- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 15,968
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 43,492
- Puanları
- 113
2016 Kudüs ziyaretimden sonra yazdığım 5 gazete yazısı.
Şimdi okuyunca tekrar oralarda dolaştım ve hüzünlendim.
Kitap sayfasıyla 10 sayfadan fazla.
Merak edenler ve sabırlı olanlar için okumaya değer.
Buyurun:
Neden Kudüs, Neden Filistin?
Filistin için neler yapılabilir meselesi üzerinde durup, kendi düşündüklerimi söyleyecektim. Önce Kuveytli bir eğitimcinin, Dr. Casim el-Mutavvi’in söyledikleriyle başlamak istiyorum. Parantez içi cümleler bana ait olmak üzere onun söylediklerinin özeti şuydu:
Çocuğunuza, Filistin’le ilgileniyor musun, Kudüs haberlerini izliyor musun diye sorsanız, o da size, bunu neden yapmalıyım diye cevap verse ona neler söyleyebilirsiniz? Benim cevabımı okumadan önce biraz durup bu soruya sizin vereceğiniz cevabı düşünmenizi öneririm. Sonra benim düşündüklerimi de okuyabilirsiniz.
Bana çocuğum bu soruyu sorsa ben ona cevap olarak Filistin ve Kudüs hakkında şu bilgileri veririm. Ta ki, biz müslümanlar olarak ne kadar dünyaya dalmış olursak olalım, Filistin’in müslümanların birinci meselesi olduğunu anlasın.
Ona derim ki, yavrum, Filistin peygamberler diyarıdır. İbrahim (as) oraya hicret etmiş, Lut (as) kavmine gelen azap üzerine Allah onu o ‘Mübarek Topraklar’a’ / Kudüs’e göndererek kurtarmıştır.
Davud (as) Filistin’de yaşamış, mabedini orada inşa etmiştir.
Süleyman (as) bütün dünyaya Filistin’den hükmetmiştir.Onun şu meşhur kıssası da orada yaşanmıştır: Askerleriyle giderken bir karıncanın kendi arkadaşlarına, ‘yuvanıza girin ki, sizi ezmesinler’ demesi Filistin’de Askalan yakınlarında bugün hala ‘Karınca Vadisi’ diye bilinen yerde cereyan etmiştir.
Zekeriya’nın (as) o meşhur Mihrabı oradadır. Musa (as) kavminden o mukaddes topraklara gitmelerini istemiştir. Mukaddes, temiz ve arındırılmış demektir. O topraklara mukaddes denmesinin sebebi, oranın şirkten, zulümden ve kötülüklerden arındırılmış olmasıdır. (Mukaddes kılındığı gibi mukaddes kalması da yeniden bu hale getirilmesine bağlıdır. Oysa bugün o topraklarda şirkin ve zulmün her çeşidi icra edilmektedir. Ama mademki Allah (cc) orayı böyle nitelemiştir, demek ki, bir gün yine öyle olacaktır. Ne var ki, Allah bunu müminlerinin başarmasını istiyor. O halde müslümanlar yeni Ömer’ler, yeni Salahattinler çıkarmalıdırlar).
Bu peygamberler diyarında pek çok mucize gerçekleşmiştir.İsa’nın iffetli bir genç kız olan Meryem’den babasız olarak doğması orada olmuştur. Yahudiler İsa’yı öldürmek istediklerinde Allah’ın onu kendine yükselterek kurtarması orada gerçekleşmiştir.
Meryem’in tek başına doğum yaptığı en zayıf anında hurma fidanını sallayıp ondan yemesi oradadır. Ahır zamanda İsa’nın tekrar inmesi de orayla alakalıdır.
Orası mahşer ve nüşur yeri olarak da bilinir. Yecuc ve Mecuc yine Ahır zamanda orada imha edilecektir. (Yecuc ve Mecuc Kuranıkerim’de fesatçı/bozguncu kavimler olarak tanıtıldığına göre bu durum orayı kan gölü haline getirenlerin böyle olduklarını, ama bir gün oradan mutlaka temizleneceklerini de anlatır).
Kuranıkerim’de anlatılan Talût ve Calût kıssası gibi pek çok olay o topraklarda cereyan etmiştir.
Sizler hamasi marşlar, sloganlar ve pankartlar yerine çocuklarınıza anlatın ki, Mescid-i Aksa sadece Filistinliler için değil, dünyanın her yerindeki müslümanlar için mukaddestir. Onlara deyin ki, orası müslümanların ilk kıblesidir. Mescid-i Aksa; Kâbe ve Mescid-i Nebi’den sonra ziyaret edilmeye değer ve içinde kılınan namazın sevabının katlandığı üç mescitten biridir.
