- Katılım
- 28 Nis 2022
- Mesajlar
- 831
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 2,768
- Puanları
- 93
- Konum
- Dünyadan Uzak
- Web sitesi
- www.youtube.com
- Burç
- Koç
- Hobim
- Hunharca Kitap Okumak =)
- İsim
- Betül Güler
- Meslek
- Yazar / Seslendirme Editörü
- Cinsiyet
26.07.2022
spesifikay
‘Dünyaya bir daha gelirsem , aşık falan olmayacağım, ya da mükemmelliyetçi bir ruhla birlikte olmayacağım’ diye diye kendi kendine konuşarak ortalığı toplamaya çalışan kız , eline aldığı kırlentin elinin avucuyla sertçe tozunu alıyor , sinirden olmadık işler çıkarıyordu. Annesi mutfakta koca bir leğen hamur yoğurmuş almış olduğu siparişleri yetiştirmeye çabalıyordu. Kadın ‘Kızzzz nerdesin , gelsene , yetişmeyecek , akşama değin bitmesi lazım keçelerin , çabuk gel ‘ diye bağırdı . O sırada mutfak kapısında beliren Ayşe , sinirden birden gülmeye başladı . ‘’İlahi anne , ne keçesi kete olmasın onlar, hiç güleceğim yoktu , yine kavga ettik Kerim’le , hırsımdan ortalığı dip bucak dökecektim, sayende keyfim yerine geldi.’’ deyip annesinin yanına çömeldi.
Ayşe çok tez canlı bir kızdı. Bu huyu eline sakarlık diline ise laf canbazlığı verirdi. Tam sakarlıkta denilemez aslında insanlara zarar veremediğinden bütün enerjisini eşyalara verir bazen bir bardağı yahut tabağı hışımla duvarlara savurur ortalığa dağılan cam parçalarıyla bütün öfkesi dağılır, sakince söylene söylene döküntüleri temizlerdi. Eğer o an herhangi biri akıl vermeye kalkışırsa ağzına geleni sayar , susmak bilmezdi. Annesi hayret ederdi soluksuz makineli tüfek gibi konuşan kızına. ‘Ay fena olacağım gözünü seveyim tamam kızım yeter ki sus aaa ‘ der masuscuktan bayılır gibi kendisini çekyatın üzerine bırakıverirdi. Ayşe annesinin tansiyon hastası olduğunu bildiği için korkar , hemencik susuverirdi.
Kimi zaman da böyle sinirlenip öfkelendiği burnundan soluduğu vakitlerde daldan dala atlar ne dediğini anlatamaz, aklını toparlayana kadar kendisini işe verirdi. Abisi Ali kardeşinin huyunu bilir ‘Yine kim tavuklarına kişt dedi bakim senin diye ‘ iyice damarına basar Ayşe’yi deli ederdi. Ayşe abisi nişanlısı ile aynı yaşta olduğundan üstelik asker arkadaşı olduklarından abisini bir köşeye sıkıştırır , nişanlısıyla aralarında olup biteni anlatıp abisinden akıl alırdı. Hoş burnunun dikine giden bir kızdı , kolay kolay kimse ikna edemezdi onu. Tecrübelerden ders çıkaracağına bile bile hataya düşerdi. Yanlışta olsa yaşayarak bizzat şahit olarak öğrenmek isteyenlerdendi.
Kerim öksüz ama çok zeki bir delikanlıydı. Üniversiteyi yüzde yüz burslu kazanmış , çocukluğundan beri kendisine bakan amcasına daha fazla yük olmamak için sabahlara kadar çalışıp istediği bölümü üstelik ücretsiz kazanabilmeyi başarmıştı. Ali Kerim’in amcasında kaldığı süre içerisinde yaşadığı zorlukları biliyordu. Askerde can ciğer ahbap olduklarından nöbet tuttuklarında devriyeleri değişir aynı bölgede aynı vakitlerde nöbet tutarlardı. Görev sırasında birbirleriyle dertleşir vatan hasreti , sıla ve özleme dair tüm duygularını bir nebzede olsa hafifletmeye çalışırlardı.
