Günay Bulut, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü mercek altına aldığı yazısında, bu günü öne çıkaran ve adeta yeni bir insan tipi inşa etmenin aracı olarak kullanan Batılı paradigma ve ona ram olmuş Feminizmin paradokslarına ayna tutuyor.

Günay Bulut'un Haksöz-Haber okuyucuları için kaleme aldığı "Saded yoksa kalsın, biz almayalım!" başlıklı yazısından öne çıkan bazı vurgular şöyle:
Ramazan günlerinde geldi çattı 8 Mart. Yıl boyu hakları üzerinde tepinilen bazı kadınların ağzına bal çalarak gemisini yürütecek kesimleri ifşa etmek ve haklar hususunda bugünü fazlaca ciddiye alacaklar için hafıza tazelemesi şart.
8 Mart 1857'de New York’ta, bir dokuma fabrikasında çalışan kırk bin işçi, çalışma saatinin on altıdan ona düşürülmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlamıştı. Polisin işçilere saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, fabrika önünde barikat kurulması ve yangın çıkması sonucu 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine yüz bini aşkın insan katıldı. 8 Mart gününün Dünya Kadınlar Günü olarak belirlenmesindeki olaya dair iddialar tartışmalıdır. Bu iddialarda mekân Rusya ve Amerika. İddiaların ortak yanı, işçi kadınların uzun çalışma saatlerine, düşük ücrete, insancıl olmayan çalışma şartlarına, sisteme başkaldırısı. Bu iki kutbun rekabet serencamını hatırlatıp geçelim.
BM’nin resmi web sitesinde, 8 Mart gününün seçilmesine kaynaklık eden olay olarak Rusya'da Çarlığa son veren 1917 Şubat Devrimi'nin Gregoryen takvime göre 8 Mart günü, kadınların protesto eylemleri ve grevleri ile başlamış olduğuna işaret edilmekte, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığına dair bir bilgi verilmemekte. İtinayla unutturulan katliamların ne ilki ne de sonuncusu bu. O yüzden her yıl hatırlatmada fayda var.
Kadınlar Günü’nün kurumsallaşmasında akla en önce sosyalist kadın konferansları gelmeli. 26-27 Ağustos 1910 tarihli Kopenhag II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin, fabrika grevinde yanan işçi kadınlar anısına uluslararası bir anma günü belirlenmesi teklifini kabul ettirdi. Ertesi yıldan itibaren anma törenleri başladı fakat gün net değildi. Marksist kaynaklarda 8 Mart tarihinin, 1917 Bolşevik Devrimi’nin önderi Lenin’in önerisiyle 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda belirlendiği ve bugüne “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı verildiği yazar.
İki Dünya Savaşı yılları arasında kutlanılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü'nün, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde kutlanmasına izin verilmesi oldukça anlamlı. Kadınlar Günü’nün Batı’da güçlü gündem haline gelmesi de bu yıllara tekabül eder. Sosyalizm ile kapitalizm arasında sıkışan emek-sömürü mevzusu her konuda eşitlenme, eşit işe eşit ücret, insanca çalışma ve insanca yaşama talebi, 1960’ların sonundan itibaren ikinci dalga feminizm ile bambaşka boyutlara taşınır. Feminist hareketin olayı sahiplenmesiyle kadının hakları mevzusu artık insan haklarından, ailede ve ekonomik hayatta adalet arayışından öte, uluslararası düzeyde kurgulanmış müşterek bir politik duruş ifade etmektedir.
Kadınlar günü, 1975'te Birleşmiş Milletler tarafından resmi olarak kutlanmaya başlandı. 16 Aralık 1977’de alınan Genel Kurul kararı ile üye ülkeler, Uluslararası Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü ilan etmeye çağrıldı. BM, yeni katılan üyelerle genişledikçe Batı Blokunda başlayan bu politik duruş tüm dünyaya ihraç edilmeye başlanacak, yapılan konferanslarda alınan kararlar üye ülkelere kabul ettirilecek ve alınan kararların uygulanması hususunda ülkelere gözlem raporları düzenlenecektir. BM Kadın Konferanslarının tarih sırasıyla okunacak metinlerinden, paydaş hegemonik yapıların kimliği açıkça fark ediliyor.
