Foruma hoş geldin, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Düşünce Platformumuza Hoşgeldiniz!

Düşünce Platformumuz bilgi ve düşüncenin en özgür adresidir!
Güne, gündeme ve yarınlara dair söyleyeceğim var diyenlerin, günlük koşuşturmaca içerisinde zihin jimnastiği yapmak isteyenlerin özgürlük meşalesi ~ FORUM KALEMİ ~

Genel kültür Hanedan ailesi

AsyA

Forum Kalemi
Öylesine...
Katılım
1 May 2020
Mesajlar
14,519
Çözümler
1
Tepkime puanı
38,755
Puanları
113
İçimizin titrediği
ve bir daha ısınmadığı
#1921in_soğuk_bir_Şubat_günü.
Sarayın son çocuğu doğar.
Fatma Neslişah Sultan, derler adına.
Adına atılan 121 pare toptan
Boğaz''ın mavi suları titrer.
Adına para bastırılır.
Üç yıl sonra
Osmanlı hanedanına sürgün kararı çıkar.
Soğuk bir mart gecesi,
Çatalca İstasyonu''ndan
oflaya puflaya acı bir ıslık eşliğinde
dönmeye başlar yorgun trenin tekerlekleri.
Hanedanı
sürgüne götürecek olan
trene binmeden hemen önce,
üç yaşındaki Neslişah Sultan
istasyondaki bir perdenin arkasına saklanarak,
"Ben saraya dönmek istiyorum" diye ağlar.
Aşklar, şarkılar,
sohbetlerle bezeli güzel geceler son bulur,
zaferden zafere koşan orduların uğurlandığı,
karşılandığı Yıldız Sarayı''nda
geçen güzel günler geride kalır.
Hiç kimse nereye gittiğini bilmiyordur.
Çatalca''dan kalkan tren,
dumanlarını gökyüzüne savurarak,
bağrında bahar barındırmayan bir kışa doğru koşar.
Hanedan erkeklerinin çoğu askerdir.
İçlerinde tabip generaller, amiraller, albaylar vardır.
Hanedanın
"Osmanları"
bu kara sabahın rüyasını da görmüş müdür?
Sefaletin,
yokluğun,
acıların kucağına doğru alıp götüren bu tren
o koca çınarın hangi kökünde saklanmıştır asırlarca.
O sürgünde sadece
hanedanın acı kaderi mi vardır?
Yoksa bu gün
Suriye hapishanelerinden yazdıkları mektuplarda;
" Sizler sıcak evlerinizde otururken
biz buralarda babasının kim olduğunu bile
bilmediğimiz çocukları karnımızda taşımaktan bıktık.
Gelin bizi kurtarın demiyoruz ama
ne olur gelin bu hapishaneleri başımıza yıkın"
diyen kızlarımızın çığlıkları da var mıdır?
Balkanlarda kalan,
Filistin''de kolu kırılan,
Afrika''da aç kalan insanların
gözyaşları da var mıdır?
Bilemiyoruz.
Osmanlı''nın
en hazin sahnelerinden biri olan
o sürgün yollarında kimler yoktu ki…
Yad ellerde,
"Hiçbir yer, İstanbul''un güzel
ve güneşli tepelerine benzemiyor" diyerek ölüp giden,
cenazesi, Fransa''da bir caminin avlusunda tam on yıl,
vatan toprağına gömülmek için bekledikten sonra,
bir yay gibi kıvrılıp Medine''ye ilk halifenin yanına
uzanıveren son halife Abdülmecit Efendiler…
Gurbet ellerde yıkayacak hiçbir
Müslüman bulamadığı için hasta
ve sakat kızı Neriman Sultan tarafından
yıkanıp kefenlenerek,
bir Hristiyan mezarlığına gömülen
Şehzade Mahmut Şevket Efendiler…
Bastonuna dayanarak her gün işe gidip gelirken,
bir gün ameliyatta yanlışlıkla dili kesilen
ve dilsiz kalmasına rağmen yine de o haliyle;
bir gün babasıyla gelen insanların
Türkiye''den olduklarını öğrendiğinde;
"Ne olur,
beni bu halimle bırakın da
babamı vatanına götürün,
bu adam yanıp tutuşuyor,
eğer bana bir iyilik yapmak istiyorsanız
onu vatanına götürün" diye yalvaran
Neriman Sultanlar…
Nice''de vefat etmeden önce;
"Bir gün müsait olursa
beni vatanıma götürün" dediği için,
bir kilisede cesedi tam
30 yıl bekletildikten sonra,
kilise görevlileri tarafından bir
Hristiyan mezarlığına gömülen
Sultan Abdülhamit''in kızı,
Gazi Osman Paşa''nın gelini
Zekiye Sultanlar da vardır…
Sefaletten intihar edenler,
belediye izin vermediği için cesedi
Manş Denizi''ne atılanlar da vardır…
Mısır bir Müslüman toprağı olmasına rağmen,
Türkiye''de işbaşına gelen her iktidara mektup yazarak,
her türlü siyasi haktan mahrum olarak
ülkesinde yaşama izni verilmesini talep eden;
Boğaziçi''nde kendi halinde balıkçılık yapmaya bile
razı olduğunu her vesileyle söyleyen,
yıllarca hiçbir cevap alamayınca da,
Osman Yüksel Serdengeçti''ye;
"Hiç değilse bir zarfın içine
bir avuç vatan toprağı koyarak
gönderin de bari kabrime koyayım" diyerek,
gurbet ellerde "ah vatan, ah vatan" diye diye ölen
Neslişah Sultan''ın babası beyefendi
Şehzademiz Ömer Efendi de vardır.
San Remo''da sefalet içinde ölen,
