Özgün Konu Deneme 3,2,1 (1 Görüntüleyen)

  • Kullanıcı Erva
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
  • - Ah’lar Ağacı / Erva
Şimdik burada gün içinde beynimde durduramadığım, susturmadığım görüntü ve sözleri bir hikaye içinde paylaşacağım. Sonra gelip bana Erva mantıksız, hatalı, saçmalama tarzı yorumlarla sakin gelmeyin fktrip1
 
‘‘Ani bir yırtılma sesi ile kendimi aşağı düşerken buluyorum.
Karanlığa…

Bedenim pamuk gibi hafiflemiş ve ben ağır ağır bir yerlere düşüyordum. Daha çok karanlığa… Düşmemek için çabaladıkça daha çok aşağı çekiliyordum. Kaç saniye yâda dakika sürdü bilmiyorum. Aniden bir su yüzeyine çarptım. Çok soğuktu. Tenimin buz parçasına döndüğünü hissettim birden. Daldım ve çok hızlı bir şekilde su yüzüne çıktım. Tıpkı topun çok sert bir şekilde yere çarpıp tekrar yukarı çıkması gibiydi.’’

Saatlerce nefessiz kalmış gibi aniden nefesi içime çekerek iki büklüm uyandım. Önce nerde olduğumu algılamaya çalıştım. Loş oda. Hızlı hızlı nefes alırken gözlerimi kısarak etrafa bakındım. Tekli bir yatak içindeydim. Karşı duvarda bir tabağın içinden etrafa saçılan meyvelerin basit bir resmi, sağ tarafımda duvar, sol tarafımda minik bir masa ve duvara monta edilmiş küçük kitaplık, içinde kitaptan çok biblolar…
Ellerimi hareket ettiremiyordum. Uyuşmuşlardı. Bir süre açık tuttum ağır ağır geçmesini bekledim hem ellerimin hem beynimin uyuşukluğunun. Nefesim sakinleşmeye başladı.

Tamam hatırladım neler olduğunu. Yeni uyuduğum her evde bu anlamsız rüyayı hep görürdüm. Evsiz kalmıştım ve on sekiz yaşındaydım. Gazetede gördüğüm ‘ev arkadaşı’ arıyorum ilanına atlamıştım can simidi gibi. Yetmiş yaşında bir kadın yanına ev arkadaşı, sohbet edebileceği birini arıyordu. Yoldaş oldum ona. Market ihtiyacını giderdim. Süt aldım, ekmek aldım. Her gün düzenli belirlediği kitabı okuyordum. Bazen akıl oyunları öğretiyordu bana – hızlı öğrendiğim söylenemezdi- bazen de belgesel izliyorduk birlikte. Sıkıcıydı. Baya hem de. Kanımın ve aklımın hızlı aktığı bir dönemde böyle sakinliğin fazla zorladığı doğruydu. Evde yalnız değildik. Ben ve Madam’ın –yetmiş yaşındaki kadının adı- dışında onun göremediği ama benim gördüğüm başkaları da vardı.

Onlar…
 
Onları ilk gördüğüm de dut ağacının tepesinde, saçları iki yandan örgülü, altı yaşın da bir çocuktum. Ağustosun ıpıslak sıcağında esen rüzgâr içimi gıdıkladıkça onlara gülümserdim. Bazen tekti bazen de onlarca idi. Henüz okuma yazmayı çözememiş bir çocuk olarak korkmak yerine arada kafamı kaldırıp el salladığımı hatırlıyorum.

O zamanlar hepsi küçüktü yani boyları. Bazen herhangi birine benzetebilirken bazen yüzlerini silik bir şekilde görüyordum. Kimse onları görmüyordu çünkü etrafımda ki insanlar perdelere tırmanmıyordu yada ben annemi hiç yaprağa asılırken görmemiştim. Babamı hiç bu kadar hızlı hareket ederken de görmemiştim. Çizgi filmlerde ki karakterlerden bile daha hızlıydılar.

O zamanlar iyi ve kötü kavramım pek de yoktu. O yaşıma kadar öğrendiğim tek bir şey vardı oda dışlanmak. Dışlayanlar ve dışlamayanlar olarak ikiye ayrılırdı çocuklar benim için. Çünkü ben kızıl kafalı bir kız çocuğuydum. En çok da gün batarken ki gökyüzüne benzerdi saçlarım. Gün ışığında mavileşen göz bebeklerim ve ne yazık ki ışık çekilince yeşilleşir idi. Birde işaretlenmiş gibi gözlerimin altında ve burnum da usul usul dağılan çillerimi unutmamak gerek. Bunlar dışlanmama sebepti çünkü ben o çocuklar gibi değildim. Saçlarım hepsinden farklı renkti ve iki renk olan göz bebeklerim. Koca koca kadınlar bile araların da saçlarım hakkında dedikodu ederlerdi. Ve annem, hepsinden daha ağır dışlardı gözleri ile beni. Babam deseniz hiçbir fikrim yok varlığı konusunda.

