- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 15,750
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 42,789
- Puanları
- 113
"SEN FİTNECİ MİSİN ?"
İnsanlar arası ilişkilerde yaptığımız yanlışlardan birisi de şudur: “Bir kuralı, ilkeyi, hükmü uygularken herkesi sanki aynı bilgi, güç ve imkâna sahipmiş gibi farz etmek.” Oysa her ne kadar kural bütün insanlara hitap ediyor olsa bile insanların özel şartları bulunabilir. Bu özel şartlar bazı esnetmeleri, hafifletmeleri gerektirebilir.
Konuyu fıkhî hükümlerden örnekle söyleyecek olursak iki tür hükümden söz etmek mümkündür: Bunların ilki tüm mükelleflere yönelik olan, onların özel durumlarını, şartlarını, sıkıntılarını dikkate almaksızın konulmuş olan genel hükümdür. Buna “azimet” adını veriyoruz. Bir de bazı meşakkat, sıkıntı ve zorluk durumlarında bu durumlara muhatap olan şahıslar için konulan hafifletilmiş hükümler vardır ki bunlara ruhsat diyoruz.
Rabbimiz “Ramazan ayına erişen oruç tutsun!” diye genel bir emir veriyor ama hemen ardından “hasta ve yolcu olanlar tutamazlarsa başka günlerde tutsunlar” diyor. Böylece ne kuralı deldiriyor ne de kuralı herkese aynı tarzda uyguluyor.
Bu konu o kadar önemli ki eğer doğru anlaşılıp uygulanmazsa insanlar arasında büyük sıkıntılar doğar. Mesela bir öğretmen öğrencilerine ödev veriyor. Herkesin ödevini belirli bir tarihte tamamlayarak getirmesini istiyor. Ancak bu öğrenciler arasında hasta olanlar, yakınları vefat edenler, bir takım başka haklı gerekçelerle ödevini yapamamış olanlar olabilir. Şimdi bu öğretmen “her ne olursa olsun, vaktinde ödevini teslim etmeyenleri ödev yapmamış sayacağım!” derse zor şartlara sahip olan öğrenciler açısından büyük bir sıkıntı meydana getirmiş olur. Bu durumda öğretmenden beklenen şey, söz konusu zorluk ve sıkıntıya sahip olan öğrencilere ödev konusunda kolaylık göstermek, gerekiyorsa onlar için ek süre tanımaktır.
Başarılı bir ebeveyn, eğitimci, patron, yönetici olmanın sırrı tam da burada yatıyor. Bir yandan kuraldan taviz vermeyeceksiniz ancak diğer yandan da o kuralı uygularken insanların özel şartlarını, durumlarını, sıkıntılarını dikkate alacaksınız. Bu, insanların içinde bulundukları zorlukları araştırmayı da gerektiriyor.
Allah Resûlü’nün (s.a.v.) şu sözüne bakalım:
“İnsanlara namaz kıldıran kimse hafif [kısa] kıldırsın; çünkü cemaatin içinde zayıf, yaşlı ve [bir an önce namazını kılıp bir iş için dışarı çıkmaya] ihtiyaç duyan kimseler olabilir.” (Buhârî, “el-Cemaa ve’l-imâme”, 33; Müslim, “Salât”, 184)
Muaz bin Cebel, imamlık yaptığı bir günde yatsı namazını kıldırırken Fatiha sûresinden sonra Bakara sûresini okumaya başladı. O kadar uzun okudu ki, kıraatin sonu bir türlü gelmeyince cemaatten birisi ona uymayı bırakarak namazını kendi başına selam vererek tamamladı. Muaz bundan haberdar olunca o adam için “o münafıktır” dedi. Adam bunu duyunca konuyu Peygamberimize taşıyıp durumu anlattı ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi! Biz [gün boyu] kendi elimizle [tarlalarımızda] çalışıyor, develerimizle habire su taşıyoruz. [Bu sebeple de akşama yorgun düşüyoruz]. Muaz dün gece yatsı namazını kıldırırken Bakara suresinden okumaya başladı, kıraati çok uzun tuttu. [Ben dayanamayıp namazı kendi başıma tamamlayınca] benim hakkımda münafık dedi”. Bunun üzerine Allah Resûlü Muaz’a çok kızarak üç defa “Muaz! Sen fitneci misin?” diye azarladı. Ardından da “Şems ve A’lâ sûreleri gibi sûreleri okusana!” buyurdu. (Buhârî, “Edeb”, 74; Müslim, “Salât”, 36)
Bu olayda Allah Resûlü’nün Muaz’a çok kızması, ona üç kere “sen fitneci misin?” diye çıkışması son derece manidardır. Konu önemli olmasaydı Allah Resûlü, hem de yüzüne karşı bir sahabîyi üç kere azarlamaz, onun hakkında bu kadar ağır konuşmazdı. Çünkü yapılan bu hareket, insanları cemaatten uzaklaştıracak, insanlar birbiri hakkında “şu münafıktır”, “hayır münafık değildir” şeklinde ikiye bölünecekler, böylece bir sürü tartışmanın fitilini ateşleyecektir.
Bu hadisten, bir yandan insanların özel durumlarını, zorluk ve sıkıntılarını dikkate alarak dinin hükümlerini onları düşünerek uygulamak gerektiği anlaşılırken diğer yandan da insanları dinden uzaklaştıracak tavır, davranış ve söylemlerden uzak durmak gerektiği açık bir biçimde anlaşılmaktadır.
Özellikle topluma din konusunda önderlik eden ilahiyat akademisyenleri, din görevlileri, din kültürü öğretmenleri gibi kimselerin bu hadisten öğreneceğimiz çok önemli mesajlar var.
Rabbimiz dinimizi hakkıyla yaşamayı ve başkalarına da sevdirmeyi nasip eylesin. Güzel dinimizden insanları nefret ettirmekten bizleri muhafaza eylesin.
(Soner Duman/22.Şevval.1443/23.Mayıs.2022/Pazartesi)
İnsanlar arası ilişkilerde yaptığımız yanlışlardan birisi de şudur: “Bir kuralı, ilkeyi, hükmü uygularken herkesi sanki aynı bilgi, güç ve imkâna sahipmiş gibi farz etmek.” Oysa her ne kadar kural bütün insanlara hitap ediyor olsa bile insanların özel şartları bulunabilir. Bu özel şartlar bazı esnetmeleri, hafifletmeleri gerektirebilir.
Konuyu fıkhî hükümlerden örnekle söyleyecek olursak iki tür hükümden söz etmek mümkündür: Bunların ilki tüm mükelleflere yönelik olan, onların özel durumlarını, şartlarını, sıkıntılarını dikkate almaksızın konulmuş olan genel hükümdür. Buna “azimet” adını veriyoruz. Bir de bazı meşakkat, sıkıntı ve zorluk durumlarında bu durumlara muhatap olan şahıslar için konulan hafifletilmiş hükümler vardır ki bunlara ruhsat diyoruz.
Rabbimiz “Ramazan ayına erişen oruç tutsun!” diye genel bir emir veriyor ama hemen ardından “hasta ve yolcu olanlar tutamazlarsa başka günlerde tutsunlar” diyor. Böylece ne kuralı deldiriyor ne de kuralı herkese aynı tarzda uyguluyor.
Bu konu o kadar önemli ki eğer doğru anlaşılıp uygulanmazsa insanlar arasında büyük sıkıntılar doğar. Mesela bir öğretmen öğrencilerine ödev veriyor. Herkesin ödevini belirli bir tarihte tamamlayarak getirmesini istiyor. Ancak bu öğrenciler arasında hasta olanlar, yakınları vefat edenler, bir takım başka haklı gerekçelerle ödevini yapamamış olanlar olabilir. Şimdi bu öğretmen “her ne olursa olsun, vaktinde ödevini teslim etmeyenleri ödev yapmamış sayacağım!” derse zor şartlara sahip olan öğrenciler açısından büyük bir sıkıntı meydana getirmiş olur. Bu durumda öğretmenden beklenen şey, söz konusu zorluk ve sıkıntıya sahip olan öğrencilere ödev konusunda kolaylık göstermek, gerekiyorsa onlar için ek süre tanımaktır.
