- Katılım
- 7 Kas 2020
- Mesajlar
- 10,553
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 13,916
- Puanları
- 113
- Yaş
- 41
- Konum
- Istanbul
- Burç
- Yengeç
- Cinsiyet
- Medeni Hal
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlı arşivlerinden çıkan hazin bir öykü
Yemen'deki Osmanlı arşivlerinden çıkan hazin bir arkadaşlık hikayesi. Biri ölüm döşeğinde, dönen arkadaşına ağır bir görev yükler. Ama öykü gittikçe hazinleşir...
YEMEN, AH YEMEN
Osmanlı imparatorluğunun her tarafa uzanan bütün dallarının tek tek doğrandığı ve Anadolunun her köşesinden bu ulu çınarı korumak için genç fidanların cepheden cepheye koştukları yıllardır. Ve, bu mukaddes görevde şerefli bir yer almak uğruna bu fidanların bir bir toprağa düştükleri yıllar. Anaların sevmeye doyamadıkları kınalı kuzularını, ölümün matemli kucağına uğurlarken bir buse kondurdukları alınların çatına, bir müddet sonra cephede kurşunların isabet edeceğini bile bile gönderdikleri yıllar.
Çanakkalede Kutül Amarede, Trablusta, Süveyş kanalında ve adı anılınca yüreklerin yandığı feryad-ı figanların türkü olup söylendiği Yemende yağız delikanlıların bir bir toprağa düştüğü o hicranlı yıllar.
İşte sevdaların vatan uğruna feda edildiği o yıllarda İstanbuldan Yemen cephesine her şekilde harikulade yetişmiş iki Osmanlı namzeti de gider. Bunlar Hüseyin ve Adil adında iki çocukluk arkadaşıdır. Aynı sokaklarda oynamış, aynı okullarda okumuş ve hatta aynı mesleği seçmişlerdir.Ancak bunlardan daha önemlisi nerede ve ne şartlarda olursa olsun ayrılmayacaklarına dair birbirlerine söz vermiş ve bu güne kadar da bu sözlerinde durmayı başarmışlardır. Haydarpaşa tren garında sevdikleri ile vedalaşıp trene bindiklerinde acı acı sesler çıkarak hareket eden bu hasret treninin onları hangi meçhule götürdüğünden habersizdirler. Bu meçhule gidişin verdiği belirsizlik onları yolculuklarının başında şöyle bir karara sevketmişti. Şayet çıktıkları bu mukaddes yolculukta ölüm önce kimin kapısını çalarsa, geride kalan aile efradı ve sevdiklerine diğer arkadaşı bakacaktı. Aslında ikisinin de geride yalnızca birer yaşlı anneleri vardı. Ancak Hüseyin, bu öneriyi ortaya attığında şüphesiz canında çok sevdiği nişanlısı Haticeyi düşünmüştü.
Yemene geleli altı ay olmuş artık sıcağa, açlığa, hastalığa hatta savaşa bile alışmışlardı. Ama alışamadıkları tek şey, vatan ve sevdiklerinden ayrı olmanın verdiği dayanılmaz hasret acısıydı. Hele Hüseyin aklına nişanlısı Hatice geldiği zaman deruni bir boşluğa düşer içini yakan kor ateşi dindirmek için nişanlısından gelen mektupları okuya okuya ezberlerdi.
Ama heyhat, bu vuslatı düşünmesine yardımcı olsa da asla içindeki yangını dindirmeye yetmezdi. Yemen ellerinde Mehmetçik bir yandan düşmanla savaşırken diğer yanda da hastalıklarla mücadele ediyordu.
Aslında son zamanlarda hastalıklar savaşın önüne geçmişti. Eratın birçoğu yeterli beslenememe ve temiz su sıkıntısından sıtma ve kolera gibi hastalıklara yakalanıyor ve düşmana bir tek mermi dahi atamadan şehadet şerbetini içiyordu.
Hastalıktan dişleri ve çeneleri dökülen asker sayısı oldukça fazlaydı. Bu hastalığa yakalananlardan biride Adilin arkadaşı can yoldaşı İstanbullu Hüseyindi. Cephedeki olumsuz şartlar bir yandan, sevdanın verdiği dayanılmaz hasret acısı öbür yandan Hüseyini bitap düşürmüş ve sonunda o da hastalığa yakalanmıştı. Ne kadar su içerse içsin doymuyor ve hastalığın verdiği ateş nedeniyle yine içmek istiyordu. Nişanlısına son mektubunu kendi yazamadığı için arkadaşı Adile yazdırmıştı. Bu hastalığa yakalananların kurtulamadığını bile bile son mektubunda hastalığından hiç söz etmemiş ve sağlığının iyi olduğunu söylemişti. Mektubu kaleme alan Adil arkadaşının bu asil düşüncesi karşısında ona bir kez daha hayran olmuş ve gözyaşlarını tutamamıştı.
Adil son demlerini yaşayan arkadaşı Hüseyini yalnız bırakmıyor bir yandan da beraber geçirdikleri günleri yad ediyordu. Geçmişte kendi durumundan daha iyi olduğu için devamlı Hüseyinden yardım görmüş işte şimdi bir nebzede olsa bu yardımların karşılığını vermeye çalışıyordu. Hüseyinin kaydolduğu okula kendi giremeyince vefakar arkadaşı da okuldan ayrılmış ve sonra ikisi de aynı okula kaydolmuşlardı. Adili maziye götüren bu derin düşüncelerden Hüseyinin cılız sesi sıyırmıştı. Hüseyin Adile Yemene gelirken trende verdikleri sözü hatırlatmış ve o sözünde durmasını istemişti. Adil önündeki hastalıktan kemik yığınına dönmüş bu adama büyük bir ızdırapla bakıyor ve sözünü yerine getireceğine dair bir kez daha yemin ediyordu. Ancak Hüseyinin söylediği son cümle başından kaynar suların dökülmesine neden olmuş ve derin bir sessizliğe gömülmüştü. Çünkü Hüseyin Adile döndüğünde nişanlısı Hatice ile evlenmesini istemiş ve bunun için yemin etmesini bekliyordu. Adilin buna karşı çıkacağını bilen Hüseyin ona haklarını helal etmesinin tek şartının bu olduğunu söylemişti. Hüseyin artık konuşamıyor ve Adilden cevap bekler gibi gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Can yoldaşının ciğerparesinin şehit olduğunu anlayan Adilin dizleri çözülmüş neye uğradığını şaşırmış ve kaskatı kesilmişti.Artık konuşamıyor ve gözyaşlarından başka hiçbir uzvu hareket edemiyordu.
Haydarpaşa garına yanaşan trenin yolcuları vatan uğruna sevdiklerinden ayrı düşmüş ve nihayet bu şerefli görev sonunda sevdiklerine ve vatanlarına dönen Mehmetçiklerdir. Herkes vuslata erdikleri için çocuklar gibi sevinirken vatanına geldiğine sevinemeyen tek bir kişi vardı. Bu kişi, yalan dünyada kendisiyle her şeyini paylaşmış, onun can yoldaşı olmuş ve son nefesini kollarında vermiş olan arkadaşına nişanlısı ile evleneceğine dair söz vermiş Adilden başkası değildir. İçinde kopan tarifsiz fırtınalar ve beynini allak bullak eden duygularla evine gelir. Adilin evi bayram yerine döner ancak yüreği matem dolu Adil hala arkadaşına verdiği sözün etkisindedir. Adil iç dünyası ile yaptığı büyük çekişmelerden sonra ertesi gün Haticeye durumu anlatmak üzere Üsküdardaki evine gitmeye karar verir. Gece yastığa başını koyduğunda uyku tutmaz ve Yaradandan yarın kendisine yardım etmesini diler.
Gözyaşı ve dua ile biten gecenin sabahında Hüseyin ile geçtiği yolları takip ederek Haticenin evinin yolunu tutar. Ancak her köşe başında can yoldaşı ile yaşadığı bir hatırası canlanır. Izdırabı had safhada olmasına rağmen metin olmaya çalışarak Haticenin evinin olduğu sokağa varır. Haticenin evinin önündeki kalabalık ve matem havası dikkatini çeker. Kalabalığı yara yara evin bahçe kapısına gelip tanıdık bir sima ararken gözlerine evden çıkarılan tabut ilişir. Adil cenazenin kime ait olduğunu öğrenince olduğu yere yıkılır ve bir adım dahi atamaz. Çünkü cenaze nişanlısının acısına dayanamayan Haticeden başkası değildir.
