kervan
Aktif Üye
- Katılım
- 2 Haz 2020
- Mesajlar
- 916
- Tepkime puanı
- 2,374
- Puanları
- 93
- Cinsiyet
İctimâî Münâsebetlerde Borç ve Borçlanma
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Eğer borçlu darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 280)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı (Kıyamet ve hesaplaşmanın olacağı) gün
gelmezden önce daha burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, sâlih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenâtı yoksa, arkadaşının
günahından alınır, kendisine yüklenir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2)
Borç alan ve verenin dikkat edeceği hususları kısaca özetleyecek olursak bunları iki kategoride sıralayabiliriz. Buna göre borç veren:
1. Sırf Allâh rızâsı için bir mümin kardeşinin sıkıntısını gidermeyi gâye edinmeli. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Kim (din) kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allâh da onun hâcetini giderir (ona yardım eder). Kim bir müslümanın dert ve kederine çâre olur (onu ferahlığa
kavuşturur) ise, Allâh da o sebeple kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntıyı kendisinden giderir (onu sevince ulaştırır.)” (Buharî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
2. Borca herhangi bir menfaati karıştırmamalı,
3. Elinden geldiğince kolaylık göstermeli; bilhassa borçlu samîmî bir şekilde ödemeye gayret ettiği hâlde bunda muvaffak olamıyorsa, ona mühlet vermeli. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevâbı kazanır. Kim onun borcunu vâdesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her
geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka yazılır.”
4. Eğer hâli vakti yerinde ise ve buna mukabil muhatap çok fakir ve garipse, verdiği borcu sadaka yerine saymalı,
5. Borçluyu rencide etmemeli, hadîs-i şerîfteki:
“Sen hakkını (borçludan) imkân nisbetinde günahlara girmeden al!” düstûruna göre güzel bir davranış sergilemelidir.
Borç alan da:
1. Çok zarûrî olmadıkça borca girmemeli,
2. Ancak hayatî zarûretler karşısında kifayet miktarı borç almalı,
3. Lüks ve israf gibi harcamalar yapmamalı,
4. Ödemek niyet, gayret ve azminde samîmî olmalı,
5. Borçlu, alacaklının iyi niyet ve güzel davranışını istismar ve suistimâl etmemeli, zîrâ böyle davrananlar, gerçek ihtiyaç sahiplerinin rızıklarına mânî olup zarar vermektedirler.
6. Aldığı miktarın değer kaybına yol açacak tarzda borç almamalı, özellikle uzun vadeli borçlarda değer kaybı olmayacak şekilde borçlanmalı (tabi borç veren şahsın husûsî müsamahası ayrı),
7. Ödemede vaktini geciktirmemeli, bilhassa borçlu kimse ödeyebilecek durumda bir imkân sahibi ise tam vaktinde ödemeyi yapmalıdır. İmkânlar müsâit değilse mâzeretini bildirip mühlet istemelidir. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geciktirmesi zulümdür.” (Buhârî, İstikrâz 12, Havâlât 1, 2; Müslim, Müsâkât 33)
8. Borcunu aslâ âhırete bırakmamalıdır.
Yâni borç alan, kifâyet miktarı ile iktifâ edip borcunu ödeme gayreti içinde olmalı, alacaklı da borç verme fazîletine yeni bir fazîlet ilâve edercesine bir
müsamaha içinde bulunmalıdır... (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Aralık-2002)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Ğaffâr: Daima affedici olup, mağfireti, bağışlaması sonsuz olan, yeniden işlenen günahları örten, setreden ve affeden demektir.
