Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Dizi Analiz Adolescence Mini Dizi (2 Izleyici)

Of son cümlen aşırı aşırı iyi ve yaralayıcı. Vicdanı uyanmamış ve sekillenmemiş çocuk. Şuan toplumun çoğunluğu. Vicdanı sekillenmemiş genç ve yetişkinliğe adım atmak üzere insan dolu @QasemQasem is verified member.
 
Aynen , O zaman seni, çocuğun zihnindeki o boşluk anına gerçekle hayalin birbirine karıştığı o sınır çizgisine götüreyim biraz olur mu ?

Bu çocuk yaklaşık 12-13 yaşlarında. Odasında ya da bir yerde yalnız. Kısa bir süre önce şiddet içeren bir şey yaşamış olabilir, ama onun zihninde bu hâlâ bir “oyun”. Gerçeklik algısı dağılmış, ama içinde bir şeyler kıpırdamaya başlamış…

İç Monolog ;“Birazdan Geri Döner”

“Bağırmadı bile. Çok sessizdi. Bu kadar sessiz olmamalıydı. Oyunda biri vurulduğunda bir ses gelir. Hep gelir. Sonra ekran kararır, ya da bir yerden ‘game over’ yazar… Burada yazmadı. Bu eksik. Eksiği var oyunun. Belki güncelleme gelmemiştir.”

“Eğer gerçekten ölmüşse… hayır. Hayır, gerçek ölüm yok. Çünkü öyle bir şey yaşanmaz. Dizilerde de… Süpermen düşüyor, sonra kalkıyor. Ben de düştüm bir kere, ikinci kattan. Sadece kolum acıdı biraz. Demek ki… demek ki ben de onlardanım.”

“Gözlerini neden kapadı? Açması lazım. Ekranı yenilemem gerekiyor. Belki reset tuşu vardır bir yerinde. Ellerini tutunca buz gibi. Ama bu da oyunda oluyor bazen. Donuyor karakter, sonra tekrar açılıyor. Belki beklemem gerekiyor. Biraz daha…”

“Ama… ama ya annem görürse? Ya ağlarsa? Oyunda anneler ağlamıyor. O sahneleri hep geçiyorum. Ağlamaya gerek yok ki. Birazdan döner. Döner, değil mi?”

(Sessizlik)

“Ya dönmezse? Eğer bu defa… başka bir şey olduysa? Eğer bu gerçekse… o zaman ben neyim? Oyundaki kötü karakter mi oldum? Ama ben istemedim ki… sadece denemek istedim. Sadece… ne olacağını görmek istedim.”
“O zaman… oyun yoktu. Gerçek vardı. Ve ben…”
”…ben galiba kayboldum.”

Bu monologda çocuğun zihnindeki kırılmayı ve fark edişin yavaş yavaş tırmandığı o anı gösterdim. Gerçekliğe dair ilk kıvılcım, pişmanlık değil, şaşkınlık—çünkü duygular hâlâ tanımlı değil. Her şey gecikmeli geliyor.
 
@ErvaErva is verified member. hafta içi yoğunum ve müsait olamıyorum,haftasonunu sinama ve film için ayırdığımız bir zamanımız var,lost'a başladık
1.sezon 5 bölümdeyiz. :))
Güzel düşüncen için teşekkür ederim, fkcicek4
 
Dedim ki Adolescence’i psikolojik olarak özellikle Jung ve Freud perspektifleriyle birlikte analiz edelim. Çünkü karakterin gelişimi bu iki kuramın da merkezindeki çatışmalarla çok örtüşüyor. Yani en azından ben böyle görüyorum


1. Freudcu Yorum: İd, Ego ve Süperego Savaşı

İlk bölümlerde karakter, süperego tarafından bastırılmış bir benlik sergiliyor. Kurallara uymaya çalışıyor, “iyi çocuk” olmaya çabalıyor, suçsuz olduğunu savunuyor. Bu, toplumun ve ebeveynlerin ona yüklediği değerlerle şekillenmiş bir kişilik hali.
Ancak içinde derin bir bastırma var: id (yani ilkel dürtüler – öfke, cinsellik, kontrol arzusu) bastırılıyor. Bu bastırma uzun vadede agresyon olarak patlamaya hazırlanıyor.