Velhasıl her zaman farklılar dışlanmak zorundaydı.
Çocuklar çamur savaşı ya da uçurtma yarışı yaparlarken ben hep onları izleyen taraftım. Oyun kuralı basitti; kenara çekil ve izle. Ancak o zaman bizimle olabilirsin. Bazen düşünüyorum da daha kelimeleri bile kurmakta zorlanan bu çocuklar bu tavırları nerden öğreniyordu? Acımasızlık öğrenilebilen bir şeydi.

Neyse ki onlar benim yanımdaydılar hep. Ne iletişim halinde idiler ne de tam manası ile kopuk. Sadece varlardı.

Ta ki On iki yaşında tam manası ile hissettim onları.
 
Annemle günün birinde kalabalık bir minibüse binmiştik. Nereye gittiğimizi pek hatırlamıyorum. Her zaman ki gibi nerde durduğum konusu pek umurunun köşesinden değildi annemin. Çok fazla kalabalık olan minibüsde ter ve ıslak sıcaklık midemi ağzıma getirdiğini çok iyi hatırlıyorum. Dev cüsseli insanlar beni sıkıştıra, sıkıştıra kapıya doğru ilerletmişlerdi. İçerinin rezil ter ve sigara kokusuna dayanamayan bir kadın bağırarak şoföre nefes alamadığını aç, kapı pencere diye dert yanmıştı, aslında dertte değil hiç durmadan söylenmişti. Şoför ise söylenen kadını susturmak için fesupanallah diyerek kapıyı açtı.

Kapıya yapışık duran ben ise kapının açılması ile kendimi boşlukta hissettim. Rüzgarın sert çarpışını önce ensemde hissettim. Saçlarım yüzümü kapattı. Ellerim bir şeyleri bir yerleri tutmayı yeltendi ama nafile. Aklımdan geçen son cümle kanlar içinde ölmek istemiyordum. Çocuk aklı işte. Bu dünyaya veda zamanım çabuk gelmişti. Oysa çocuk aklımın yarısı gittiğimiz ev misafirliğindeki poğaça, kısırlardaydı. Derken birden tutulduğumu hissettim, evet evet tutulmuştum. Ben daha ne olduğunu çözemeden onların bir ordu olup arkamda sıralandığını his ettim. Sanki bir duvar sırtımı içeri doğru iteklerken içerden de bir ip uzatılmış ve sıkıca tutup çekilmiştim.
Bana göre onlar beni kurtarmıştı insanlara göre ise mucize çocuk olmuştum. Anneme göre ise dikkatsizdim.

Farkına varıp kabullendiğim tek şey benim gizli bir sırrım vardı artık.

Liseye yeni başladığım dönem de çok içine kapanık biriydim. Kapanıklığım sebebi ile çok fazla kitabın içine düşmekten dışarıdaki dünyanın varlığını unuttuğum doğru. Selam verdiğim insan ve dertleştiğim insan sayısı; sıfır!

Annem beni çok fazla içime kapatmıştı. Bu böyle sürmemişti tabi. Değişik saç rengim ve değişen gözlerim çabuk fark edilmiş, okulun popüler kızları -(şanlarına daha çok şan eklemek için-) beni yanlarına vazo niyetine kabul etmişlerdi. Onlar nereye ben oraya. Bu sayede dünyaya kapanık hallerim biraz kırılmış, sohbet etme, fikirlerimi söyleme gibi eylemler edinerek bende varım demeye başlamıştım.

Okulumun sokaklarında çok fazla kaybolurdum. Eve gitme saatimi uzatmak için sürekli yeni sokaklar keşfeder kendimi eylerdim. Yine bir gün hiç bilmediğim bir sokağa dalmıştım. Kararmaya başlamış gökyüzünün altında sokakta ilerlerken ayağımda bir ağırlık hissettim. Ayağımın üstünde sanki görünmeyen bir taş varmışta ben kaldırırken zorlanıyormuşum gibi. Durdum ve kafamı çevirdim. Sokağın başında bir düzine halinde sıralanmış bana bakıyorlardı...
 
bana bakıyorlardı...

Yürümek istediğimde sanki bir ip bağlamışlarda ayağıma, sokağın başına geri geri çekiyorlardı. Ben ilerledikçe onlar geriye, geriye çekiyorlardı.
Bir şey vardı, içime ağır bir öküzün oturduğunu hatta tepindiğini bile hissettim. Bir sebepten benim buraya girmemi istemiyorlar diyerekten geri çıktım sokaktan. Sokaktan çıkarken bir kız çığlığı duydum, sonra gökyüzünde kargaların gaklamasını. Hafif kararmaya başlamış sokak sanki içinde binlerce canavar olan sokağı dönüşmüş gibi arkama bakmadan koş koşa uzaklaştım.

Çıkarken duyduğum kız çığlığının sebebini akşam haberleri cevap vermişti. O sokakta tecavüze uğramış bir kız çocuğunun bedenini ölü bulunduğunu söylemişti erkek sunucu. Hatta bazı vücut parçaları koparıldığından bile bahsediyordu.

Yine Onlar…

Neler oluyordu?
Bir şeylere engel olmuşlardı. Ama neden? Neden onlar tarafından korunmuştum?
 
On sekiz yaşıma kadar irili ufaklı böyle geçti. Herkesten gizli ve herkes gibi gerçek… Bir yandan hoşuma gidiyor bir yandan endişeleniyordum…

Sonra on sekizimin ertesinde bir şey oldu. Büyü gibi. Renkler peyda oldu. Bir anda.

Bir gün ve her zaman yaptığım gibi kitap okurken bir gürültü koptu evde. Ben yine yatağımdaydım. Ses yoktu birileri bir şeyleri kırıyordu. Bu annemdi çünkü evde eşyaları parçalayan sadece oydu. Ve hızlı hareket eden biri, önce sert bir fermuar açılma sesi ardından sertçe yere vuran bir şeyler. Biri toparlanıyordu bir şeyler topluyordu. Annem olamazdı. Kitabı hızlı kapatıp yataktan indim. Kalkmakla kalkmamak arasında bocaladım. Sonunda kalkmaya karar verdim. Derin bir nefes alıp odadan çıktım. Odamdan çıktığımda babamın valizini toplamakta olduğunu fark ettim. Şaşırdım mı hayır ama babamın etrafında dönen bir şey dikkatimi çekti. Ve şaşırttı. Buz rengi belli belirsiz bir sis babamın etrafında bir duman misali yayılıyordu. Tansiyonum mu düştü diye düşünürken gözlerimi açıp kapattım. Tekrar aynı manzara ile karşılaştım kafasının etrafında dağılan bazen yoğunlaşan bir sis. Derken annemle karşılaştım. Koltukların minderleri ve örtüleri yerlere saçılmış. Ayaklarının dibinde sevdiği çiçek toprakları ve boyunları kırılmış çiçekler, annemin etrafını saran siyah renk. Çok, çok koyu bir renk. Aysız bir gece gibi.

Neler oluyordu böyle? Buda neyin nesi idi? Gözlerimi defalarca kırpıp açtım da yine aynı şeyleri görmüştüm. Babamın etrafında ki buz rengi, annemin etrafındaki siyah duman. Anlam verememiştim. Oysa olaylara şaşırmam, endişelenmem gerekirken bu yeni duruma takılıp kalmıştım. Annem ve babam hep böyleydi artık duyarsızlık duvarı kurmuştum onlara karşı. Huzursuzluk ve ailesizliğe ciddi mana da bağışıklık geliştirmiştim.

Annemin kırgın ve öfkeli sesi daldığım yerden geri getirdi beni;

-‘o kadındı değil mi? Bir de beni tanıştırdın yemek yedik Allah’ın cezası!’

Babam annemi aldatmış ve o kadına gitme kararı almıştı. Annem öfkeden delirip kabuğuna öfke ile daha çok kapanmıştı. ben ise odama sürgün olmuş bulutun yada sisin ne anlama geldiğini düşünmeye başlamıştım.

Olan olaylar ne hissettirdi üzerinde hiç düşünmedim. Zaten bir aile değildik. Kendimi bildim bileli babamın yokluğuna alışkındım. Yokluğu yâda aldatması?

Bilmiyorum gözden ırak olan gönülden de ırak olur sözü var ya? Gönülden uzak olanın duygulara değmesi olası mıydı?
Belki yıllar sonra düşünürdüm bunu.

