen kullarını sevmez. Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur. Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir.


Günahlarımla geliyorum!..
Abd bin Ahmed hazretleri 1043 (H.434) senesinde Mekkei Mükerremede vefat etti. Vefat ederken son olarak şunları söyledi:
Yâ Resulallah! (Her peygamberin bir duası vardır. Ben, duamı kıyamet gününde ümmetim için saklamak istiyorum) buyurdun! Allahü teâlânın huzuruna az ibadet ve çok günah ile geliyorum. Bana şefaat buyur. Allahü teâlânın tek ilah olduğuna ve senin, onun kulu ve resulü olduğuna iman ediyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Azılı müşrik Amr bin Abdûd</label>

Mekkeli müşrikler Bedirin intikamını almak için Medine önlerine gelmişlerdi. Fakat o da ne? Karşılarında bir hendek görerek şaşkına döndüler! Resûlullah efendimiz şehrin etrafına çepeçevre hendek kazdırmıştı... Müşrik ordusunun bu hendeği aşması mümkün görünmüyordu. Medîne kuşatması bu şekilde bir ay devâm etti...Düşman ordusu, bütün gücüyle şiddetli bir saldırıya geçti. Muharebenin iyice şiddetlendiği yirmi ikinci gün, müşriklerin en azılılarından Amr bin Abdûd, hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Müslümanlardan hiç kimse Amrın davetine cevap vermedi. Amr, bir daha meydan okudu. Yine cevap alamadı. Yedi kere böyle oldu. Yâ Ali! Benim atıma bin!
Yedincide Resûlullah efendimiz, Hazreti Aliyi çağırdı, huzuruna oturttu:
-Yâ Ali! Benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûdun önüne yiğitçe, cesaretle var. Onun heybetinden, uzun boyundan endişe etme. Ben Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum, buyurdu.
Hazreti Ali atına bindi. Kılıcını kuşandı. Avını gözetleyerek giden bir arslan gibi, Amrın önüne vardı ve aralarında şu konuşma geçti:
-Yâ Amr! Duydum ki sen Kâbenin karşısında ahd etmişsin! Kureyşten bir kişi senden iki şey istese birini yaparmışsın, öyle mi?
-Evet öyle söz verdim.
-Biliyorsun ben Kureyştenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabul et!
-Neymiş o isteklerin?
-Birinci isteğim, Allahın birliğini kabul edip, Resûlünün Hazreti Muhammed olduğunu ikrâr ve tasdîk etmendir.
-Bunu kabul etmiyorum, diğer isteğin nedir?
-İkinci isteğim bu iki kuvveti kendi hallerine bırakıp, Mekke-i Mükerremeye dönmendir.
-Bunu kabul ederim, ancak Ebû Bekr, Ömer ve Osmanın başlarını keserim.
-Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?
-Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyânın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem.
-Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim!
Hazreti Alinin bu sözü üzerine Amr, atından indi. Hazreti Ali de indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hazreti Ali bir fırsatını bulup, Amrın uyluğunu bir kılıç darbesiyle kopardı. Artık işi bitti, diyerek geriye dönüp gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hazreti Aliye fırlattı. Hazreti Ali hemen dönüp Amrın başını kesti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirip şöyle buyurdu:
-Alinin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dul bir kadın ve cömert Yahudi...</label>

Bir Kurban Bayramı arefesinde, dul bir kadın yanında yetim çocuğu ile zengin bir Müslümanın giyim eşyası satan mağazasına girerek, Allah rızası için yardım istedi. Adam fakir kadına yardım etmediği gibi, hakaretler ederek kovdu. Kapı dışarı edilen kadıncağız, mahzun bir hâlde oradan ayrılıp giderken, o Müslümanın karşısında, aynı şeyleri satan bir dükkanın sahibi olan Yahudi olanları gördü ve kadını ısrarla dükkana çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu söyledi... Cennet elbiseleri giyesin!Naçar kalan zavallı kadın ve çocuğu, Yahudinin dükkanından beğendikleri elbiseyi giydiler. Kadın;
-Allahü teala sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, diye dua etti...
Dul ve yetimi dükkanından kovan adam, o gece bir rüya gördü... Kıyamet kopmuş ve kendisi cennete girmişti. Cennette gezerken gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Kapısında da kendisinin ismi yazılı idi. İçeri girmek istedi. Fakat kapıdaki melekler adamı içeri almadılar.
-Dur bakalım nereye gidiyorsun? dediler. Adam durdu:
-Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sordu. Melekler şöyle cevap verdiler:
-Düne kadar senindi ama, dün başkasına verildi. Senin isminin yerine, verilen adamın adı yazılacak.
Adam heyecan içinde uyandı ki, yatakta yatıyor. Kendi kendine; Eyvah ben ne yaptım!.. Demek ki köşk, benden sonra onları giydiren Avram Efendinin olmuş dedi.
Sabah Avram Efendinin dükkanına gitti:
-Avram Efendi, dünkü dul kadına sen kaç liralık elbise verdiysen onların parasını sana ben vereceğim, dedi.
Avram Efendi bir altın değerinde elbise verdiğini söyledi. Adam:
-Madem o kadarmış al sana onun iki misli, dedi.
Fakat Avram Efendi olmaz dedi...


Ben Müslüman oldum!..
Adam değerini yükseltti ve yükselttikçe Avram Efendi olmaz diyordu... Ve adam yüz altın, iki yüz altın vermeğe başladı ama, artık Avram Efendinin de sabrı taşmıştı:
-Olmaz komşu olmaz, o köşk yüz altınla bin altınla satın alınmaz... O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve işte Müslüman oldum. O köşk düne kadar senindi, sen daha evvel yaptığın hayır-hasenatla o köşkü yaptırmıştın ama, dün bana sattın! Ben onu tekrar sana satmaya niyetli değilim...
Müslüman olan Avram Efendi, bu hadiseden kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri