Foruma hoş geldin, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Düşünce Platformumuza Hoşgeldiniz!

Düşünce Platformumuz bilgi ve düşüncenin en özgür adresidir!
Güne, gündeme ve yarınlara dair söyleyeceğim var diyenlerin, günlük koşuşturmaca içerisinde zihin jimnastiği yapmak isteyenlerin özgürlük meşalesi ~ FORUM KALEMİ ~

Güncel Öykülerim

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry
Şairle Bir Gece / 1. Mektup

'Gün batar, şair'e yeni bir gün doğar''

‘’Neymiş efendim, ‘’mutsuz bir adamın bütün bir ömrünü’’ şiir olarak yazacakmışım. Bu mümkün mü canım? Olacak iş mi? Bir adam, ya da bir hanım efendi, ya da başka biri işte, ömrünün sonuna kadar mutsuz olabilir miymiş?

Hangi akılla yazılır böyle saçma bir şiir?
Ben yazamam azizim, şayet yazacak biri varsa da alnını karışlarım. Hem söyler misin, şiir yalnızca mutsuz insanlar için mi yazılır, ya da şiir i yalnızca mutsuz insanlar mı yazar?’’

Kireçli, beyaz boyası yer yer kararmış merdiven dairesinin duvarlarına tutunarak çıkarken bunları düşünüyordu şair. Bir an durmuş, elini kırışmış kahverengi ceketinin sağ cebine atmıştı. Bir süre yokladığı sağ cebinden aradığını bulamamış olsa gerek, elini iç cebine ve ardından, koltuğunun altındaki dosyayı çıkmakta olduğu merdiven basamağına bırakarak telaşla ceplerini yoklamaya başlamıştı.

Aynı cepleri tekrar tekrar kontrol ediyor, her elini cebini atışında yüz mimikleri değişiyordu. Yüzünde ki telaş ve korku artmaya başlamıştı ki, tekrar elini ceketinin iç cebine atması ile parmağı, ceketin iç cebinin delik olan kısmına takıldı. Bir an duraksadı ve elini ceketinin cebinden çıkarıp, ceketinin eteklerini yoklamaya başladı. İşte buradaydı.

Astar ile kumaş arasında kalan anahtarı çıkarmak gerekiyordu. Yüzüne dökülen saçlarını geri doğru atan şair ;
''Olmaz azizim, olmaz. Bir şair mutsuzluğun şiir'ini yazamaz. Gönül kıvrımlarınıza dek işlenmiş bu zifiri karanlığın hiç bir aydınlık tarafı olmayan hislerinizle beni anlayamazsınız. Söylediğiniz şarkılarla beni anlayamazsınız. Baktığınız kapı aralarından esen tipide kaç kişiyi dondurdunuz. Gerçeğe inanıp, hakikati göremeyecek kadar körsünüz. Kendi benliğine kör düğümler atan sizler, bir şiir'de ki özgürlüğü nasıl anlayacaksınız. Onlar ki, anlayabilenin sonsuz göğünde özgürce kanat çırpabilen beyaz güvercinlerdir, size kalsa av tüfekleriyle barut kokutursunuz bu evreni. Neymiş azizin, ayrılık şiir'i yazacakmışım. Hangi ayrılığı yazacakmışım ben, ayrılığı bile ayırabilen gönüllerin anlayabileceği bir ayrılık seremonisi var mı?''

Tüm bunları düşünürken, neredeyse ter düz olan ceketin iç benin daha derinlerinde bir kart vizite dokundu parmakları, elini biraz daha aşağı indirmeye çalıştı, işaret parmağı ve orta parmağı arasında kartviziti sıkıştırıp yukarı çekmeye başlamıştı ki, ilk etapta başarılı olamadı. Elini biraz daha içeri doğru sarkıtarak bu kez tekrar kart viziti parmaklarının arasına sıkıştırıp yavaş yavaş yukarı doğru çekmeye çalıştı. Ve kartvizit iç cebin yırtık astarına takılarak tekrar ceketle astarın arasına düştü. Merdiven basamağında neredeyse ters düz olmuş vaziyette duran şair’in bu garip halini gören kapıcı;

-Abovvv, hayırdır ne oldu sene.

Şair, elini iç cebinden çıkarmış ve merdivenlerin altında kendisine doğru bakan kapıcıyı tanımaya çalışıyordu. Merdiven dairesi dar'dı. Bir kaç adım daha yukarı çıkan kapıcı, şaire doğru saçsız başını uzatıp baygın gözlerle bakarken ;

-Neye bükülüm, sükülüm oldun sen?

Şair, şaşkınlıkla merdiven basamaklarında durup kendisine bakan, kaşlarının gözlerine döküldüğü, kısa boylu, kara kuru bu adamın az önce söylediği cümleyi anlamaya çalışıyordu. Ve üzerinde, neredeyse ters dönmüş ceketini düzelterek ;

-Pardon, bükülüm, sükülüm ne demek?

Kapıcı , şair'in kendisine bakan hayret dolu bakışlarının tesiriyle, merdiven dairesini çınlatan korkunç bir kahkaha kopardı, öyle ki ses merdiven dairesinin boşluğunda yankılanıyor ve sanki gittikçe artan bir uğultu halinde çoğalıyordu...





-

Şairle Bir Gece / 2. Mektup

-Ne yapıyorsun öyle iki büklüm olmuşun?
-Şey, şey ceketimin iç cebi yırtılmış. Anahtar ve Kartvizit içine düşmüş, önemli bir adres yazıyordu kartvizitte, onu çıkarmaya çalışıyordum.
-Ceketini çıkar.

Şair , şaşkınlıkla kapıcıya baktı ve;
-Hay Allah, nasıl akıl edemedim bunu,
diye mırıldandı. Şair, ceketini çıkararak kapıcıya doğru uzatmış ve kapıcı ceketi alarak ceplerini tekrar yoklamaya başlamıştı.
Şar ;
-Söyler misin kapıcı, beni arayıp soran oldu mu?
-Hayır kimse gelip gitmedi.
-Peki kapıcı, o tuhaf adam bu apartmana girip çıkıyor mu?
-Kim, şu bizim eskici mi?
-Evet kapıcı evet, o bizim eskici. Gelirse lütfen, rica ederim bana haber verir misiniz?
-Bir şey mi satacaksın, ben alayım.
-Hayır kapıcı, hayır. Acılarımı, kederlerimi, hüzünlerimi, üzüntülerimi, yalnızlığımı, kullanmadığım mazimi ve işe yaramayan dostlarımdan kalan anılarımı, hayallerimi, hayır hayır kapıcı, hayallerim bana kalsın lütfen onları vermeyelim olur mu? çünkü onlara ihtiyacım var. Hem biliyor musun kapıcı, insan hayallerinin içinde gezinirken kendi benliğinin farkındadır, çoğu zaman özgürce ve hiç bir şeyin etkisinde kalmayarak ya da kalarak uçsuz bucaksız bir dünyanın içinde gezinebilir. Derin bir kuyuya atılan taşın en son çıkardığı ses gibidir o, ansızın ve usulca dalıp gidersin. Belki bir melodinin peşine takılıp sessizce yürür ya da hiç umulmadık bir zamanda heyecanla şarkılar söylersin. Keyifle içtiğin bir fincan kahvenin tadı gibidir o. Çocukken oynadığın oyunların hiç bitmemesini arzu ettiğin gibidir. Paris sokaklarının ışıltılı gecelerinde bir kadeh şarap gididir. Ya da büyük bir tiyatro sahnesinin henüz aydınlanmamış perdesi gibi. Anlıyorsun değil mi kapıcı?

Kapıcı şaşkın, donuk gözlerle şair'e bakıyor ve bir taraftan elini ceketin iç cebine sokarak kumaş ve astarın arasında sürekli sallanıp ses çıkaran anahtarı olduğu yerden kurtarmaya çalışıyordu. Apartman girişinin kapısı açılmış ve hızla kapanmıştı. Merdiven dairesinden yukarı doğru koşar adımlarla çıkan birinin ayak sesleri geliyordu. Kapıcı, merdiven korkuluklarından tutarak başını aşağı doğru uzatmış, fakat kimseyi görememişti. Biraz sonra merdiven boşluğunda ellerini dizlerine koymuş soluk soluğa kalan bakkal çırağını gören kapıcı.

-Ne ulen, ipini koparmış kuduz köpekler gibi soluk soluğa kaldın.
Bakkalcı çırağı soluk soluğa elindeki not kağıdını kapıcıya uzatarak;
-Söyle o gavura aldığı borcu geri versin, gayri ayrık idare edemiyom, ev de mi o.
-Tamam söyleriz, hele bi dur,
-Başlatma şimdi durmasından, bakkalın parasını verdim, patronu kaç gündür oyalıyorum, ne diyeceğim adama şimdi he, ne diyeceğim.
-Ulen akılsız, ben mi sana dedim git ver o kadar parayı,
-Senin selamınla gelmese verir miydim, çekil önümden, nerede o it, geberteceğim onu.

Kapıcı, ceketi şaire doğru atıp bir kaç basamak aşağı inerek merdiven boşluğunda duran bakkalcı çırağının yanına inerken, bakkalcı çırağı belinden çektiği ekmek bıçağını kapıcıya göstererek;
-Şişlerim alimallah, delik deşik ederim seni, nerede o it söyle,
-Ulen it, beni mi öldüreceksin?
Kapıcı iki elini, bakkal çırağının önüne geçerek yukarı doğru kaldırmış ve ;
-İşte karşındayım, öldür.
diye bağırmıştı.
Şair, sıkıca tuttuğu ceketinin ceplerini bulmaya çalışırken ;
-Gerek yok delikanlı, gerek yok. Konuşarak anlaşılmayacak ve sonucuna varılmayacak hiç bir şey yoktur. Lütfen, rica ederim, kaba kuvvete, şiddete gerek yok. Hangi çağda yaşıyoruz yahu, böyle yaparak hiç bir sonuca varılmaz.

Bu sözler üzerine, bakkal çırağı;
-Kim lan bu değişik.
diye seslenip, merdiven basamaklarına doğru yürümeye çalışırken kapıcı aniden hamle yaparak elindeki bıçağı almaya çalışmış, ortaya çıkan küçük bir arbede sonucu sağ baş parmağı kesilmişti. Derin olmayan, küçük bir sıyrıktı bu. Kapıcı kaba bir küfür savurarak bakkal çırağının karnına tekme savurmuştu. Şair, ceketini merdiven basamakları üzerinde bulunan dosyasının üzerine bırakmış bir kaç basamak aşağı inerek kapıcının yanına inmişti.
Merdivenlerden hızlıca aşağı doğru inen bakkal çırağı arada duruyor, merdiven boşluğuna doğru başını uzatarak ;
-Onun sülalesini doğramazsam bana da deli Halil demesinler, söyleyin ona yine geleceğim, yine geleceğim.
diye bağırarak aşağı doğru iniyor, sesi merdiven dairesinde yankılanıyordu.

