Nejat amcamız vardı bizim, hayatı boyunca çok çalıştı. Güzel evlerde oturdu, iyi arabalara bindi, güzel tatiller yaptı. Çok rahat yaşadı Allah var. İstediği mezar yerini bile aldı biliyor musunuz? Hatta mezarının mermerini bile yaptırdı. Onu ne zaman görsek, konu mutlaka muktedir olduğu, çok çalışıp başardığı şeylere gelirdi. "İnsanın bu hayatta isteyip de yapamayacağı şey yoktur." derdi.
Arkadaşımın babasıydı.
Sonra çok yaşlandı Nejat amca. Hayatımızın ikonu gözlerimizin önünde erimeye başladı. Gözleri çöktü önce, elleri kırıştı, yüzünde lekeler çıktı sonra adını karıştırmaya başladı.
"Bunama var." dedi doktorlar. Son zamanlarda altına falan kaçırıyordu. Gençliğini bilenler "Hey gidinin Nejat'ı!.." diye şaşkınlıkla başlıyordu söze.
Bir gün kayboldu ortadan Nejat amca.
Bakkala diye çıkmış o gün, geri dönmedi. Günlerce çocukları onu aradı. Bakmadıkları yer kalmadı.
Yaptırdığı mezara gömüleceğinden o kadar emindi ki masraftan hiç kaçmamıştı. Değerli yerden alınmıştı mezarı. Nejat amcayı kimsesizler mezarlığında buldular sonra. Kendi içine girip yatamadı, planları tutmadı ama çocuklarının işine yaradı mezar yeri. Miras davasına o boş mezarı satmak zorunda kaldı çocukları.
Dünya böyle bir yer. Eğer dünyada yaşıyorsan, planlar tıkır tıkır işler zannederken hiç hesapta olmayan şeyler oluyor böyle.
Her şeyi kontrol edip sonuçlarının kendi elinde olacağını zanneden insan kibri bu birazda. "İstersem her şeyi mümkün kılabilirim." şımarıklığı olarak da bakabiliriz buna. Bütün matematiği üzerimize boca edersek mutlaka iyi bir sonuç alacağımızı zannetmenin hazin sonu da diyebiliriz.
Yaşamın kendi matematiği var oysa.
En büyük yanılgıya da, 2 çarpı 2'nin dört çıkmasını beklerken düşüyoruz. Kağıt üzerinde yaptığımız planların bir çoğunun pratikte karşılığı yok bunu bilsek de hesap yapmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Hesaplarımızdan o kadar emin hareket ediyoruz ki, teoriyi pratiğe uyduramıyor etrafımızda suçlu aramaya başlıyoruz.
Oysa "acz" o kadar konforlu bir şey ki.
"Ben bu kadarını yapabiliyorum, benim ona gücüm yetmez ama denerim." derken iyileşiyorsun. "Sonuçlarını ben belirleyemem, o kadar kudretim yok." derken dinleniyorsun.
Muazzam...
Ezgi Akgül
Arkadaşımın babasıydı.
Sonra çok yaşlandı Nejat amca. Hayatımızın ikonu gözlerimizin önünde erimeye başladı. Gözleri çöktü önce, elleri kırıştı, yüzünde lekeler çıktı sonra adını karıştırmaya başladı.
"Bunama var." dedi doktorlar. Son zamanlarda altına falan kaçırıyordu. Gençliğini bilenler "Hey gidinin Nejat'ı!.." diye şaşkınlıkla başlıyordu söze.
Bir gün kayboldu ortadan Nejat amca.
Bakkala diye çıkmış o gün, geri dönmedi. Günlerce çocukları onu aradı. Bakmadıkları yer kalmadı.
Yaptırdığı mezara gömüleceğinden o kadar emindi ki masraftan hiç kaçmamıştı. Değerli yerden alınmıştı mezarı. Nejat amcayı kimsesizler mezarlığında buldular sonra. Kendi içine girip yatamadı, planları tutmadı ama çocuklarının işine yaradı mezar yeri. Miras davasına o boş mezarı satmak zorunda kaldı çocukları.
Dünya böyle bir yer. Eğer dünyada yaşıyorsan, planlar tıkır tıkır işler zannederken hiç hesapta olmayan şeyler oluyor böyle.
Her şeyi kontrol edip sonuçlarının kendi elinde olacağını zanneden insan kibri bu birazda. "İstersem her şeyi mümkün kılabilirim." şımarıklığı olarak da bakabiliriz buna. Bütün matematiği üzerimize boca edersek mutlaka iyi bir sonuç alacağımızı zannetmenin hazin sonu da diyebiliriz.
Yaşamın kendi matematiği var oysa.
En büyük yanılgıya da, 2 çarpı 2'nin dört çıkmasını beklerken düşüyoruz. Kağıt üzerinde yaptığımız planların bir çoğunun pratikte karşılığı yok bunu bilsek de hesap yapmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Hesaplarımızdan o kadar emin hareket ediyoruz ki, teoriyi pratiğe uyduramıyor etrafımızda suçlu aramaya başlıyoruz.
Oysa "acz" o kadar konforlu bir şey ki.
"Ben bu kadarını yapabiliyorum, benim ona gücüm yetmez ama denerim." derken iyileşiyorsun. "Sonuçlarını ben belirleyemem, o kadar kudretim yok." derken dinleniyorsun.
Muazzam...
Ezgi Akgül