Suat ARSLAN
Yemen'deki Osmanlı arşivlerinden çıkan hazin bir arkadaşlık hikayesi. Biri ölüm döşeğinde, dönen arkadaşına ağır bir görev yükler. Ama öykü gittikçe hazinleşir...
YEMEN, AH YEMEN
Osmanlı imparatorluğunun her tarafa uzanan bütün dallarının tek tek doğrandığı ve Anadolunun her köşesinden bu ulu çınarı korumak için genç fidanların cepheden cepheye koştukları yıllardır. Ve, bu mukaddes görevde şerefli bir yer almak uğruna bu fidanların bir bir toprağa düştükleri yıllar. Anaların sevmeye doyamadıkları kınalı kuzularını, ölümün matemli kucağına uğurlarken bir buse kondurdukları alınların çatına, bir müddet sonra cephede kurşunların isabet edeceğini bile bile gönderdikleri yıllar.
Çanakkalede Kutül Amarede, Trablusta, Süveyş kanalında ve adı anılınca yüreklerin yandığı feryad-ı figanların türkü olup söylendiği Yemende yağız delikanlıların bir bir toprağa düştüğü o hicranlı yıllar.
İşte sevdaların vatan uğruna feda edildiği o yıllarda İstanbuldan Yemen cephesine her şekilde harikulade yetişmiş iki Osmanlı namzeti de gider. Bunlar Hüseyin ve Adil adında iki çocukluk arkadaşıdır. Aynı sokaklarda oynamış, aynı okullarda okumuş ve hatta aynı mesleği seçmişlerdir.Ancak bunlardan daha önemlisi nerede ve ne şartlarda olursa olsun ayrılmayacaklarına dair birbirlerine söz vermiş ve bu güne kadar da bu sözlerinde durmayı başarmışlardır. Haydarpaşa tren garında sevdikleri ile vedalaşıp trene bindiklerinde acı acı sesler çıkarak hareket eden bu hasret treninin onları hangi meçhule götürdüğünden habersizdirler. Bu meçhule gidişin verdiği belirsizlik onları yolculuklarının başında şöyle bir karara sevketmişti. Şayet çıktıkları bu mukaddes yolculukta ölüm önce kimin kapısını çalarsa, geride kalan aile efradı ve sevdiklerine diğer arkadaşı bakacaktı. Aslında ikisinin de geride yalnızca birer yaşlı anneleri vardı. Ancak Hüseyin, bu öneriyi ortaya attığında şüphesiz canında çok sevdiği nişanlısı Haticeyi düşünmüştü.
Yemene geleli altı ay olmuş artık sıcağa, açlığa, hastalığa hatta savaşa bile alışmışlardı. Ama alışamadıkları tek şey, vatan ve sevdiklerinden ayrı olmanın verdiği dayanılmaz hasret acısıydı. Hele Hüseyin aklına nişanlısı Hatice geldiği zaman deruni bir boşluğa düşer içini yakan kor ateşi dindirmek için nişanlısından gelen mektupları okuya okuya ezberlerdi.
Ama heyhat, bu vuslatı düşünmesine yardımcı olsa da asla içindeki yangını dindirmeye yetmezdi. Yemen ellerinde Mehmetçik bir yandan düşmanla savaşırken diğer yanda da hastalıklarla mücadele ediyordu.
Aslında son zamanlarda hastalıklar savaşın önüne geçmişti. Eratın birçoğu yeterli beslenememe ve temiz su sıkıntısından sıtma ve kolera gibi hastalıklara yakalanıyor ve düşmana bir tek mermi dahi atamadan şehadet şerbetini içiyordu.
Hastalıktan dişleri ve çeneleri dökülen asker sayısı oldukça fazlaydı. Bu hastalığa yakalananlardan biride Adilin arkadaşı can yoldaşı İstanbullu Hüseyindi. Cephedeki olumsuz şartlar bir yandan, sevdanın verdiği dayanılmaz hasret acısı öbür yandan Hüseyini bitap düşürmüş ve sonunda o da hastalığa yakalanmıştı. Ne kadar su içerse içsin doymuyor ve hastalığın verdiği ateş nedeniyle yine içmek istiyordu. Nişanlısına son mektubunu kendi yazamadığı için arkadaşı Adile yazdırmıştı. Bu hastalığa yakalananların kurtulamadığını bile bile son mektubunda hastalığından hiç söz etmemiş ve sağlığının iyi olduğunu söylemişti. Mektubu kaleme alan Adil arkadaşının bu asil düşüncesi karşısında ona bir kez daha hayran olmuş ve gözyaşlarını tutamamıştı.