BM sözleşmeleri, imzacı ülkeler için yasal bağlayıcı olduklarından güçlü metinlerdir. Sözleşme ancak Genel Kurulca kabul edildikten sonra hükümetlerce onaylanabilir. Genel Kurul bir sözleşmeyi kabul ettiğinde uluslararası norm ve standartlar da belirlenmiş olur. Sözleşmenin belirlediği standartlar, ülkeler tarafından ihlal edildiğinde, BM, ilgili hükümeti kınama hakkına sahiptir. Batı dışı toplumların başında sallanan bu kılıcı da buraya not düşelim.
Türkiye’de önceleri cılız seslerle gündeme taşınan Kadınlar Günü, yukarıda anlatılan aşamaları geçtikten sonra 1990’ların ikinci yarısından itibaren resmi, özel toplum tabakalarında yayılmaya başlamıştır. 2000’lerden itibaren kamu kurumlarında, belediyelerde, okullarda, hatta din-diyanet kurumlarında festival havasında Kadınlar Günü gündem yapılmış, yapılan eylemin altındaki zemin yeterince sorgulanmamıştır. Mevcut iktidar uzun yıllardır kadın mevzusunu, eğitim, kalkınma, kadın istihdamının artırılması, ailenin güçlendirilmesi, aile içinde kadına şiddetin önlenmesi parametreleriyle ön plana çıkarmaktadır. Konuya kendi zaviyesinden bakarak ilgili bakanlıklar, BM komisyonlarıyla eş güdümlü çalışmalar yürütmüş, kararlara, eylem planlarına, sözleşmelere taraf üye olarak imza atmıştır. 2010’lara gelirken resmî kurumların içerisinde BM kadının statüsü komisyonlarıyla iş birliği halinde çalıştay, program ve kutlamalar yapılmıştır. Bu yıllarda kurumlardaki eğitim ve yayınlar, yerleşim planları ve düzenlemeler sivil dikkatleri çekmiş, 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ndeki toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, partner; kadına, çocuğa şiddet kavramları tartışmaya açılmıştır.
Aslında olan şudur: Kadınlar hakkında kurgulanmış devasa bir gerçeklik vardır. Bu kurguya göre, kadının eğitim ve ekonomik hayatının engellenmesi, emeğinin sömürülmesi, ucuz iş gücü olması, ayrımcılığa ve şiddete uğraması, kadının ailede bakım hizmeti veriyor olmasına dayanak olan ataerkillik yok edilmelidir. Din, ahlak, töre, gelenek, aile, toplum gibi değer üreten tüm yapılar bireyin arzularına göre yaşamasının önündeki barikatlar olup buna karşı yasal düzenlemeler yapılmalı, birey özgürleştirilmelidir. Son çeyrek yüz yılda ülkemiz gündemini meşgul eden toplumsal cinsiyet eşitliği mevzusu bu şemsiye altındaki birincil başlıktır. Bireyin istek, arzu, beğeni ve tercihlerini Allah’ın, ailenin, toplumun, gelenek ve göreneğin, ahlak normlarının belirlemesi ayıplanmalı, dışlanmalı, yasaklanmalı fakat feminazinin belirlediği kadın bedeni, kadın estetiği, kadın eğlencesi, kadın(sı) yönelimi, kadın tercihi, kadın emeği, kadın aşkı, kadın hakkı vb. kriterleri uluslararası standart haline getirilmelidir. BM’nin yıllık temalarına bakıldığında mücadele edilmesi istenen kategorizasyonların ilkinin, değişmez kuralları olan din olduğu görülecektir.
BM, 2025 yılı 8 Mart’ı için 3 temel alanda bütün dünyayı eyleme davet ediyor.
1-Kadınların ve kız çocuklarının haklarını ilerletmek (şiddet, ayrımcılık ve sömürüye karşı mücadele etmek)
2-Cinsiyet eşitliğini teşvik etmek (sistematik engelleri kaldırmak, patriyarkayı yıkmak, tüm kadınların(!) sesini yükseltmek)
3-Kadınları güçlendirmek (eğitim, istihdam, liderlik ve karar alma süreçlerinde kapsayıcı(!) fırsatlar yaratmak)
Birleşmiş Milletler Kadın Birimi, medya, özel sektör liderleri, hükümetler ve topluluk liderlerinden bu hedefler için eyleme geçmelerini istiyor. Aynı zamanda genç nesillerin, özellikle genç kadınlar ve ergen kız çocuklarının değişimin öncüsü olma rollerine vurgu yapıyor. Dikte edilen seferberlik görevine ve gençlere yönelik kışkırtıcı ve muallak değişim ifadesine dikkat kesilelim. Üç başlıktaki her bir kelime terimsel açıdan ayrı bir metin konusu.