bakkallara olan mutfak borcundan dolayı,
tabutunun üzerine;
"bu tabut hacizlidir, borçlar ödenmeden kaldırılamaz"
yazısından dolayı damadı Ömer Faruk Efendi tarafından
mutfak kapısından kaçırılan
Osmanlının son sultanı Vahdettin Hanlar da vardır.
Cihanın topraklarını milletinin
ayakları altına seren insanlardan
bir karış toprak esirgenmiş,
bunca cefa reva görülmüştür.
Son yolculuklarında,
ne onları omuzlarında taşıyan Müslümanlar,
ne tekbir sesleri,
ne tabutun üzerine örtülü bir bayrak vardır.
Gurbet ellerde yaşayan hanedanı ilk hatırlayan
Anadolu''nun yiğit evladı Adnan Menderes olur.
1952''lerde
NATO toplantısı için gittiği
Fransa da Paris Büyük elçisini yanına çağırarak;
"Osmanoğulları Ailesinin Paris''te yaşıyor olması gerek.
Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?" diye sorar.
Büyük elçi''nin hanedan hakkında
hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören
Menderes öfke ile;
"Sana 24 saat mühlet!
Ya Osmanlı ailesinin adresi ile
ya da istifanla gelirsin" der.
Elçi adresle gelir.
Hanedanın ziyaretine giden
Menderes gördükleri karşısında deliye döner.
Devlet-i Aliye''nin
ulu Hakanı Sultan Abdülhamit Han''ın
80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan,
60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan
ve diğer Osmanlı hanımları
Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede
Fransızların tabaklarını yıkamaktadırlar.
Menderes gözyaşlarını tutamaz.
Şefika Sultan''ın ellerine sarılır.
"Anne affet bizi, geç geldik" der.
Ayşe sultan sürgünden
otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına;
"Sen kimsin?" diye sorar.
Menderes,
"ben Türkiye Cumhuriyeti''nin başbakanıyım" der.
"Ben başbakanım" sözünü duyan koca sultan
sevinçten öyle bir çığlık atar ki
kalbi duracak gibi olur, bayılır.
Menderes
Türkiye''ye döner dönmez doğruca
Cumhurbaşkanı Celal Bayar''a çıkar.
"Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm.
Onların Türkiye''ye dönmeleri için
af kanunu çıkaracağım" der.
Celal Bayar,
"Adnan Bey sus!
Sakın bu konuyu
bir daha başka yerde açma,
malum gazeteler tahrikiyle
silahlı kuvvetlerin içindeki
cunta Türkiye''de ihtilal yapar" der.
Menderes cebinden çıkardığı
bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.
Celal Bayar mektubu açar.
"Analarının ve babalarının
Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin
Başbakanı olmaktan utanç duyuyorum,
istifamın kabulünü arz ederim.
İmza: Adnan Menderes"
İstifadan vazgeçmesi için
Menderes''e sabaha kadar yalvarılır.
Hanedan kadınlarının yurda dönmelerine
izin verilmesi şartıyla vazgeçer istifadan.
İstanbul'' a dönenler arasında
Sultan II. Abdülhamid''in hanımı ve kızı da vardır.
Bir sabah erken saatte
Teşvikiye''deki evlerinin kapısı çalınır.
Kapıyı Abdülhamid''in kızı Ayşe Sultan açar.
Gelen kişi başbakan Menderes''tir.
"Şayet kabul buyururlarsa
Valide Sultan''ı görmek istiyorum."
Başvekil, içeri buyur edilir.
Salon tam bir Osmanlı evi gibi döşenmiştir.
Başında tülbent elinde tespihiyle
zikrini tamamlayan Şefika Sultan;
"Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz..."
der Menderes''e.
O da,
"Teşekkür ederim
Valide hazretleri; hoş bulduk... " diye karşılık verir.
"Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı?
Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık"
"Zararı yok efendim.
Bendeniz elinizi öperek hayır duânızı almak
ve bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim."
Ayrılırken daha sonraları
Yassı ada da onun da hesabının
sorulduğu şişkince bir zarf bırakır.
Rüyaları,
aşkları,
zaferleri ile koca bir devir geride kaldı.
Yaptığı camilerin kandillerini kendi elleriyle yakan, imarethanelerin ilk yemeğini fakir fukaraya
kendi elleriyle dağıtan derviş ruhlu sultanlar devri kapandı.
 

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın yada üye olun!

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın veya kayıt olun!

Kayıt ol

Forumda bir hesap oluşturmak tamamen ücretsizdir.

Şimdi kayıt ol
Giriş yap

Eğer bir hesabınız var ise lütfen giriş yapın

Giriş yap

Tema düzenleyici

Tema özelletirmeleri

Grafik arka planlar

Granit arka planlar