Orta bölümlerde, ego bu iki kutup arasında parçalanmaya başlıyor. Kendi kimliğiyle, dürtüleriyle ve toplumun beklentileriyle başa çıkamayan karakter, çelişkili bir içsel savaş yaşıyor. Bu, onu kararsız, patlamaya hazır ve duygusal olarak istikrarsız hale getiriyor.
Son bölümlerde id’nin yükselişi yaşanıyor. Bastırılmış öfke patlıyor, kontrol mekanizmaları çöküyor ve agresyon dışa vuruluyor. Burada Freud’un söylediği gibi: “Bastırılan her şey bir gün geri döner.”
Yani, başta inşa edilen suçsuzluk yapaydı, gerçek duygu agresyondu , ama onu ifade etmeyi bilmiyordu.


2. Jungcu Yorum: Gölgeyle Yüzleşme ve Bütünlenme

Jung’a göre her bireyin içinde kabul etmediği, bastırdığı bir gölge vardır. Bu gölge, bizim karanlık yönlerimizdir: kıskançlık, öfke, yalan, hırs, nefret…

İlk bölümlerde karakter bu gölgeyle yüzleşmez. Kendisini kurban olarak konumlandırır, “Ben böyle değilim” diyerek gölgesini inkâr eder. Bu da onu eksik ve yarım bir benlik hâline getirir.
Dizi ilerledikçe, gölge yavaş yavaş sızmaya başlar: önce rüyalarda, sonra davranışlarda, sonra açık şiddette. Bu yüzleşme kolay değildir, çünkü insan kendi karanlığını görmeye hazır değildir.

Son bölümlerdeki agresyon, karakterin gölgesiyle tam anlamıyla yüzleşmesidir. Bu agresyonun kendisi bir dönüşüm kapısıdır. Jung’un dediği gibi:
“Aydınlanma, karanlıkla savaşmakla değil, karanlığı bilinçli hâle getirmekle olur.”
Dizide bu agresif patlama, aslında ruhsal büyümenin kaçınılmaz bir safhası. Karakter artık masumiyet maskesini bırakmış, gerçek benliğine daha da yaklaşmıştır.

Ohalde gelelim psikolojik temel mesaja ;

Adolescence, bir çocuğun yalnızca büyümesini değil, psikolojik olarak parçalanıp yeniden doğmasını anlatıyor.
Karakterin suçsuzlukla başlayan yolculuğu, içindeki karanlıkla hesaplaşmasına ve nihayetinde daha bütün, daha “gerçek” bir benliğe dönüşmesine varıyor.

Bu büyüme kolay değil. Çünkü gerçek değişim, konfor alanında değil , krizin içinde yaşanır.

Ozaman daha anlaşılır hale gelmesi için farklı tarzda hikayelendirmek istiyorum :

Adolescence: Bir Ormanda Kayıp Çocuğun Yolculuğu
Karakterin hayatı bir köyle başlar—düzenli, kurallı, ışıklı bir yer. Bu köy, onun çocukluğunu ve toplumun ona verdiği “temiz”, “masum” kimliği temsil eder. Burada her şey tanıdıktır, net sınırlara sahiptir. Ama bir gün, köyün kıyısındaki karanlık ormana adım atmak zorunda kalır.

Bu orman onun ergenlik sürecidir. Ağaçlar sıklaştıkça, patikalar kaybolur. Gittikçe yönünü şaşırır. Başlangıçta etrafına “Ben suçsuzum” diye bağırır—çünkü ormanın karanlığının kendinden değil, dış dünyadan geldiğine inanmak ister.

Fakat orman sessizdir. Onu ne yargılar ne de doğrular. Sadece içine alır.

Yol aldıkça, gölgeler hareket etmeye başlar. Duyduğu sesler, aslında kendi düşünceleridir. Her köşede bastırdığı bir korku, bir öfke, bir arzu onu beklemektedir.

