- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 15,782
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 42,892
- Puanları
- 113
ÇAĞ KAPATAN FİLOZOF:
GİORDANO BRUNO
"İnsanlık tarihinin en karanlık dönemi Ortaçağ, 324’te Kilisenin beş kişiyi kara büyü yapmakla suçlayarak, canlı canlı yakmasıyla başlar ve 1216 yıl sonra, Kilisenin Rönesans’ın gerçek filozofu, bilim adamı Giordano Bruno’yu yine canlı canlı yakmasıyla son bulur.
Bruno, doğa, evren ve tanrı konularıyla ilgilenerek Kilisenin asla affetmeyeceği suçlar işliyordu.
Ama baskılar sonunda Roma’ya kaçmak zorunda kaldı. İşlemediği bir cinayetle suçlanınca, buradan da Cenevre’ye gitti.
Bir süre sonra, bazı safsatalara karşı bir bildiri yayınladı, Kilise tarafından tutuklandı, aforoz edildi ve ağır işkenceler gördü.
Çok ağır koşullar altında önce İsviçre’ye sonra da Fransa’ya sığındı 1583’te, Oxford Üniversitesinde, Kopernik’in Yeni Evren kuramı konusunda bir dizi konferans verdi.
1585’te Paris’e döndü.
Ne var ki, Paris’te Kiliseler arası barış kavgaya dönüşmüştü.
Bruno bu yeni havaya hiç aldırmadan, Katolik Kilisesi’nin bağnaz tutumunu acımasızca eleştirdi.
Paris Katolik Kilisesi’nin egemenliğindeydi; artık Paris’te kalamazdı; Almanya’ya kaçtı.
Burada, “Yüz Altmış Makale” adlı eserini yayınlayarak, bütün dinlerin barış içinde bir arada yaşamaları gerektiğini vurguluyor ve hoşgörüyü savunup bağnazlığı yeriyordu.
Bu sefer de, Protestan Kilisesi tarafından, “kabul edilmiş doktrinlere aykırı düşünceler” taşıdığı gerekçesiyle aforoz edildi.
Engizisyon Bruno’yu Felsefeci değil, casus olduğu iddiasıyla yakalayıp zindana attı.
Yedi yıl işkence ettiler.
Bruno’dan, herkesin gözleri önünde, bilimi lanetlemesini istiyorlardı.
Ama Bruno’ya bunu yaptırabilecek işkence yoktu.
Defalarca kendi kendisine şu sözleri tekrarlıyordu:
”Dayan. Mert ol. Cahillerin yargısı seni tehdit etse bile, fikrinden dönme. Işığı karanlıktan ayıracak bir yüksek akıl mahkemesi vardır. Kahramanlar bedenin değil ruhun ölümünden korkarlar.”
Bruno, yedi yıl süren baskı ve işkencelere rağmen, geri adım atmıyor, özür dilemiyor, “Geri alınacak hiçbir sözüm yok,” diyordu.
Papa VIII. Clemens sıkıldı ve, “Artık bitirin bu işi,” dedi.
Emir yerine getirildi ve Bruno yakılarak ölüme mahkum edildi.
Yüzlerce Romalı, ünlü bir dinsizin yakılmasını seyretmeye koşuyordu.
Papa, 50 Kardinal ve bütün ülkelerden özel olarak bu büyük kilise şölenine (!) gelen konuklar meydanı doldurmuştu..
Romalılar, başına taç yapıp övünmeleri gereken bu büyük insanla alay ediyor, ona küfrediyorlardı.
Kalabalıkta biri, “Bruno sevinsene!
Pek yakında, var olduğunu söylediğin dünyalara göç edeceksin,”diye bağırıyordu.
Bruno, bir odun yığınına çıktı. Korkusuzca seyircilerinin gözlerinin içine bakıyordu.
Odunlar tutuşturuldu...
Papazlar heyecanla Bruno’nun hiç olmazsa bu son dakikalarda fikirlerinden döneceğini ve büyük bir zafer kazanarak mutlu olacaklarını sanıyorlardı.
Hüküm, yüzüne karşı okunduğunda, Bruno, ”Ölmemi buyuran sizler, şu anda benden daha fazla korkuyorsunuz,” diye haykırınca, susturabilmek için ağzına bir askerin mendilini tıkadılar.
Öpmesi için uzatılan haça tükürdü.
Dilini kerpetenle kopardılar ve diri diri yaktılar.
Ağzından ne bir söz, ne bir inilti çıktı.
Bilincini de kaybetmemişti.
Tam 400 yıl sonra, haklı bulunarak heykeli dikildi. Nereye mi?
Yakıldığı, Roma'nın meşhur “CampodeiFiori” meydanına. CampodeiFiori, “Çiçek Tarlası” demek, İtalyan gençler her gün o heykeli canlı çiçeklerle, çiçek tarlasına dönüştürüyor, hiç çiçeksiz bırakmıyor
BRUNO DA BİZİ ŞU SÖZLERİYLE İKAZ EDİYOR:
“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı...”
Alıntı
GİORDANO BRUNO
"İnsanlık tarihinin en karanlık dönemi Ortaçağ, 324’te Kilisenin beş kişiyi kara büyü yapmakla suçlayarak, canlı canlı yakmasıyla başlar ve 1216 yıl sonra, Kilisenin Rönesans’ın gerçek filozofu, bilim adamı Giordano Bruno’yu yine canlı canlı yakmasıyla son bulur.
Bruno, doğa, evren ve tanrı konularıyla ilgilenerek Kilisenin asla affetmeyeceği suçlar işliyordu.
Ama baskılar sonunda Roma’ya kaçmak zorunda kaldı. İşlemediği bir cinayetle suçlanınca, buradan da Cenevre’ye gitti.
Bir süre sonra, bazı safsatalara karşı bir bildiri yayınladı, Kilise tarafından tutuklandı, aforoz edildi ve ağır işkenceler gördü.
Çok ağır koşullar altında önce İsviçre’ye sonra da Fransa’ya sığındı 1583’te, Oxford Üniversitesinde, Kopernik’in Yeni Evren kuramı konusunda bir dizi konferans verdi.
1585’te Paris’e döndü.
Ne var ki, Paris’te Kiliseler arası barış kavgaya dönüşmüştü.
Bruno bu yeni havaya hiç aldırmadan, Katolik Kilisesi’nin bağnaz tutumunu acımasızca eleştirdi.
Paris Katolik Kilisesi’nin egemenliğindeydi; artık Paris’te kalamazdı; Almanya’ya kaçtı.
Burada, “Yüz Altmış Makale” adlı eserini yayınlayarak, bütün dinlerin barış içinde bir arada yaşamaları gerektiğini vurguluyor ve hoşgörüyü savunup bağnazlığı yeriyordu.
Bu sefer de, Protestan Kilisesi tarafından, “kabul edilmiş doktrinlere aykırı düşünceler” taşıdığı gerekçesiyle aforoz edildi.
Engizisyon Bruno’yu Felsefeci değil, casus olduğu iddiasıyla yakalayıp zindana attı.
Yedi yıl işkence ettiler.
Bruno’dan, herkesin gözleri önünde, bilimi lanetlemesini istiyorlardı.
Ama Bruno’ya bunu yaptırabilecek işkence yoktu.
Defalarca kendi kendisine şu sözleri tekrarlıyordu:
”Dayan. Mert ol. Cahillerin yargısı seni tehdit etse bile, fikrinden dönme. Işığı karanlıktan ayıracak bir yüksek akıl mahkemesi vardır. Kahramanlar bedenin değil ruhun ölümünden korkarlar.”
Bruno, yedi yıl süren baskı ve işkencelere rağmen, geri adım atmıyor, özür dilemiyor, “Geri alınacak hiçbir sözüm yok,” diyordu.
Papa VIII. Clemens sıkıldı ve, “Artık bitirin bu işi,” dedi.
Emir yerine getirildi ve Bruno yakılarak ölüme mahkum edildi.
Yüzlerce Romalı, ünlü bir dinsizin yakılmasını seyretmeye koşuyordu.
Papa, 50 Kardinal ve bütün ülkelerden özel olarak bu büyük kilise şölenine (!) gelen konuklar meydanı doldurmuştu..
Romalılar, başına taç yapıp övünmeleri gereken bu büyük insanla alay ediyor, ona küfrediyorlardı.
Kalabalıkta biri, “Bruno sevinsene!
Pek yakında, var olduğunu söylediğin dünyalara göç edeceksin,”diye bağırıyordu.
Bruno, bir odun yığınına çıktı. Korkusuzca seyircilerinin gözlerinin içine bakıyordu.
Odunlar tutuşturuldu...
Papazlar heyecanla Bruno’nun hiç olmazsa bu son dakikalarda fikirlerinden döneceğini ve büyük bir zafer kazanarak mutlu olacaklarını sanıyorlardı.
Hüküm, yüzüne karşı okunduğunda, Bruno, ”Ölmemi buyuran sizler, şu anda benden daha fazla korkuyorsunuz,” diye haykırınca, susturabilmek için ağzına bir askerin mendilini tıkadılar.
Öpmesi için uzatılan haça tükürdü.
Dilini kerpetenle kopardılar ve diri diri yaktılar.
Ağzından ne bir söz, ne bir inilti çıktı.
Bilincini de kaybetmemişti.
Tam 400 yıl sonra, haklı bulunarak heykeli dikildi. Nereye mi?
Yakıldığı, Roma'nın meşhur “CampodeiFiori” meydanına. CampodeiFiori, “Çiçek Tarlası” demek, İtalyan gençler her gün o heykeli canlı çiçeklerle, çiçek tarlasına dönüştürüyor, hiç çiçeksiz bırakmıyor
BRUNO DA BİZİ ŞU SÖZLERİYLE İKAZ EDİYOR:
“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı...”
Alıntı