Çocuklarınıza anlatın ki, peygamberimizin İsra ve Miraç mucizesi ‘etrafı mübarek kılınan’ o Mescid-i Aksa’da gerçekleşmiş ve Resulüllah bütün peygamberlere orada namaz kıldırarak Miraca da oradan yükseltilmiştir. Bütün peygamberlerin kıblesi orasıdır.
Mescid-i Aksa Resulüllah’ın kendisinden sonra ikamet etmeyi tavsiye ettiği bir yerdir. Bir sahabi ona ‘ey Allah’ın resulü, senden sonra başımıza bir bela gelirse nereye yerleşmemi tavsiye edersin dediğinde, Beytü’l-makdis’e git, belki Allah sana o mescide gidip gelen bir zürriyet nasip eder, buyurmuştur.
Çocuklarınıza Meccid-i Aksa’nın tamamının 144 dönüm, namaz kılınan kısmının 800 mk olduğunu, mescidin dört minaresinin bulunduğunu anlatın.
Orayı sevmenin samimi bir imanın belirtisi olduğu söyleyin.
(Osmanlının en zayıf anında bile Abdülhamit Han'ın canı pahasınaFilistin'den bir karış toprak satmadığını,İsrail’in daha dün, 1948’de İngilizler tarafından zorba ve işgalci olarak kurulduğunu anlatın. Müslümanların bugünkü musibeti ve zilleti tembellikleri ve parçalanmışlıkları sebebiyle yaşadıklarını, bu işin bütün müslümanların namus ve izzet meselesi olduğunu, bu zilletten kurtulmanın, namuslarını korumanın yolunu mutlaka bulmaları gerektiğini söyleyin).
Şimdi kendi söyleyeceklerimize gelelim
Kudüs müslümanların namusudur, kurtarmak için neler yapabileceğimizi düşünelim.
Dedik ki, Kudüs sadece Filistinlilerin meselesi değildir; müslüman olarak bütünüyle bir ümmetin namus ve onur meselesidir. Bizden alınan ve dibimizde bulunan bir toprak olarak önce bizim, sonra bütün sınır ülkelerin jeostratejik bir hak ve güven meselesidir. Şu andaki haliyle de ayrıca bir insanlık meselesidir. Bu meseleyi halletmede her bakımdan yine en başta biz olmalıyız.
Neler yapılabilir? Bunun için herkes aklına geleni söylüyor. Bu tespitlere devam edilmeli ve böylece en makul ve en sonuç veren çarelere ulaşılmalıdır. Artık bir ucundan da olsa bazı sebeplere sarılarak laf kalabalığını öteye geçmeliyiz. Bendeniz de çare olarak aklıma gelen dokuz on kadar husus tespit ettim. En basitinden başlayarak onları duyarlı vicdanların ıttılaına sunacağım.
Her şeyden önce bu mesele bir iman meselesidir, namus ve onur meselesidir. İman, namus ve onur gibi değerleri olanlar bu zulüm karşısında duyarsız kalamazlar. O halde öncelikle imanımızı gözden geçirmeliyiz; biz nasıl bir Allah’a inanıyoruz? Böyle durumlarda O bizden ne yapmamızı istiyor?
İşte aklıma gelenler:
Her şeyden önce bu hale düşmemizin sebepleri ilmi yollarla teker teker masaya yatırılmalıdır. Bunu yapınca görülecektir ki, asıl sebep bizim gücümüzü kaybetmiş olmamızdır. Bu ‘güç’ içerisinde iman ve özgüven dahil çok şeyler vardır. O zaman da gücümüzü kaybetmemizin sebepleri üzerinde durmamız gerekecektir. Dünyaya hükmeden güçtür. Bu Allah’ın bir kanunudur. Onun için O bize buyurmuştur ki, ‘kendi düşmanlarınızı, Allah’ın düşmanlarını ve sizin bilmediğiniz ama Allah’ın bildiği daha başka düşmanları korkutup caydırabilmek için onlara karşı her türlü gücü hazır bulundurun’.
