Karışık rüyalar görülen derin bir uykuya dönüştü hayat.
Mekanlar içiçe, zaman karmakarışık, hergün yüzlerce insan görüyoruz. Hergün yüzlerce farklı ses duyuyoruz. Belki binlerce. Kendi hakikatini, kendi gerçek mekanını, kendi kurgusunu yitirmiş bir hayatı yaşıyoruz gittikçe. Karışık bir rüyanın içinde sıkışıp kalmış gibiyiz.
Eskiden olsa, sabahın seherinde kuş cıvıltıları, ağaç hışırtıları, anne sesi, çocuk sesleri, rüzgar uğultusu ve üç beş kişi belki muhatap olunan. Duru, sakin ve kendi mecrasında akıp giden bir hayat...
Şimdi karışık ve yorumu imkansız bir rüyaya dönüştü yaşamak. Avucumuzdaki ekranlarda akan seslerle, görüntülerle birlikte hızla akıp gidiyor zaman. Daha fazla görme isteğinin esiriyiz artık, kıpırdayamıyoruz ekranların başından. Ellerimiz, parmaklarımız kelepçeli...
Utanç verici gönüllü bir tutsaklık bu!
Önüne ne koyulursa onu yiyen mahluklara dönüştük. Ekran akışını kontrol eden, güzel bir metine, görsele, bir videoya bakayım diye niyetlenince bile, arada bin türlü necaset sunan, bize istediğini izleten bir algoritmanın esaretindeyiz...
Yüksek bir yerden hızla düştüğümü görürdüm rüyalarımda, sonra tam yere çarpacakken bir kuş tüyü gibi usulca yere indiğimi. Birbirinden çok uzakta olan iki farklı evin bir odasından çıkıp diğer evin bir odasına geçerdim, evden çıkınca başka bir ülkede bulurdum kendimi. Feryat figan ağlarken, aniden mutlulukla güldüğümü görürdüm... Avucumuzdaki ekranların bize yaşattığına ne kadar da benziyor.
Bu sahteliğin farkına varmaktan, sevdiklerimizin gözlerine daha çok bakmaktan, avucumuzdaki ekranları hayra yormaktan, hayra kullanmaktan ve bu gafletten uyanmaktan başka çaremiz yok...
Karışık rüyalar görülen derin bir uykudayız.
Uyudukça geçmeyecek derin acılar, uyudukça iyileşmeyecek onulmaz yaralar, uyudukça bitmeyecek bu yangınlar...
Uyanmak zorundayız!
Halil İbrahim Sert
Mekanlar içiçe, zaman karmakarışık, hergün yüzlerce insan görüyoruz. Hergün yüzlerce farklı ses duyuyoruz. Belki binlerce. Kendi hakikatini, kendi gerçek mekanını, kendi kurgusunu yitirmiş bir hayatı yaşıyoruz gittikçe. Karışık bir rüyanın içinde sıkışıp kalmış gibiyiz.
Eskiden olsa, sabahın seherinde kuş cıvıltıları, ağaç hışırtıları, anne sesi, çocuk sesleri, rüzgar uğultusu ve üç beş kişi belki muhatap olunan. Duru, sakin ve kendi mecrasında akıp giden bir hayat...
Şimdi karışık ve yorumu imkansız bir rüyaya dönüştü yaşamak. Avucumuzdaki ekranlarda akan seslerle, görüntülerle birlikte hızla akıp gidiyor zaman. Daha fazla görme isteğinin esiriyiz artık, kıpırdayamıyoruz ekranların başından. Ellerimiz, parmaklarımız kelepçeli...
Utanç verici gönüllü bir tutsaklık bu!
Önüne ne koyulursa onu yiyen mahluklara dönüştük. Ekran akışını kontrol eden, güzel bir metine, görsele, bir videoya bakayım diye niyetlenince bile, arada bin türlü necaset sunan, bize istediğini izleten bir algoritmanın esaretindeyiz...
Yüksek bir yerden hızla düştüğümü görürdüm rüyalarımda, sonra tam yere çarpacakken bir kuş tüyü gibi usulca yere indiğimi. Birbirinden çok uzakta olan iki farklı evin bir odasından çıkıp diğer evin bir odasına geçerdim, evden çıkınca başka bir ülkede bulurdum kendimi. Feryat figan ağlarken, aniden mutlulukla güldüğümü görürdüm... Avucumuzdaki ekranların bize yaşattığına ne kadar da benziyor.
Bu sahteliğin farkına varmaktan, sevdiklerimizin gözlerine daha çok bakmaktan, avucumuzdaki ekranları hayra yormaktan, hayra kullanmaktan ve bu gafletten uyanmaktan başka çaremiz yok...
Karışık rüyalar görülen derin bir uykudayız.
Uyudukça geçmeyecek derin acılar, uyudukça iyileşmeyecek onulmaz yaralar, uyudukça bitmeyecek bu yangınlar...
Uyanmak zorundayız!
Halil İbrahim Sert