Ve sonunda, en derin noktada kendi yansımasıyla karşılaşır:
Kirlenmiş, öfkeli, saldırgan, savunmasız bir çocuk.
İlk tepkisi korkudur, sonra inkâr, ardından öfke.
Ama bir süre sonra anlar: Bu yaratık, onun kendisidir.
O yok edilmesi gereken bir canavar değil, kabul edilmesi gereken bir parçadır.

İşte bu farkındalıkla birlikte, karakter ormandan çıkmaya başlar. Aynı kişi değildir artık. Geri döndüğünde, köy de değişmiştir ya da belki hiç olmamıştır , çünkü değişen asıl şey onun iç dünyasıdır.

Bu metaforda orman, karakterin bilinçdışını; gölgeler, bastırılmış yönlerini; yansıması ise “gölge benlik” kavramını temsil eder. Bu tür bir sembolizm hem Jung’un hem de mitolojik anlatıların özünde yatar.

Gelelim filme verdiğim puana!…
Filim çok kopuk ve askıda bırakılmış , daha yoğun ve bir kaç ek bölümle çok daha kaliteli bir hale dönüştürülebilirdi.

Puanım : 10 / 8

Özellikle anne ve babaların izlemesini tavsiye ederim.
 
Bahsettiklerin güzel şeyler derinlemesine analizler fakat bizim daha toplum içinde eller tutulur ve farkındalığımızı yükseltecek şeylere ihtiyacımız var. Yanlış anlama sen daha bilimsel ve psikolojinin daha derinlerini yazmışsın ve kesinlikle de güzel detaylar. Bir anne ve babaya ya da toplumdaki bir esnaf id, ego ve Jung ile ilgilenmiyor. Eee hocam sonuç ne? Ben şimdi bu çocuğa nasıl davranacağım? Neyi anlamam gerek dediğinde ne diyorsun @QasemQasem is verified member. ? Tutup güvenlik görevlisi çocuk ve ergenlere nasıl bakmam dediğinde, sokaktaki teyze ergenlere nasıl davranmalı ya da?
 
Peki @ErvaErva is verified member. ozaman sokağa inelim mi ? Bana diyorsun ki biz ne kadar derin analiz yaparsak yapalım, sonunda sokağa, mutfağa, sınıfa, bekleme salonuna inmeyen bilgi hayat ile bağ kuramaz.

Ve senin dediğin o “Eee hocam, sonuç ne?” sorusu aslında her şeyin kalbi.
O yüzden şimdi psikolojinin teorik katmanlarını bir kenara koyup, gerçek hayat için konuşalım Erva. Bakalım neler ortaya koyabileceğiz.

Bu çocuk kim?
Bu çocuk:
Gerçeklik algısı tam oturmamış,
Hayal dünyasında yaşayan,
Dijital içeriklerle büyümüş,
Duygularını ifade etmeyi öğrenememiş,
Belki sevgi eksikliği, belki sınır eksikliği yaşamış bir çocuk.
Ve en korkutucu olan: kendi yaptığının sonucunu kavrayamayan bir çocuk.

Peki @ErvaErva is verified member. ozaman biz ne yapacağız? Toplum olarak yada Forum olarak elimizden ne gelir?
Biraz bunu konuşalım mı ?
@EfuL!mEfuL!m is verified member.
@sükutu-ezbersükutu-ezber is verified member.
@MevaMeva is verified member.
@ZoeZoe is verified member.
@BlissBliss is verified member.
@OlmayabilirOlmayabilir is verified member.
Ve diğer arkadaşlar

1. Görmezden Gelmeyeceğiz.

Bu çocuk “yaramaz” değil, “sorunlu” da değil. Bu çocuk yardım çağrısı veriyor, ama bunu şiddetle, içe kapanmayla, hayal dünyasıyla yapıyor.
Sokakta, okulda, ailede fark ettiğimiz böyle bir çocuk varsa, “bizden değildir” diyerek kenara itmeyeceğiz.

2. Cezalandırmak Değil, Sınır Çizmek.

Bu çocuklara öfkeyle değil ama kararlılıkla yaklaşmak lazım.
“Bu yaptığın doğru değil.”
“Şu an bu davranış kabul edilemez.”
“Ne hissettiğini bilmiyorum ama bunu bu şekilde çözemezsin.”
Yani ne yargılayacağız, ne serbest bırakacağız—sınır çizeceğiz.