Bunları daha sonra açacağız ama şimdi yapılabileceklerin en basitinden, her duyarlı müminin başarabileceğinden başlayalım:
Ne söylediğimden emin bir şekilde fetva veriyorum;
Bize düşmanlık yapanlara ekonomik destek anlamına gelen, onların mallarını ve ürünlerini satın alıp tüketmemiz hukuken/kazaen olmasa bile ahlaken/diyaneten haramdır. Bunu olsun yapamayacak bir mümin bulunamaz. Bu konuda duyarsız olan hiç kimse, benim elimden bir şey gelmiyor ki, mazeretine sığınamaz. Çünkü bu yapmakla değil yapmamakla başarılabilecek bir iştir. Bunu kimse hafife almamalıdır. Biz ırk olarak Yahudiliğe ya da bir başka ırka düşman değiliz. Irklar Allah’ın yarattığı gerçeklerdir. Ama kimden olursa olsun, ırk üstünlüğüne ve Siyonizm’e dayalı zulümlere şiddetle karşıyız. Bu da bizim, bütün insanların insan olarak Allah’ın eşit yarattığı kullar olduğu imanımızdan kaynaklanır.
Bu sebeple hangi ülkenin üretimi olursa olsun, Siyonizm’e destek veren bütün ürünleri, bu düşmanlıkları bitinceye kadar boykot etmek zorundayız. Herkes masasında yudumladığı kolanın içinde müslüman kanı olduğu bilinciyle onu içmeli ya da içmemelidir. Çamaşırını yıkadığı deterjanının Filistinli çocukların kemiklerinden üretildiğini var saymalıdır, yaladığı dondurmanın, göğsü yarılıp kalbi çıkarılan bir Filistinli gencin kalbi olduğunu aklına getirmelidir. Üç kuruş daha fazla kazanacağım diye zalimlerin mallarının reklamlarını dükkanına asmamalıdır. Bu başlangıç işin en basitidir. Bunu bile yapamayanlara Allah diğerlerini yapabilme imkânı vermez.
Herkes neyin ne olduğunu biliyor, Siyonizm’i destekleyen ürünlerin listelerini yayınlamak da bir hamakat belirtisi olabilir. Çünkü onlar reklamın kötüsü olmaz diyorlar. Herkes kullandığı ürünün kimin malı olduğunu öğrenecek kadar duyarlı olmalı ve bunu bizzat kendisi bulmalıdır. Bu bilme eylemi dahi bir cehdin/cihadın eseri sayılır.
Bakın her şey ekonomiye bağlı görüldüğü için bizim üniversitelerimizin bir kısmı çocuk ve sivil katliamını kınayan bildiriye dahi imza atamadılar. Bunun adını herkes düşünerek kendisi koysun ve aklını başına toplasın. Allah arzularını/hazlarını ilah edinenlerden söz eder. Resulüllah (sa) altına, gümüşe/paraya, yumuşak döşeklere tapanlardan söz eder. Kim neyi en öncelikli değeri görüyorsa onun ilahı/mabudu odur.
Resulüllah da Yahudilerle alışveriş yapmıştır gibi basit gerekçelerle bu ilk adımın önü kesilmemelidir. Yahudi ile ya da bir başkasıyla alışveriş yapılamayacağını söyleyen bir alim yoktur. Ama Allah (cc) ‘iyilik ve takvada yardımlaşın, günahta ve düşmanlıklarda yardımlaşmayın’, ‘zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa sizi ateş çarpar’ buyuruyor. Gazze’nin üzerinde gördüğümüz alev dağları işte bu ateş cinsindendir.
Heyecanımız bizim çarelerin en basitinde ve avamcasında takılıp kalmamıza sebep oldu. Başka ne olabilir, söyleyeceğiz.
Filistin için çok şey yapılabilir, ama ortak akıl şart
Önceki yazımızda şu üç noktaya vurgu yaptık: Güçlü olma izzet ve onuru korumanın ilk artıdır.Biz Yahudi ırkına değil, Siyonizm zulmüne karşıyız. Elinden hiçbir şey gelmeyen müslüman hiç olmazsa ürünlerini alarak onlara destek olmamalıdır.
Ve dedik ki, Kudüs, mukaddes, yani şirkten, küfürden ve zulümden arındırılmış demektir. O topraklara bu özelliği Allah vermiş, müslümanlara da bunun korunması ve sürdürülmesi görevini yüklemiş. Müslümanlar tarihte bu görevlerini nasıl başardılar, nasıl başaramadılar bilmeliyiz.