Kerim sayısal derslerde çok başarılı olduğu için , amcasının çocuklarının derslerini zoraki olarak yapmak durumundaydı. Üstelik yengesi kendi çocuklarının ödevi bittikten sonra köylere elektriğin henüz verilmediği, akşamları ispirtodan gaz lambalarının ışığında oturulduğu o zamanlarda , çok fazla gaz gidiyor diye lambayı söndürüp kilere kaldırarak kilitler Kerim sabah namazına kadar mum ışığında ders çalışmak zorunda kalırdı. Anneden babadan mahrum kalmanın büktüğü omuzları gördüğü muamele karşısında ezikliğini iyice depreştirirdi. Acılarını , kederlerini gözyaşlarını içine akıtarak saklardı. Başarıya adadığı hırsıyla okulunda ‘zehir ‘ lakabı almayı sağladı.
‘Helal olsun be Kerim yine en yüksek notu sen almışsın, oğlum ne ile besleniyorsun bize de söyle de bizde nasiplenelim ‘ diye her sınav sonunda Kerim’in başına üşüşürlerdi. ‘Az laf, çok iş ‘ deyip aralarından sıyrılır giderdi Kerim. Kendisini kitap okumaya verdiğinde yahut ders çalıştığında yanında top patlasa duymazdı. Hiç bir kavagaya karışmaz , hiç kimseyle oturup kalmaz, oyunlarda kimse onu gurubuna almaz , zaten sayısal derslerde çözemedikleri soruları sormak dışında kimse Kerim’le muhatap olmazdı. Başı sıkışan Kerim’i kütüphanede ders çalışırken bulacağını bilir , eğer kütüphanede yoksa boş bir sınıfta çocuklara ders anlatırken görürdü.
Köy okulunun arka bahçesinde iki büyük taşa sıkıştırılmış direklerden kaleler oluşturulmuş, hafta bir gün sınıflar arası küçük çaplı futbol müsabakası yapılırdı. Ortaokul son sınıflar bahçede futbol oynarken , Kerim’in amcaoğlu telaşla yanlarına gelip ‘Heyyy ahali beni dinleyin , bizim zehir matematik örtmeniyle tartışıyor , koşun koşun ‘ diye ortalığı velveleye verdi. Oldukça hararetli bir maçın ortasına denk gelen bu çağrı bütün oyuncuların dikkatini celp etmeye yetmişti. Sırtlarından, alınlarından aşağı akan terlere , kuruyan dudaklarına aldırmaksızın maçtaki tempolarını bozmadan sınıfa doğru koşmaya başladılar. Grup halinde merdivenlerden çıkan öğrencilerin koridorda çıkardığı gürültü koğuş inzibatının talimini andırıyordu. Bir kaç adım sonra sınıfının kapısından içeriye bir gurup öğrenci girdi ve tahta da matematik öğretmenine işlem anlatmaya çalışan Kerim’e gözlerini sabitleyip dinlemeye başladı.
Öğretmen polinom sorusunun cevabını yanlış yapmıştı. Kerim bu soruya itiraz ediyor , öğretmenine tane tane işlem hatasının olduğu yeri söylemeye çabalıyordu . Ama öğretmen ısrarla sorunun cevabının doğru olduğunu söylüyor , kendisinden küçük bir genç tarafından uyarılmayı , hatasının bulunmasını hazmedemiyor , inkar ederek olayı örtbas etmeye çalışıyordu. Çıkan gürültüler okulda yankı yapınca , okul idaresinden Rıfkı Bey kapıda belirip ‘ Ne oluyor yahu , bina başımıza çökecek sandık, bu gürültüde nedir ?’ dedikten sonra durumu öğrendi. Branşı matematik olan okul muavimi Kerim’in haklı olduğunu söyleyince tartışma sona erebilmişti. Çocuklar birden ‘ya ya ya şa şa şa Kerim Kerim çok yaşa ‘ deyince öğretmenin yüzü kızarmış , Rıfkı Bey’in de diline düşmüştü o günden sonra .