3. Oyun Diliyle Konuşacağız.

Eğer çocuk oyunla yaşıyorsa, oyunun dilini kullanarak konuşmamız gerekir.
“Gerçek hayatta ‘can’ bir tane. Bu yüzden dikkatli olmalıyız.”
“Gerçek dünyada ‘reset’ yok. O yüzden hata yapmadan önce durup düşünmemiz lazım.”
Çocuğun evrenine girip, onu oradan çekip çıkarmak gerekiyor.

4. Bağ Kuracağız.

En önemlisi: Bu çocuk sevgi arıyor. Oyunlarda, videolarda, hayal kahramanlarında bile onu arıyor.
Bir esnaf, bir öğretmen, bir güvenlik görevlisi bile bazen bir çocuğun dünyasında ilk güvenli yetişkin olabilir.

Basit: “Nasılsın?” demek, adını öğrenmek, göz teması kurmak. Bazen sadece bir “Ben buradayım.” demek yeter.

5. Yargılamadan Dinleyeceğiz.

Anne babalar için:
Çocuğunuz bir şeye kafayı taktıysa onu hemen düzeltmeyin.
Önce onun dünyasında ne olduğunu anlamaya çalışın.
Sonra o dünyayla konuşarak, onu gerçeğe getirin.

Kısacası Qasem der ki:

Bu çocuklar hasta değil, kırılmış.
Suçlu değil, yalnız.
Tehlikeli değil, yardıma aç.
Gerçekten kopmuşlar ama geri dönemez değiller.

İlk adım: Gör, dinle, bağ kur.
İkinci adım: Net sınırlar çiz ama sevgiyle.
Üçüncü adım: Onların dilini kullan.

Ve en önemlisi: İnsan olduğunu hatırla, hissettir.
 
Dahada sade bir hale getirelim mi @ErvaErva is verified member. ne dersin ?

Mahalle kahvehanesine gidiyorum diyelim , ortada bir masa, çaylar dumanlı. Bende ayak ayak üstüne atmış kahve bekliyorum . Biri diyor ki:
“Abi bu çocuklar da iyice sapıttı, ne biçim davranıyorlar ya, vallahi anlamıyorum…”


Bende kahve gelene dek iki kelam edeyim dedim ve başladım deli zırvasına ;

“Bak abi…

Bu çocuk var ya, senin benim gibi değil artık.
Oyunla büyümüş, ekranla büyümüş.
Gerçeği film gibi sanıyor.
Balkondan atlayınca uçacağını zannediyor.
Birine vurunca, tekrar kalkacağını sanıyor.
Çünkü hayatı oradan öğrenmiş.
Ama mesele ne biliyor musun?
Biz yokuz o çocuğun hayatında.
Mahallede bir ‘abla’, bir ‘abi’ yok.
Babası yok belki, varsa da telefonun içinde.
Annesi yorgun, öğretmeni korkmuş.
Sen şimdi ona kızarsan, iyice içine kapanır.
Ama bir gün yanağına dokunsan,
‘Nasılsın lan bakayım?’ desen…
Bir bağ kurarsın.

Kural koymak lazım, evet.
Ama önce çocukla göz göze gelmek lazım.‘Buradasın, fark ettim seni’ demek lazım.
Yani biz bu çocukları kaybediyoruz, ama hâlâ tutabileceğimiz yerden kaybediyoruz.
Tutalım.