Annem… Buz dağı. Tabir buydu. Annem bir buz dağı gibi soğuk ve uzak bir kadındı. Aramızda ki mesafe mesafeyi çağırdı. Mesafeler dağları. Şimdi o bir dağın arkasında bende diğer dağın arkasında. Kendi hazırladı bu sonu belki de.

Dedim ya biz bir aile olamamış yüzlerce soyadı topluluğundan biriydik. Dağıldık ve elimizde sadece kendimiz kaldık.
 
Ortalık durulduktan ve aradan birkaç zaman geçtikten sonra bir arkadaşım dertleşmek için beni çay bahçesine çağırdı. Ondan önce gitmiş, onu beklemeye başlamıştım. Sakin bir gündü. Küçük bir esnaf bahçesiydi. Ortada küçük bir balıklı havuz. Etrafında minik basit masa ve sandalyeler. Köşede küçük bir içecek büfesi. Dedim ya küçük bir esnaf soluklanma çay bahçesiydi. Derken kapıdan giren arkadaşımın yine etrafında annemde gördüğüm siyah dumanı görmüştüm. Hareketleri sert ve hızlıydı. Gelirken bir adamla yol kavgasına bile tutuşmuş adamı nerdeyse yiyecekti. Bir ara adamı küçük havuza atacak diye bile bekledim. O kadar sinir küpü ve gözü bir şey görmüyordu.

Benimle dertleştiğin de sevgilisinin onu aldattığını ve öfkeden deliye döndüğünü anlatıyordu. Anlatırken aşırı el hareketleri ve yerinden çok hızlı dönen gözleri bir şeyi fark etmemi sağladı. Öfke, evet öfke o gün annemde çok öfkeliydi ve kırgındı onunda etrafı siyahtı. Her şeyi kör eden renk, sıkan, boğan renk…
O günden sonra renklerin duyguları ifade ettiğini öğrenmiş oldum.

Renksizliğin anlamı aldatma, öfkenin rengi siyah, umudun rengi mavi gibi. Beni koruma altına alan tuhaf varlıklar ve insanların ne hissettiğini gösteren renk cümbüşü.

Artık kendimi tuhaf hissediyordum. Tuhaflıktan da öte bu dünyaya ait değil gibi. Bu insanlara ait değil gibi.

Sahi ben neydim? Çok düşünmedim, çok irdelemedim. Onun yerine kendimi yollara ve şehirlere attım. Beni hep dışlayan annemi, varla yok arası olan babamı, ait olmaktan çok uzak odam ve yatağımı… Hepsini ama hepsini arkamda bırakıp başka yollara, şehirlere koştum. Reşit ve farklıydım.

*********

İşte böylece ilk durağım Madam oldu. Sorgulamadı neden niçinlerle yaşantımı. Telefonla konuşup görüşmeye geldiğimde etrafında renk güven verdi. Onunla yaşamaya başladım. Şu geçiş dönemimde kim kimin yanındaydı bilmiyorum. Bildiğim aslında gerçek yaşamıma ilk adımı atmama yardımcı olduğuydu. Sonra hastalandı. Nefes almakta güçlük çekti hastaneye yatırıldı. O zaman gitme zamanımın geldiğini anladım ve Çıktım başka yollara…

Kendime ait olan ilk ve gerçek
hayatıma…
 

Konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Tema editörü

Ayarlar Renkler

  • Mobil kullanıcılar bu fonksiyonları kullanamaz.

    Alternatif header

    Farklı bir görünüm için alternatif header yapısını kolayca seçebilirsiniz.

    Görünüm Modu Seçimi

    Tam ekran ve dar ekran modları arasında geçiş yapın.

    Izgara Görünümü

    Izgara modu ile içerikleri kolayca inceleyin ve düzenli bir görünüm elde edin.

    Resimli Izgara Modu

    Arka plan görselleriyle içeriğinizi düzenli ve görsel olarak zengin bir şekilde görüntüleyin.

    Yan Paneli Kapat

    Yan paneli gizleyerek daha geniş bir çalışma alanı oluşturun.

    Sabit Yan Panel

    Yan paneli sabitleyerek sürekli erişim sağlayın ve içeriğinizi kolayca yönetin.

    Box görünüm

    Temanızın yanlarına box tarzı bir çerçeve ekleyebilir veya mevcut çerçeveyi kaldırabilirsiniz. 1300px üstü çözünürler için geçerlidir.

    Köşe Yuvarlama Kontrolü

    Köşe yuvarlama efektini açıp kapatarak görünümü dilediğiniz gibi özelleştirin.

  • Renginizi seçin

    Tarzınızı yansıtan rengi belirleyin ve estetik uyumu sağlayın.

Geri