Kısa Günün Kârı
Maalesef ki bugün borç verme gibi fazîletli bir ibadetin, gittikçe azalması ve âdeta borç veren kimse için bir zarar veya kayıp gibi görülmesi, yukarıda
saydığımız ölçü ve gerçeklere riâyetsizlikten kaynaklanmaktadır. Gerek paranın değer kaybetmesi, gerek borç alan kimselerin ihmâl ve vefâsızlıkları, bu güzel
ibadeti neredeyse unutturacak bir hâldedir. Ancak meselenin prensip ve kâidelerine bakıldığında böyle engellerin aşılması lâzımdır. Yâni durumu müsâit
olanlar birtakım bahânelerle borç verme ibâdetini terk etmemeli, buna mukabil borç alan kimseler de çeşitli zorluk ve sıkıntıları öne sürerek borcunu ödemeyi
ihmal etmemeli, bu fazîletli ictimâî ibâdeti zedelememelidir. Aksi hâlde zengin, Cenâb-ı Hakk’ın emanet olarak verdiği nimetlerin şükrünü îfâ etmemiş olurken,
muhtaç da dikkat etmediği ölçüler yüzünde borç bulamayacak hâle düşer ve ihtiyacı şiddetli ise fâize kendini mecbur hissedecek bir gaflete kapılmaktan da nefsini koruyamaz.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Eğer borçlu darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 280)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı (Kıyamet ve hesaplaşmanın olacağı) gün
gelmezden önce daha burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, sâlih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenâtı yoksa, arkadaşının
günahından alınır, kendisine yüklenir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2)
Borç alan ve verenin dikkat edeceği hususları kısaca özetleyecek olursak bunları iki kategoride sıralayabiliriz. Buna göre borç veren:
1. Sırf Allâh rızâsı için bir mümin kardeşinin sıkıntısını gidermeyi gâye edinmeli. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Kim (din) kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allâh da onun hâcetini giderir (ona yardım eder). Kim bir müslümanın dert ve kederine çâre olur (onu ferahlığa
kavuşturur) ise, Allâh da o sebeple kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntıyı kendisinden giderir (onu sevince ulaştırır.)” (Buharî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
2. Borca herhangi bir menfaati karıştırmamalı,
3. Elinden geldiğince kolaylık göstermeli; bilhassa borçlu samîmî bir şekilde ödemeye gayret ettiği hâlde bunda muvaffak olamıyorsa, ona mühlet vermeli. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevâbı kazanır. Kim onun borcunu vâdesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her
geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka yazılır.”
4. Eğer hâli vakti yerinde ise ve buna mukabil muhatap çok fakir ve garipse, verdiği borcu sadaka yerine saymalı,
5. Borçluyu rencide etmemeli, hadîs-i şerîfteki:
“Sen hakkını (borçludan) imkân nisbetinde günahlara girmeden al!” düstûruna göre güzel bir davranış sergilemelidir.
Borç alan da:
1. Çok zarûrî olmadıkça borca girmemeli,
2. Ancak hayatî zarûretler karşısında kifayet miktarı borç almalı,
3. Lüks ve israf gibi harcamalar yapmamalı,
4. Ödemek niyet, gayret ve azminde samîmî olmalı,
5. Borçlu, alacaklının iyi niyet ve güzel davranışını istismar ve suistimâl etmemeli, zîrâ böyle davrananlar, gerçek ihtiyaç sahiplerinin rızıklarına mânî olup zarar vermektedirler.
6. Aldığı miktarın değer kaybına yol açacak tarzda borç almamalı, özellikle uzun vadeli borçlarda değer kaybı olmayacak şekilde borçlanmalı (tabi borç veren şahsın husûsî müsamahası ayrı),
7. Ödemede vaktini geciktirmemeli, bilhassa borçlu kimse ödeyebilecek durumda bir imkân sahibi ise tam vaktinde ödemeyi yapmalıdır. İmkânlar müsâit değilse mâzeretini bildirip mühlet istemelidir. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geciktirmesi zulümdür.” (Buhârî, İstikrâz 12, Havâlât 1, 2; Müslim, Müsâkât 33)
8. Borcunu aslâ âhırete bırakmamalıdır.
Yâni borç alan, kifâyet miktarı ile iktifâ edip borcunu ödeme gayreti içinde olmalı, alacaklı da borç verme fazîletine yeni bir fazîlet ilâve edercesine bir
müsamaha içinde bulunmalıdır... (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Aralık-2002)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Ğaffâr: Daima affedici olup, mağfireti, bağışlaması sonsuz olan, yeniden işlenen günahları örten, setreden ve affeden demektir.
Kısa Günün Kârı
Maalesef ki bugün borç verme gibi fazîletli bir ibadetin, gittikçe azalması ve âdeta borç veren kimse için bir zarar veya kayıp gibi görülmesi, yukarıda
saydığımız ölçü ve gerçeklere riâyetsizlikten kaynaklanmaktadır. Gerek paranın değer kaybetmesi, gerek borç alan kimselerin ihmâl ve vefâsızlıkları, bu güzel
ibadeti neredeyse unutturacak bir hâldedir. Ancak meselenin prensip ve kâidelerine bakıldığında böyle engellerin aşılması lâzımdır. Yâni durumu müsâit
olanlar birtakım bahânelerle borç verme ibâdetini terk etmemeli, buna mukabil borç alan kimseler de çeşitli zorluk ve sıkıntıları öne sürerek borcunu ödemeyi
ihmal etmemeli, bu fazîletli ictimâî ibâdeti zedelememelidir. Aksi hâlde zengin, Cenâb-ı Hakk’ın emanet olarak verdiği nimetlerin şükrünü îfâ etmemiş olurken,
muhtaç da dikkat etmediği ölçüler yüzünde borç bulamayacak hâle düşer ve ihtiyacı şiddetli ise fâize kendini mecbur hissedecek bir gaflete kapılmaktan da nefsini koruyamaz.