Bazı insanlar vardır; girdikleri ortamın havasını değiştirirler. Gülen yüzleri, sıcak sözleri, neşeli tavırlarıyla herkesin gönlünü kazanırlar. Onlara bakınca, sanki dünyada hiçbir sorun yokmuş gibi hissedersin. Oysa kimse kolay kolay sorgulamaz: Bu kadar ışığın arkasında nasıl bir karanlık saklı? Etrafına mutluluk saçmak, kimi zaman bir erdem gibi görünür. Fakat bazen, bu parıltılı gösteri sadece bir illüzyondan ibarettir. İnsan kendi acılarını saklamak için o kadar güçlü bir sahne kurar ki, zamanla rolüne kendisi de inanır. Ne hissettiğini unutmaya başlar. Ne zamanki bir köşeye çekilip nefes almaya çalışır, işte o zaman anlar: Ne kadar iyi bir oyuncu olmuş! Bu tür bir "oyunculuk," insanı ikiye böler. Dışarıdan bakıldığında kahkahalar içinde biri görünür; içeride ise çırpınan, yorulmuş bir kalp. Üstelik çevredekiler de bu sahneye ortak olur. Kimse, bu sahte mutluluğun arkasını kurcalamak istemez. Gerçekle yüzleşmek, hem sahne sahibini hem izleyiciyi rahatsız eder. Etrafına saçtığın mutluluk, kendi mutsuzluğunu görünmez kılmaya başladığında, işte o zaman tehlike çanları çalar. Çünkü artık acılarını iyileştirmek yerine, üzerini boyamakla meşgulsündür. Ve her fırça darbesi, biraz daha uzaklaştırır seni kendinden. İyi oyuncu olmak bir başarı değil, acı bir kayıptır bazen. Kendi duygularına yabancılaşmanın sessiz bir ilanıdır. Gerçek mutluluk, başkalarını ikna etmekten değil; kendini kandırmak zorunda kalmamaktan geçer. Maskeleri yere bırakabildiğin anda, gerçekten ışık saçmaya başlarsın.
Neden Kendimizi Mutluymuş Gibi Gösteriyoruz?
Etrafına mutluluk saçarken ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu fark etmek, başlı başına acı bir gerçeği gösterir: İnsan, duygularını özgürce yaşamak konusunda ciddi bir baskı altındadır. Toplum, bizden sürekli pozitif olmamızı bekler. Üzüntüyü, acıyı, kırgınlığı bir zayıflık olarak görür. Bu yüzden birçok insan, üzgünken bile gülmeyi öğrenir. Gerçek şu ki, kimse kimsenin ağırlığını taşımak istemiyor. İnsanlar, kolay tüketilebilir, hafif, "mutlu" hikâyeler görmek istiyor. Acı dolu bir yüz ya da karanlık bir ruh hali, başkalarının rahatını kaçırıyor. Bu yüzden "iyiyim" demek, bir çeşit sosyal kural hâline geliyor. Hatta öyle ki, zamanla bu "zorunlu mutluluk" bir kimliğe dönüşüyor. Başka bir neden de, insanın kendi acısını küçümsemesi. "Başkalarının derdi daha büyük," diyerek kendi hislerini bastırıyor. Oysa acının büyüğü küçüğü olmaz. Bastırılan her his, bir gün çok daha büyük bir patlamayla geri döner. Ama biz, bu patlamadan korktuğumuz için; yara kabuk bağlamadan üzerine bir sahte gülümseme yapıştırıyoruz.
Belki de en büyük sebep: Güçlü görünme ihtiyacı. Toplum, duygusal insanları "zayıf" görmeye o kadar alıştı ki, hislerini açıkça yaşamak, neredeyse bir "ayıp" haline geldi. Bu yüzden herkes en mutsuz anında bile "iyiymiş" gibi davranmayı marifet sayıyor. Oysa en büyük güç, acını kabul edebilmekte ve onu gösterebilmekte saklı. Kendimize dürüst olamadığımız sürece, rol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü sorun; üzülmek değil, üzgün olduğunda utanmak. Ve bu utanmayı bize öğreten dünya, en büyük eleştiriyi hak ediyor.