Bilindiği gibi Kudüs’ü ilk defa Ömer (ra) fethetti. Onun özelliklerini herkes biliyor; iman, ihlas ve adalet. Şehrin anahtarını almak üzere hizmetçisi ile oraya giderken bile binek olarak bir develeri vardı ve ona nöbetleşe biniyorlardı. Tam şehre girecekleri sıra binme sırası hizmetçisine gelmişti. Onun, Kudüs’ün hakimlerine karşı ayıp olur, sen Emiru’l-müminîn’sin, ben sıramı sana veriyorum diye ısrarına rağmen o izzetin sadece İslam’la olduğunu söyleyerek yürümeyi tercih etti. Şimdi de İslam ülkelerinde Kudüs için bu hasbiliği gösterebilecek liderler lazım. Ama İslam ülkesi var mı, önce bunu düşünmeliyiz.
İkinci olarak Hz. Ömer şehirde İslam’ın hakkaniyetini gösterdi ve oradaki Yahudi ve Hıristiyan halkın temel insan haklarına dokunmadı, mabetlerini yıkmadı, ibadetlerine karışmadı. Sonradan Haçlıların yaptığı gibi herkesi kılıçtan geçirmedi. Bu adalet sürdüğü müddetçe Kudüs mukaddes kaldı. Sonra müslümanlar kendi içlerindekini değiştirdiler ve kanunu gereği Allah da onları değiştirdi, Kudüs’ü tekrar kaybettiler. Hıristiyanlar Haçlı birlikteliği kurarak Kudüs’ü aldılar. Bu defa da Salahaddin Eyyubi Hz. Ömer’i izledi. İslam parçalanmışlığını bir ölçüde önledi ve Kudüs’ü tekrar ‘Kuds’ yaptı. Ve o ‘Mübarek topraklar’ yüzyıllarca böyle devam etti.
Nihayet müslümanların içine kavmiyetçilik girdi ve tekrar affedilemez ölçüde parçalandılar. Düşmanlar da bu ırkçılık belasını körükledi. Bu sefer de Kudüs’ü dünya çapında yine birlikte hareket eden Yahudilere kaptırdılar. Demek ki, Kudüs’e hakim olma bir birliktelik ve bir vahdet meselesidir. Bunu başaran onu elinde tutar.
Şu anda da “İslam ülkeleri” arasında gerçekleştirilecek kısmi de olsa beraberlikler Kudüs’ün kurtarılmasına giden yolun başlangıcı olacaktır. Bunun için neler yapılabilir, birlikte düşünelim.
İslam İşbirliği Teşkilatının bazı sembol meselelerde olsun birlikte hareket etmesi sağlanabilir. Samimiyetle bunun başını çeken bir ülke çıkabilir. Buna öncülük edenler kendi politik çıkarlarından önce Kudüs’ün ve Filistin’in çıkarını hesaba katmalıdırlar. Şu anda Filistin halkı tahammülfersa bir direnç göstermekte ve bunu hala sürdürebilmektedir. Sadece HAMAS olarak değil, önce Filistin içinde birlik kurularak bu direncin desteklenmesi ve sürdürülmesi için maddi ve manevi katkıda bulunulması gerekir.
Mağlubiyetimizin ana sebebi gücümüzü kaybetmiş olmamızdır. Güç her zaman ve zemine göre farklı şeylerle oluşur. Şu anda dijital alemdeki savaş diğerinden çok daha etkili bir şekilde devam ediyor. Siyonistler de nükleer güçlerinden çok bu yolla etkili oluyorlar. İhtimal vermekte zorlanacağımız kadar basit meselelerde bile bu yolla korkunç bir yalan, dedikodu ve dezenformasyon faaliyeti yürütüyorlar.Müslüman yazılımcılar ve bilişim uzmanları ve özellikle de gençler bu konularda güç birliği ve yardımlaşma içinde olabilirler. Etkileyici, gerçekçi kısa videolar gibi araçlarla hem İslam dünyasını hem Batı dünyasını sürekli bilgilendirebilirler. İsrail’in demir kubbelerini ancak bu füzeler delebilir.
Siyonizm ve Antisemitizm dünyaya tanıtılabilir. Neden sadece Yahudi düşmanlığı Antisemitizm olarak gösteriliyor ve onlar aslında bunun yapılmamasını değil yapılmasını istiyorlar? Yahudilerin başka ırklara düşmanlıklarından neden söz edilmiyor? Bu adamlar ne yaptılar da tarihte ilişkili oldukları bütün milletlerce düşman görüldüler ve sürüldüler. Zulme uğradıkları, sürgün edildikleri zamanlar bu onların hangi zulümleri, hangi özellikleri sebebiyle onlara reva görüldü? Tarihte pek çok millet durup dururken mi onları düşman belledi? Bunlar ve benzeri konular gerçek bilgilerle dünyaya anlatılmalıdır.