BM’nin eşitlik tahayyülündeki kalkınma, sağlık, insan hakları, barış ve güvenlik üst başlıkları kulağa hoş geliyor. Dünya kadınları olarak el ele verebilsek; şiddeti, tacizi, tecavüzü, işkenceyi, işgali, savaşı, yoksulluğu durdurabilsek; barışı, huzuru evrene hâkim kılsak ne büyük bir güzellik olurdu değil mi? Fakat yıllardır tekrarlayan bu temalarla zihinler kurulurken, yalnızca belli kabullerin kadınları korunmakta olup öteki kadınlar bile isteye dışlanmakta, yok sayılmakta, hatta onların katilleri ve tecavüzcüleriyle iş tutulmaktadır. Her yıl gündeme kâbus gibi çöken bu eşitlik çığırtkanları, Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Sudan’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da Müslüman çocuklarla, kadınların başına yağan felaketlere ve eğitim, istihdam hakları gasp edilen tesettürlü kadınlara dair lal kesilmektedir. Velhasıl bizim dünyanın kadınları, kendini bizden üst bir yere konumlandıran bize benzemez dünya kadınlarının umurunda değildir. Onlar ellerindeki ürünü(!) satacak müşteri buldukları sürece organları, hayatları, hayalleri, gelecekleri çalınan insanlara mercek tutmazlar.
Ellerindeki silahlarla insanlarımızı katlederek, coğrafyalarımızı sömürerek, ülkelerimizde savaşarak bizi güçsüz bırakıp sonra kendi coğrafyamızdaki erkeklerin yahut inançsal kabullerin hegemonyası nedeniyle zayıf kaldığımız tasmasını boynumuza takanlara karşı gözlerimizi dört açmalıyız. Sömürmekten daha kötü olan sömürülmeye müsait olmaktır. Zayıflıklarımızın, zaaflarımızın istismar edilmesine asla müsaade etmemeliyiz. Bu yıl, kadınlığımız üzerinden gözlerimizi, dillerimizi bağlayanlara şunları söylemeli: En önce, tüketilmiş nimetlerin arta kalan posalarını bize bölüştürmeye ve bize haklarımızı öğretmeye çalışanlarla insan olarak yaratılmışlığımız ortak paydasında eşitlenelim, sonra meselelere birlikte çözüm arayabiliriz. 2024’ün 8 Mart’ından beri dünyada yerinden edilen, evleri gasp edilen, evlatları, eşleri katledilen, aç, susuz bırakılan; işkence edilen, hapse atılan, öldürülen, tarifi imkânsız acılar yaşayan kadınlar için soykırımcı katillere hangi tedbir ve yaptırımları uyguladınız? Hangi kadınlarımızı daha iyi bir hayata kavuşturdunuz? Sadede gelemiyorsak kalsın, biz almayalım. Gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz. Bizler on parmağında on marifet hanım hanımcık(!) ellerimizle kadın-erkek ayırt etmeksizin yaralarımızı sarmaya razıyız. Defolun gidin!
Bir çift sözümüz de annelerin ayağı altındaki cennetten, Haticet’ül Kübra’dan kadın gününe bağlanan kafası karışık ve en eşit(!) karanfilcilere olmalı. Kardeş, lütfen kalsın, biz bu yıl almayalım. Senenin her günü, Kur’an’a, Peygamberimizin (sav) ailesine bakmaya muhtaç ve mecburuz. Bulunduğunuz her yerde emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun ki hak batıldan apaçık ayrılsın. Kopmuş düğmenizi dikmeyi, tüm işlerde eşlerle yardımlaşmayı üst ahlak bilip ehlinize adaletle, merhametle muamele edin ki merhamet olunasınız. Yüzünüzü haramdan çevirip iffetinizi muhafaza ediniz ki huzur bulup, huzur veresiniz. Helal rızkın peşinden canhıraş koşunuz ki güçlensin hanelerimiz. Başımızdan aşkındır işimiz. Bir de beşerî zaaflarla vurmayın ümmeti siz. Tarumar olmuş beldelerimiz. İsraf edilecek ne vaktimiz var ne enerjimiz. Elimizin hamuruyla enkazlardan güller açtırmaya hazırız yeter ki sarsılmaz dağlar gibi dursun yanı başımızda erlerimiz.