Kerim ve Ali’nin küçüklük maceraları her nöbetin baş köşesinde yerini alırdı. Ali gülmekten yerlere yatarken Kerim yaşadığı bütün anılarda sahipsizliğin, anne babadan yoksun büyümenin hüznünü tavırlarına yansıtırdı. Alay komutanı Kerim’in mütevazi duruşunu çok beğenir ,evlat sahibi olamamanın burukluğunu ‘Len Kerim oğlum olsa senin kadar sevemezdim , herhalde ‘ diyerek gidermeye çalışır , onu tıpkı bir babanın sevgisiyle sever , kollardı . ‘Mektepliye karışan karşısında beni bulur , ilişmeyin sakın çocuğa mıntıka temizliği yaparsınız ona göre ‘ diye buyurgan konuşur , gözlerinden kederin aktığı bu delikanlıyı teskerisini eline verene kadar gözetirdi.
Ayşe evlendiklerinde şehirde yaşamak istiyordu , köy hayatını sevmiyordu. Halbuki artık köylerin şehirden bir farkı yoktu. Bütün evlere elektrik ve su gelmişti. Derme çatılara güneş enerjisinden çalışan makineler takılmış , sıcak su helalara kadar kullanılır hale gelmişti. Kerim baba yadigarı bu topraklardan ayrılmak istemiyordu. Mezun olmasına son bir yıl kalmıştı ve hiç bir masrafı olmadığından okul dışında çalışıp kazandığı parayı biriktirerek , köyde ki babasının arazisine ev yapmayı planlıyordu. Arazi Ayşe’nin ailesine de sadece beş kilometre uzaklıktaydı . Ama Ayşe inat ediyor ‘şehirde yaşamazsak nişanı atarım’ diye oğlanı daraltıyordu. Bulduğu her fırsatta da abisine şikayet ediyor , arkadaşını ikna etmesi için ona yalvarıyordu.
Ali ; ‘Haklı çocuk , ne diye inat ediyorsun ki , pırlanta gibi çocuk , sana bir fiske vurmaz , bak Fatma’ya -Fatma Ayşe’nin en samimi arkadaşı,sırdaşı dostuydu- şehirli çocukla evlendi de noldu , kocası içki kumar masalarından kalkmıyor , her gün kızı dövüyormuş, ha Kerim temiz çocuk , şehire de gitse duruşunu bozmaz , korkarım sen şirazeden kayar , çocuğu bezdirirsin alimallah ‘ deyip kahkaha atmaya başlardı . Parmaklarını avuçlarına kapatıp yumruk haline getiren Ayşe Ali’nin omuzuna sert bir darbe vururken ‘Ya sen ne biçim abisin böyle , bir ayağımız şehirde olsa fena mı olur yani , ikimizden başka kimi var annemlerin , bir ayağım zaten burada olacak , nolur abi yardım et ,ikna edelim ,ne istersen yaparım ‘diye gerdan kırarak konuşurdu. ‘Valla ikna falan etmem , aferin çocuğa iyi yapıyor , atıyorsan at nişanı , ben de gider Recep emminin kızı Hatçe’yi ona istemezsem namerdim’ deyip yine gülerdi. ‘Seni anneme şikayet edeceğim , istikbalimle de oynuyor hele bak vicdansız seni .’ deyip abisinin yanından ayrılırdı.
‘Kız neye daldın hamur yumuşadı iyice ocağın altını yakıversene ‘ diye bacağına oklavayla hafifçe vurdu annesi. Ayşe yuvarlanan bezeleri açıp içine harcını doldurduktan sonra keteleri dizdiği tepsiyi sağ eliyle yukarı doğru kaldırıp tezgahın yanında ki masanın üzerine koydu. Kırmızı çakmakla yaktığı ocağın gözü göz kırpar gibi bir iki kapanıp açıldıktan sonra orta ayarda yanmaya başladı . Keteden kalan hamurları bazlama olarak pişireceklerdi. Yanan ocağa tavayı yerleştirdikten sonra keteleri pişirmek üzere fırın tepsisine aldı. ‘Ne yapalım sağlık olsun , nişanlısını Hatçe’ye kaptırdı dedirtecek göz var mı bende ?’ derken yüzünde gayri ihtiyari tebessüm belirmişti. ‘Kızzz ne sırıtıyorsun hadi tava yandı ya, çabuk tut elini ‘ diyen annesinin sesiyle bazlamayı kızgın tavanın üzerine koydu. Hamurun kokusu bütün odayı sarmıştı.