Bu konularda ‘ortak kelimede’ Hıristiyan dünyasıyla da işbirliği yapılabilir, Siyonizm’in onların da amansız düşmanı olduğu tarihi belgelerle anlatılabilir. Şimdi güçlü olabilmenin ilk kestirme yolu dijital dünyadır ama bu da ortak akılla olmalıdır, hadi gençler, Kudüs’ü siz kurtaracaksınız.
Devam edelim inşallah.
Kudüs’ün kurtuluşu için sesli düşünüyoruz
Karşımızda müslümanların bizzat kendilerinin sebep olduğu bir musibet var ve bundan nasıl kurtulabileceğimizi tartışıyoruz.
Dijital savaştan söz ettik. Şu anda üçüncü dünya savaşının bu yolla yürütülmekte olduğunu söyleyebiliriz. Teknolojinin diğer alanlarında bizim aynı yolu izleyerek Batıya yetişmemiz ve onlarla boy ölçüşmemiz mümkün gözükmüyor. Biz bir adım attığımızda onlar birikimleri sayesinde on adım atıyorlar ve mesafe gittikçe açılıyor. O halde onların düşmanca saldırılarına karşı mücadele, çemberi halka halka geriden izlemekle değil, ancak dairenin son halkasından başlamakla mümkün olabilir. Bu da dijital teknolojidir.
Aslında işi bilen pek çok gencimiz hasbi duygular ve güzel niyetlerle bu alanda çok şeyler yapıyorlar. Çeşitli bilgi siteleri kuruyorlar. Bunlar yerine düşmanlıklara karşı savunma ve karşı atak çalışmaları yapsalar ve bu konuda yardımlaşsalar çok çabuk mesafe alınacağı kanaatimi söylemiştim. Aslında SİHA’larımız, İHA’larımız da böyle bir son halkadan başlama çalışmalarıdır ve etkili olmaktadır.
Müslümanlar birlikte hareket ederler ve ellerinden geleni yaparlarsa Allah’ın yardımını alacakları kesindir. Bunu kendi kısa tarihimizde bile defalarca görmüşüzdür. ‘Nice küçük gruplar Allah’ın izniyle büyük gruplara galip gelmiştir’. ‘Birileri müminlere; insanlar size karşı birleşmişler, bundan korkmalısınız demeleri onların imanlarını artırır ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ derler’ (Âl-i İmran 173). Önce çaba, sonra Allah’a güven ve tevekkül. Bu korkusuzluk onların kalbine korku salacaktır. Onların korkak olduklarını haber veren birden çok ayet vardır. Dünyaperestlik en büyük korkaklık sebebidir. Dünyalık ihtirası en güçlü olan kavmin Yahudiler olduğunu Kuranıkerim haber verir. Bu sebeple en korkak millet de onlardır. Yeter ki, karşılarında sabit kadem müslüman bulsunlar. Eğer şimdi müminler de korkuyorlarsa bu durum onların da diğerlerini izlemesindendir.
‘Hani rabbin meleklere vahyediyordu, ben sizinle beraberim; siz müminlerin kalplerine sebat verin, ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım’ (Enfal 12). Demek ki, bu destek müminlerin sebatına bağlı bir destektir. Bir fıkra olarak anlatırlar ki, Arapların İsrail karşısında 67 hezimeti üzerine bir Yahudi sorar, hani Allah meleklerini gönderir ve müslümanlara yardım ederdi, ne oldu? Karşısındaki cevap verir: Allah sözünde durur, O meleklerini yine göndermiştir ama onlar hangi tarafın müslüman olduğunu anlayamadıkları için geri dönüp gitmişlerdir.
Neler yapılabilir diyorduk. Batının hatta Yahudilerin bazı insaflı bilim adamlarını ve düşünürlerini de davet ederek uluslararası konferanslar düzenlenip Siyonizmin zulmü dünyaya anlatılabilir. Batıda ve özellikle ABD’de kurulacak dernek ve lobilerle böyle bilgilendirme faaliyetleri yürütülebilir. Daha önce de dediğimiz gibi, farklı dillerde kısa videolarla dünya kamuoyu bilgilendirilebilir. Ortada bu yükü omuzlayacak bir İslam devleti yok demeden, kapitalistler gibi ekonomik kayıplarından korkmayan müslüman zenginler, STK’lar bu işin öncülüğünü yapabilirler.
Ve mevcut şartlar altında hepsinden daha önemli ve daha etkili olacak olan ise müslüman alimler birliğinin bu işe sistematik biçimde, her ülkenin alimleri ile irtibatlı olarak öncülük etmesidir. En etkili ve düşmana korku salan güç birlikte hareket eden alimler olacaktır. Ancak bunun iki temel şartı vardır: Bir, alimler fırkaların ve “cemaatlerin” değil ümmetin alimi olmalıdırlar. İki, siyaset üstü olmayı başarabilmelidirler. Öyle sanıyorum ki, uyanış buraya doğru gitmektedir ve bu bir gün mutlaka başarılacak ve ümmetin uyanışı sağlanacaktır.
Kısa vadede Filistin’e ve özellikle Gazze’ye bir barış gücü göndermenin yolu mutlaka bulunmalıdır. İsrail’e sınırı bulunan ülkelerle dostça geçinmenin yolları tesis edilmeli ve onların Yahudi saldırılarına karşı koyma gücü maddeten ve manen desteklenmelidir.
Diğer bazı İslam ülkeleriyle bu yolda kısmi işbirliği yapılması da etkili olur.
Elinden hiçbir şey gelmeyenler en azından heyecanlarını canlı tutmanın yollarını ararlar, hiç olmazsa kalbi mukavemetlerini korurlar. Yine de bir şey yapamıyorlarsa esir hükmündedirler ve ellerini açıp dua ederler, ‘hasbunellahü ve nime’l-vekil’ derler. Ama bu da Resulüllah’ın şerefli ifadeleriyle ‘imanın en zayıf noktasıdır’. Ya bir de bunu bile hissetmeyen müslümanları düşünün ve adını beraber koyalım.
Bizim aklımıza gelenler şimdilik bunlar, buyurun ne yapılacağına karar verin.
Yahudilerin ikinci ve son fesadı ve bir tefsir nüktesi
Bugünlerde -bi-iznillah- basımı bitmek üzere olan meal ve kısa tefsir çalışmamızı yaparken İsra Suresinin birinci sayfasında anlatılanlara dair 2017’de (İsra Suresi, Kudüs ve Yahudilerin ikinci fesadı) başlıklı bir yazı yazmıştım. Demek ki, o zaman bu çalışmamızda İsra Suresinin sonuna henüz ulaşmamış ve oradaki ilginç göndermeyi fark etmemiştim. Meselenin esası şu:
İsra Suresi’nin başlarında surenin başında Allah (cc) doğrudan Yahudilere hitap ederek yer yüzünde iki defa fesat çıkaracaklarını, birinci fesadın zamanı geldiğinde üzerlerine ‘güçlü kuvvetli’ kullarını gönderdiğini ve onların Yahudilerin evlerini köşe bucak arayıp her şeyi tarumar ettiklerini, bunun olup bittiğini söyler. Bu cezalandırmanın genellikle Yahudilere reva görülen Babil Sürgünü olduğu kabul edilir. Ve sonra Allah şöyle buyurur:
‘Bunun ardından biz onlara karşı size tekrar ikbal verdik, servetinizi ve nüfusunuzu artırdık, sizi daha çok sayıda topluluklar yaptık’ (Ayet 6). Buradaki mazi kipini gelecek olarak düşünmeliyiz.
Bu ayette dikkat çeken kelime ‘topluluklar’ diye çevirdiğimiz ‘nefîr’ kelimesidir. Bu ifade Yahudilerin dünyanın her tarafına dağılıp oralarda çoğalacaklarına ve farklı topluluklar oluşturacaklarına, böylece sayılarının artacağına işaret eder. Çünkü nefîr/nefer kelimesinde, birazda korku ve endişe ile toparlanıp bir yere gitme, göçme anlamı vardır (krş. Râgib). Demek ki, burada Yahudilerin korku içinde dünyaya dağılacaklarına ve dünyanın her tarafında gettolar oluşturacaklarına işaret ediliyor. Ardından şöyle buyrulur:
‘İyilik yaparsanız kendinize iyilik yapmış olursunuz, kötülük yaparsanız da kendinize. Ama ‘sonuncunun zamanı’ geldiğinde; bu sefer yüzünüzü rüsvay etmek, mescide ilk girdikleri gibi tekrar girmek ve ele geçirdiklerini yerle bir etmek için gelmiş olacaklar’ (Ayet 7). Demek ki, öncelikle ırk olarak Yahudilere bir garaz yoktur, ceza kötülükler karşılığındadır. Ayrıca bu ikinci fesat ve ceza onların son fesadı ve cezası olacaktır.