Günay Bulut'un Haksöz-Haber okuyucuları için kaleme aldığı "Saded yoksa kalsın, biz almayalım!" başlıklı yazısından öne çıkan bazı vurgular şöyle:
Ramazan günlerinde geldi çattı 8 Mart. Yıl boyu hakları üzerinde tepinilen bazı kadınların ağzına bal çalarak gemisini yürütecek kesimleri ifşa etmek ve haklar hususunda bugünü fazlaca ciddiye alacaklar için hafıza tazelemesi şart.
8 Mart 1857'de New York’ta, bir dokuma fabrikasında çalışan kırk bin işçi, çalışma saatinin on altıdan ona düşürülmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlamıştı. Polisin işçilere saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, fabrika önünde barikat kurulması ve yangın çıkması sonucu 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine yüz bini aşkın insan katıldı. 8 Mart gününün Dünya Kadınlar Günü olarak belirlenmesindeki olaya dair iddialar tartışmalıdır. Bu iddialarda mekân Rusya ve Amerika. İddiaların ortak yanı, işçi kadınların uzun çalışma saatlerine, düşük ücrete, insancıl olmayan çalışma şartlarına, sisteme başkaldırısı. Bu iki kutbun rekabet serencamını hatırlatıp geçelim.
BM’nin resmi web sitesinde, 8 Mart gününün seçilmesine kaynaklık eden olay olarak Rusya'da Çarlığa son veren 1917 Şubat Devrimi'nin Gregoryen takvime göre 8 Mart günü, kadınların protesto eylemleri ve grevleri ile başlamış olduğuna işaret edilmekte, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığına dair bir bilgi verilmemekte. İtinayla unutturulan katliamların ne ilki ne de sonuncusu bu. O yüzden her yıl hatırlatmada fayda var.
Kadınlar Günü’nün kurumsallaşmasında akla en önce sosyalist kadın konferansları gelmeli. 26-27 Ağustos 1910 tarihli Kopenhag II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin, fabrika grevinde yanan işçi kadınlar anısına uluslararası bir anma günü belirlenmesi teklifini kabul ettirdi. Ertesi yıldan itibaren anma törenleri başladı fakat gün net değildi. Marksist kaynaklarda 8 Mart tarihinin, 1917 Bolşevik Devrimi’nin önderi Lenin’in önerisiyle 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda belirlendiği ve bugüne “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı verildiği yazar.
İki Dünya Savaşı yılları arasında kutlanılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü'nün, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde kutlanmasına izin verilmesi oldukça anlamlı. Kadınlar Günü’nün Batı’da güçlü gündem haline gelmesi de bu yıllara tekabül eder. Sosyalizm ile kapitalizm arasında sıkışan emek-sömürü mevzusu her konuda eşitlenme, eşit işe eşit ücret, insanca çalışma ve insanca yaşama talebi, 1960’ların sonundan itibaren ikinci dalga feminizm ile bambaşka boyutlara taşınır. Feminist hareketin olayı sahiplenmesiyle kadının hakları mevzusu artık insan haklarından, ailede ve ekonomik hayatta adalet arayışından öte, uluslararası düzeyde kurgulanmış müşterek bir politik duruş ifade etmektedir.
Kadınlar günü, 1975'te Birleşmiş Milletler tarafından resmi olarak kutlanmaya başlandı. 16 Aralık 1977’de alınan Genel Kurul kararı ile üye ülkeler, Uluslararası Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü ilan etmeye çağrıldı. BM, yeni katılan üyelerle genişledikçe Batı Blokunda başlayan bu politik duruş tüm dünyaya ihraç edilmeye başlanacak, yapılan konferanslarda alınan kararlar üye ülkelere kabul ettirilecek ve alınan kararların uygulanması hususunda ülkelere gözlem raporları düzenlenecektir. BM Kadın Konferanslarının tarih sırasıyla okunacak metinlerinden, paydaş hegemonik yapıların kimliği açıkça fark ediliyor.