spesifikay
‘Dünyaya bir daha gelirsem , aşık falan olmayacağım, ya da mükemmelliyetçi bir ruhla birlikte olmayacağım’ diye diye kendi kendine konuşarak ortalığı toplamaya çalışan kız , eline aldığı kırlentin elinin avucuyla sertçe tozunu alıyor , sinirden olmadık işler çıkarıyordu. Annesi mutfakta koca bir leğen hamur yoğurmuş almış olduğu siparişleri yetiştirmeye çabalıyordu. Kadın ‘Kızzzz nerdesin , gelsene , yetişmeyecek , akşama değin bitmesi lazım keçelerin , çabuk gel ‘ diye bağırdı . O sırada mutfak kapısında beliren Ayşe , sinirden birden gülmeye başladı . ‘’İlahi anne , ne keçesi kete olmasın onlar, hiç güleceğim yoktu , yine kavga ettik Kerim’le , hırsımdan ortalığı dip bucak dökecektim, sayende keyfim yerine geldi.’’ deyip annesinin yanına çömeldi.
Ayşe çok tez canlı bir kızdı. Bu huyu eline sakarlık diline ise laf canbazlığı verirdi. Tam sakarlıkta denilemez aslında insanlara zarar veremediğinden bütün enerjisini eşyalara verir bazen bir bardağı yahut tabağı hışımla duvarlara savurur ortalığa dağılan cam parçalarıyla bütün öfkesi dağılır, sakince söylene söylene döküntüleri temizlerdi. Eğer o an herhangi biri akıl vermeye kalkışırsa ağzına geleni sayar , susmak bilmezdi. Annesi hayret ederdi soluksuz makineli tüfek gibi konuşan kızına. ‘Ay fena olacağım gözünü seveyim tamam kızım yeter ki sus aaa ‘ der masuscuktan bayılır gibi kendisini çekyatın üzerine bırakıverirdi. Ayşe annesinin tansiyon hastası olduğunu bildiği için korkar , hemencik susuverirdi.
Kimi zaman da böyle sinirlenip öfkelendiği burnundan soluduğu vakitlerde daldan dala atlar ne dediğini anlatamaz, aklını toparlayana kadar kendisini işe verirdi. Abisi Ali kardeşinin huyunu bilir ‘Yine kim tavuklarına kişt dedi bakim senin diye ‘ iyice damarına basar Ayşe’yi deli ederdi. Ayşe abisi nişanlısı ile aynı yaşta olduğundan üstelik asker arkadaşı olduklarından abisini bir köşeye sıkıştırır , nişanlısıyla aralarında olup biteni anlatıp abisinden akıl alırdı. Hoş burnunun dikine giden bir kızdı , kolay kolay kimse ikna edemezdi onu. Tecrübelerden ders çıkaracağına bile bile hataya düşerdi. Yanlışta olsa yaşayarak bizzat şahit olarak öğrenmek isteyenlerdendi.
Kerim öksüz ama çok zeki bir delikanlıydı. Üniversiteyi yüzde yüz burslu kazanmış , çocukluğundan beri kendisine bakan amcasına daha fazla yük olmamak için sabahlara kadar çalışıp istediği bölümü üstelik ücretsiz kazanabilmeyi başarmıştı. Ali Kerim’in amcasında kaldığı süre içerisinde yaşadığı zorlukları biliyordu. Askerde can ciğer ahbap olduklarından nöbet tuttuklarında devriyeleri değişir aynı bölgede aynı vakitlerde nöbet tutarlardı. Görev sırasında birbirleriyle dertleşir vatan hasreti , sıla ve özleme dair tüm duygularını bir nebzede olsa hafifletmeye çalışırlardı.
