- Katılım
- 3 May 2020
- Mesajlar
- 15,909
- Çözümler
- 12
- Tepkime puanı
- 42,590
- Puanları
- 113
- Konum
- FK
- Web sitesi
- forumkalemi.com
- Burç
- Akrep
- İsim
- Murat
- Cinsiyet
- Takım
Maliye ve Hazine Bakanı’nın istifası sonrasında yaşanan sessizlik medyanın işlevi hakkında bir takım soruları akla getirdi. İyi Geceler, İyi Şanslar isimli film bu bağlamda incelenmeyi hak ediyor.
HAKSÖZ HABER
Erkam Kuşcu’nun Temmuz Dergisi’nin 35. sayısında (Eylül 2019) yayımlanan yazısı Amerika örneğinden hareketle medyanın işlevi hakkında bir takım sorular soruyor. Bağımlılık üzerinden kurulan ilişkiler medya kanallarını işlevsiz hale getiriyor. Halkın, dünyanın herkesin bildiği gerçeği kendisinden gizlemeye çalışan yayın organları aslında sadece kendilerini komik duruma düşürüyorlar. Gazeteci Edward R. Murrow ile Amerika Birleşik Devletleri Wisconsin Eyaleti senatörü Joseph McCarthy arasında yaşananlar, soruları sormaktan geri durmayan bir medyanın gerekliliğini gözler önüne seriyor. Okurlarımız için iktibas ediyoruz.
Medya, Hukuk, Adalet: Good Night and Good Luck
Basın yayın organlarının toplumu yönlendirme noktasında müthiş bir güce sahip olduğu tartışma götürmez. Medya algıyı oluşturup oluşturduğu algıyı yönetmek için sosyal platformlar, gazeteler, TV’ler ve tabi ki sineması ile tam tekmil bir ordu gibi çalışıyor. Güncel politik gelişmelerin yön vermesi ile medya yer yer mazlumu zalim, zalimi de mazlum olarak lanse edebiliyor. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana gelen süreçte cari hükümetin bir takım eski devlet refleksi ile ortaya koyduğu politikalar ne yazık ki medya ve toplumun alışkanlıklarına kolayca geri dönmesini sağladı. Buradaki en kilit rollerden birisini de “medyamız” oynuyor. Yakın dönemde Suriyeli mülteciler üzerinden yaşananlar medyanın gücünü tekrardan tartışmamıza vesile olabilir. En basit adli vakaların “Suriyeli dehşeti” olarak gösterilmesi cahili reflekslerin çok kolay bir şekilde su yüzüne çıkmasını sağlıyor. Suriyeliler ile ilgili nefrete dayalı oluşturulan söylemler bir toplumu zan altında bırakırken birliktelik ve kardeşlik zeminini de ifsad ediyor. Ne yazık ki medyanın bu genel ahvaline karşı insani ve vicdani olarak karşı tavır geliştirenlerin sayısı yok denecek kadar az.1 Bu bağlam üzerinden incelebilecek olan Good Night and Good Luck filmi izleyicisini alışılagelmiş önyargıları tekrarlamanın ötesinde bir takım soruları sormaya davet ediyor.
Sorulması Gereken Sorular
2005 yapımı İyi Geceler, İyi Şanslar filmi gazeteci ve program yapımcısı Edward R. Murrow ile Amerika Birleşik Devletleri Wisconsin Eyaleti senatörü Joseph McCarthy arasında yaşanan gerginliğe odaklanıyor. ABD’de Mccarthy dönemi olarak bilinen, komünist olduğu iddiasındaki isimlere yönelik başlatılan karalama kampanyasını kapsamaktadır. Bu süreçte sinema dünyası da dâhil olmak üzere birçok isim soruşturma ve kovuşturmalar yaşayacak ve ABD’yi terk etmek zorunda kalanlar dahi olacaktır. (Charlie Chaplin ve Bertol Brecht en tanınan isimlerdir.) Karalama kampanyasına maruz bırakılan isimlerin çok büyük bir kısmı komünist olarak tanımlanmayı ret edecek ama bu da bir işe yaramayacaktır. Bu süreçte Joseph McCarthy’nin devletçi reflekslerle ortaya koyduğu politikaları belirli bir noktaya kadar toplumsal destekte bulacaktır ta ki bir takım sorular sorulana kadar. Bu soruları McCarthy’e soracak isim ise CBS televizyonunda program hazırlayan Edward R. Murrow olacaktır. Filmin adı da Murrow’un programı kapatırken söylediği Goog Night and Good Luck cümlesinde gelmektedir. Türkiye ile de çokça paralellikler kurulabilecek olan bu hikâyede bizim açımızdan tek eksik gereken soruları soran bir medyanın varlığı ne yazık ki.
