Foruma hoş geldin, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Düşünce Platformumuza Hoşgeldiniz!

Düşünce Platformumuz bilgi ve düşüncenin en özgür adresidir!
Güne, gündeme ve yarınlara dair söyleyeceğim var diyenlerin, günlük koşuşturmaca içerisinde zihin jimnastiği yapmak isteyenlerin özgürlük meşalesi ~ FORUM KALEMİ ~

Hakikat Ne İle Yaşar?

AsyA

Forum Kalemi
Öylesine...
Katılım
1 May 2020
Mesajlar
14,282
Çözümler
1
Tepkime puanı
37,958
Puanları
113
353_260720190926_108021121.jpg

Adem Ergül


Bütün zorbalar ve firavunlar, kendileri karşısında herkesin boyun eğmesini ve el pençe divan durmasını istemişlerdir. Çoğunlukla da halklarını bu hâle dönüştürmüşlerdir. Bunların bu sultalarını yerle bir edenler, genellikle üç-beş hakikat kahramanıdır. Bunlar insanlık semâsının yıldızlarıdır.

Fî Zilâli’l-Kur’ân isimli tefsirin yazarı, büyük dâvâ adamı Seyyid Kutub’a, idam edilmeden önce, dönemin devlet başkanı Nasır’dan özür dilemesi karşılığında bağışlanacağını söylediklerinde, o büyük şehid şu cevabı verir:

“Eğer bu idam kararı hak ise, ben bu hakka razı oluyorum. Yok, eğer bâtıl ise, ben bâtıldan özür dileyecek kadar alçalmadım.”

Hakikatlerin hayatiyetini devam ettirmesi ve galibiyeti, sadece vicdanlar tarafından onaylanması ile gerçekleşmez. Onları söze ve hayata taşıyabilecek yürekli yiğitlere ihtiyaç vardır. Böylesi erlerden mahrum dava ve fikirler, zamanla sönmeye ve hatta yok olmaya mahkûm olurlar. Tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur. Uğrunda fedakârlık yapılmayan hiçbir hakikatin yeşerme, dal-budak salma şansı yoktur.

Âlemlerin Rabbi tarafından indirilen yüce hakikatler için de durum aynıdır. Şu kadar var ki Yüce Allah, indirdiği hakikatlerin yeryüzünden tamamen silinip gitmesine razı olmadığından, hakikatler yerine, onlara sahip çıkamayan muhabbet fukarası, zayıf karakterli ve korkak tabilerini varlık sahnesinden çekmiş ve onların yerine hakikat aşığı cesur yiğitler getirmiştir. Bu kanun-i ilâhî, âyet-i kerimede şöyle beyan edilmiştir:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Mâide Sûresi, 54)

Hak ve hakikat uğruna ortaya çıkmak, hakikati haykırmak, onu dava edinmek ve bu uğurda maldan ve candan fedakârlık yapmayı göze alabilmek cesaret ister. Cesaret, yüksek bir erdemdir. Her kimde bulunursa o kişiye yüksek bir değer katar ve onu edilgen bir kimlikten etkin bir şahsiyete dönüştürür. Her çeşit liderliğin vazgeçilmez özelliklerinden biridir. Bunun zıddı olan korkaklık ise sahibini silik, sönük ve ezik bir kişiliğe çevirir. Bu sebepledir ki Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- “Korkaklıktan sana sığınırım Rabbim!” diyerek bu illete düşmeme niyazında bulunmuştur.

Korku duygusu sıfırlanamaz; ancak yönetilebilir. İslâm bu duyguyu daha ulvî değerler ortaya koymak suretiyle yönlendirir. Meselâ müminlerin sadece Allah’tan korkması gerektiği, bunun dışındaki korkuların yersiz ve anlamsız korkular olduğu şuuru gönüllere yerleştirilir. Allah’ın izni olmadan hiçbir varlığın fayda ya da zarar verme güç ve kudretine sahip olmadığı inancı sürekli pekiştirilir.

Uğruna mal ve candan geçebileceği bir davası ve değeri olmayan kimselerde korkaklık kaçınılmaz olur. Allah gibi bir Mevlâ’ya ve âhiret gibi ebedî bir hayata inanmış kimselerde ise korkaklık büyük bir âr olur. Sultan Alparslan’ın Malazgirt Meydan Muharebesi öncesi cengâverlerine söylediği şu sözler bu hakikatin parlak bir misalidir:

“Yiğitlerim! Sizin gibi kahraman erlerin hükümdarı olduğum için övünç duyar ve Allah’a hamd ederim!