Kerim sayısal derslerde çok başarılı olduğu için , amcasının çocuklarının derslerini zoraki olarak yapmak durumundaydı. Üstelik yengesi kendi çocuklarının ödevi bittikten sonra köylere elektriğin henüz verilmediği, akşamları ispirtodan gaz lambalarının ışığında oturulduğu o zamanlarda , çok fazla gaz gidiyor diye lambayı söndürüp kilere kaldırarak kilitler Kerim sabah namazına kadar mum ışığında ders çalışmak zorunda kalırdı. Anneden babadan mahrum kalmanın büktüğü omuzları gördüğü muamele karşısında ezikliğini iyice depreştirirdi. Acılarını , kederlerini gözyaşlarını içine akıtarak saklardı. Başarıya adadığı hırsıyla okulunda ‘zehir ‘ lakabı almayı sağladı.
‘Helal olsun be Kerim yine en yüksek notu sen almışsın, oğlum ne ile besleniyorsun bize de söyle de bizde nasiplenelim ‘ diye her sınav sonunda Kerim’in başına üşüşürlerdi. ‘Az laf, çok iş ‘ deyip aralarından sıyrılır giderdi Kerim. Kendisini kitap okumaya verdiğinde yahut ders çalıştığında yanında top patlasa duymazdı. Hiç bir kavagaya karışmaz , hiç kimseyle oturup kalmaz, oyunlarda kimse onu gurubuna almaz , zaten sayısal derslerde çözemedikleri soruları sormak dışında kimse Kerim’le muhatap olmazdı. Başı sıkışan Kerim’i kütüphanede ders çalışırken bulacağını bilir , eğer kütüphanede yoksa boş bir sınıfta çocuklara ders anlatırken görürdü.
Köy okulunun arka bahçesinde iki büyük taşa sıkıştırılmış direklerden kaleler oluşturulmuş, hafta bir gün sınıflar arası küçük çaplı futbol müsabakası yapılırdı. Ortaokul son sınıflar bahçede futbol oynarken , Kerim’in amcaoğlu telaşla yanlarına gelip ‘Heyyy ahali beni dinleyin , bizim zehir matematik örtmeniyle tartışıyor , koşun koşun ‘ diye ortalığı velveleye verdi. Oldukça hararetli bir maçın ortasına denk gelen bu çağrı bütün oyuncuların dikkatini celp etmeye yetmişti. Sırtlarından, alınlarından aşağı akan terlere , kuruyan dudaklarına aldırmaksızın maçtaki tempolarını bozmadan sınıfa doğru koşmaya başladılar. Grup halinde merdivenlerden çıkan öğrencilerin koridorda çıkardığı gürültü koğuş inzibatının talimini andırıyordu. Bir kaç adım sonra sınıfının kapısından içeriye bir gurup öğrenci girdi ve tahta da matematik öğretmenine işlem anlatmaya çalışan Kerim’e gözlerini sabitleyip dinlemeye başladı.
Öğretmen polinom sorusunun cevabını yanlış yapmıştı. Kerim bu soruya itiraz ediyor , öğretmenine tane tane işlem hatasının olduğu yeri söylemeye çabalıyordu . Ama öğretmen ısrarla sorunun cevabının doğru olduğunu söylüyor , kendisinden küçük bir genç tarafından uyarılmayı , hatasının bulunmasını hazmedemiyor , inkar ederek olayı örtbas etmeye çalışıyordu. Çıkan gürültüler okulda yankı yapınca , okul idaresinden Rıfkı Bey kapıda belirip ‘ Ne oluyor yahu , bina başımıza çökecek sandık, bu gürültüde nedir ?’ dedikten sonra durumu öğrendi. Branşı matematik olan okul muavimi Kerim’in haklı olduğunu söyleyince tartışma sona erebilmişti. Çocuklar birden ‘ya ya ya şa şa şa Kerim Kerim çok yaşa ‘ deyince öğretmenin yüzü kızarmış , Rıfkı Bey’in de diline düşmüştü o günden sonra .