McCarthy dönemin siyasi atmosferi içerisinde o kadar terörizasyona başlamıştır ki medya, sinema dünyasının ötesinde ordu içerisinde de düşman avına başlamıştır. Tabi ki temel iddialar bize de son derece tanıdık gelen hainlik, casusluk, ajanlık suçlamalarıdır. Radoluvich isimli hava kuvvetlerinde görevli bir asker Rus ajanı olduğu iddiasıyla ordudaki görevinden uzaklaştırılır. Tabi ki olağanüstü koşullar hâkim olduğu için hiçbir delil, kanıt, sebep söylenmez. Radoluvich isimli askerin Rus ajanı olduğu ile ilgili en büyük iddia ise Sırpça yazılmış bir gazete okurken görülmüş olmasıdır. Gayet komik bu iddia zikredilen askerin ordudan uzaklaştırılmasına sebep olmuştur. Bunun ötesinde toplumsal tepki ile de karşı karşıya kalan Radulovich, eşi ve çocukları için korku duymaktadır. Medyada bu garabetin duyulmasını sağlayan E. Murrow olayın üstüne gitmiş ve McCarthy’nin despotik politikalarının sonunu getirecek olan süreci de başlatmıştır. Daha evvel değindiğimiz gibi filmi izlerken Türkiye’de yaşananlarla bağlantılı birçok benzerliklere rastlamak söz konusu. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası gerçekleştirilen hukuksuzluklar, yetersiz delile rağmen çıkan mahkûmiyet ve tutuklama kararları, uzun ve gerekçesiz tutukluluk süreçleri, beraat kararına rağmen memuriyete dönemeyenler, parçalanmış ailelerin durumu, Edward R. Murrow’un söylediği şu sözü gayet önemli bir yere koyuyor: “Muhaliflikle ihaneti birbirine karıştırmamalıyız. Suçlamanın kanıt olmadığını ve mahkûmiyetin kanıtlara ve yargılama sürecine bağlı olduğunu asla unutmamalıyız.” Bizden değil onlardan olanların suçlu olması için sadece “onlardan” olması yeterli midir? Ne yazık ki Türkiye’de bu kadar basit bir soruyu dahi -politik olarak durdukları yer önemsiz olmaksızın- TV kanalları veya gazetelerde göremiyoruz… İster mülteciler meselesi olsun isterse yaşanan hukuksuzluklar öyle sanıyoruz ki dün olduğu gibi bugünde Türkiye’de medyanın verdiği imtihan hiç de parlak değil.
Tartışma Zeminini Bulabilmek
Eleştirinin içerden yapılması düşüncenin bereketlenmesi için çok büyük bir imkân sağlıyor. Ancak olağanüstü koşullar gelecek perspektifini korumacı ve güvenlikçi korkulara teslim ediyor. Türkiye’de yaklaşık üç yıldır bu şekilde seyir izleyen bir süreç yaşanıyor. Tüm bu dil ve tarzın güvenlik güçleri üzerindeki yansımaları ise evlere şenlik bir şekilde 90’lı yılların Türkiye’sini mezarından çıkartmaya yetecek kadar ürkütücü bir hal alabiliyor. Bu noktada en azından taraflara mikrofon uzatıp memleketi ilgilendiren meselelerde tartışma zeminini oluşturabilecek olan medya ise ateşe barut ile giderek işin daha kötü bir hal almasını sağlıyor. Üzücü olan ise basın yayın camiasından bu konuda tek bir özeleştiri duymak dahi mümkün değil. TV’nin bu işlevi görebilecek bir araç olduğuna dair inancımız çok yok. Ancak asgari olarak sağlaması gereken bir takım ilkeleri de olması elzem.