-Bir şeyin var mı kapıcı ,
diye sordu şair, kapıcı sol baş parmağını şair'e göstererek.
-Deyus it, bıçağı geri çekerken parmağımı çizdi, bir şey yok efendim, küçük bir sıyrık olmalı.
Baş parmağında ki kan'ı gören şair;
-Aman Allahım, yaralanmışsınız, ambulans çağıralım. Bu ne bağnazlıktır kapıcı, dağ başımı burası azizim. Ne o öyle kocaman, kılıç gibi bir bıçakla apartmana girilir mi?
-Yok bir şey, evde tentürdiyot olmalı, temizleyim bağladımı hiç bir şey kalmaz.
-Aman kapıcı aman, lütfen şimdi eve gidelim ve parmağını iyileştirelim lütfen. Hadi ayağa kalk, koluma gir, ben sana yardımcı olayım...
 

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry
Şairle Bir Gece / 2. Mektup

-Ne yapıyorsun öyle iki büklüm olmuşun?
-Şey, şey ceketimin iç cebi yırtılmış. Anahtar ve Kartvizit içine düşmüş, önemli bir adres yazıyordu kartvizitte, onu çıkarmaya çalışıyordum.
-Ceketini çıkar.

Şair , şaşkınlıkla kapıcıya baktı ve;
-Hay Allah, nasıl akıl edemedim bunu,
diye mırıldandı. Şair, ceketini çıkararak kapıcıya doğru uzatmış ve kapıcı ceketi alarak ceplerini tekrar yoklamaya başlamıştı.
Şar ;
-Söyler misin kapıcı, beni arayıp soran oldu mu?
-Hayır kimse gelip gitmedi.
-Peki kapıcı, o tuhaf adam bu apartmana girip çıkıyor mu?
-Kim, şu bizim eskici mi?
-Evet kapıcı evet, o bizim eskici. Gelirse lütfen, rica ederim bana haber verir misiniz?
-Bir şey mi satacaksın, ben alayım.
-Hayır kapıcı, hayır. Acılarımı, kederlerimi, hüzünlerimi, üzüntülerimi, yalnızlığımı, kullanmadığım mazimi ve işe yaramayan dostlarımdan kalan anılarımı, hayallerimi, hayır hayır kapıcı, hayallerim bana kalsın lütfen onları vermeyelim olur mu? çünkü onlara ihtiyacım var. Hem biliyor musun kapıcı, insan hayallerinin içinde gezinirken kendi benliğinin farkındadır, çoğu zaman özgürce ve hiç bir şeyin etkisinde kalmayarak ya da kalarak uçsuz bucaksız bir dünyanın içinde gezinebilir. Derin bir kuyuya atılan taşın en son çıkardığı ses gibidir o, ansızın ve usulca dalıp gidersin. Belki bir melodinin peşine takılıp sessizce yürür ya da hiç umulmadık bir zamanda heyecanla şarkılar söylersin. Keyifle içtiğin bir fincan kahvenin tadı gibidir o. Çocukken oynadığın oyunların hiç bitmemesini arzu ettiğin gibidir. Paris sokaklarının ışıltılı gecelerinde bir kadeh şarap gididir. Ya da büyük bir tiyatro sahnesinin henüz aydınlanmamış perdesi gibi. Anlıyorsun değil mi kapıcı?

Kapıcı şaşkın, donuk gözlerle şair'e bakıyor ve bir taraftan elini ceketin iç cebine sokarak kumaş ve astarın arasında sürekli sallanıp ses çıkaran anahtarı olduğu yerden kurtarmaya çalışıyordu. Apartman girişinin kapısı açılmış ve hızla kapanmıştı. Merdiven dairesinden yukarı doğru koşar adımlarla çıkan birinin ayak sesleri geliyordu. Kapıcı, merdiven korkuluklarından tutarak başını aşağı doğru uzatmış, fakat kimseyi görememişti. Biraz sonra merdiven boşluğunda ellerini dizlerine koymuş soluk soluğa kalan bakkal çırağını gören kapıcı.

-Ne ulen, ipini koparmış kuduz köpekler gibi soluk soluğa kaldın.
Bakkalcı çırağı soluk soluğa elindeki not kağıdını kapıcıya uzatarak;
-Söyle o gavura aldığı borcu geri versin, gayri ayrık idare edemiyom, ev de mi o.
-Tamam söyleriz, hele bi dur,
-Başlatma şimdi durmasından, bakkalın parasını verdim, patronu kaç gündür oyalıyorum, ne diyeceğim adama şimdi he, ne diyeceğim.
-Ulen akılsız, ben mi sana dedim git ver o kadar parayı,
-Senin selamınla gelmese verir miydim, çekil önümden, nerede o it, geberteceğim onu.

Kapıcı, ceketi şaire doğru atıp bir kaç basamak aşağı inerek merdiven boşluğunda duran bakkalcı çırağının yanına inerken, bakkalcı çırağı belinden çektiği ekmek bıçağını kapıcıya göstererek;
-Şişlerim alimallah, delik deşik ederim seni, nerede o it söyle,
-Ulen it, beni mi öldüreceksin?
Kapıcı iki elini, bakkal çırağının önüne geçerek yukarı doğru kaldırmış ve ;
-İşte karşındayım, öldür.
diye bağırmıştı.
Şair, sıkıca tuttuğu ceketinin ceplerini bulmaya çalışırken ;
-Gerek yok delikanlı, gerek yok. Konuşarak anlaşılmayacak ve sonucuna varılmayacak hiç bir şey yoktur. Lütfen, rica ederim, kaba kuvvete, şiddete gerek yok. Hangi çağda yaşıyoruz yahu, böyle yaparak hiç bir sonuca varılmaz.

Bu sözler üzerine, bakkal çırağı;
-Kim lan bu değişik.
diye seslenip, merdiven basamaklarına doğru yürümeye çalışırken kapıcı aniden hamle yaparak elindeki bıçağı almaya çalışmış, ortaya çıkan küçük bir arbede sonucu sağ baş parmağı kesilmişti. Derin olmayan, küçük bir sıyrıktı bu. Kapıcı kaba bir küfür savurarak bakkal çırağının karnına tekme savurmuştu. Şair, ceketini merdiven basamakları üzerinde bulunan dosyasının üzerine bırakmış bir kaç basamak aşağı inerek kapıcının yanına inmişti.
Merdivenlerden hızlıca aşağı doğru inen bakkal çırağı arada duruyor, merdiven boşluğuna doğru başını uzatarak ;
-Onun sülalesini doğramazsam bana da deli Halil demesinler, söyleyin ona yine geleceğim, yine geleceğim.
diye bağırarak aşağı doğru iniyor, sesi merdiven dairesinde yankılanıyordu.

-Bir şeyin var mı kapıcı ,
diye sordu şair, kapıcı sol baş parmağını şair'e göstererek.
-Deyus it, bıçağı geri çekerken parmağımı çizdi, bir şey yok efendim, küçük bir sıyrık olmalı.
Baş parmağında ki kan'ı gören şair;
-Aman Allahım, yaralanmışsınız, ambulans çağıralım. Bu ne bağnazlıktır kapıcı, dağ başımı burası azizim. Ne o öyle kocaman, kılıç gibi bir bıçakla apartmana girilir mi?
-Yok bir şey, evde tentürdiyot olmalı, temizleyim bağladımı hiç bir şey kalmaz.
-Aman kapıcı aman, lütfen şimdi eve gidelim ve parmağını iyileştirelim lütfen. Hadi ayağa kalk, koluma gir, ben sana yardımcı olayım...
Ceketi ve dosyayı merdivenlerin basamağında bırakan şair ve kapıcı az önceki arbedenin stresi ve gerginliğiyle aşağıya doğru inerlerken kapıcı;

-Benim bir şeyim yok, küçük bir sıyrık sadece,

-Aaaa olur mu canım, mikrop kapar,

Kapıcı kanayan sağ baş parmağını, sol avucuyla sıkıyordu. Merdivenlerden inerlerken şair;

-Daha var mı kapıcı?

-Bir kat daha aşağıda.

-Yapma yahu, ama aşağısı bodrum kat, orada daire mi var?

-Var tabi, ben orada oturuyorum.

Bir kat daha aşağı indiklerinde etraf karanlıktı. Merdiven dairesinden gelen ışık dairenin düz ve oldukça eski kırmızı boyalı kapısını aydınlatıyordu. Kapıcı ayağı ile kapıyı birkaç kez tekmelemişti. Bunu gören şair;

-Aman efendim, rica ederim, kapıyı kıracaksınız, bu kadar sinirlenmenize, kapıları tekmelemenize ne gerek var?

Kapıcı başını geri iterek kahkaha atmış ve ;

-Ben hep böyle çalarım kapıyı. Demişti.

Biraz sonra kapı yavaşça açılmıştı. Kapı aralığından bakan genç bir kız baş örtüsünü düzeltmiş ve kapıyı açmıştı. Yere bakıyordu. Kapıcı tabanlarına bastığı ayakkabılarını ayağını silkeleyerek çıkarmış, her iki ayakkabı da farklı yönlere savrulmuştu. Kapıdan içeri girdikten sonra;

-Buyurun, çekinmeyin,

Demiş ve şairi evine davet etmişti. Şair, ayakkabılarının bağcığını çözerken;

-Eşyalarımız yukarda kaldı kapıcı,

Diye seslenmiş ve kapıcı;

-Ömer, ulen ömer koş hele,

Seslenmişti.

İçerden henüz on bir , on iki yaşlarında cıvıl cıvıl bir çocuk sesi duyuldu;

-Geldim bana.

Ömer gayet zayıf fakat bir o kadar da hareketli bir çocuktu. Işıl ışıl gözleriyle babasına bakıyordu. Avucu ile sımsıkı tuttuğu parmağına bakmış ve tam soru soracakken kapıcı;

-Yukarı çık, şair amcanın ceketi ve evrakları var, onları hemen buraya getir, gelirken yukarda unuttuk.

Ömer, ayakkabılarını çıkarmakta olan şair’in önünden geçerek sol taraftaki ayakkabılıktan bir çift terlik çıkarmış ve basamakları ikişer ikişer aylayarak çıkmaya başlamıştı.

Şiar, kapı eşiğinden içeri adımını attıktan sonra geri dönüp ayakkabılarını düzeltmeye çalışırken kapıcı,

-Aman efendim olur mu öyle şey, bizim karı halletsin, siz buyurun.

Şair, söylenilen bu söz karşısında ayakkabılarını düzelterek geri gönmüş ve kapıcıya,

-Olur mu kapıcı, ne münasebet. Kadınlarımızın ayakkabı düzeltmekten çok daha önemli işleri olmalı değil mi?

Kapı kapandığında, bulundukları hol, adeta kararmıştı, zaten loş olan zemin katın ışık aldığı yer yoktu. Kapıcı elini elektrik anahtarına götürerek ışığı yakmış şaire yol göstermişti. Yerde kilim yoktu. Bastıkları zemin betondu ve soğuktu. Duvarların rengi sarıydı, zemine doğru kabaran boya dökülmüş, sıvası aşınmaya başlamıştı. İnanılmaz bir rutubet kokusu vardı. Tavan, kireçle boyanmış ve fırça izleri görünmekteydi. Birkaç adım attıktan sonra gözüne küçük bir ayna ilişti şairin. Kenarları ahşap çerçeveli olan bu küçük aynanın çerçevesi düşmesin diye ip ile sarılmıştı. Düz koridordan geçerek odaların birine girmişlerdi.

-Kaç odalı eviniz kapıcı,

Diye sordu şair, bu sırada duvarda asılı duran kilime bakıyordu.

-İki odalı, biri burası diğeri karşıda bulunan mutfak.

Şair, duvarda bulunan halının desenlerinde parmaklarını gezdiriyordu. Masallardan çıkmışçasına karşısında bu duvar halısına olan ilgisi kapıcının dikkatini çekmişti . Kapıcı;

-Memleketten getirdiydik.

Şair, duvar halısının etrafında çerçeveleyen çiçek desenlerini göstererek;

-Görüyor musun kapıcı, renkleri ve kırmızı yapraklı çiçeklerin arasında bir kuğu gibi dolaşan desenleri görüyor musun? İşte bu zarafet, bir insan elinden çıkmış. Azmin, kararlılığın ve sabrın neticesi ortaya böyle bir sanat eseri çıkarmış. Ne vardır ki inandıktan sonra insan oğlunun yapamayacağı? Fakat devrimlerle devrilmiş bir millet olduk kapıcı. Büyük kapılar kapattılar yüzlerimize ve adeta yabancılaştık. Gökyüzünün mavisi ile ağaçların yeşili ne kadar harikulade değil mi. İnsanın, böyle huzur dolu bir gökyüzünde bulut olası geliyor. Fakat kapıcı, bizler henüz ait olduğumuz yüreklerde serinlik olmayı başaramadık. Ya burada bulunan ve birbirlerine bakan iki tavus kuşuna en demeli, bak kapıcı bak, kuyruklarından aşağı doğru inen nazar boncuğu gibi desenleri görüyor musun, sanki hepsi dilekler dilememiz için orada bulunuyorlar gibi. Kanatlarındaki renk cümbüşünü ve önlerinden uzanıp giden nehrin yansımasını görüyor musun kapıcı?. Peki şu arkada bulunan kubbeli sarayı, insanın böyle bir manzara karşısında hayallere dalmaması elde değil kapıcı.

Şair, izlerken büyülendiği duvar halısında gördüklerini kapıcıya anlatırken, kapı çalınmış ve ardından evin hanımı diğer odadan çıkarak kapıya doğru yürümüştü. Kucağında küçük bir çocuk vardı. Kapı açılmıştı. Gelen Ömer’di. Odaya girdiğinde şair;

-Teşekkür ederim genç adam, teşekkür ederim, zahmet verdim,

Diyerek Ömer’in elinde bulunan eşyaları almıştı. Kapıcı, duvar halısının önündeki divanı göstererek;

-Otursanıza, ayakta kaldınız, ceketinizi benim karıya vereyim, anahtarı ve kartviziti çıkarıp cebinizi diksin.

-Sağ ol kapıcı, sağ ol. Yengeme hürmetlerimi bildiririm. Yanaklarından öp benim için lütfen. Zahmet olacak.

Şair, elindeki eşyaları kapıcıya vererek divana oturmuş ve Ömer’i yanına çağırmıştı.

-Gel bakalım genç adam. Şöyle yanıma gel.

Ömer, bir sıçrayışta divana zıplamış ve divanın üzerindeki sert yastıklardan birine oturmuştu. Bağdaş kurmuş, başı önde, parmaklarıyla oynuyordu.

-Söyler misin genç adam, ne olacaksın büyüyünce?

-Şair olacağım.
 

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry
Ceketi ve dosyayı merdivenlerin basamağında bırakan şair ve kapıcı az önceki arbedenin stresi ve gerginliğiyle aşağıya doğru inerlerken kapıcı;

-Benim bir şeyim yok, küçük bir sıyrık sadece,

-Aaaa olur mu canım, mikrop kapar,

Kapıcı kanayan sağ baş parmağını, sol avucuyla sıkıyordu. Merdivenlerden inerlerken şair;

-Daha var mı kapıcı?

-Bir kat daha aşağıda.

-Yapma yahu, ama aşağısı bodrum kat, orada daire mi var?

-Var tabi, ben orada oturuyorum.

Bir kat daha aşağı indiklerinde etraf karanlıktı. Merdiven dairesinden gelen ışık dairenin düz ve oldukça eski kırmızı boyalı kapısını aydınlatıyordu. Kapıcı ayağı ile kapıyı birkaç kez tekmelemişti. Bunu gören şair;

-Aman efendim, rica ederim, kapıyı kıracaksınız, bu kadar sinirlenmenize, kapıları tekmelemenize ne gerek var?

Kapıcı başını geri iterek kahkaha atmış ve ;

-Ben hep böyle çalarım kapıyı. Demişti.

Biraz sonra kapı yavaşça açılmıştı. Kapı aralığından bakan genç bir kız baş örtüsünü düzeltmiş ve kapıyı açmıştı. Yere bakıyordu. Kapıcı tabanlarına bastığı ayakkabılarını ayağını silkeleyerek çıkarmış, her iki ayakkabı da farklı yönlere savrulmuştu. Kapıdan içeri girdikten sonra;

-Buyurun, çekinmeyin,

Demiş ve şairi evine davet etmişti. Şair, ayakkabılarının bağcığını çözerken;

-Eşyalarımız yukarda kaldı kapıcı,

Diye seslenmiş ve kapıcı;

-Ömer, ulen ömer koş hele,

Seslenmişti.

İçerden henüz on bir , on iki yaşlarında cıvıl cıvıl bir çocuk sesi duyuldu;

-Geldim bana.

Ömer gayet zayıf fakat bir o kadar da hareketli bir çocuktu. Işıl ışıl gözleriyle babasına bakıyordu. Avucu ile sımsıkı tuttuğu parmağına bakmış ve tam soru soracakken kapıcı;

-Yukarı çık, şair amcanın ceketi ve evrakları var, onları hemen buraya getir, gelirken yukarda unuttuk.

Ömer, ayakkabılarını çıkarmakta olan şair’in önünden geçerek sol taraftaki ayakkabılıktan bir çift terlik çıkarmış ve basamakları ikişer ikişer aylayarak çıkmaya başlamıştı.

Şiar, kapı eşiğinden içeri adımını attıktan sonra geri dönüp ayakkabılarını düzeltmeye çalışırken kapıcı,

-Aman efendim olur mu öyle şey, bizim karı halletsin, siz buyurun.

Şair, söylenilen bu söz karşısında ayakkabılarını düzelterek geri gönmüş ve kapıcıya,

-Olur mu kapıcı, ne münasebet. Kadınlarımızın ayakkabı düzeltmekten çok daha önemli işleri olmalı değil mi?

Kapı kapandığında, bulundukları hol, adeta kararmıştı, zaten loş olan zemin katın ışık aldığı yer yoktu. Kapıcı elini elektrik anahtarına götürerek ışığı yakmış şaire yol göstermişti. Yerde kilim yoktu. Bastıkları zemin betondu ve soğuktu. Duvarların rengi sarıydı, zemine doğru kabaran boya dökülmüş, sıvası aşınmaya başlamıştı. İnanılmaz bir rutubet kokusu vardı. Tavan, kireçle boyanmış ve fırça izleri görünmekteydi. Birkaç adım attıktan sonra gözüne küçük bir ayna ilişti şairin. Kenarları ahşap çerçeveli olan bu küçük aynanın çerçevesi düşmesin diye ip ile sarılmıştı. Düz koridordan geçerek odaların birine girmişlerdi.

-Kaç odalı eviniz kapıcı,

Diye sordu şair, bu sırada duvarda asılı duran kilime bakıyordu.

-İki odalı, biri burası diğeri karşıda bulunan mutfak.

Şair, duvarda bulunan halının desenlerinde parmaklarını gezdiriyordu. Masallardan çıkmışçasına karşısında bu duvar halısına olan ilgisi kapıcının dikkatini çekmişti . Kapıcı;

-Memleketten getirdiydik.

Şair, duvar halısının etrafında çerçeveleyen çiçek desenlerini göstererek;

-Görüyor musun kapıcı, renkleri ve kırmızı yapraklı çiçeklerin arasında bir kuğu gibi dolaşan desenleri görüyor musun? İşte bu zarafet, bir insan elinden çıkmış. Azmin, kararlılığın ve sabrın neticesi ortaya böyle bir sanat eseri çıkarmış. Ne vardır ki inandıktan sonra insan oğlunun yapamayacağı? Fakat devrimlerle devrilmiş bir millet olduk kapıcı. Büyük kapılar kapattılar yüzlerimize ve adeta yabancılaştık. Gökyüzünün mavisi ile ağaçların yeşili ne kadar harikulade değil mi. İnsanın, böyle huzur dolu bir gökyüzünde bulut olası geliyor. Fakat kapıcı, bizler henüz ait olduğumuz yüreklerde serinlik olmayı başaramadık. Ya burada bulunan ve birbirlerine bakan iki tavus kuşuna en demeli, bak kapıcı bak, kuyruklarından aşağı doğru inen nazar boncuğu gibi desenleri görüyor musun, sanki hepsi dilekler dilememiz için orada bulunuyorlar gibi. Kanatlarındaki renk cümbüşünü ve önlerinden uzanıp giden nehrin yansımasını görüyor musun kapıcı?. Peki şu arkada bulunan kubbeli sarayı, insanın böyle bir manzara karşısında hayallere dalmaması elde değil kapıcı.

Şair, izlerken büyülendiği duvar halısında gördüklerini kapıcıya anlatırken, kapı çalınmış ve ardından evin hanımı diğer odadan çıkarak kapıya doğru yürümüştü. Kucağında küçük bir çocuk vardı. Kapı açılmıştı. Gelen Ömer’di. Odaya girdiğinde şair;

-Teşekkür ederim genç adam, teşekkür ederim, zahmet verdim,

Diyerek Ömer’in elinde bulunan eşyaları almıştı. Kapıcı, duvar halısının önündeki divanı göstererek;

-Otursanıza, ayakta kaldınız, ceketinizi benim karıya vereyim, anahtarı ve kartviziti çıkarıp cebinizi diksin.

-Sağ ol kapıcı, sağ ol. Yengeme hürmetlerimi bildiririm. Yanaklarından öp benim için lütfen. Zahmet olacak.

Şair, elindeki eşyaları kapıcıya vererek divana oturmuş ve Ömer’i yanına çağırmıştı.

-Gel bakalım genç adam. Şöyle yanıma gel.

Ömer, bir sıçrayışta divana zıplamış ve divanın üzerindeki sert yastıklardan birine oturmuştu. Bağdaş kurmuş, başı önde, parmaklarıyla oynuyordu.

-Söyler misin genç adam, ne olacaksın büyüyünce?

-Şair olacağım.
-Aaa, genç adam, neden şair olmak istiyorsun.

Ömer oturduğu divanda daha fazla utanarak parmaklarıyla oynamaya devam ediyordu. Şiar, karşıda bulunan manzarasız, siyah bir beton parçasını gösteren pencereye bakıyordu. Oda oldukça basıktı. Ayakta duran birinin başı tavana değecek gibiydi. Küçücük pencereyi, duvarı boydan boya kapatan rengi solmuş ve yer yer yırtıkları bulunan tül kaplıyordu. Odanın duvarının rengi yeşildi, fakat bu odada da duvarlar rutubet almış, rutubet alınan yerden boyaları dökülmüş ve tabana doğru sıvaları aşınarak kırmızı tuğlaları görünmekteydi. Zemin betondu ve zeminin ortasına serilen halının bir çok yerlerinde aşınmalar görünüyordu. Kapının arkasındaki duvarda, tek bacağı alakasız bir ahşapla kesilip çivilenmiş masa duruyordu. Masanın üzerinde kitaplar, defterler serilmişti. Tekerlekleri olmayan kırmızı bir araba masanın altında ters dönmüştü.

Odanın tam ortasında yuvarlak, siyah bir soba durmaktaydı. Boruları tavandan çelik tellerle tutturulmuş ve karşı duvarın köşesinden açılan bir delikle dışarıya uzatılmıştı. Soba, beyaz bir mermerin üzerine konulmuştu.

-Babam dedi ki, şair olursan sen de radyolara çıkarsın şiir okursun. Bizim apartmanda herkes sen dinlemiş ama bizim radyomuz yok. Yasemin dediydi ki, bize gelirsen dinlersin sende.

Tam bu sırada kapıcı parmağındaki pansumanı şair’e göstererek ;

-Önemli bir şey yok, küçük bir sıyrık sadece.

-Geçmiş olsun kapıcı, geçmiş olsun. Neydi o öyle, kimdi o çocuk, dağ başımı canım burası. Koca bıçakla insanın karşısına çıkılır mı öyle, hangi yüzyılda yaşıyoruz.

-Bırak şu soytarıyı Allah aşkına, bi güzel ağzını burnunu kırıp eline verecektim ki soytarının tam olsun.

-Hayır kapıcı hayır, şiddet yok. Şiddet her zaman bir anlık öfkeyle insanı uçuruma sürüklemiş ve sonra oradan aşağı hızla bırakıştır kapıcı. Şiddet; çaresizliğin ve acizliğin davranışa dönüşmesidir. Şiddet korkaklık ve pervasızlıktır. Acıyor mu parmağın kapıcı?

Kapıcı , yere divandan kalın bir minder alarak atmış ve üzerine oturup bağdaş kurarak;

-Zaten küçük bir sıyrıktı.

-İhmal etme kapıcı, ihmal etme lütfen. Düzenli olarak pansuman yapmalısın ki mikrop kapmasın.

-Ederim, bizim karıya söyledim, o her gün ilgilenir.

-Görüyorsun değil mi kapıcı. Kadınlarımız tıpkı birer çiçek gibi. Bizler, bu kurak hayatın için de, onların bahçeleri arasında mevsimlerimizi yaşıyoruz. Bazen yağmur olup ıslattıkları toprak, bir an da nasıl çiçekleniyor kapıcı görüyor musun. Eğer bir kadının gönlüne teslim olursan, bu basık, dar ve rutubetli dairenin içinde bile kocaman bir evren var edip, gökyüzünün maviliğinde özgür, alabildiğine sonsuz kanat çırpabilirsin kapıcı. Öyle de olmuş, etrafına bak, dünyadan kopuk bu karanlık odayı ne hale getirmiş kapıcı.

*

Tam bu sırada kapıcının hanımı çekinerek içeri girmişti. Başı önde, ceketi uzatıyordu kapıcıya.

-Hah, getirdin mi

Diyerek ayağa fırladı kapıcı,

Şair oturduğu yerden kalkarak ;

-Aman efendim, zahmet verdim. Çok sağ olun yenge hanım, teşekkür ederim.

Kapıcı ceketi, anahtarı ve kartviziti aldıktan sonra, kapıcının hanımı birkaç adım geri atarak kapıdan çıkmıştı. Kapıcı, ceketi, anahtarı ve kartviziti şair’e uzatarak;

-Ceketinizin cebini de dikti.

Eşyalarını alarak tekrardan divana oturan şair;

-Çok mahcup oldum kapıcı, çok teşekkür ederim. Nasıl öderim hakkınızı? Siz de olmasanız dışarda kalmıştım. Çilingirlerle uğraşacaktık bu saatte.

-Olur mu efendim, görevimiz.

-Hayır kapıcı hayır, eşinizin adı neydi?

-Sümbül.

-Aaaa ne güzel bir isim . Biliyor musun kapıcı, sonsuz sevgiyi ve bağlılığı ifade eder bu isim. Kış aylarının o soğuk havalarında insanın ruhuna huzur veren bir kokusu vardır. Rengarenktir , öyle ki her rengin kendine özel anlamları da vardır. Mor sümbüller kapıcı, af dilemeyi temsil eder. Beyaz renkli sümbüller ise, saflığı, temizliği, berraklığı ve masumiyeti temsil eder. Görüyorsun değil mi kapıcı. Bizler kızlarımıza, kadınlarımıza ne güzel isimlerle sesleniyoruz.

Şair ayağa kalktığı sırada, kapıcı oturduğu minderin üzerinde hareketlenir ve;

-Çay içseydik bir bardak, öyle gideydiniz.

-Sağ ol kapıcı, var ol. İnşallah başka zamana sözüm olsun.

Ömer, divanın üzerinde bulunan mavi kaplı dosyaya bakıyordu. Şair, Ömer’in saçlarını okşayarak;

-Demek şair olmak istiyorsun genç adam.

Ömer başını sallayarak onaylamıştı ve şair tekrar divana oturarak;

-Bak genç adam, bu ülke de sanat para etmiyor maalesef. Şayet sanat ile uğraşıyorsan, meşhur olmak için ölmeni beklemelisin. Eğer bir öğretmen olursan, öğrencilerine Edebiyatı, şiir’i, sanatı sevdirebilirsin. Eğer üniversite de bir akademisyen olursan, öğrencilerine şiir’i sanatı sevdirebilir, onlara örnek olabilirsin. Söyle bakalım genç adam, ne olmak istiyorsun büyüyünce?

Ömer büyük bir ciddiyet ve kararlılıkla.

-Öğretmen olmak istiyorum

Diye bağırmıştı.

-Aferin genç adam, bu ülkenin sizler gibi istikbali parlak, ufku geniş, cıvıl cıvıl, hayat dolu. Yaşamın bütün zorlukları arasından çıkıp olgunlaşan, yetinmeyi bilen ve hayal kurabilen gençlere ihtiyacı var.

Ömer’in az önce baktığı mavi kaplı dosyayı açan şair, içinde bulunan ilk sayfayı eline almış ve Ömer’e uzatmıştı.

-Okumak ister misin genç adam?

Ömer başını yere eğerek utangaç bir tavırla başını sallamıştı.

-Pekala genç adam, ben okuyayım sana. Radyoda dinleyemedin o halde şimdi dinle bakalım.

*

Mektup


Postacısının olmadığı, bütün adreslerin tek bir adreste toplandığı yere ait olan bu mektubu taşımak için pencere önümde sabırsızlıkla kanat çırpan, eşiğe konan, pencereyi gagalayan, iri gözleriyle mektubu izleyen onlarca beyaz güvercinlerle dolu burası.

Kızıl kıyamet mevsimlerden koşarak gelmiş, sadece gözbebeklerine dokunmak için anlamlaşan yüzlerce cümle ile doludur bu mektup.

Bütün masal kahramanlarının ardına takıldığı ve bütün yazarın peşine düştüğü, gizemli alemlerin gizli sır odalarında konaklamış, meleklerin avuçlarından damlayan sözlerle doludur bu mektup.

Yıldız kapısının ötesinden koparak savrulan dilekleri, sadece sevenlere ulaştırmak için yeryüzüne seher vaktinde inen dualarla doludur bu mektup.

Sur’a üflendiği an, kopmakta olan kıyametin telaşıyla. Yusuf’un zindanında kendine yarenlik ettiği yalnızlığıyla. Kıtmir’in cennetle müjdelenmesinin haberini aldığında ki heyecanla yazılmıştır bu mektup.

Bu mektup, kabirde sorgu meleklerinin gözyaşlarına dokunularak yazılmıştır.

Annelerin merhamet dolu gönüllerine sığınıp, sevgileriyle yoğrulmuş ve sonra vicdanlarında demlenip hissettikleri bütün bu duyguları sana anlatmak için gelen cümlelerin dizeleriyle yazılmıştır bu mektup.

Gün batımlarının ve gün doğumlarının bütün renkleri kalemime bulaştığında, gecenin sessizliğinin kokusu üzerime sindiğinde. Mevsimleri sen olan bir evrenin henüz yaratılmamış dakikalarında yazılmıştır bu mektup.

Yenilgiye, gözyaşına, terk edilmişliğe, kalleşliğe, ihanete ,nefrete, öfkeye, kine ,kalp ağrılarına rağmen, dimdik duran kelimelerle yazılmıştır bu mektup.

Bu mektup, öldürdükleri her şeyimi az önce toprağa vermiş ruhumun ellerinde henüz toprağın tozu varken yazılmıştır.

Bu mektup, derin bir nefes alırken genzimi sızlatan özleminle yazılmıştır.

Ve bu mektup, benim için dudaklarından dökülen duaların kabul olduğu müjdesiyle yazılmıştır.


*

Oturdukları oda şairin son mısraları okumasıyla sessizleşti. Kapıcı başı önde az önce dinlediği bu mısraların etkisiyle ne diyeceğini bilemez bir halde önüne bakıyor. Ömer, tahayyül sınırlarını aşan bu cümlelerden çok, şairin okurken ki vurgularına, ses tonuna hayran kalmıştı. Çocuk yüreğiyle hissedebildiği duygu, az önce dinlediği her mısranın büyülü birer söz oluşundan ibaretti. İyi ki de şair olmayı istemişti. O da böyle şiirler yazıp okuyabilirdi. Zaten okulda, Türkçe öğretmeni ara sıra ona şiir okutmuyor muydu. O da tıpkı okulda okuduğu gibi, odanın ortasına geçip, okuduğu şiirin sözlerine ve vurgularına göre ellerini kaldırıp indirerek ve yer yer bağırıp sesini alçaltarak şiir okuyabilirdi. İçinden ‘’keşke ben okusaydım’’ derken, ya okurken takılsaydım diye düşünmüş ve bu fikrinden hemen orada vazgeçmişti.
 
Son düzenleme:

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry
-Aaa, genç adam, neden şair olmak istiyorsun.

Ömer oturduğu divanda daha fazla utanarak parmaklarıyla oynamaya devam ediyordu. Şiar, karşıda bulunan manzarasız, siyah bir beton parçasını gösteren pencereye bakıyordu. Oda oldukça basıktı. Ayakta duran birinin başı tavana değecek gibiydi. Küçücük pencereyi, duvarı boydan boya kapatan rengi solmuş ve yer yer yırtıkları bulunan tül kaplıyordu. Odanın duvarının rengi yeşildi, fakat bu odada da duvarlar rutubet almış, rutubet alınan yerden boyaları dökülmüş ve tabana doğru sıvaları aşınarak kırmızı tuğlaları görünmekteydi. Zemin betondu ve zeminin ortasına serilen halının bir çok yerlerinde aşınmalar görünüyordu. Kapının arkasındaki duvarda, tek bacağı alakasız bir ahşapla kesilip çivilenmiş masa duruyordu. Masanın üzerinde kitaplar, defterler serilmişti. Tekerlekleri olmayan kırmızı bir araba masanın altında ters dönmüştü.

Odanın tam ortasında yuvarlak, siyah bir soba durmaktaydı. Boruları tavandan çelik tellerle tutturulmuş ve karşı duvarın köşesinden açılan bir delikle dışarıya uzatılmıştı. Soba, beyaz bir mermerin üzerine konulmuştu.

-Babam dedi ki, şair olursan sen de radyolara çıkarsın şiir okursun. Bizim apartmanda herkes sen dinlemiş ama bizim radyomuz yok. Yasemin dediydi ki, bize gelirsen dinlersin sende.

Tam bu sırada kapıcı parmağındaki pansumanı şair’e göstererek ;

-Önemli bir şey yok, küçük bir sıyrık sadece.

-Geçmiş olsun kapıcı, geçmiş olsun. Neydi o öyle, kimdi o çocuk, dağ başımı canım burası. Koca bıçakla insanın karşısına çıkılır mı öyle, hangi yüzyılda yaşıyoruz.

-Bırak şu soytarıyı Allah aşkına, bi güzel ağzını burnunu kırıp eline verecektim ki soytarının tam olsun.

-Hayır kapıcı hayır, şiddet yok. Şiddet her zaman bir anlık öfkeyle insanı uçuruma sürüklemiş ve sonra oradan aşağı hızla bırakıştır kapıcı. Şiddet; çaresizliğin ve acizliğin davranışa dönüşmesidir. Şiddet korkaklık ve pervasızlıktır. Acıyor mu parmağın kapıcı?

Kapıcı , yere divandan kalın bir minder alarak atmış ve üzerine oturup bağdaş kurarak;

-Zaten küçük bir sıyrıktı.

-İhmal etme kapıcı, ihmal etme lütfen. Düzenli olarak pansuman yapmalısın ki mikrop kapmasın.

-Ederim, bizim karıya söyledim, o her gün ilgilenir.

-Görüyorsun değil mi kapıcı. Kadınlarımız tıpkı birer çiçek gibi. Bizler, bu kurak hayatın için de, onların bahçeleri arasında mevsimlerimizi yaşıyoruz. Bazen yağmur olup ıslattıkları toprak, bir an da nasıl çiçekleniyor kapıcı görüyor musun. Eğer bir kadının gönlüne teslim olursan, bu basık, dar ve rutubetli dairenin içinde bile kocaman bir evren var edip, gökyüzünün maviliğinde özgür, alabildiğine sonsuz kanat çırpabilirsin kapıcı. Öyle de olmuş, etrafına bak, dünyadan kopuk bu karanlık odayı ne hale getirmiş kapıcı.

*

Tam bu sırada kapıcının hanımı çekinerek içeri girmişti. Başı önde, ceketi uzatıyordu kapıcıya.

-Hah, getirdin mi

Diyerek ayağa fırladı kapıcı,

Şair oturduğu yerden kalkarak ;

-Aman efendim, zahmet verdim. Çok sağ olun yenge hanım, teşekkür ederim.

Kapıcı ceketi, anahtarı ve kartviziti aldıktan sonra, kapıcının hanımı birkaç adım geri atarak kapıdan çıkmıştı. Kapıcı, ceketi, anahtarı ve kartviziti şair’e uzatarak;

-Ceketinizin cebini de dikti.

Eşyalarını alarak tekrardan divana oturan şair;

-Çok mahcup oldum kapıcı, çok teşekkür ederim. Nasıl öderim hakkınızı? Siz de olmasanız dışarda kalmıştım. Çilingirlerle uğraşacaktık bu saatte.

-Olur mu efendim, görevimiz.

-Hayır kapıcı hayır, eşinizin adı neydi?

-Sümbül.

-Aaaa ne güzel bir isim . Biliyor musun kapıcı, sonsuz sevgiyi ve bağlılığı ifade eder bu isim. Kış aylarının o soğuk havalarında insanın ruhuna huzur veren bir kokusu vardır. Rengarenktir , öyle ki her rengin kendine özel anlamları da vardır. Mor sümbüller kapıcı, af dilemeyi temsil eder. Beyaz renkli sümbüller ise, saflığı, temizliği, berraklığı ve masumiyeti temsil eder. Görüyorsun değil mi kapıcı. Bizler kızlarımıza, kadınlarımıza ne güzel isimlerle sesleniyoruz.

Şair ayağa kalktığı sırada, kapıcı oturduğu minderin üzerinde hareketlenir ve;

-Çay içseydik bir bardak, öyle gideydiniz.

-Sağ ol kapıcı, var ol. İnşallah başka zamana sözüm olsun.

Ömer, divanın üzerinde bulunan mavi kaplı dosyaya bakıyordu. Şair, Ömer’in saçlarını okşayarak;

-Demek şair olmak istiyorsun genç adam.

Ömer başını sallayarak onaylamıştı ve şair tekrar divana oturarak;

-Bak genç adam, bu ülke de sanat para etmiyor maalesef. Şayet sanat ile uğraşıyorsan, meşhur olmak için ölmeni beklemelisin. Eğer bir öğretmen olursan, öğrencilerine Edebiyatı, şiir’i, sanatı sevdirebilirsin. Eğer üniversite de bir akademisyen olursan, öğrencilerine şiir’i sanatı sevdirebilir, onlara örnek olabilirsin. Söyle bakalım genç adam, ne olmak istiyorsun büyüyünce?

Ömer büyük bir ciddiyet ve kararlılıkla.

-Öğretmen olmak istiyorum

Diye bağırmıştı.

-Aferin genç adam, bu ülkenin sizler gibi istikbali parlak, ufku geniş, cıvıl cıvıl, hayat dolu. Yaşamın bütün zorlukları arasından çıkıp olgunlaşan, yetinmeyi bilen ve hayal kurabilen gençlere ihtiyacı var.

Ömer’in az önce baktığı mavi kaplı dosyayı açan şair, içinde bulunan ilk sayfayı eline almış ve Ömer’e uzatmıştı.

-Okumak ister misin genç adam?

Ömer başını yere eğerek utangaç bir tavırla başını sallamıştı.

-Pekala genç adam, ben okuyayım sana. Radyoda dinleyemedin o halde şimdi dinle bakalım.

*

Mektup


Postacısının olmadığı, bütün adreslerin tek bir adreste toplandığı yere ait olan bu mektubu taşımak için pencere önümde sabırsızlıkla kanat çırpan, eşiğe konan, pencereyi gagalayan, iri gözleriyle mektubu izleyen onlarca beyaz güvercinlerle dolu burası.

Kızıl kıyamet mevsimlerden koşarak gelmiş, sadece gözbebeklerine dokunmak için anlamlaşan yüzlerce cümle ile doludur bu mektup.

Bütün masal kahramanlarının ardına takıldığı ve bütün yazarın peşine düştüğü, gizemli alemlerin gizli sır odalarında konaklamış, meleklerin avuçlarından damlayan sözlerle doludur bu mektup.

Yıldız kapısının ötesinden koparak savrulan dilekleri, sadece sevenlere ulaştırmak için yeryüzüne seher vaktinde inen dualarla doludur bu mektup.

Sur’a üflendiği an, kopmakta olan kıyametin telaşıyla. Yusuf’un zindanında kendine yarenlik ettiği yalnızlığıyla. Kıtmir’in cennetle müjdelenmesinin haberini aldığında ki heyecanla yazılmıştır bu mektup.

Bu mektup, kabirde sorgu meleklerinin gözyaşlarına dokunularak yazılmıştır.

Annelerin merhamet dolu gönüllerine sığınıp, sevgileriyle yoğrulmuş ve sonra vicdanlarında demlenip hissettikleri bütün bu duyguları sana anlatmak için gelen cümlelerin dizeleriyle yazılmıştır bu mektup.

Gün batımlarının ve gün doğumlarının bütün renkleri kalemime bulaştığında, gecenin sessizliğinin kokusu üzerime sindiğinde. Mevsimleri sen olan bir evrenin henüz yaratılmamış dakikalarında yazılmıştır bu mektup.

Yenilgiye, gözyaşına, terk edilmişliğe, kalleşliğe, ihanete ,nefrete, öfkeye, kine ,kalp ağrılarına rağmen, dimdik duran kelimelerle yazılmıştır bu mektup.

Bu mektup, öldürdükleri her şeyimi az önce toprağa vermiş ruhumun ellerinde henüz toprağın tozu varken yazılmıştır.

Bu mektup, derin bir nefes alırken genzimi sızlatan özleminle yazılmıştır.

Ve bu mektup, benim için dudaklarından dökülen duaların kabul olduğu müjdesiyle yazılmıştır.


*

Oturdukları oda şairin son mısraları okumasıyla sessizleşti. Kapıcı başı önde az önce dinlediği bu mısraların etkisiyle ne diyeceğini bilemez bir halde önüne bakıyor. Ömer, tahayyül sınırlarını aşan bu cümlelerden çok, şairin okurken ki vurgularına, ses tonuna hayran kalmıştı. Çocuk yüreğiyle hissedebildiği duygu, az önce dinlediği her mısranın büyülü birer söz oluşundan ibaretti. İyi ki de şair olmayı istemişti. O da böyle şiirler yazıp okuyabilirdi. Zaten okulda, Türkçe öğretmeni ara sıra ona şiir okutmuyor muydu. O da tıpkı okulda okuduğu gibi, odanın ortasına geçip, okuduğu şiirin sözlerine ve vurgularına göre ellerini kaldırıp indirerek ve yer yer bağırıp sesini alçaltarak şiir okuyabilirdi. İçinden ‘’keşke ben okusaydım’’ derken, ya okurken takılsaydım diye düşünmüş ve bu fikrinden hemen orada vazgeçmişti.
Şair, elindeki daktilo ile yazılmış kağıdı özenle dosyaya koyduktan sonra tekrar ayağa kakmış ve :

-Bana müsaade kapıcı ,

Diye seslenmiş, ceketini giyerken eşyasız denecek kadar boş, rutubet kokan odanın içindeki ayrıntılara bakıyordu. Seyran olan bir samanlıktı burası. Her şeye rağmen, bunca olanaksız şeyin bir araya gelmesine rağmen yaşanılır kılınan sıcak, mütevazi bir yuvaydı. Güneş almayan pencere önünde birkaç kurumuş çiçek çarptı gözüne, evin tavanına tutturulmuş çengel, odanın ortasından dışarıya doğru kavisler çizerek giden siyah soba boruları.

-Bir çay içseydik

-Ziyade olsun kapıcı, ziyade olsun. İçmiş kadar oldum. Şu ev sahibinin adı neydi.

-Şükrü

-Aaa evet şükrü, rica etsem gördüğünüzde bana uğramasını söyler misiniz?

-Şimdi evdedir, istersen hemen söyleyeyim gelsin.

-Olur, daha iyi olur

Kapıdan çıkarken mutfaktan küçük bir çocuğun ağlama sesinin gelmesiyle şair, mutfak kapısının önünden içeriye;

-Hürmetler yenge hanım. Küçüğün yanaklarından öpün benim için. Lütfen rahatsız olmayın. Müsait bir zaman çayınızı içmeye mutlaka geleceğim. Tekrardan çok teşekkür ederim, sağ olun.

Şair, kapıya doğru yürürken yanında bulunan Ömer’i fark ederek, saçlarını okşayarak;

-Okuyacaksın küçük adam, en güzel şiirleri, hikayeleri, romanları, öyküleri, köşe yazılarını ve Tiyatro metinlerini. Eğer okumazsan körleşir, dilsizleşir ve sağır olursun. Eğer okursan, fark eder, farkında olur ve yaşarsın genç adam.

Kapıcı kapıyı açmış ve şair dışarıya adımını atmadan işaret parmağıyla kapıcıya Ömer’i göstererek,

-Okutacaksın bu parlak, istikbali henüz açık ve ufku geniş genç adamı kapıcı. Okutacaksın.

-Öğretmenleri de dersleri iyi diyor ama,

-Kim gidiyor toplantılarına kapıcı?

-Annesi gidiyor.

-Hayır kapıcı, hayır. Sen gideceksin. Bizzat gidip yerinde teftiş edecek, durumu birinci ağızdan kendin dinleyeceksin. Böylece bu genç adamla bizzat kendin muhatap olarak, aranızdaki iletişimi güçlendireceksin. Farkında mısın kapıcı, aynı evde oturup birbirlerini tanımayan anneler, babalar, çocuklar var. Çok üzülüyorum çok.

-Tamam, ben giderim bundan sonra.

-Aferin kapıcı, seni her zaman böyle kararlı görmek isterim.,

Şair ayakkabılarını giyerken dosyayı Ömer’e uzatmıştı.

-Tutar mısın genç adam?

Ömer, eline aldığı mavi dosyanın sayfalarını karıştırıyordu. Gözü, kalın puntolarla yazılmış bir yazıya ilişti ve dosyayı biraz daha gözlerine yaklaştırarak içinden heceleyerek okumaya çalıştı.

‘’sımsıkı sarılmak istediğim biri var’’

-Ne okuyorsun genç adam

Bu ses üzerine Ömer birden irkilmiş, dosyayı şair’e uzatmıştı.

-Ne yazıyordu genç adam okuduğun mısralarda.

Ömer, başını yere eğerek ‘’Sımsıkı sarılmak istediğim biri var’’ diye fısıldadı.

Şiar, Ömer’in çenesinden tutup kendine doğru kaldırarak.

-Ne olursa olsun, başını önüne eğme genç adam. Her zaman dik dur ve karşındaki insanın gözlerinin içine bak. Senin sımsıkı sarılacağın annen var, baban var, kardeşin var, arkadaşların var, öğretmenlerin ve büyüklerin, küçüklerin var. Hepimizin sımsıkı sarılmaya ihtiyacı var genç adam. Sımsıkı sarılmayı hak eden insanlara arkanı dönme genç adam.

Kapıcıya dönerek ;

-Neydi o ev sahibinin adı kapıcı?

-Şükrü.

-Aaa Şükrü evet, rica etsem hemen yollar mısın bana. Bir an önce gelsin ev şu işi bitirelim. Birde, unutmadan, neydi o arkadaşının adı.

-Hangisi,

-Tamam, eskici evet evet eskici. O da gelsin bana, ama sen ondan önce uğra konuşacaklarımız var.

Şair, Ömer’in önünde eğilerek yanaklarından öpmüş ve doğrularak,

-Yenge hanıma tekrar hürmetler kapıcı.

-Güle güle.

*
 

AsyA

Forum Kalemi
Öylesine...
Katılım
1 May 2020
Mesajlar
14,433
Çözümler
1
Tepkime puanı
38,484
Puanları
113
Okuyacaksın küçük adam, en güzel şiirleri, hikayeleri, romanları, öyküleri, köşe yazılarını ve Tiyatro metinlerini. Eğer okumazsan körleşir, dilsizleşir ve sağır olursun. Eğer okursan, fark eder, farkında olur ve yaşarsın genç adam.
Işin sırrı ne bulursan okumakmış.
 

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry
Şair, elindeki daktilo ile yazılmış kağıdı özenle dosyaya koyduktan sonra tekrar ayağa kakmış ve :

-Bana müsaade kapıcı ,

Diye seslenmiş, ceketini giyerken eşyasız denecek kadar boş, rutubet kokan odanın içindeki ayrıntılara bakıyordu. Seyran olan bir samanlıktı burası. Her şeye rağmen, bunca olanaksız şeyin bir araya gelmesine rağmen yaşanılır kılınan sıcak, mütevazi bir yuvaydı. Güneş almayan pencere önünde birkaç kurumuş çiçek çarptı gözüne, evin tavanına tutturulmuş çengel, odanın ortasından dışarıya doğru kavisler çizerek giden siyah soba boruları.

-Bir çay içseydik

-Ziyade olsun kapıcı, ziyade olsun. İçmiş kadar oldum. Şu ev sahibinin adı neydi.

-Şükrü

-Aaa evet şükrü, rica etsem gördüğünüzde bana uğramasını söyler misiniz?

-Şimdi evdedir, istersen hemen söyleyeyim gelsin.

-Olur, daha iyi olur

Kapıdan çıkarken mutfaktan küçük bir çocuğun ağlama sesinin gelmesiyle şair, mutfak kapısının önünden içeriye;

-Hürmetler yenge hanım. Küçüğün yanaklarından öpün benim için. Lütfen rahatsız olmayın. Müsait bir zaman çayınızı içmeye mutlaka geleceğim. Tekrardan çok teşekkür ederim, sağ olun.

Şair, kapıya doğru yürürken yanında bulunan Ömer’i fark ederek, saçlarını okşayarak;

-Okuyacaksın küçük adam, en güzel şiirleri, hikayeleri, romanları, öyküleri, köşe yazılarını ve Tiyatro metinlerini. Eğer okumazsan körleşir, dilsizleşir ve sağır olursun. Eğer okursan, fark eder, farkında olur ve yaşarsın genç adam.

Kapıcı kapıyı açmış ve şair dışarıya adımını atmadan işaret parmağıyla kapıcıya Ömer’i göstererek,

-Okutacaksın bu parlak, istikbali henüz açık ve ufku geniş genç adamı kapıcı. Okutacaksın.

-Öğretmenleri de dersleri iyi diyor ama,

-Kim gidiyor toplantılarına kapıcı?

-Annesi gidiyor.

-Hayır kapıcı, hayır. Sen gideceksin. Bizzat gidip yerinde teftiş edecek, durumu birinci ağızdan kendin dinleyeceksin. Böylece bu genç adamla bizzat kendin muhatap olarak, aranızdaki iletişimi güçlendireceksin. Farkında mısın kapıcı, aynı evde oturup birbirlerini tanımayan anneler, babalar, çocuklar var. Çok üzülüyorum çok.

-Tamam, ben giderim bundan sonra.

-Aferin kapıcı, seni her zaman böyle kararlı görmek isterim.,

Şair ayakkabılarını giyerken dosyayı Ömer’e uzatmıştı.

-Tutar mısın genç adam?

Ömer, eline aldığı mavi dosyanın sayfalarını karıştırıyordu. Gözü, kalın puntolarla yazılmış bir yazıya ilişti ve dosyayı biraz daha gözlerine yaklaştırarak içinden heceleyerek okumaya çalıştı.

‘’sımsıkı sarılmak istediğim biri var’’

-Ne okuyorsun genç adam

Bu ses üzerine Ömer birden irkilmiş, dosyayı şair’e uzatmıştı.

-Ne yazıyordu genç adam okuduğun mısralarda.

Ömer, başını yere eğerek ‘’Sımsıkı sarılmak istediğim biri var’’ diye fısıldadı.

Şiar, Ömer’in çenesinden tutup kendine doğru kaldırarak.

-Ne olursa olsun, başını önüne eğme genç adam. Her zaman dik dur ve karşındaki insanın gözlerinin içine bak. Senin sımsıkı sarılacağın annen var, baban var, kardeşin var, arkadaşların var, öğretmenlerin ve büyüklerin, küçüklerin var. Hepimizin sımsıkı sarılmaya ihtiyacı var genç adam. Sımsıkı sarılmayı hak eden insanlara arkanı dönme genç adam.

Kapıcıya dönerek ;

-Neydi o ev sahibinin adı kapıcı?

-Şükrü.

-Aaa Şükrü evet, rica etsem hemen yollar mısın bana. Bir an önce gelsin ev şu işi bitirelim. Birde, unutmadan, neydi o arkadaşının adı.

-Hangisi,

-Tamam, eskici evet evet eskici. O da gelsin bana, ama sen ondan önce uğra konuşacaklarımız var.

Şair, Ömer’in önünde eğilerek yanaklarından öpmüş ve doğrularak,

-Yenge hanıma tekrar hürmetler kapıcı.

-Güle güle.

*
Şair merdivenlerden yukarı doğru çıkarken bu izbe karanlığın ortasında kalmış kapıcı dairesine bakarak iç çekiyordu. Binanın giriş katına geldiğinde telefonu çalmıştı. Telefonunu cebinden çıkarıp ekrana baktığında tebessüm ederek telefonu açmış ve kulağına götürmüştü

-Nerede kaldın sen Ali Osman?

-Buradayım, geldim, havaalanına yeni indim,

-Hoş geldin, safalar getirdin, nasıl geçti yolculuğun?

-İyi geçti, insanın memleketi, vatanı gibisi var mı, havası bile huzur kokuyor.

-Öyledir canım, öyledir, vatan sıladır, hasrettir, özlemdir, yar dır, yarendir.

-Özlemişim seni. Neredesin, evdesin değil mi?

-Evet Aliciğim eve çıkıyorum şimdi. Geldiğinde uzun uzun konuşuruz. Adresi biliyorsun değil mi?

-Biliyorum, biliyorum. Not almıştım. Şimdi bir taksi çeviriyorum. Bu ne kalabalık yahu?

-Böyledir, Fransa’yı aratmayacak kadar kalabalıktır. Kitaplarımı da getirdin mi gözüm?

-Getirmem mi, tam iki valiz kitap var yanımda.

-Hadi bakalım, bekliyorum, sabırsızlıkla bekliyorum.



Ali, yanında bulunan valizleri taşıttırarak taksi durağına kadar gelmiş ve taksiciye elindeki adres, göstererek;

-Ne kadar süre için de gidebiliriz beyefendi?

-Trafik açıksa bir buçuk saat sonra oradayız efendim.

-Harika, eşyalar bagaja sığmayabilir, yalnızım zaten, arka koltuğa da sığdırabiliriz.

-Hay hay efendim, yardımcı olayım.

Taksici aracın bagajını açmış, eşyaları bagaja sığdırmaya çalışıyordu. Bu sırada eşyaları taşıttığı delikanlıya cebinden çıkardığı bahşişi uzatarak,

-Teşekkür ederim delikanlı, sağ ol yardımın için.

Parayı çekinerek alıp cebine koyan genç çocuk, karşılık vermeden havaalanına doğru yürümeye başladığında yağmur çiselemeye başlamıştı.

-Berelet getirdik öyle mi dostum,

Diyerek taksicinin omzuna vuran Ali Osman’a taksici;

-Hoş geldiniz efendim,

Diyerek karşılık vermişti.

Bagaja sığmayan iki bavulu, taksinin arka koltuğuna yerleştirdikten sonra yolculuk başlamıştı. Ali Osman, emniyet kemerini takarken şoförü ikaz ederek;

-Siz emniyet kemeri takmıyor musunuz?

-Emniyet kemeri takınca sıkılıyorum, sanki sıkıyor beni, nefes almamı zorlaştırıyor, bunaltıyor beni.

-Çünkü kendinizi bu şekilde şartlandırmış ya da bu şekilde mazeret uyduranların gerekçelerine sığınarak bunun böyle olduğu inancına saplanıp kalmışsınız. Çocuklarınız var mı?

-Var efendim, iki tane.

-Allah bağışlasın, peki çocuklarınızı araç ile gezdirmeye çıkarıyor musunuz?

-Tabi ki çıkarıyorum, geçen hafta Beşiktaş sahilindeydik.

Taksici, çocuklarından bahsederken yüzü gülüyor, heyecanlanıyordu.

-Çocuklar ön koltukta seyahat etmeyi seviyorlar mı?

-Sevmezler mi, kendi aralarında kavga bile ediyorlar neredeyse, ben bineceğim, hayır ben bineceğim diye?

-Peki siz ne yapıyorsunuz böyle bir durumda?

-Giderken biriniz, gelirken de diğeriniz bineceksiniz diyorum. Kendi aralarında anlaşıyorlar.

-Öne oturan çocuğunuza emniyet kemeri taktırıyor musunuz?

-Tabi ki, ben kendim takıyorum. Ne olur ne olmaz.

-O halde siz de çocuklarınız için emniyet kemeri takmalısınız.

-Haklısınız efendim.

-Bence emniyet kemerinizi takın, bir süre gittikten sonra gerçekten sıkıyor mu, nefessiz mi bırakıyor, bunaltıyor mu gözlemleyin.

-Peki efendim.

*
 

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry
Işin sırrı ne bulursan okumakmış.
İlk defa yazdığım bir eseri taslak metin olarak, yazım süreçlerinde düzeltmeler yapmadan buraya aktarıyorum. Yapılan yazım yanlışları , tasfir hataları ya da tekrar eden cümlelerden dolayı kusura bakmayınız? 2. Okuma, eklemeler, çıkarmalar, düzeltmeler, sonrasındaki dizgi aşaması için 3. okuma da gerçekleştirilerek eser basım için hazır olmuş olacak. Amaç, yazım sürecini en taze hali ile sizlerle paylaşmak...
 

Ayhan Yalçın

Yeni Üye
Ayhan Yalçın
Katılım
27 Ağu 2021
Mesajlar
97
Tepkime puanı
539
Puanları
93
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Burç
Balık
Hobim
Fotoğraf Sanatı. Edebiyat.
İsim
Ayhan Yalçın
Meslek
Yazar, Fotograf Sanatçısı (Kocaeli Şehir Tiyatrosu)
Memleket
Kocaeli
Cinsiyet
Takım
lIr3ry
Şair merdivenlerden yukarı doğru çıkarken bu izbe karanlığın ortasında kalmış kapıcı dairesine bakarak iç çekiyordu. Binanın giriş katına geldiğinde telefonu çalmıştı. Telefonunu cebinden çıkarıp ekrana baktığında tebessüm ederek telefonu açmış ve kulağına götürmüştü

-Nerede kaldın sen Ali Osman?

-Buradayım, geldim, havaalanına yeni indim,

-Hoş geldin, safalar getirdin, nasıl geçti yolculuğun?

-İyi geçti, insanın memleketi, vatanı gibisi var mı, havası bile huzur kokuyor.

-Öyledir canım, öyledir, vatan sıladır, hasrettir, özlemdir, yar dır, yarendir.

-Özlemişim seni. Neredesin, evdesin değil mi?

-Evet Aliciğim eve çıkıyorum şimdi. Geldiğinde uzun uzun konuşuruz. Adresi biliyorsun değil mi?

-Biliyorum, biliyorum. Not almıştım. Şimdi bir taksi çeviriyorum. Bu ne kalabalık yahu?

-Böyledir, Fransa’yı aratmayacak kadar kalabalıktır. Kitaplarımı da getirdin mi gözüm?

-Getirmem mi, tam iki valiz kitap var yanımda.

-Hadi bakalım, bekliyorum, sabırsızlıkla bekliyorum.




Ali, yanında bulunan valizleri taşıttırarak taksi durağına kadar gelmiş ve taksiciye elindeki adres, göstererek;

-Ne kadar süre için de gidebiliriz beyefendi?

-Trafik açıksa bir buçuk saat sonra oradayız efendim.

-Harika, eşyalar bagaja sığmayabilir, yalnızım zaten, arka koltuğa da sığdırabiliriz.

-Hay hay efendim, yardımcı olayım.

Taksici aracın bagajını açmış, eşyaları bagaja sığdırmaya çalışıyordu. Bu sırada eşyaları taşıttığı delikanlıya cebinden çıkardığı bahşişi uzatarak,

-Teşekkür ederim delikanlı, sağ ol yardımın için.

Parayı çekinerek alıp cebine koyan genç çocuk, karşılık vermeden havaalanına doğru yürümeye başladığında yağmur çiselemeye başlamıştı.

-Berelet getirdik öyle mi dostum,

Diyerek taksicinin omzuna vuran Ali Osman’a taksici;

-Hoş geldiniz efendim,

Diyerek karşılık vermişti.

Bagaja sığmayan iki bavulu, taksinin arka koltuğuna yerleştirdikten sonra yolculuk başlamıştı. Ali Osman, emniyet kemerini takarken şoförü ikaz ederek;

-Siz emniyet kemeri takmıyor musunuz?

-Emniyet kemeri takınca sıkılıyorum, sanki sıkıyor beni, nefes almamı zorlaştırıyor, bunaltıyor beni.

-Çünkü kendinizi bu şekilde şartlandırmış ya da bu şekilde mazeret uyduranların gerekçelerine sığınarak bunun böyle olduğu inancına saplanıp kalmışsınız. Çocuklarınız var mı?

-Var efendim, iki tane.

-Allah bağışlasın, peki çocuklarınızı araç ile gezdirmeye çıkarıyor musunuz?

-Tabi ki çıkarıyorum, geçen hafta Beşiktaş sahilindeydik.

Taksici, çocuklarından bahsederken yüzü gülüyor, heyecanlanıyordu.

-Çocuklar ön koltukta seyahat etmeyi seviyorlar mı?

-Sevmezler mi, kendi aralarında kavga bile ediyorlar neredeyse, ben bineceğim, hayır ben bineceğim diye?

-Peki siz ne yapıyorsunuz böyle bir durumda?

-Giderken biriniz, gelirken de diğeriniz bineceksiniz diyorum. Kendi aralarında anlaşıyorlar.

-Öne oturan çocuğunuza emniyet kemeri taktırıyor musunuz?

-Tabi ki, ben kendim takıyorum. Ne olur ne olmaz.

-O halde siz de çocuklarınız için emniyet kemeri takmalısınız.

-Haklısınız efendim.

-Bence emniyet kemerinizi takın, bir süre gittikten sonra gerçekten sıkıyor mu, nefessiz mi bırakıyor, bunaltıyor mu gözlemleyin.

-Peki efendim.

*
Şair, kapının anahtarını çıkararak kapıyı açmış ve içeri girmişti. Henüz bu eve taşınalı on beş gün olmasına rağmen yerleşememişti. Ev sahibi, bu daireyi kiraya verirken içindeki eşyaları ile birlikte vermişti. Evin içindeki bir çok eşya eski ve kullanılmaz bir haldeydi. Daire ,kapıdan girince büyük ve geniş bir hole açılıyor oradan odalara dağılıyordu. Yedi katlı apartmanın en üst katıydı burası. Salonun pencereden bakıldığında Marmara denizi görünüyordu. Balkonu geniş ve önü açıktı. Çevrede çok katlı binalar yoktu. Bir çok bina, henüz inşaatı yarım bırakılmış, sıvasız, çatısız bir halde etrafa savrulmuş gibiydi. Bir çoğunun çatısında derme çatma barakalar yapılmıştı. Bu barakaların içinde güvercinler olmalıydı. Hemen önündeki iki katlı binanın çatısında iki sandalyede karşılıklı oturan ve sohbet eden gençler görünmekteydi. Bazen kapısı açık olan barakadan beyaz bir güvercin dışarı çıkıyor, beton zeminde bir şeyler gagaladıktan sonra havalanıyor, çıkabildiği en yüksek noktada birkaç takla atarak geri dönüyordu. Bunu izleyen gençler büyük bir sevinçle el çırpıyorlar ve sohbetlerine kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Bazı evlerin çatısız damlarında ise iki kolon direğine gerilmiş çamaşır ipi gerilmekteydi. Rüzgar, rengarenk çamaşırları sağa sola savurup havalandırıyordu. Bir çok evin damında su depoları bulunmaktaydı. Muhtemelen çok sık su kesintileri olmalıydı. Fakat en güzeli, sokaklardan çığlık çığlığa yükselen çocuk sesleriydi. Ara sokaklarda koşturan, oynayan çocuk sesleri huzur veriyordu. Gün yavaş yavaş ağarmaya başlamış, hava gittikçe kapanmıştı. Birkaç uzak sokakta sokak lambaları yanmıştı. Tam bu sırada zil çalmış, pencere kenarında çekyatın kenarına oturarak tüm bu manzaranın güzelliğini izleyen şair yerinden doğrularak kapıya doğru yönelmişti.