Kerim ve Ali’nin küçüklük maceraları her nöbetin baş köşesinde yerini alırdı. Ali gülmekten yerlere yatarken Kerim yaşadığı bütün anılarda sahipsizliğin, anne babadan yoksun büyümenin hüznünü tavırlarına yansıtırdı. Alay komutanı Kerim’in mütevazi duruşunu çok beğenir ,evlat sahibi olamamanın burukluğunu ‘Len Kerim oğlum olsa senin kadar sevemezdim , herhalde ‘ diyerek gidermeye çalışır , onu tıpkı bir babanın sevgisiyle sever , kollardı . ‘Mektepliye karışan karşısında beni bulur , ilişmeyin sakın çocuğa mıntıka temizliği yaparsınız ona göre ‘ diye buyurgan konuşur , gözlerinden kederin aktığı bu delikanlıyı teskerisini eline verene kadar gözetirdi.
Ayşe evlendiklerinde şehirde yaşamak istiyordu , köy hayatını sevmiyordu. Halbuki artık köylerin şehirden bir farkı yoktu. Bütün evlere elektrik ve su gelmişti. Derme çatılara güneş enerjisinden çalışan makineler takılmış , sıcak su helalara kadar kullanılır hale gelmişti. Kerim baba yadigarı bu topraklardan ayrılmak istemiyordu. Mezun olmasına son bir yıl kalmıştı ve hiç bir masrafı olmadığından okul dışında çalışıp kazandığı parayı biriktirerek , köyde ki babasının arazisine ev yapmayı planlıyordu. Arazi Ayşe’nin ailesine de sadece beş kilometre uzaklıktaydı . Ama Ayşe inat ediyor ‘şehirde yaşamazsak nişanı atarım’ diye oğlanı daraltıyordu. Bulduğu her fırsatta da abisine şikayet ediyor , arkadaşını ikna etmesi için ona yalvarıyordu.
Ali ; ‘Haklı çocuk , ne diye inat ediyorsun ki , pırlanta gibi çocuk , sana bir fiske vurmaz , bak Fatma’ya -Fatma Ayşe’nin en samimi arkadaşı,sırdaşı dostuydu- şehirli çocukla evlendi de noldu , kocası içki kumar masalarından kalkmıyor , her gün kızı dövüyormuş, ha Kerim temiz çocuk , şehire de gitse duruşunu bozmaz , korkarım sen şirazeden kayar , çocuğu bezdirirsin alimallah ‘ deyip kahkaha atmaya başlardı . Parmaklarını avuçlarına kapatıp yumruk haline getiren Ayşe Ali’nin omuzuna sert bir darbe vururken ‘Ya sen ne biçim abisin böyle , bir ayağımız şehirde olsa fena mı olur yani , ikimizden başka kimi var annemlerin , bir ayağım zaten burada olacak , nolur abi yardım et ,ikna edelim ,ne istersen yaparım ‘diye gerdan kırarak konuşurdu. ‘Valla ikna falan etmem , aferin çocuğa iyi yapıyor , atıyorsan at nişanı , ben de gider Recep emminin kızı Hatçe’yi ona istemezsem namerdim’ deyip yine gülerdi. ‘Seni anneme şikayet edeceğim , istikbalimle de oynuyor hele bak vicdansız seni .’ deyip abisinin yanından ayrılırdı.
‘Kız neye daldın hamur yumuşadı iyice ocağın altını yakıversene ‘ diye bacağına oklavayla hafifçe vurdu annesi. Ayşe yuvarlanan bezeleri açıp içine harcını doldurduktan sonra keteleri dizdiği tepsiyi sağ eliyle yukarı doğru kaldırıp tezgahın yanında ki masanın üzerine koydu. Kırmızı çakmakla yaktığı ocağın gözü göz kırpar gibi bir iki kapanıp açıldıktan sonra orta ayarda yanmaya başladı . Keteden kalan hamurları bazlama olarak pişireceklerdi. Yanan ocağa tavayı yerleştirdikten sonra keteleri pişirmek üzere fırın tepsisine aldı. ‘Ne yapalım sağlık olsun , nişanlısını Hatçe’ye kaptırdı dedirtecek göz var mı bende ?’ derken yüzünde gayri ihtiyari tebessüm belirmişti. ‘Kızzz ne sırıtıyorsun hadi tava yandı ya, çabuk tut elini ‘ diyen annesinin sesiyle bazlamayı kızgın tavanın üzerine koydu. Hamurun kokusu bütün odayı sarmıştı.
Son düzenleme: