Türkiye’de rap parçalarının %68’inde madde, %47’sinde silah, %39’unda mafya imgeleri var. Emniyete getirilen çocuk sayısı bugün bir milyona dayandı. Çocuk şubesiyle stüdyo kapısı arasındaki mesafe, belediye otobüsüyle iki durak yani.
Serseri romantizmin kaslı baritonuyla tıka basa dolu kulaklıklar, cebinde hâlâ öğlen harçlığının bozukluğu duran bir ortaokul çocuğuna kent çakallarının alfabelerini öğretiyor.
Burada mesele "gençler neden rap dinliyor" gibi sakız olmuş bir soruyu çiğnemek değil; mikrofonun selesinden kopan özgüven simülasyonunun, beton zemin üzerindeki maskülenlik performansının gündelik hayatta nasıl bir varoluş krizine dönüştüğünü konuşmak.
Rap şarkı sözlerinde erkekliğin steroidle güçlendirilmiş bir gösterisine tanık oluyoruz. Saçlar kazınmış, kol damarları kabarmış; dünyayı yumrukla ikna edebileceğini düşünen çocukların sayısı giderek artıyor. Şarkılarda ve dizilerde "erkek" olmanın yolu dört adımla tarif ediliyor: Ya madde kullanacaksın, ya silah kullanacaksın, ya cinselliği erkekliğini kanıtlamanın aracı olarak kullanacaksın ya da bunları anlatıp "kahraman" olacaksın.
Kadın rapçiler de aynı sistemin içine dalıp "namusumu unuttum mahallede" diyerek bu döngüyü besliyor. Ahlak kavramı, "kardeşinin, annesinin, karısının ve hatta kendinin" namusu üzerinden, keskin hece ölçüsüyle hırpalanıyor.
Bugün rap, sisteme isyan etmiyor; sistemin kurtlu ekmeğini balla yutturuyor. Mikrofonun başında, ellerinde viskilerle, halk çocuklarının acısını paraya çeviren adamlar var. Rap müziği, 1970'lerdeki muhalefet kökenlerinden koparak neo-liberal pazarın aracına dönüştü. Dr. Sarah Henderson'ın 2024'te yayınlanan "Modern Müzik Endüstrisinde Sosyal Sermaye" çalışması, rap müziğinin artık sistemi eleştirmek yerine onu yeniden üreten bir mekanizmaya dönüştüğünü gösteriyor. "Halk çocuklarının" sözcüsü olarak sunan sanatçılar da bu toplumsal grupların yaşadıklarını metalaştırarak kültür endüstrisinin çarklarından biri haline geliyor.
Ve biz buna pespayelik değil "özgün sanat" diyoruz.
Küfürü susturduğunda zaten geriye kalan, "insan" olmanın karikatürü sadece. Bir göz altı torbası kadar yorgun, bir damar yolu kadar kırılgan bir kimlik elimizde kalan.
Ezgi Akgül

Serseri romantizmin kaslı baritonuyla tıka basa dolu kulaklıklar, cebinde hâlâ öğlen harçlığının bozukluğu duran bir ortaokul çocuğuna kent çakallarının alfabelerini öğretiyor.
Burada mesele "gençler neden rap dinliyor" gibi sakız olmuş bir soruyu çiğnemek değil; mikrofonun selesinden kopan özgüven simülasyonunun, beton zemin üzerindeki maskülenlik performansının gündelik hayatta nasıl bir varoluş krizine dönüştüğünü konuşmak.
Rap şarkı sözlerinde erkekliğin steroidle güçlendirilmiş bir gösterisine tanık oluyoruz. Saçlar kazınmış, kol damarları kabarmış; dünyayı yumrukla ikna edebileceğini düşünen çocukların sayısı giderek artıyor. Şarkılarda ve dizilerde "erkek" olmanın yolu dört adımla tarif ediliyor: Ya madde kullanacaksın, ya silah kullanacaksın, ya cinselliği erkekliğini kanıtlamanın aracı olarak kullanacaksın ya da bunları anlatıp "kahraman" olacaksın.
Kadın rapçiler de aynı sistemin içine dalıp "namusumu unuttum mahallede" diyerek bu döngüyü besliyor. Ahlak kavramı, "kardeşinin, annesinin, karısının ve hatta kendinin" namusu üzerinden, keskin hece ölçüsüyle hırpalanıyor.
Bugün rap, sisteme isyan etmiyor; sistemin kurtlu ekmeğini balla yutturuyor. Mikrofonun başında, ellerinde viskilerle, halk çocuklarının acısını paraya çeviren adamlar var. Rap müziği, 1970'lerdeki muhalefet kökenlerinden koparak neo-liberal pazarın aracına dönüştü. Dr. Sarah Henderson'ın 2024'te yayınlanan "Modern Müzik Endüstrisinde Sosyal Sermaye" çalışması, rap müziğinin artık sistemi eleştirmek yerine onu yeniden üreten bir mekanizmaya dönüştüğünü gösteriyor. "Halk çocuklarının" sözcüsü olarak sunan sanatçılar da bu toplumsal grupların yaşadıklarını metalaştırarak kültür endüstrisinin çarklarından biri haline geliyor.
Ve biz buna pespayelik değil "özgün sanat" diyoruz.
Küfürü susturduğunda zaten geriye kalan, "insan" olmanın karikatürü sadece. Bir göz altı torbası kadar yorgun, bir damar yolu kadar kırılgan bir kimlik elimizde kalan.
Ezgi Akgül