Kahvehanede herkes bir anda susmaz belki, ama biri çayını karıştırmayı durdurur, bir diğeri kafasını sallar. Çünkü söz yüreğe dokundu mu, herkes biraz düşünür.
Bence hepimizi düşündürecek basitliğe indirgedim
 
3 gunluk bir boşluğun olacak, hemen izleyeceğim;) o yuzden yorumları okumuyorum
 
Senaristin dizi boyunca parmak bastigi sorunlar ve verdigi mesajlar gunumuzde gerek ebeveynler gereksede egitimciler acisindan bir sir oldugu soylenemez

2000 li yillarin baslarnda teknolojinin gelismesiyle beraber hayatlarimiza giren
İnternet o donemde 20 li yaslarda olan bizler ve cevremizdeki bir cok insani nasil ki esir alip iyot haline donusturebiliyorsa gunumuzde 13 yasindaki bir cocugu kapali kapilar ardinda dis dunyanin gerceklerinden uzaklastirip ona yapay bir evren olusturmasi zor olmasa gerek
( Buyuk biraderi dun gibi hatirliyorum artik musterilerle ilgilenmesinden vazgetim neredeyse yemek dahi yiyemiyecek duruma geldiginde en sondaki 14 numarali masayi sadece sen kullan sabah gel otur gece git dedigimde en kucuk itiraz dahi etmeyip aylarca oyle devam etmistik)

Bu noktada sayet cocuklar icin bu sanal gerceklikten bir cikis yada cozum yolu uretebilme ihtim ali hayata gecirilebilecekse sanirim babalar ve egitimcilerden ziyade asil yuk annelerin omuzlarina dusmektedir

Dizi puanina gelecek olursak 3. Bolum asiri gereksiz uzun diyaloglar baydigindan
10 /7
 
"Odada olduğu için güvende sanıyorduk. Odasındayken ne olabilirdi ki?"

Bana göre dizinin en can alıcı repliği bu olabilir. Dijitalleşen dünyanın aile hayatına yaptığı darbeyi bağırıyor bu cümleler.
Kötülük ve yozlaşma, 50'li yaşlarındaki bir babaya göre dışarıdaydı, cebine kadar sızmamıştı. Güvenli sandığı evinin içine açılan filtresiz ekrandan gelen davetsiz şeytanlardan haberi yoktu. Ona göre zorba bir baba da değildi... İyi bir ebeveyn olmaya çalışmıştı. Eşiyle güzel bir ilişkisi vardı, çocukları için elinden geleni yapıyordu. Peki nerede hata yapmıştı? Futbol oynarken çocuğundan utanması mıydı gerçekten sorun? Uzun saatler çalıştığı için eve geç gelmesi miydi?

Haneke'nin Beyaz Bant'ından bakınca; baskı, disiplin, korku, ceza, görev ve kurallar bütünüyle sert bir şekilde yetiştirilen çocukların, SS subaylarına evrileceğini görürüz... ( Beyaz Bant, şiddetle tavsiyemdir.) Günümüzde ise her şeyin daha da yozlaştığını, parametrelerin giderek arttığını, iyi- kötü, doğru- yanlış kavramlarının birbirine karıştırıldığını, algı ve manipülasyonların tahmin edilemez bir noktaya geldiğini görüyoruz. Çocukların ahlaki yargılarını, hayata bakış açılarını ve tatmin duygularını sosyal medya belirliyor ne yazık ki... Kötü çocuksanız popüler, iyi çocuksanız eziksiniz o dünyada... Mattia Minguzzi ve onu güpegündüz pazar yerinde bıçaklayan çocuk da 15-16 yaşlarında idi... Bu öfke ve cesaret tam olarak nereden geliyor? Hatta çocuğun mezarını bile tahrip etmek neyin nesi...

Yine Haneke'nin Mutlu Son'undaki son sahnede, intihar etmek üzere olan dedesini takipçilerine göstermek için canlı yayın açan çocuk gibi... Hipnoz edilerek duyarsızlaştırılmış, ekrana bağımlı ve tüketmeye odaklı bir nesil... Hayatı telefon ekranından izlemeye, gerçeklikten kopuk sanal bir yaşam sürmeye meyletmek, hayal gücünün gerçekle karıştırılmaya çok müsait olduğu o yaşlarda ölümcül derecede kolay. Körpe zihinlerin tahmin edilemez kötülüklere bu kadar maruz bırakılması, kimlik oluşumuna da tahmin edilemez şekilde zarar veriyor işte... İnsanın geleceğe dair umudunu kıran bir durum...
 
Screenshot_20250414_130236_Instagram.webp

Daha izleyemedim sadece şu cumle beni benden aldı!
 

Konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri