-
- Katılım
- 1 May 2020
-
- Mesajlar
- 17,534
-
- Çözümler
- 1
-
- Tepkime puanı
- 48,002
-
- Puan
- 113
“Tahtadaki 4 ve 7”Bir Öğretmenin Sınıfına Sığmayan Dersi*
Nöbetçi olduğum günlerden biriydi. Koridorda sessizlik hâkimdi; ders saatiydi ama bir sınıfın kapısı aralıktı. İçeri baktım, dersi boştu.
Çocukların yüzünde o tanıdık ifade vardı:
Hem özgür hem de sıkılmış… hem hareketli hem de bir şey yapmak isteyen o ifade.
Bir anda içimde bir kıvılcım çaktı.
Kimsenin haberi olmadan küçük bir ders işlemeye karar verdim.
Sınıfa girdim. Tahtaya doğru yürüdüm. Öğrenciler merakla beni izliyordu.
Hiç konuşmadan tebeşiri aldım ve tahtaya kocaman bir “4”, hemen yanına da daha küçük bir “7” yazdım.
Arkamı döndüm, sınıfa baktım.
Gözler pırıl pırıl…
“Çocuklar,” dedim,
“Bunlardan hangisi büyüktür?”
Bir saniyede sınıf ikiye bölündü.
Aynı saniyede de sınıf ateş aldı.
— “Dört büyük hocam, dört!”
— “Hayır, yedi daha büyük, yedi!”
Her biri kendi doğrusundan o kadar emindi ki bir an için tüm sınıf, mini bir parlamento salonuna döndü.
Savunmalar, iddialar, itirazlar…
Baktım ısı yükseliyor, biraz geriden izledim.
Bir çocuğun gözleri parlıyordu, elini kaldırmış bağırıyordu:
“Hocam dört daha büyük çünkü tahtada daha büyük yazılıyor!”
Bir başkası hemen atladı:
“Hayır hayır! Matematikte yedi daha büyük, herkes bilir!”
Aralarında “gerçeklik savaşı” başlamıştı bile.
Birkaç dakika sonra ellerimi kaldırdım. Sessizlik yavaşça sınıfa yayıldı.
“Tamam,” dedim,
“Şimdi herkes sırayla fikrini söyleyecek. Ama bir şartla…
Konuşan kişiyi bölmek yok,
Alay etmek yok,
Gülmek yok,
Ve en önemlisi: Dinlemek var.”
Sırayla söz verdim.
Herkes kendi bakış açısından anlattı:
— “Hocam dört daha büyük çünkü tahtada kapladığı yer daha fazla.”
— “Ama hocam, matematikte sayı değeri önemlidir, orada yedi daha büyüktür.”
— “Bence yazı büyüklüğü önemlidir, değer değil.”
— “Hocam bu bir tuzak soru bence!”
Bazıları kendi fikrini anlatırken bile bir an durup arkadaşının söylediklerini düşündü.
Kimisi “Hmmm… belki de…” diye mırıldandı.
Sınıfın enerjisi değişti.
Artık bir “haklılık kavgası” değil, bir anlayış yolculuğu başlamıştı.
Sözler bitince tahtanın önüne geçtim.
“Çocuklar,” dedim,
“Hangisinin büyük olduğu sorusunun cevabı…
Neye göre baktığınıza bağlıdır.
Yazıya göre dört büyük.
Sayı değerine göre yedi.
Her iki bakış da kendi içinde doğrudur.”
Bir sessizlik yayıldı.
Sanki sınıfın duvarları bile düşünmeye başlamıştı.
Sonra cümlenin en önemli kısmını ekledim:
“İşte hayat da böyle…
Bazen karşımızdaki haksız değildir,
sadece bizim baktığımız yerden bakmıyordur.”
O anda, birkaç öğrencinin yüzünde bir aydınlanma belirdi.
Birinin gözleri büyüdü, bir başkası derin bir nefes aldı.
Ders bitmişti ama öğrenme yeni başlamıştı.
Sınıf çıkarken iki öğrenci kendi aralarında konuşuyordu:
— “Ben yedi diyordum ama şimdi anladım…”
— “Ben de dört diyordum ama arkadaşım haklıymış, başka türlü düşününce değişiyor.”
Kapının yanında durup onları izlerken içimden şu geçti:
“Evet… işte bu.
Öğretmenliğin en büyük anı bu.”
Bir sınıfta sadece sayılar, tarihler, formüller öğretilmez…
Bazen duymayı,
Bazen dinlemeyi,
Bazen de başkasının da haklı olabileceğini öğretirsin.
