Zaman hakkında duyularımızla algıladığımız şey, nesnelerin arka arkaya gelen konumları oluyor. Fizikçilerin "hareket", felsefecilerin "süreklilik içinde yaşanan oluş ya da değişim" diye niteledikleri şey. Geçmiş, şimdi ya da gelecek hakkında düşündüğümüzde, bu düşünme faaliyetinin 'oluştuğu' yer de bellektir demek abes olmaz. Peki insan genellikle hangisinin sınırlarında geziniyor? Einstein bununla ilgili olarak zamanın psikolojik kökenine bakmamız gerektiğini ve birey için zaman kavramını kurcalarken karşılaşacağı şeyin/kavramın "anımsama" olduğunu söyledi. Anımsama, şimdi ile daha önce olduğu düşünülen yaşantı arasında bir bağlantı oluşturur. Ya da bunların bağlantısı sonucu oluşan şeydir. Böylece herkes için öznel bir zamanın ortaya çıkacağını belirtti. Ya da böyle bir şeydi, neyse işte, anımsadığım kadarını vızıldıyorum.
Hasılı zamanı geçmiş şimdi ve gelecek üçlüsünün üzerinde durduğu düz bir çizgide kabul edersek (ki böyle kabul etmekte çok zorlanmayız) hangisinde daha çok yaşadığımız, ansımalarımızın hangisinden yola çıktığı tek tek her fertte değişiklik gösterebilir. Yine de tamamen bireysel olmaktan çok sosyal çevreyle yakından ilgili bir hâl/olgu olduğunu düşünüyorum. Tasavvufun ibn'ul-vakt dediği, olumlanarak anlatılan şimdinin hakkını veren o güçlü bellek bile andaki kuvvetini geçmişle kurduğu derin ansıma bağına borçlu. Geçmiş her anın içinde bile bizimle ilerleyen bir şey. Kaçış yok ve buna gerek de yok. Sadece şimdiyi boğan bir siyahlık olmaması için ne yapmalı, bunu düşünmek gerek.
Gelecek mi? Çoğunlukla fantezi. Hakkında konuşmayı çok da sevmediğim bahis. Saygılarımla sevgili dostlar..