Ayette Yahudilerin bu ikinci fesadı ne zaman yapacakları ve bu hezimeti kimden görecekleri belirtilmez. Ama bunun da ancak ‘güçlü kuvvetli’ olanlarca yapılacağı anlaşılabilir. Demek ki, onların fesadını durdurabilmek için güçlü olmak gerekir. Ayrıca bu gelenlerin mescide gireceklerinin söylenmesi de iki ihtimali akla getirir: Ya oraya girenler eskiden olduğu gibi mescide ibadet maksadıyla, ayrıca İsrail oğullarını cezalandırmak için gireceklerdir ki, bu durumda onlar müslümanlar olmuş olacaktır. Yahudi ile olacak umumi savaş hadisi şerifine bakılırsa bunların müslümanlar olacağı daha makul bir ihtimaldir. Ya da mescidi bile tahrip etmek için gireceklerdir. O halde de bunlar başka bir millettir ve bu ihtimale göre Mescid-i Aksa’nın tahribi mukadderdir.
Sure başka konuların araya girmesiyle devam eder ve sonuna yakın bir yerde söz tekrar Hz. Musa ve Yahudilere getirilir.
‘Vakıa biz Musa’ya dokuz açık mucize vermiştik. Sen bunu onun peygamber olarak geldiği İsrailoğulları’na sorabilirsin. Hani o zaman Firavun ona, ben seni kesin büyülenmiş biri olarak görüyorum, ey Musa demişti. O da şöyle cevap vermişti; aslında bunları ancak göklerin ve yerin rabbinin, ikna edici birer delil olarak indirdiğini sen de iyi anlamışsındır. O halde ey firavun, ben de seni artık helak olmuş biri olarak görüyorum. Bunun üzerine Firavun onları taciz edip ülkeden (Mısır’dan) çıkarmayı planladı ve biz onu da beraberindekileri de hepsini birden suya gark ettik. Ve ardından İsrailoğulları’na, siz o ülkeye (Filistin’e) yerleşin dedik, ‘sonuncunun zamanı’ geldiğinde ise biz hepinizi dürüp bir araya getireceğiz (101-14).
İşte dikkat çeken ifade, surenin bu son ayetlerindeki ‘va’dül-ahireti / sonuncunun zamanı’ ifadesidir. Bu ifadeyi müfessirlerin hemen hepsi son vade, yani ahiret günü olarak anlamışlar. Yani artık kıyamet kopunca hepinizi bir araya getirip size hak ettiğiniz cezayı vereceğiz denmek istendiğini düşünmüşler. Ama fakire göre surenin başındaki ‘va’dül-âhireti’ ile bunun aynı şey olduğu açıktır. O halde bunu Kıyamet değil de İsrail oğullarının sözü edilen ikinci yükselişi ve ardından ikinci fesatlarının vadesi/zamanı olarak anlamak daha uygun gözüküyor. Tefsirler içerisinde bu manaya Beyzavi, Ebussuud ve Âlusî sadece ihtimal vermiş, Mekkî en-Nasıri ise bunu açıkça söylemişler. Yani Yahudiler ikinci yükselişleri, -ulüv ifadesi yükselişi büyüklenmeleri diye anlamaya da müsaittir- Filistin’de toplanmalarıyla gerçekleşecek ve fesada devam ederlerse bu artık onların sonu olacaktır. ‘Lefîf’ lahana yaprakları gibi parçaların toparlanıp bir araya gelmesini anlatır.
Faruk Beşer
Şimdi okuyunca tekrar oralarda dolaştım ve hüzünlendim.
Kitap sayfasıyla 10 sayfadan fazla.
Merak edenler ve sabırlı olanlar için okumaya değer.
Buyurun:
Neden Kudüs, Neden Filistin?
Filistin için neler yapılabilir meselesi üzerinde durup, kendi düşündüklerimi söyleyecektim. Önce Kuveytli bir eğitimcinin, Dr. Casim el-Mutavvi’in söyledikleriyle başlamak istiyorum. Parantez içi cümleler bana ait olmak üzere onun söylediklerinin özeti şuydu:
Çocuğunuza, Filistin’le ilgileniyor musun, Kudüs haberlerini izliyor musun diye sorsanız, o da size, bunu neden yapmalıyım diye cevap verse ona neler söyleyebilirsiniz? Benim cevabımı okumadan önce biraz durup bu soruya sizin vereceğiniz cevabı düşünmenizi öneririm. Sonra benim düşündüklerimi de okuyabilirsiniz.
Bana çocuğum bu soruyu sorsa ben ona cevap olarak Filistin ve Kudüs hakkında şu bilgileri veririm. Ta ki, biz müslümanlar olarak ne kadar dünyaya dalmış olursak olalım, Filistin’in müslümanların birinci meselesi olduğunu anlasın.