Tahta ilk çıktığımda, yurdun ufkunu saran ihtilâl bulutlarını kılıçlarınızın parlak kıvılcımları ile defedip, vatanın bütünlüğünü sağlamıştınız. Bugün de âlem-i İslâm, karşımızdaki düşmana Allah’ın dinini tebliğ etmemizi ve bu yolda, fî sebîlillâh çarpışmamızı bekliyor! O halde hem bi-hakkın vatanı muhâfaza ve hem de i’lâ-yı kelimetullah gibi iki kudsî vazifeyi îfâ etme şerefi, şimdi bize düştü!

Düşmanımız kalabalık, kal’aları muhkem ise de; onların, gaza meydanlarında pişmiş, şehid olma aşkı ile yanan siz mücahidlerin ilk hücumuna dahi dayanamayacağını bilirim. Zira onlar vatanlarını değil, hayatlarını kurtarma derdinde olan birtakım korkaklardan başka bir şey değildirler! Sizler ise hayatın gelip geçen bir gölge olduğunu, asıl şerefin Allah yolunda cihâd ederek can vermek olduğunu bilen yiğitlersiniz!

İşte bu sultanınız, Allah’ın şerefli ismiyle adımını gaza meydanına atıyorum. Ben şu kılıcı tutan elim takatten kesilinceye kadar çarpışacağım! Dinini, vatanını ve sultanını seven ardımca gelsin!”

Böyle yürekli bir komutan ve erlere sahip hakikatin hakkı hep yücelerde olmaktır. Öyle de olmuştur.

Muhammed İkbal, modern nesillerdeki korkaklığın ve ahlâkî zayıflığın sebebini hâlihazırdaki eğitim ve öğretim sistemine bağlar ve şöyle der:

“Ey okumuş nesil! Seni garipsemiyorum... Çekingen ve korkaksın. Kalbin buz gibi; orada ne bir sıcaklık ve aşk, ne de bir hareket var! Modern eğitim kurumlarını sana şikâyet ediyorum Yâ Rab! Onlar, doğan ve şahin yavrularını, serçeler gibi ve aslan yavrularını da kuzular gibi büyütüp yetiştiriyorlar...”

Korkaklar fikir sahibi de olamazlar. İçlerinde sakladıkça, gönüllerine doğan hakikat kıvılcımlarını söndürmüş olurlar. Zira gün yüzü görmeyen fidanın çınarlaşma şansı da yoktur. Korku ve korkunun ürünü olan; ayıplanma endişesi, menfaatinin kaybolma vesvesesi ve ne olur ne olmaz düşüncesi sahibini çoğu zaman arka saflara ve kuytulara atar.

Tarih boyunca varlığını sürdüren iman hakikatleri, cesur yürekli yiğitler eliyle bize kadar ulaşmıştır. Ali Ulvi Kurucu Hoca Efendi anlatıyor:

“Dedem Veyis Efendinin korkup çekinmeyle filân alâkası yoktu. Bir keresinde talebe okuttuğu için, aynı sebeple karakola çağırıldığında, sırasını beklerken, yanındaki masada oturan komisere sormuş:

“Oğlum, sen Kur’ân-ı Kerîm okumayı, namaz sûrelerini bilir misin?”

“Nerede hocam, öğrenemedim.”

“Öyleyse şu fırsatı değerlendirelim, gel sana Fatiha’yı öğretivereyim de yâdigârım olsun...”

Bütün zorbalar ve firavunlar, kendileri karşısında herkesin boyun eğmesini ve el pençe divan durmasını istemişlerdir. Çoğunlukla da halklarını bu hâle dönüştürmüşlerdir. Bunların bu sultalarını yerle bir edenler, genellikle üç-beş hakikat kahramanıdır. Bunlar insanlık semâsının yıldızlarıdır.

Zâlimlere karşı hakkı haykırmak, en büyük cihaddır. Susmak ise dilsiz şeytanlıktır. Özellikle âlimlerin, âriflerin ve toplum önderlerinin, bu uğurda fedâ-yı cân etmeyi göze alabilmeleri beklenir. Toplumları sürükleyen liderler de genellikle kelle koltukta, kefeni omuzunda yürüyenlerdir. Öne düşenin ya da önde görünenin, böyle bir yüreği yoksa yoldan çekilmesi ve arka saflara sığınması daha güzeldir. Genç Dergi

www.forumkalemi.com
 

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın yada üye olun!

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın veya kayıt olun!

Kayıt ol

Forumda bir hesap oluşturmak tamamen ücretsizdir.

Şimdi kayıt ol
Giriş yap

Eğer bir hesabınız var ise lütfen giriş yapın

Giriş yap

Tema düzenleyici

Tema özelletirmeleri

Grafik arka planlar

Granit arka planlar