Ve işte…
Tahtaya yazdığım o kocaman 4 ve küçük 7’den daha büyük bir ders yoktu o gün.

Nöbetçi olduğum günlerden biriydi. Koridorda sessizlik hâkimdi; ders saatiydi ama bir sınıfın kapısı aralıktı. İçeri baktım, dersi boştu.
Çocukların yüzünde o tanıdık ifade vardı:
Hem özgür hem de sıkılmış… hem hareketli hem de bir şey yapmak isteyen o ifade.
Bir anda içimde bir kıvılcım çaktı.
Kimsenin haberi olmadan küçük bir ders işlemeye karar verdim.
Sınıfa girdim. Tahtaya doğru yürüdüm. Öğrenciler merakla beni izliyordu.
Hiç konuşmadan tebeşiri aldım ve tahtaya kocaman bir “4”, hemen yanına da daha küçük bir “7” yazdım.
Arkamı döndüm, sınıfa baktım.
Gözler pırıl pırıl…
“Çocuklar,” dedim,
“Bunlardan hangisi büyüktür?”
Bir saniyede sınıf ikiye bölündü.
Aynı saniyede de sınıf ateş aldı.
— “Dört büyük hocam, dört!”
— “Hayır, yedi daha büyük, yedi!”
Her biri kendi doğrusundan o kadar emindi ki bir an için tüm sınıf, mini bir parlamento salonuna döndü.
Savunmalar, iddialar, itirazlar…
Baktım ısı yükseliyor, biraz geriden izledim.
Bir çocuğun gözleri parlıyordu, elini kaldırmış bağırıyordu:
“Hocam dört daha büyük çünkü tahtada daha büyük yazılıyor!”
Bir başkası hemen atladı:
“Hayır hayır! Matematikte yedi daha büyük, herkes bilir!”
Aralarında “gerçeklik savaşı” başlamıştı bile.
Birkaç dakika sonra ellerimi kaldırdım. Sessizlik yavaşça sınıfa yayıldı.
“Tamam,” dedim,
“Şimdi herkes sırayla fikrini söyleyecek. Ama bir şartla…
Konuşan kişiyi bölmek yok,
Alay etmek yok,
Gülmek yok,
Ve en önemlisi: Dinlemek var.”
Sırayla söz verdim.
Herkes kendi bakış açısından anlattı:
— “Hocam dört daha büyük çünkü tahtada kapladığı yer daha fazla.”
— “Ama hocam, matematikte sayı değeri önemlidir, orada yedi daha büyüktür.”
— “Bence yazı büyüklüğü önemlidir, değer değil.”
— “Hocam bu bir tuzak soru bence!”
Bazıları kendi fikrini anlatırken bile bir an durup arkadaşının söylediklerini düşündü.
Kimisi “Hmmm… belki de…” diye mırıldandı.
Sınıfın enerjisi değişti.
Artık bir “haklılık kavgası” değil, bir anlayış yolculuğu başlamıştı.
Sözler bitince tahtanın önüne geçtim.
“Çocuklar,” dedim,
“Hangisinin büyük olduğu sorusunun cevabı…
Neye göre baktığınıza bağlıdır.
Yazıya göre dört büyük.
Sayı değerine göre yedi.
Her iki bakış da kendi içinde doğrudur.”
Bir sessizlik yayıldı.
Sanki sınıfın duvarları bile düşünmeye başlamıştı.
Sonra cümlenin en önemli kısmını ekledim:
“İşte hayat da böyle…
Bazen karşımızdaki haksız değildir,
sadece bizim baktığımız yerden bakmıyordur.”
O anda, birkaç öğrencinin yüzünde bir aydınlanma belirdi.
Birinin gözleri büyüdü, bir başkası derin bir nefes aldı.
Ders bitmişti ama öğrenme yeni başlamıştı.
Sınıf çıkarken iki öğrenci kendi aralarında konuşuyordu:
— “Ben yedi diyordum ama şimdi anladım…”
— “Ben de dört diyordum ama arkadaşım haklıymış, başka türlü düşününce değişiyor.”
Kapının yanında durup onları izlerken içimden şu geçti:
“Evet… işte bu.
Öğretmenliğin en büyük anı bu.”
Bir sınıfta sadece sayılar, tarihler, formüller öğretilmez…
Bazen duymayı,
Bazen dinlemeyi,
Bazen de başkasının da haklı olabileceğini öğretirsin.
Ve işte…
Tahtaya yazdığım o kocaman 4 ve küçük 7’den daha büyük bir ders yoktu o gün.