BM sözleşmeleri, imzacı ülkeler için yasal bağlayıcı olduklarından güçlü metinlerdir. Sözleşme ancak Genel Kurulca kabul edildikten sonra hükümetlerce onaylanabilir. Genel Kurul bir sözleşmeyi kabul ettiğinde uluslararası norm ve standartlar da belirlenmiş olur. Sözleşmenin belirlediği standartlar, ülkeler tarafından ihlal edildiğinde, BM, ilgili hükümeti kınama hakkına sahiptir. Batı dışı toplumların başında sallanan bu kılıcı da buraya not düşelim.
Türkiye’de önceleri cılız seslerle gündeme taşınan Kadınlar Günü, yukarıda anlatılan aşamaları geçtikten sonra 1990’ların ikinci yarısından itibaren resmi, özel toplum tabakalarında yayılmaya başlamıştır. 2000’lerden itibaren kamu kurumlarında, belediyelerde, okullarda, hatta din-diyanet kurumlarında festival havasında Kadınlar Günü gündem yapılmış, yapılan eylemin altındaki zemin yeterince sorgulanmamıştır. Mevcut iktidar uzun yıllardır kadın mevzusunu, eğitim, kalkınma, kadın istihdamının artırılması, ailenin güçlendirilmesi, aile içinde kadına şiddetin önlenmesi parametreleriyle ön plana çıkarmaktadır. Konuya kendi zaviyesinden bakarak ilgili bakanlıklar, BM komisyonlarıyla eş güdümlü çalışmalar yürütmüş, kararlara, eylem planlarına, sözleşmelere taraf üye olarak imza atmıştır. 2010’lara gelirken resmî kurumların içerisinde BM kadının statüsü komisyonlarıyla iş birliği halinde çalıştay, program ve kutlamalar yapılmıştır. Bu yıllarda kurumlardaki eğitim ve yayınlar, yerleşim planları ve düzenlemeler sivil dikkatleri çekmiş, 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ndeki toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, partner; kadına, çocuğa şiddet kavramları tartışmaya açılmıştır.
Aslında olan şudur: Kadınlar hakkında kurgulanmış devasa bir gerçeklik vardır. Bu kurguya göre, kadının eğitim ve ekonomik hayatının engellenmesi, emeğinin sömürülmesi, ucuz iş gücü olması, ayrımcılığa ve şiddete uğraması, kadının ailede bakım hizmeti veriyor olmasına dayanak olan ataerkillik yok edilmelidir. Din, ahlak, töre, gelenek, aile, toplum gibi değer üreten tüm yapılar bireyin arzularına göre yaşamasının önündeki barikatlar olup buna karşı yasal düzenlemeler yapılmalı, birey özgürleştirilmelidir. Son çeyrek yüz yılda ülkemiz gündemini meşgul eden toplumsal cinsiyet eşitliği mevzusu bu şemsiye altındaki birincil başlıktır. Bireyin istek, arzu, beğeni ve tercihlerini Allah’ın, ailenin, toplumun, gelenek ve göreneğin, ahlak normlarının belirlemesi ayıplanmalı, dışlanmalı, yasaklanmalı fakat feminazinin belirlediği kadın bedeni, kadın estetiği, kadın eğlencesi, kadın(sı) yönelimi, kadın tercihi, kadın emeği, kadın aşkı, kadın hakkı vb. kriterleri uluslararası standart haline getirilmelidir. BM’nin yıllık temalarına bakıldığında mücadele edilmesi istenen kategorizasyonların ilkinin, değişmez kuralları olan din olduğu görülecektir.
BM, 2025 yılı 8 Mart’ı için 3 temel alanda bütün dünyayı eyleme davet ediyor.
1-Kadınların ve kız çocuklarının haklarını ilerletmek (şiddet, ayrımcılık ve sömürüye karşı mücadele etmek)
2-Cinsiyet eşitliğini teşvik etmek (sistematik engelleri kaldırmak, patriyarkayı yıkmak, tüm kadınların(!) sesini yükseltmek)
3-Kadınları güçlendirmek (eğitim, istihdam, liderlik ve karar alma süreçlerinde kapsayıcı(!) fırsatlar yaratmak)
Birleşmiş Milletler Kadın Birimi, medya, özel sektör liderleri, hükümetler ve topluluk liderlerinden bu hedefler için eyleme geçmelerini istiyor. Aynı zamanda genç nesillerin, özellikle genç kadınlar ve ergen kız çocuklarının değişimin öncüsü olma rollerine vurgu yapıyor. Dikte edilen seferberlik görevine ve gençlere yönelik kışkırtıcı ve muallak değişim ifadesine dikkat kesilelim. Üç başlıktaki her bir kelime terimsel açıdan ayrı bir metin konusu.
