
Gazze'de hayatta kalabilmek için kitaplarımı yakmak zorunda kaldım
Kitapları severek yetiştirildim. Azıcık bir yemek yiyebilmek için onları ateşe atmak zorunda kalacağımı hiç düşünmemiştim.
Hend Salama Abo Helow’un al-Jazeera’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Çocukken kardeşlerim ve ben harçlıklarımızı düzenli olarak kitaplara harcardık. Annemiz bize kitaplara karşı tutkulu bir sevgi aşılamıştı. Okumak sadece bir hobi değil, bir yaşam biçimiydi.
Ailemizin bize bir “kitaplık” alarak sürpriz yaptığı günü hala hatırlıyorum. Oturma odasına yerleştirdikleri çok sayıda rafı olan uzun ve geniş bir mobilyaydı. Henüz beş yaşındaydım ama köşesindeki değerini ilk andan itibaren fark etmiştim.
Babam rafları felsefe, din, siyaset, diller, bilim, edebiyat gibi çeşitli kitaplarla doldurmaya kararlıydı. Yerel kütüphaneyle rekabet edebilecek bir kitap zenginliğine sahip olmak istiyordu.
Ailem bizi sık sık Gazze'nin en simgesel kitapçılarından biri olan Samir Mansur Kütüphanesi'ne bağlı kitapçıya götürürdü. Her birimizin en fazla yedi kitap almasına izin verilirdi.
Okullarımız da kitap fuarlarına ziyaretler, okuma kulüpleri ve tartışma panelleri düzenleyerek bu okuma sevgisini besledi.
Evdeki kitaplığımız/kütüphanemiz bizim dostumuz, hem savaşta hem de barışta tesellimiz ve sadece bombaların aydınlattığı o karanlık, tekinsiz gecelerde can simidimiz oldu. Ateş çukurlarının etrafında toplanır, Ghassan Kanafani'nin eserlerini tartışır ve kütüphanemizdeki kitaplardan ezberlediğimiz Mahmud Derviş'in şiirlerini okurduk.
Ekim 2023'te soykırım başladığında, Gazze üzerindeki abluka dayanılmaz bir seviyeye ulaştı. Su, yakıt, ilaçlar ve besleyici gıdalar kesildi.
Gaz bittiğinde insanlar bulabildikleri her şeyi yakmaya başladı: evlerin enkazından keresteler, ağaç dalları, çöpler ve sonra kitaplar.
Akrabalarımız arasında bu durum ilk olarak kardeşimin ailesinin başına geldi. Yeğenlerim akademik geleceklerini feda ettiler: aileleri yemek hazırlayabilsin diye henüz mürekkebi bile kurumamış, yeni basılmış okul kitaplarını yaktılar. Bir zamanlar zihinlerini doyuran kitaplar, şimdi alevleri besliyordu. Hepsi de hayatta kalmak içindi.
Kitapların yakılması karşısında dehşete düştüm ama 11 yaşındaki yeğenim Ahmed beni gerçekle yüzleştirdi. "Ya açlıktan öleceğiz ya da cehaletin içine düşeceğiz. Ben yaşamayı seçiyorum. Eğitime daha sonra devam edebiliriz" dedi. Onun cevabı beni oldukça derinden sarstı.
Benzinimiz bittiğinde, fiyatı hızla artmasına rağmen odun almak için ısrar ettim. Babam beni ikna etmeye çalıştı: "Savaş bittiğinde sana istediğin tüm kitapları alacağım. Ama şimdilik bunları kullanalım." Yine de istemedim.
O kitaplar bizim inişlerimize ve çıkışlarımıza, gözyaşlarımıza ve kahkahalarımıza, başarılarımıza ve başarısızlıklarımıza tanıklık etmişti. Onları nasıl yakabilirdik ki? Bazı kitaplarımızı yeniden okumaya başladım - bir, iki, üç kez - kapaklarını, başlıklarını, hatta tam sayfa sayılarını ezberleyerek, kütüphanemizin bir sonraki kurban olabileceği korkumu içime gömdüm.
Ocak ayında, geçici bir ateşkes imzalandıktan sonra, nihayet Gazze'ye yemeklik gaz girmesine izin verildi. Kitaplarımın ve benim bu soykırımdan kurtulduğumuzu düşünerek rahat bir nefes aldım.