Başarılı bir ebeveyn, eğitimci, patron, yönetici olmanın sırrı tam da burada yatıyor. Bir yandan kuraldan taviz vermeyeceksiniz ancak diğer yandan da o kuralı uygularken insanların özel şartlarını, durumlarını, sıkıntılarını dikkate alacaksınız. Bu, insanların içinde bulundukları zorlukları araştırmayı da gerektiriyor.
Allah Resûlü’nün (s.a.v.) şu sözüne bakalım:
“İnsanlara namaz kıldıran kimse hafif [kısa] kıldırsın; çünkü cemaatin içinde zayıf, yaşlı ve [bir an önce namazını kılıp bir iş için dışarı çıkmaya] ihtiyaç duyan kimseler olabilir.” (Buhârî, “el-Cemaa ve’l-imâme”, 33; Müslim, “Salât”, 184)
Muaz bin Cebel, imamlık yaptığı bir günde yatsı namazını kıldırırken Fatiha sûresinden sonra Bakara sûresini okumaya başladı. O kadar uzun okudu ki, kıraatin sonu bir türlü gelmeyince cemaatten birisi ona uymayı bırakarak namazını kendi başına selam vererek tamamladı. Muaz bundan haberdar olunca o adam için “o münafıktır” dedi. Adam bunu duyunca konuyu Peygamberimize taşıyıp durumu anlattı ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi! Biz [gün boyu] kendi elimizle [tarlalarımızda] çalışıyor, develerimizle habire su taşıyoruz. [Bu sebeple de akşama yorgun düşüyoruz]. Muaz dün gece yatsı namazını kıldırırken Bakara suresinden okumaya başladı, kıraati çok uzun tuttu. [Ben dayanamayıp namazı kendi başıma tamamlayınca] benim hakkımda münafık dedi”. Bunun üzerine Allah Resûlü Muaz’a çok kızarak üç defa “Muaz! Sen fitneci misin?” diye azarladı. Ardından da “Şems ve A’lâ sûreleri gibi sûreleri okusana!” buyurdu. (Buhârî, “Edeb”, 74; Müslim, “Salât”, 36)
Bu olayda Allah Resûlü’nün Muaz’a çok kızması, ona üç kere “sen fitneci misin?” diye çıkışması son derece manidardır. Konu önemli olmasaydı Allah Resûlü, hem de yüzüne karşı bir sahabîyi üç kere azarlamaz, onun hakkında bu kadar ağır konuşmazdı. Çünkü yapılan bu hareket, insanları cemaatten uzaklaştıracak, insanlar birbiri hakkında “şu münafıktır”, “hayır münafık değildir” şeklinde ikiye bölünecekler, böylece bir sürü tartışmanın fitilini ateşleyecektir.
Bu hadisten, bir yandan insanların özel durumlarını, zorluk ve sıkıntılarını dikkate alarak dinin hükümlerini onları düşünerek uygulamak gerektiği anlaşılırken diğer yandan da insanları dinden uzaklaştıracak tavır, davranış ve söylemlerden uzak durmak gerektiği açık bir biçimde anlaşılmaktadır.
Özellikle topluma din konusunda önderlik eden ilahiyat akademisyenleri, din görevlileri, din kültürü öğretmenleri gibi kimselerin bu hadisten öğreneceğimiz çok önemli mesajlar var.
Rabbimiz dinimizi hakkıyla yaşamayı ve başkalarına da sevdirmeyi nasip eylesin. Güzel dinimizden insanları nefret ettirmekten bizleri muhafaza eylesin.
(Soner Duman/22.Şevval.1443/23.Mayıs.2022/Pazartesi)