BM’nin eşitlik tahayyülündeki kalkınma, sağlık, insan hakları, barış ve güvenlik üst başlıkları kulağa hoş geliyor. Dünya kadınları olarak el ele verebilsek; şiddeti, tacizi, tecavüzü, işkenceyi, işgali, savaşı, yoksulluğu durdurabilsek; barışı, huzuru evrene hâkim kılsak ne büyük bir güzellik olurdu değil mi? Fakat yıllardır tekrarlayan bu temalarla zihinler kurulurken, yalnızca belli kabullerin kadınları korunmakta olup öteki kadınlar bile isteye dışlanmakta, yok sayılmakta, hatta onların katilleri ve tecavüzcüleriyle iş tutulmaktadır. Her yıl gündeme kâbus gibi çöken bu eşitlik çığırtkanları, Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Sudan’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da Müslüman çocuklarla, kadınların başına yağan felaketlere ve eğitim, istihdam hakları gasp edilen tesettürlü kadınlara dair lal kesilmektedir. Velhasıl bizim dünyanın kadınları, kendini bizden üst bir yere konumlandıran bize benzemez dünya kadınlarının umurunda değildir. Onlar ellerindeki ürünü(!) satacak müşteri buldukları sürece organları, hayatları, hayalleri, gelecekleri çalınan insanlara mercek tutmazlar.
Ellerindeki silahlarla insanlarımızı katlederek, coğrafyalarımızı sömürerek, ülkelerimizde savaşarak bizi güçsüz bırakıp sonra kendi coğrafyamızdaki erkeklerin yahut inançsal kabullerin hegemonyası nedeniyle zayıf kaldığımız tasmasını boynumuza takanlara karşı gözlerimizi dört açmalıyız. Sömürmekten daha kötü olan sömürülmeye müsait olmaktır. Zayıflıklarımızın, zaaflarımızın istismar edilmesine asla müsaade etmemeliyiz. Bu yıl, kadınlığımız üzerinden gözlerimizi, dillerimizi bağlayanlara şunları söylemeli: En önce, tüketilmiş nimetlerin arta kalan posalarını bize bölüştürmeye ve bize haklarımızı öğretmeye çalışanlarla insan olarak yaratılmışlığımız ortak paydasında eşitlenelim, sonra meselelere birlikte çözüm arayabiliriz. 2024’ün 8 Mart’ından beri dünyada yerinden edilen, evleri gasp edilen, evlatları, eşleri katledilen, aç, susuz bırakılan; işkence edilen, hapse atılan, öldürülen, tarifi imkânsız acılar yaşayan kadınlar için soykırımcı katillere hangi tedbir ve yaptırımları uyguladınız? Hangi kadınlarımızı daha iyi bir hayata kavuşturdunuz? Sadede gelemiyorsak kalsın, biz almayalım. Gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz. Bizler on parmağında on marifet hanım hanımcık(!) ellerimizle kadın-erkek ayırt etmeksizin yaralarımızı sarmaya razıyız. Defolun gidin!
Bir çift sözümüz de annelerin ayağı altındaki cennetten, Haticet’ül Kübra’dan kadın gününe bağlanan kafası karışık ve en eşit(!) karanfilcilere olmalı. Kardeş, lütfen kalsın, biz bu yıl almayalım. Senenin her günü, Kur’an’a, Peygamberimizin (sav) ailesine bakmaya muhtaç ve mecburuz. Bulunduğunuz her yerde emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun ki hak batıldan apaçık ayrılsın. Kopmuş düğmenizi dikmeyi, tüm işlerde eşlerle yardımlaşmayı üst ahlak bilip ehlinize adaletle, merhametle muamele edin ki merhamet olunasınız. Yüzünüzü haramdan çevirip iffetinizi muhafaza ediniz ki huzur bulup, huzur veresiniz. Helal rızkın peşinden canhıraş koşunuz ki güçlensin hanelerimiz. Başımızdan aşkındır işimiz. Bir de beşerî zaaflarla vurmayın ümmeti siz. Tarumar olmuş beldelerimiz. İsraf edilecek ne vaktimiz var ne enerjimiz. Elimizin hamuruyla enkazlardan güller açtırmaya hazırız yeter ki sarsılmaz dağlar gibi dursun yanı başımızda erlerimiz.