-Ne kadar itici ve rahatsız edici bir zil sesi

Diye geçiriş ve kapıyı açmıştı. Karşısında ev sahibi Şükrü durmaktaydı. Kapıyı biraz daha aralayarak;

-Buyurmaz mısınız Şükrü bey?

-Nedir beni bu saatte ayağınıza çağıran sebep, doğrusu çok merak ettim.

Kıvırcık saçlı, kısa boylu ve hiçbir şeyden memnun olmayan yüz mimikleriyle içeriye girmiş geniş salonda üzeri beyaz kumaşlarla örtülü eşyalara bakarak;

-Henüz yerleşmemişsiniz.

Diye seslenerek salonun ortasındaki masadan bir sandalye çekerek oturmuştu.

-Evet yerleşmedik azizim, fakat acelesi yok Şükrü, yerleşeceğiz.

-Ne o, yoksa beğenmediniz mi eşyaları?

-Beğendim Şükrü bey kardeşim beğendim, fakat bu eşyalar bana göre değil.

-Vallahi siz bilirsiniz beyefendi, evi kiralamak için fazlasıyla müşteri var bu cihette. Anında kaparlar böyle bir evi, haberiniz olsun.

-Sizinle kaç aylığına kontrat imzalamıştık Şükrü bey,

-Neden sordunuz, iptal mi edeceksiniz, şimdiden söyleyeyim aldığım üç aylık kiradan kuruş para geri ödemem.

-Hayır Şükrü bey kardeşim hayır, kaç aylık kontrat imzalamıştık o nu sordum?

-Altı ay olmalı evet evet altı ay, hem bana ne soruyorsunuz, kontratın bir nüshası sizde değil mi, açın bakın.

-Aaa çok haklısınız, af edersiniz, şurada olmalı.

Şair, üst üste istiflenmiş kitapların arasında bir süre arandıktan sonra, sözleşme metnini elini almış ev sahibine göstererek,

-İşte burada azizim,

-Madem evden çıkacaktınız, ne diye uğraştırdınız beni efendim. Kaç kişi sordu bu daireyi geri göndermek zorunda kaldım. Ayrıca kontratta ödediğiniz paradan bir kuruş geri vermem söyleyeyim.

-Aman Şükrü bey kardeşim, amacım kontratı iptal etmek ya da evden çıkmak değil?

*

-Neden beni ayağınıza kadar çağırıyorsunuz efendim?

-Bu sözleşmenin hiçbir hükmü ve geçerliliği yok Şükrü bey kardeşim.

Ev sahibi Şükrü telaşla ayağa kalkmış elleri arkasında odanın içinde burnundan soluyarak birkaç tur atmış ve sonra şair’e dönerek.

-Dalga mı geçiyorsunuz, o zaman çıkın kardeşim evimden,

Tam bu sırada tekrar evin zili peş peşe çalmış ve şair kapıyı açmak için ayağa kalkınca, elindeki sözleşme kağıdını masaya atarak

-İyi bakın şükrü bey kağıda, bir tek sizin imzanız var, tek taraflı imza ile sözleşme yapan ev sahibi olarak tarihe geçeceksiniz

Diyerek kapıya doğru yöneldiğinde, ev sahibi Şükrü bey masanın üzerindeki kağıdı eline alarak dikkatlice inceliyor fakat kendince hiçbir eksik bulamıyordu. Yıllardır kiracıları ile bu şekilde kontratlar imzalamış ve bu güne dek hiçbir problem yaşamamıştı,

‘’Nereden çıktı bu yazar müsveddesi’’ diye geçirdi içinden ‘’zaten bekara ev mi verilirmiş, kaç kez ikaz ettilerdi, mürekkep yalamış, okumuş kültürlü adam dedik başımıza gelenlere bak, duvarlara da çizi çakmış tablo asmış, ya şu kitapların yer döşemeleri üzerindeki dağınıklığına ne demeli, yerdeki döşemeyi çizecek canım. Gel şimdi çık işin içinden, üç aylık kirayı da geri ister bu’’

-Ooo hoş geldin eskici, buyurunuz lütfen, buyurunuz.

Gelen eskiciydi. Tombul ve traşlı yüzüyle odaya girip Şükrü bey’e sırıtarak başını sallayan eskiciye şükrü bey,

-Bir sen eksiktin, kara cahil.

Diye seslenmiş, bu söz üzerine eskici ellerini önünde bağlayarak başını yere eğmişti. Kapıyı kapatarak salona geri dönen şair, eskiciye ;

-Oturmaz mısın canım, ayakta kalmayınız lütfen, rahat olunuz. Burası sizin de eviniz,

Bu söz üzerine ev sahibi Şükrü bey, sert ve eskiciyi aşağılayan bir ses tonuyla;

-Ne münasebet canım, nereden onun da evi oluyormuş, burası benim babamdan kaldı, dişimle tırnağımla yaptım ben burayı, öyle kimsenin filan evi değil.

Eskici çekyatın üzerinde serili olan beyaz kumaşın ucunu kaldırarak çekyatın ucuna oturmuştu. Şair, tekrardan sandalyesine oturarak ev sahibi Şükrü beyi de davet etmişti;

-Buyurun, oturun lütfen Şükrü bey, konumuz kira ya da kira sözleşmesi değil. Üç aylık peşin sözleşme ücreti sizlerde kalsın, lüzumu yok.

Elini çenesinde gezdiren şair;

-Daireyi satmak istediğinizi duydum.

Bunu duyan ev sahibi Şükrü beyin gözlerine ışık gelmiş heyecanla sandalyesine yerleşerek masaya doğru eğilmişti. Sesinde sevinç ve heyecan vardı.

-Evet efendim, fakat sadece bu daireyi satmak istiyorum. Malum çocuklarımız büyüdü, üniversite giderleri, evlilikleri derken yetişmiyor artık.

-Öyledir Şükrü bey kardeşim öyledir. Peki ne istiyorsun bu daireye?

Az önceki gergin yüzüne sükunet ve sevecenlik yerleşen ev sahibi Şükrü ellerini oğuşturarak;

-Çok değil efendim, iki milyon kadar.

Şair, eskiciye dönüp göz kırparak;

-Ne diyorsunuz Şükrü bey kardeşim, yalı mı satın alıyoruz yoksa şato mu, altı üstü yüz metrekare bir daire burası.

Şükrü heyecanla ayağa kalkarak;

-Olur mu efendim, burası yirmi şiddetinde depreme dayanıklı civardaki evlerden çok daha sağlam. Bizzat demirini ben bağlattırdım ve betonunu Mardinli ustalara döktürttüm.

Şükrü bey ayağa kalkarak odanın duvarına birkaç yumruk atmış ve ;

-Görüyorsunuz duvarların sağlamlığını, top atsan yıkılmaz. Bu duvarları değil çivi, balyoz bile yıkamaz. Zemin etüdü bile yapılmıştır bu binaya. Kocaeli depreminden sonra bütün taşıyıcı kolonlara takviye yapılmış, hem de ne kallavili bir takviye, temel kirişleri boydan boya beslenerek sağlamlaştırılmıştır.

Ev sahibi şükrü bey heyecanla anlatırken şair ayağa kalkarak elini şükrü beye uzatmış ve ;

-Bir milyon yedi yüz vereyim, kapatalım bu meseleyi.

Demişti. Şükrü beyin gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi. Gömleğinin üst düğmesini çözmüş ve eskicinin yanına oturmuştu. Kekeleyerek ;

-Bir milyon yedi yüz elli mi dediniz.

-Evet Şükrü bey kardeşim. Hadi elimi sıkınız kapansın bu mesele.

Şükrü bey yanındaki eskiciyi dirseği ile dürterek,

-Koş hele aslanım, bi su getir bana.

Şair, söze karışarak;

-Aman efendim, ne münasebet, hemen getiriyorum, rahatınıza bakınız lütfen.

Şair mutfağa gidince ev sahibi şükrü eskiciye doğru eğilerek, heyecanlı sesiyle fısıldarcasına;

-Gördün mü aslanım, pazarlık nasıl yapılırmış gör,

Diye seslenmişti.

Eskici Şükrü bey’i sevmezdi. Şükrü bey’in çocukları zabıta olduğu için sürekli eskiciyi korkutur, tehdit eder ve eline geçtiği her fırsatta azarlayıp rezil ederdi. Bazen iki kuruşluk hurdayı beş kuruşa zorla almışlığı bile olmuştur. Bazen, üç tekerlekli ahşap aracını durdurup içindeki eskileri karıştırdığı ve lazım olan bazı değerli eşyaları alarak para vermediği de olmuştu. Bir keresinde küçük bir radyoyu çalışıyor diye eskiciye satmış, sevinçle eve giden eskici radyonun pillerini değiştirmesine, kablosunu prize takmasına rağmen çalışmadığını görünce geri gitmiş, radyoyu ev sahibi Şükrü’ye geri vermek istemiş, bunun üzerine duyulmamış hakaretler, ağza alınmayacak sözler işitmiş, eve giderken sinirlenip yol kenarında Radyoyu kaldırıma büyük bir sinirle vurarak paramparça etmişti.
 

AsyA

Forum Kalemi
Öylesine...
Katılım
1 May 2020
Mesajlar
14,433
Çözümler
1
Tepkime puanı
38,484
Puanları
113
İlk defa yazdığım bir eseri taslak metin olarak, yazım süreçlerinde düzeltmeler yapmadan buraya aktarıyorum. Yapılan yazım yanlışları , tasfir hataları ya da tekrar eden cümlelerden dolayı kusura bakmayınız? 2. Okuma, eklemeler, çıkarmalar, düzeltmeler, sonrasındaki dizgi aşaması için 3. okuma da gerçekleştirilerek eser basım için hazır olmuş olacak. Amaç, yazım sürecini en taze hali ile sizlerle paylaşmak...
Demek kitap yazma aşamaları böyleymiş. Şahitlik etmek çok güzel :)
Gördüğümüz eksikleri yazacaktıkya ben zevkle okuyorum. @Hatra hocam belki katkıda bulunabilir. Onunda kalemi çok iyi :)
 

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın yada üye olun!

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın veya kayıt olun!

Kayıt ol

Forumda bir hesap oluşturmak tamamen ücretsizdir.

Şimdi kayıt ol
Giriş yap

Eğer bir hesabınız var ise lütfen giriş yapın

Giriş yap

Tema düzenleyici

Tema özelletirmeleri

Grafik arka planlar

Granit arka planlar