VELED-İ ZİNA ANLAYIŞININ TEMELİNDE NE VAR?
Ahmed Bîcan’ın
“veled-i zînâ” ile ilgili anlayışına da katılmak mümkün gözükmemektedir. Şöyle ki o, cennet ve cehennem arasında kalacak
“a’râf ehli” ile ilgili görüşleri aktarırken,
“veled-i zînâ”,
“kâfirlerin baliğ olmadan ölen çocukları”, “melekler” ve “mü’minlerden bazı kimseler” dedikten sonra şöyle bir ifâde kullanmaktadır.
“Sahihi (doğrusu) budur ki, bu dediklerimizin cemîsi A’râf’da vardır. Cemîsi mü’minlerdir.”
Bîcan ile aynı görüşü savunanlara göre,
“veled-i zînâ” olan bir kişinin iyi bir mü’min olsa bile cennete girmeye hakkı yoktur. Ancak böyle bir yaklaşımın
doğru olmadığı da açıktır.
Çünkü,
bu kimsenin zînâ sonucu doğmasında ne bir dahli, ne bir kabahati, ne de bir tercîhi söz konusudur.
Dolayısıyla mevcut suçu bu çocuğa
yüklemenin kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur. Zîra
Kur’ân-ı Kerim’in ifâdesine göre
üstünlük ancak takvâ iledir.
Ve suçun şahsîliği ilkesi esastır. Sorumluluk taşıyan bir kimseye başkasının sorumluluğu yüklenmez.
Allah’a gönülden teslim olup inanan, O’na karşı derin bir sorumluluk bilinci taşıyan, sonrada dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan bir kulun
ırkının, dilinin, renginin, soyunun hiçbir önemi yoktur. Bunlar birer üstünlük vesilesi değildir. Çünkü üstünlük, sonradan elde edilen kazanımlarla olur.
Zaten Yüce Allah’ın bizim mallarımıza ve şekillerimize değil,
îmânımıza ve sâlih amellerimize bakacağı Hz. Peygamber’in açık bir ifâdesidir.
Dolayısıyla, eski kültürlerin ve anlayışların izlerini taşıyan,
soy ve sopa önem veren böyle bir bakış açısıyla söylenmiş bu ve benzeri sözlerin
ciddiye alınır ve kabul edilebilir bir tarafının olmadığını düşünmekteyiz.
Selam ve dua ile...
Geniş bilgi için bkz, Dr. Ahmet Emin Seyhan, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 102
AHMED BÎCAN, s. 433.
KIRBAŞOĞLU,
Alternatif Hadis, s. 206. Bu tür rivâyetlerin Kur’an’ın sorumluluk anlayışıyla taban tabana zıt olduğunu belirtmektedir.
Hucurât, 49/13. Ayrıca bkz. Bakara, 2/197; Âl-i İmrân, 3/102; Ra’d, 13/35; Nahl, 16/128; Nûr, 24/52.
En’âm, 6/164; İsrâ, 17/15; Fâtır, 35/18; Zümer, 39/7; Necm, 53/38.
MÜSLİM, 41/Birr, 10 (III, 1987); İBN MÂCE, 37/Zühd, 9 (II, 1388); İBN HANBEL, II, 285, 539.