Türkiye’de insanların devletten beklentilerinin ne olduğu üzerine de düşünmek gerekiyor. Ekonomik refah, güvenlik, sağlık, adalet… Tüm bunlardan bağımsız olarak bir de öyle bir zihin ile karşı karşıyayız ki onlar devletin insandan beklediklerini daha başat bir konuma yerleştiriyorlar. Devlet merkezli bir dünya tasavvuruna sahip olan ulusçu, milliyetçi paradigma devletin yarattığı mağduriyetleri hükümetlerden bağımsız olarak normalleştiriyor hatta kutsuyor. Bu paradigmanın şekillendirdiği bir medya, basın-yayın düzlemine sahip olduğumuz da tartışma götürmez bir gerçek. Buna karşı yapılabilecek tek şey ortak vicdanı harekete geçirmek ve asgari düzeyde de olsa sessizliğe karşı insani ve vicdani tavır almak olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Mccarthy dönemi uygulamalarına karşı reaksiyon geliştiren gazetecilerin mevzuyu önce tartışılabilir bir zemine çekmeye çalıştıklarını görüyoruz. O halde yargısız infazların, mülteci düşmanlığının önüne geçmek için en azından bu meseleleri TV’lerde, gazetelerde konuşabilmeli, tartışabilmeliyiz. Öteki türlü şakşakçı papağanların hükmü hiç kesilmeyecek ve hukuksuzluklar yaşanmaya devam edecektir. Demagoji üzerine kurulu haber anlayışı sentetik bağlayıcılığı olan ulusçu zihniyet için vazgeçilmez iken asıl problemi burada kendisini Müslüman olarak tanımlayanlar insanlarda görmemiz gerekiyor. Zira adaletin inancımız açısından vazgeçilmez olduğunu bizzat Kitabı Kerim’de görmekteyiz. Adalet sonuçları aleyhimize dahi olsa vazgeçemeyeceğimiz ilkemizdir.2 Hedef alınma korkusu yani kınayıcının kınaması adalete şahitlik noktasında önümüzde bir engel oluşturmamalıdır. Yoksa gidişatın gösterdiği yol hiçbirimiz için hayırlı gözükmüyor. Filme dönecek olursak E. Murrow’un televizyonda yaptığı “Joseph McCarthy Raporu” isimli programdan sonra senatör tarafından beklendik şekilde Murrow’a yönelik komünistlik ithamında bulunuluyor. Murrow bunu reddederken McCarthy’nin çelişkili, delilsiz ve karalayıcı suçlamalarında ki tutarsızlıkları da ortaya çıkartmış oluyor. Hava Kuvvetleri yeni bir soruşturma ile Radulovich isimli askerin mesleğine geri dönmesi yönünde karar alıyor. Bu tarihten sonra senato McCarthy’nin bazı suçlamalarını kınayan bir karar alarak McCarthy döneminin de sonunu getirmiş oluyor. Bir takım soruları korkusuzca sormak, bazı riskleri göze almak problemler pekâlâ yerinden edebiliyor. Ümit ederiz ki böyle sesleri televizyonlarda, gazetelerde biz de duyabilelim. O zamana kadar iyi geceler, iyi şanslar…
Kaynak: Temmuz Dergisi
[2] Nisa Suresi 4/135
HAKSÖZ HABER
Erkam Kuşcu’nun Temmuz Dergisi’nin 35. sayısında (Eylül 2019) yayımlanan yazısı Amerika örneğinden hareketle medyanın işlevi hakkında bir takım sorular soruyor. Bağımlılık üzerinden kurulan ilişkiler medya kanallarını işlevsiz hale getiriyor. Halkın, dünyanın herkesin bildiği gerçeği kendisinden gizlemeye çalışan yayın organları aslında sadece kendilerini komik duruma düşürüyorlar. Gazeteci Edward R. Murrow ile Amerika Birleşik Devletleri Wisconsin Eyaleti senatörü Joseph McCarthy arasında yaşananlar, soruları sormaktan geri durmayan bir medyanın gerekliliğini gözler önüne seriyor. Okurlarımız için iktibas ediyoruz.
Medya, Hukuk, Adalet: Good Night and Good Luck
Basın yayın organlarının toplumu yönlendirme noktasında müthiş bir güce sahip olduğu tartışma götürmez. Medya algıyı oluşturup oluşturduğu algıyı yönetmek için sosyal platformlar, gazeteler, TV’ler ve tabi ki sineması ile tam tekmil bir ordu gibi çalışıyor. Güncel politik gelişmelerin yön vermesi ile medya yer yer mazlumu zalim, zalimi de mazlum olarak lanse edebiliyor. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana gelen süreçte cari hükümetin bir takım eski devlet refleksi ile ortaya koyduğu politikalar ne yazık ki medya ve toplumun alışkanlıklarına kolayca geri dönmesini sağladı. Buradaki en kilit rollerden birisini de “medyamız” oynuyor. Yakın dönemde Suriyeli mülteciler üzerinden yaşananlar medyanın gücünü tekrardan tartışmamıza vesile olabilir. En basit adli vakaların “Suriyeli dehşeti” olarak gösterilmesi cahili reflekslerin çok kolay bir şekilde su yüzüne çıkmasını sağlıyor. Suriyeliler ile ilgili nefrete dayalı oluşturulan söylemler bir toplumu zan altında bırakırken birliktelik ve kardeşlik zeminini de ifsad ediyor. Ne yazık ki medyanın bu genel ahvaline karşı insani ve vicdani olarak karşı tavır geliştirenlerin sayısı yok denecek kadar az.1 Bu bağlam üzerinden incelebilecek olan Good Night and Good Luck filmi izleyicisini alışılagelmiş önyargıları tekrarlamanın ötesinde bir takım soruları sormaya davet ediyor.
Sorulması Gereken Sorular
2005 yapımı İyi Geceler, İyi Şanslar filmi gazeteci ve program yapımcısı Edward R. Murrow ile Amerika Birleşik Devletleri Wisconsin Eyaleti senatörü Joseph McCarthy arasında yaşanan gerginliğe odaklanıyor. ABD’de Mccarthy dönemi olarak bilinen, komünist olduğu iddiasındaki isimlere yönelik başlatılan karalama kampanyasını kapsamaktadır. Bu süreçte sinema dünyası da dâhil olmak üzere birçok isim soruşturma ve kovuşturmalar yaşayacak ve ABD’yi terk etmek zorunda kalanlar dahi olacaktır. (Charlie Chaplin ve Bertol Brecht en tanınan isimlerdir.) Karalama kampanyasına maruz bırakılan isimlerin çok büyük bir kısmı komünist olarak tanımlanmayı ret edecek ama bu da bir işe yaramayacaktır. Bu süreçte Joseph McCarthy’nin devletçi reflekslerle ortaya koyduğu politikaları belirli bir noktaya kadar toplumsal destekte bulacaktır ta ki bir takım sorular sorulana kadar. Bu soruları McCarthy’e soracak isim ise CBS televizyonunda program hazırlayan Edward R. Murrow olacaktır. Filmin adı da Murrow’un programı kapatırken söylediği Goog Night and Good Luck cümlesinde gelmektedir. Türkiye ile de çokça paralellikler kurulabilecek olan bu hikâyede bizim açımızdan tek eksik gereken soruları soran bir medyanın varlığı ne yazık ki.
McCarthy dönemin siyasi atmosferi içerisinde o kadar terörizasyona başlamıştır ki medya, sinema dünyasının ötesinde ordu içerisinde de düşman avına başlamıştır. Tabi ki temel iddialar bize de son derece tanıdık gelen hainlik, casusluk, ajanlık suçlamalarıdır. Radoluvich isimli hava kuvvetlerinde görevli bir asker Rus ajanı olduğu iddiasıyla ordudaki görevinden uzaklaştırılır. Tabi ki olağanüstü koşullar hâkim olduğu için hiçbir delil, kanıt, sebep söylenmez. Radoluvich isimli askerin Rus ajanı olduğu ile ilgili en büyük iddia ise Sırpça yazılmış bir gazete okurken görülmüş olmasıdır. Gayet komik bu iddia zikredilen askerin ordudan uzaklaştırılmasına sebep olmuştur. Bunun ötesinde toplumsal tepki ile de karşı karşıya kalan Radulovich, eşi ve çocukları için korku duymaktadır. Medyada bu garabetin duyulmasını sağlayan E. Murrow olayın üstüne gitmiş ve McCarthy’nin despotik politikalarının sonunu getirecek olan süreci de başlatmıştır. Daha evvel değindiğimiz gibi filmi izlerken Türkiye’de yaşananlarla bağlantılı birçok benzerliklere rastlamak söz konusu. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası gerçekleştirilen hukuksuzluklar, yetersiz delile rağmen çıkan mahkûmiyet ve tutuklama kararları, uzun ve gerekçesiz tutukluluk süreçleri, beraat kararına rağmen memuriyete dönemeyenler, parçalanmış ailelerin durumu, Edward R. Murrow’un söylediği şu sözü gayet önemli bir yere koyuyor: “Muhaliflikle ihaneti birbirine karıştırmamalıyız. Suçlamanın kanıt olmadığını ve mahkûmiyetin kanıtlara ve yargılama sürecine bağlı olduğunu asla unutmamalıyız.” Bizden değil onlardan olanların suçlu olması için sadece “onlardan” olması yeterli midir? Ne yazık ki Türkiye’de bu kadar basit bir soruyu dahi -politik olarak durdukları yer önemsiz olmaksızın- TV kanalları veya gazetelerde göremiyoruz… İster mülteciler meselesi olsun isterse yaşanan hukuksuzluklar öyle sanıyoruz ki dün olduğu gibi bugünde Türkiye’de medyanın verdiği imtihan hiç de parlak değil.
Tartışma Zeminini Bulabilmek
Eleştirinin içerden yapılması düşüncenin bereketlenmesi için çok büyük bir imkân sağlıyor. Ancak olağanüstü koşullar gelecek perspektifini korumacı ve güvenlikçi korkulara teslim ediyor. Türkiye’de yaklaşık üç yıldır bu şekilde seyir izleyen bir süreç yaşanıyor. Tüm bu dil ve tarzın güvenlik güçleri üzerindeki yansımaları ise evlere şenlik bir şekilde 90’lı yılların Türkiye’sini mezarından çıkartmaya yetecek kadar ürkütücü bir hal alabiliyor. Bu noktada en azından taraflara mikrofon uzatıp memleketi ilgilendiren meselelerde tartışma zeminini oluşturabilecek olan medya ise ateşe barut ile giderek işin daha kötü bir hal almasını sağlıyor. Üzücü olan ise basın yayın camiasından bu konuda tek bir özeleştiri duymak dahi mümkün değil. TV’nin bu işlevi görebilecek bir araç olduğuna dair inancımız çok yok. Ancak asgari olarak sağlaması gereken bir takım ilkeleri de olması elzem.
Türkiye’de insanların devletten beklentilerinin ne olduğu üzerine de düşünmek gerekiyor. Ekonomik refah, güvenlik, sağlık, adalet… Tüm bunlardan bağımsız olarak bir de öyle bir zihin ile karşı karşıyayız ki onlar devletin insandan beklediklerini daha başat bir konuma yerleştiriyorlar. Devlet merkezli bir dünya tasavvuruna sahip olan ulusçu, milliyetçi paradigma devletin yarattığı mağduriyetleri hükümetlerden bağımsız olarak normalleştiriyor hatta kutsuyor. Bu paradigmanın şekillendirdiği bir medya, basın-yayın düzlemine sahip olduğumuz da tartışma götürmez bir gerçek. Buna karşı yapılabilecek tek şey ortak vicdanı harekete geçirmek ve asgari düzeyde de olsa sessizliğe karşı insani ve vicdani tavır almak olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Mccarthy dönemi uygulamalarına karşı reaksiyon geliştiren gazetecilerin mevzuyu önce tartışılabilir bir zemine çekmeye çalıştıklarını görüyoruz. O halde yargısız infazların, mülteci düşmanlığının önüne geçmek için en azından bu meseleleri TV’lerde, gazetelerde konuşabilmeli, tartışabilmeliyiz. Öteki türlü şakşakçı papağanların hükmü hiç kesilmeyecek ve hukuksuzluklar yaşanmaya devam edecektir. Demagoji üzerine kurulu haber anlayışı sentetik bağlayıcılığı olan ulusçu zihniyet için vazgeçilmez iken asıl problemi burada kendisini Müslüman olarak tanımlayanlar insanlarda görmemiz gerekiyor. Zira adaletin inancımız açısından vazgeçilmez olduğunu bizzat Kitabı Kerim’de görmekteyiz. Adalet sonuçları aleyhimize dahi olsa vazgeçemeyeceğimiz ilkemizdir.2 Hedef alınma korkusu yani kınayıcının kınaması adalete şahitlik noktasında önümüzde bir engel oluşturmamalıdır. Yoksa gidişatın gösterdiği yol hiçbirimiz için hayırlı gözükmüyor. Filme dönecek olursak E. Murrow’un televizyonda yaptığı “Joseph McCarthy Raporu” isimli programdan sonra senatör tarafından beklendik şekilde Murrow’a yönelik komünistlik ithamında bulunuluyor. Murrow bunu reddederken McCarthy’nin çelişkili, delilsiz ve karalayıcı suçlamalarında ki tutarsızlıkları da ortaya çıkartmış oluyor. Hava Kuvvetleri yeni bir soruşturma ile Radulovich isimli askerin mesleğine geri dönmesi yönünde karar alıyor. Bu tarihten sonra senato McCarthy’nin bazı suçlamalarını kınayan bir karar alarak McCarthy döneminin de sonunu getirmiş oluyor. Bir takım soruları korkusuzca sormak, bazı riskleri göze almak problemler pekâlâ yerinden edebiliyor. Ümit ederiz ki böyle sesleri televizyonlarda, gazetelerde biz de duyabilelim. O zamana kadar iyi geceler, iyi şanslar…
Kaynak: Temmuz Dergisi
[1] Az da olsa farklı bir yerde duran işlerden haberdar etmek için bu linke bakılabilir:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
[2] Nisa Suresi 4/135