Mart başında ise soykırım yeniden başladı. Tüm insani yardımlar engellendi: ne gıda, ne tıbbi malzeme, ne de yakıt girebildi. Üç haftadan kısa bir süre içinde benzinimiz de bitti. Tam abluka ve yoğun bombardıman, yemek pişirmek için başka bir yakıt kaynağı bulmayı imkânsız hale getirdi.
Kabul etmekten başka seçeneğim yoktu. Kütüphanemizin önünde dururken uluslararası insan hakları hukuku ciltlerine uzandım. Önce onların gitmesi gerektiğine karar verdim. Bize okulda bu hukuk normları öğretilmiş, Filistinliler olarak haklarımızın bunlar tarafından garanti altına alındığına ve bir gün özgürlüğümüze kavuşacağımıza inandırılmıştık.
Oysa bu uluslararası yasalar bizi hiçbir zaman korumadı. Soykırıma terk edildik. Gazze başka bir ahlaki boyuta ışınlandı - uluslararası hukukun, etiğin ve insan hayatına verilen değerin olmadığı bir yere.
O sayfaları yırttım, sayısız ailenin bombalarla nasıl paramparça edildiğini hatırladım, tıpkı bunun gibi. Yırtılan sayfaları alevlere verdim, küle dönüşmelerini izledim - diri diri yakılanların anısına acı dolu bir adak: El Aksa Hastanesi saldırıya uğradığında diri diri yanan Şaban el Louh, bir basın çadırı saldırıya uğradığında diri diri yanan gazeteci Ahmed Mansur ve isimlerini asla bilemeyeceğimiz sayısız diğerleri.
Ardından, farmakoloji mezunu olan kardeşime ait tüm farmakoloji kitaplarını ve özetlerini yaktık. Konservelerimizi onun yıllarca verdiği emeğin külleri üzerinde pişirdik. Yine de yeterli olmadı. Kuşatma daha da boğucu hale geldi ve yangınlar raf raf kitapları yuttu. Kardeşim benimkilere dokunmadan önce kendi favori kitaplarını yakmakta ısrar etti.
Ama kaçınılmaz olandan kaçış yoktu. Çok geçmeden kitaplarımla baş başa kaldık. Mahmud Derviş'in değerli şiir koleksiyonlarını, Halil Gibran'ın romanlarını, direnişin sesi Semih el-Kasım'ın şiirlerini, çok değer verdiğim Abdurrahman Munif'in romanlarını ve gençliğimi okuyarak geçirdiğim Harry Potter romanlarını yakmak zorunda kaldım. Sonra tıp kitaplarım ve özetlerim geldi.
Orada durup alevlerin onları tüketmesini izlerken benim de yüreğim yandı. Fedakârlığı değerli hissettirmeye çalıştık - daha şahane bir yemek pişirerek: beşamel soslu makarna.
Bunun fedakârlığımın zirvesi olduğunu düşünmüştüm ama babam daha da ileri gitti. Odun olarak yakmak için kütüphanenin raflarını söktü.
Ben 15 kitap kurtarmayı başardım. Bunlar Filistin davasıyla ilgili tarih kitapları, atalarımızın hikâyeleri ve bu soykırım sırasında acımasızca öldürülen büyükanneme ait kitaplar.
Var olmak direnmektir; bu kitaplar benim ailemin her zaman burada, Filistin'de var olduğunun, her zaman bu toprakların sahibi olduğumuzun kanıtıdır.
Soykırım bizi en karanlık kâbuslarımızda bile hayal edemeyeceğimiz şeyler yapmaya itti. Bizi, hayatta kalmak için anılarımızı parçalamaya ve kırılmaz olanı kırmaya zorladı.
Ama eğer hayatta kalırsak - eğer hayatta kalırsak - yeniden inşa edeceğiz. Yeni bir ev kütüphanemiz olacak ve onu yine sevdiğimiz kitaplarla dolduracağız.
*Hend Salama Abo Helow; araştırmacı, yazar ve Gazze'deki El-Ezher Üniversitesi'nde tıp öğrencisidir. We Are Not Numbers, Washington Report on Middle East Affairs, Mondoweiss ve Institute for Palestinian Studies'de yazıları yayımlanmıştır. Yazmanın bir direniş biçimi olduğuna inanıyor.