Ömer’ler arama, Ömer ol!
En başta, ‘Ömer olması’ gerekenlerin kendi muhasebelerini yapacakları yerde ‘Ömer’i arama’ söylemiyle kabahati başkalarına yükleme ve ortaya bırakma hinliğinden vazgeçmeleri gerekiyor. Ömer’in oturduğu yerde oturanlar, Ömer’ler aramaz, Ömer olurlar. Onların yükümlü olduğu şey, Ömer’ler bulmak değil, Ömer olmaktır.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Metin Karabaşoğlu
24 Şubat 2025

İslam tarihi içinde hayatı bana en ilham verici gelen isimlerden biri Ömer b. Abdülaziz’dir. Üç seneyi bile tamamlayamadığı kısa hilafeti sırasında onun yaptıkları ve başardıkları, Müslüman dünyanın bugünkü yöneticileri dahil, her zaman ve coğrafyadaki bütün devletlûlar için ziyadesiyle ilham vericidir. O, hilafeti saltanata dönüştüren ve ‘hikmet-i hükûmet’ kılıfında pek çok usulsüzlüğü Müslüman dünyaya taşıyan Emevîlerin kötü şöhreti içerisinde sülâlesinden ayrışan sütbeyaz kişiliğiyle ise, bize toptancılıktan uzak durmanın gerekliliğini de öğretir. Şahsen, genel olarak Emevîlerin icraatına olumlu bakan biri değilim. Ama onların içerisinden adaletli yönetimiyle ‘II. Ömer’ diye anılan birinin çıkabilmesi, benim için, önyargıdan ve toptancılıktan uzak durma konusunda yeterince öğreticidir.
Baba tarafından Emevî hanedanına mensup olmasına karşılık, annesi Hz. Ömer’in torunu olan bu ismin kısacık hilafeti (717-720) sırasında yaptıklarının her biri, bugünün yöneticileri için de büyük dersler barındırıyor. Öyle ki, bir menkıbe olarak dillerde Hz. Ömer’e atıfla dolaşan, devletle ilgili işleri bitirdiğinde devlete ait mumu söndürüp kendi ev işleriyle ilgili diğer mumu yakma hadisesinin elbette ilk Ömer’e de yakışmakla birlikte gerçekte bu Ömer’le, Ömer b. Abdülaziz’le ilgili olduğunu biliyoruz. Daha yönetime geçer geçmez ilmine ve takvâsına itibar olunan âlimlerin biraraya geldiği dirayetli bir şûrâ oluşturup karar alma mekanizmasını buna göre işletmesi, o güne kadar Emevîlerin şiddet kullanarak susturmaya çalıştığı muhalif kesimlerle çatışma yerine müzakere yolunu seçmesi, yine onun ilham verici fiillerinden. Böyle pek çok kararıyla sonraki çağlar için bir örnek yönetici portresi ortaya koyan Ömer b. Abdülaziz’in kamu maliyesini düzene sokmak için yaptıkları ise başlıbaşına bir ders niteliği taşıyor.
Emevî hanedanının öne çıkan özelliklerinden biri, bir tepki ve muhalefet olarak zühd hareketini doğuracak şekilde, lüks ve şatafata garkolması; bir diğeri hanedan lehine halka şiddet uygulamaktan çekinmeyen yolsuz ve zalim kadrolarla çalışması; bir başkası ise vergileri sürekli arttırmasıdır.
Kendi lüks hayatlarını kamu maliyesi üzerinden finanse eden Emevî hanedanı, bunun için elbette gereğinde halka ölçüsüz şiddet uygulayabilecek tıynette valiler seçer. Haccac-ı Zâlim olarak şöhret bulmuş Haccac b. Yusuf bunların en önde gelenidir. Tepedeki usulsüzlük, daha alt yönetim kademelerinde yolsuzluğu da beraberinde getirir. Bütün bu açıklar ise sürekli yeni vergiler icad etmek veyahut mevcut vergilerdeki oranları arttırmak yoluyla finanse edilecektir. Ama bunun hoşnutsuzluklar oluşturduğu aşikârdır. Bu hoşnutsuzlukları bastırmanın Emevî zihniyetindeki yolu bellidir. Uzak diyarlara yapılan seferler öne sürülerek, toplanan bu vergilerin ‘küffâra karşı cihad’ için kullanıldığı söylenecek, böylece bu vergilere yapılan itirazın ‘İslâm’ın küfre galebesine itiraz’ anlamına geldiği söylemi geliştirilecektir. Nasıl ilk Emevî sultanı Muaviye b. Ebu Süfyan oğlu Yezid’i kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde saltanat makamına oturtabilmek için onu sonuçsuz kalan Konstantinopol (İstanbul) seferine göndermişse, Emevîlerin daha sonra yönetime el koyan Mervanî kolu da aynısını yapmıştır. Nitekim Ömer b. Abdülaziz yönetimi devraldığında, Mervan b. Hakem’in torunu Mesleme b. Abdülmelik komutasındaki ordu müthiş bir askerî harcamaya rağmen uzunca zamandır Konstantinopol kuşatmasındadır.
Buna karşılık Ömer b. Abdülaziz, evvelce Medine valisi olarak görev yaptığı yedi yıllık dönemde oluşturduğu şûrâya başvurmadan karar vermeyen ve yöneticilik yaptığı bölgedeki icraatının yanısıra şahsî takvâsı ve ahlâkı ile herkesin saygısını kazanan bir isimdir. Dahası, amcası ve kayınpederi Abdülmelik’in büyük oğlu Velid’in Haccac’ın zulmüne geniş alan açtığı yönetim anlayışına itirazı sebebiyle valilikten azledilmeyi göze alarak zulme zulüm, zalime zalim deyip karşı çıkmaktan geri durmamıştır. Amcasının diğer oğlu ve kayınbiraderi Süleyman’ın yazılı şekilde vasiyet ettiği veliahtlık listesinde ismi ilk sırada çıkmasına rağmen, insanlar özgür iradeleriyle onu seçtiklerini ortaya koymadan görev üstlenmeyi tercih etmemiştir. Velhasıl, hem kişiliği hem yönetimi devralma biçimi bakımından, bir meşruiyet sorunu ve itibar zaafı yoktur. Dolayısıyla, yönetimde kalmak için gereğinde şiddete başvuran valilere yahut uzak diyarlarda askerî başarılara ihtiyacı yoktur. Nitekim Konstantinopol seferindeki orduyu geri çağırır ve böylece bütçedeki ağır bir masraf kalemini sıfıra indirir. Türkistan diyarındaki seferleri de durdurur. Bu da kamu maliyesi üzerindeki diğer bir büyük yükün kalkması anlamına gelir. Ancak tedbirli bir yönetici olarak askerî harcamaları büsbütün kaldırmaz, sınır boylarında güvenliği temin ile sınırlı tutar.
Kamu maliyesi üzerindeki bu sonuçsuz askerî seferler kadar ağır bir yük, Emevî hanedanıyla ilgilidir. Onun yönetiminde, Emevî hanedanının lüks ve şatafatının kamu maliyesi üzerinden finansmanı uygulamasına son verilir. Kendisi, önceki sultanlar gibi saraylarda yaşamayı reddettiği için birçok masraf zaten peşinen ortadan kalkmıştır. Yanısıra, Emevî saraylarındaki lüks eşya ve mücevheratı Beytülmâle, yani kamu hazinesine devreder. Çünkü onlar gerçekte kamunun malıdır ve hakkıdır. Emevîlerin elde tuttuğu kamuya ait birçok malın yönetimi de hazineye devredilir.
Bu uygulamaya, yöneticiler lehine halka zulmeden ve onlarla birlikte yolsuzluk irtikap edep önceki valilerin azli eşlik eder. Böylece, kamu maliyesini sarsan ve bozan bir diğer sebep daha ortadan kaldırılmış olur.
Bu üç uygulamayı, şer’an uygun olmayan bütün haksız vergilerin kaldırılması, şer’an uygunluğuna karşılık oranca haddi aşan vergilerin ise düşürülmesi takip eder. Basit bir matematik hesapla, vergileri ya kaldıran veya oranını azaltan bir uygulamanın toplanan vergileri kesin biçimde azaltacağı akla gelecektir. Ama yolsuzluk yapmayan, saraylarda yaşamayan, muhalif muvafık diye bölmeden ve müslim-gayrimüslim diye ayırmadan yönetimi altındaki herkese adaletle muamele eden bir halifenin idaresinde hem yöneticilere güven arttığı hem de ticaret geliştiği için, kaldırılan veya oranı düşürülen vergilere karşılık, vergi gelirleri azalmamış, bilakis artmıştır! Çünkü insanlarda takdir edilen vergilerin adil olduğuna ve yerinde harcanacağına dair bir güven oluşmuş, bu da insanları vergi kaçırmaya yönelik tutumlardan uzak tutmuştur.
Sonuçta, bir tarafta makuliyeti olmayan askerî harcamaların kısılması, yönetici elitlerin kamu maliyesi üzerinden lüks içinde yaşamasına müsaade edilmemesi ve yolsuzlukların ortadan kaldırılması, yanısıra düşen oranlara rağmen artan vergi gelirleri ile kısa zamanda kamu maliyesi o derece düzelir ki, Ömer b. Abdülaziz’in hilafetinin ikinci senesinde yönetimi altında zekâta muhtaç hiçbir Müslüman kalmadığından, toplanan zekâtların bir kısmı ülke içindeki geçim zorluğu çeken gayrimüslimlere, bir kısmı da komşu ülkelerdeki aynı durumdaki insanlara yönlendirilir. Bunun beklenmedik bir sonucu, önceki yöneticilerin askerî seferlerin zoruyla ‘fethetmeye’ çalıştığı diyarlardan bir kısmındaki ahalinin, mahallî hükümdarları ile birlikte kendi iradeleriyle İslâm’ı seçmeleri olur.
Onun yönetimi altında kendi saltanatlarını sürdüremeyeceklerini düşünen hanedan mensupları onun hayatına kasdetseler bile, Ömer b. Abdülaziz kısacık hilafeti döneminde yaptığı bütün icraatlar kadar kamu maliyesine yönelik tasarruflarıyla da bütün çağlar için büyük bir örneklik sunmuştur.
Öyle ki, meselâ Bediüzzaman’ın İkinci Meşrutiyetin ilan edildiği zaman ve zeminde Sultan Abdülhamid’e örnek yönetici olarak onu hatırlatması ve rüya formunda kaleme aldığı bir makalesinde “Zekâtü’l-ömrü, Ömer-i Sâni yolunda sarfeyle!” demesi manidardır.
Anne tarafından büyük dedesi Hz. Ömer’in ortaya koyduğu yönetici karakterini kendi kısa yönetimine başarıyla taşıdığı için “II. Ömer (Ömer-i Sâni)” diye anılan ve onun kadar adalet hassasiyeti göstermesi sebebiyle kendisine ait bazı olayların Hz. Ömer’e atıfla aktarıldığı bu güzide isim, hayatıyla ve icraatıyla, bu ülkenin zaman zaman ‘Ömer’i arama’ söylemine başvuran bugünkü yöneticileriyle ilgili olarak da birşey söylüyor.
İşte sadece kamu maliyesini düzene sokma adına yaptıkları ve o bir düzene sokmadan önce kamu maliyesi üzerinden yapılanlar…
O gün sorun oluşturan kalemler bugüne nasıl gelindiğiyle ilgili ipuçları verdiği gibi, onun yaptıkları da çözümün adımlarını bize apaçık gösteriyor.
Ama bunun olabilmesi için, en başta, ‘Ömer olması’ gerekenlerin kendi muhasebelerini yapacakları yerde ‘Ömer’i arama’ söylemiyle kabahati başkalarına yükleme ve ortaya bırakma hinliğinden vazgeçmeleri gerekiyor.
Ömer’in oturduğu yerde oturanlar, Ömer’ler aramaz, Ömer olurlar. Onların yükümlü olduğu şey, Ömer’ler bulmak değil, Ömer olmaktır.
Tıpkı II. Ömer’in olduğu gibi…