Adil son demlerini yaşayan arkadaşı Hüseyini yalnız bırakmıyor bir yandan da beraber geçirdikleri günleri yad ediyordu. Geçmişte kendi durumundan daha iyi olduğu için devamlı Hüseyinden yardım görmüş işte şimdi bir nebzede olsa bu yardımların karşılığını vermeye çalışıyordu. Hüseyinin kaydolduğu okula kendi giremeyince vefakar arkadaşı da okuldan ayrılmış ve sonra ikisi de aynı okula kaydolmuşlardı. Adili maziye götüren bu derin düşüncelerden Hüseyinin cılız sesi sıyırmıştı. Hüseyin Adile Yemene gelirken trende verdikleri sözü hatırlatmış ve o sözünde durmasını istemişti. Adil önündeki hastalıktan kemik yığınına dönmüş bu adama büyük bir ızdırapla bakıyor ve sözünü yerine getireceğine dair bir kez daha yemin ediyordu. Ancak Hüseyinin söylediği son cümle başından kaynar suların dökülmesine neden olmuş ve derin bir sessizliğe gömülmüştü. Çünkü Hüseyin Adile döndüğünde nişanlısı Hatice ile evlenmesini istemiş ve bunun için yemin etmesini bekliyordu. Adilin buna karşı çıkacağını bilen Hüseyin ona haklarını helal etmesinin tek şartının bu olduğunu söylemişti. Hüseyin artık konuşamıyor ve Adilden cevap bekler gibi gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Can yoldaşının ciğerparesinin şehit olduğunu anlayan Adilin dizleri çözülmüş neye uğradığını şaşırmış ve kaskatı kesilmişti.Artık konuşamıyor ve gözyaşlarından başka hiçbir uzvu hareket edemiyordu.
Haydarpaşa garına yanaşan trenin yolcuları vatan uğruna sevdiklerinden ayrı düşmüş ve nihayet bu şerefli görev sonunda sevdiklerine ve vatanlarına dönen Mehmetçiklerdir. Herkes vuslata erdikleri için çocuklar gibi sevinirken vatanına geldiğine sevinemeyen tek bir kişi vardı. Bu kişi, yalan dünyada kendisiyle her şeyini paylaşmış, onun can yoldaşı olmuş ve son nefesini kollarında vermiş olan arkadaşına nişanlısı ile evleneceğine dair söz vermiş Adilden başkası değildir. İçinde kopan tarifsiz fırtınalar ve beynini allak bullak eden duygularla evine gelir. Adilin evi bayram yerine döner ancak yüreği matem dolu Adil hala arkadaşına verdiği sözün etkisindedir. Adil iç dünyası ile yaptığı büyük çekişmelerden sonra ertesi gün Haticeye durumu anlatmak üzere Üsküdardaki evine gitmeye karar verir. Gece yastığa başını koyduğunda uyku tutmaz ve Yaradandan yarın kendisine yardım etmesini diler.
Gözyaşı ve dua ile biten gecenin sabahında Hüseyin ile geçtiği yolları takip ederek Haticenin evinin yolunu tutar. Ancak her köşe başında can yoldaşı ile yaşadığı bir hatırası canlanır. Izdırabı had safhada olmasına rağmen metin olmaya çalışarak Haticenin evinin olduğu sokağa varır. Haticenin evinin önündeki kalabalık ve matem havası dikkatini çeker. Kalabalığı yara yara evin bahçe kapısına gelip tanıdık bir sima ararken gözlerine evden çıkarılan tabut ilişir. Adil cenazenin kime ait olduğunu öğrenince olduğu yere yıkılır ve bir adım dahi atamaz. Çünkü cenaze nişanlısının acısına dayanamayan Haticeden başkası değildir.
Suat ARSLAN