Ona derim ki, yavrum, Filistin peygamberler diyarıdır. İbrahim (as) oraya hicret etmiş, Lut (as) kavmine gelen azap üzerine Allah onu o ‘Mübarek Topraklar’a’ / Kudüs’e göndererek kurtarmıştır.
Davud (as) Filistin’de yaşamış, mabedini orada inşa etmiştir.
Süleyman (as) bütün dünyaya Filistin’den hükmetmiştir.Onun şu meşhur kıssası da orada yaşanmıştır: Askerleriyle giderken bir karıncanın kendi arkadaşlarına, ‘yuvanıza girin ki, sizi ezmesinler’ demesi Filistin’de Askalan yakınlarında bugün hala ‘Karınca Vadisi’ diye bilinen yerde cereyan etmiştir.
Zekeriya’nın (as) o meşhur Mihrabı oradadır. Musa (as) kavminden o mukaddes topraklara gitmelerini istemiştir. Mukaddes, temiz ve arındırılmış demektir. O topraklara mukaddes denmesinin sebebi, oranın şirkten, zulümden ve kötülüklerden arındırılmış olmasıdır. (Mukaddes kılındığı gibi mukaddes kalması da yeniden bu hale getirilmesine bağlıdır. Oysa bugün o topraklarda şirkin ve zulmün her çeşidi icra edilmektedir. Ama mademki Allah (cc) orayı böyle nitelemiştir, demek ki, bir gün yine öyle olacaktır. Ne var ki, Allah bunu müminlerinin başarmasını istiyor. O halde müslümanlar yeni Ömer’ler, yeni Salahattinler çıkarmalıdırlar).
Bu peygamberler diyarında pek çok mucize gerçekleşmiştir.İsa’nın iffetli bir genç kız olan Meryem’den babasız olarak doğması orada olmuştur. Yahudiler İsa’yı öldürmek istediklerinde Allah’ın onu kendine yükselterek kurtarması orada gerçekleşmiştir.
Meryem’in tek başına doğum yaptığı en zayıf anında hurma fidanını sallayıp ondan yemesi oradadır. Ahır zamanda İsa’nın tekrar inmesi de orayla alakalıdır.
Orası mahşer ve nüşur yeri olarak da bilinir. Yecuc ve Mecuc yine Ahır zamanda orada imha edilecektir. (Yecuc ve Mecuc Kuranıkerim’de fesatçı/bozguncu kavimler olarak tanıtıldığına göre bu durum orayı kan gölü haline getirenlerin böyle olduklarını, ama bir gün oradan mutlaka temizleneceklerini de anlatır).
Kuranıkerim’de anlatılan Talût ve Calût kıssası gibi pek çok olay o topraklarda cereyan etmiştir.
Sizler hamasi marşlar, sloganlar ve pankartlar yerine çocuklarınıza anlatın ki, Mescid-i Aksa sadece Filistinliler için değil, dünyanın her yerindeki müslümanlar için mukaddestir. Onlara deyin ki, orası müslümanların ilk kıblesidir. Mescid-i Aksa; Kâbe ve Mescid-i Nebi’den sonra ziyaret edilmeye değer ve içinde kılınan namazın sevabının katlandığı üç mescitten biridir.
Çocuklarınıza anlatın ki, peygamberimizin İsra ve Miraç mucizesi ‘etrafı mübarek kılınan’ o Mescid-i Aksa’da gerçekleşmiş ve Resulüllah bütün peygamberlere orada namaz kıldırarak Miraca da oradan yükseltilmiştir. Bütün peygamberlerin kıblesi orasıdır.
Mescid-i Aksa Resulüllah’ın kendisinden sonra ikamet etmeyi tavsiye ettiği bir yerdir. Bir sahabi ona ‘ey Allah’ın resulü, senden sonra başımıza bir bela gelirse nereye yerleşmemi tavsiye edersin dediğinde, Beytü’l-makdis’e git, belki Allah sana o mescide gidip gelen bir zürriyet nasip eder, buyurmuştur.
Çocuklarınıza Meccid-i Aksa’nın tamamının 144 dönüm, namaz kılınan kısmının 800 mk olduğunu, mescidin dört minaresinin bulunduğunu anlatın.
Orayı sevmenin samimi bir imanın belirtisi olduğu söyleyin.
(Osmanlının en zayıf anında bile Abdülhamit Han'ın canı pahasınaFilistin'den bir karış toprak satmadığını,İsrail’in daha dün, 1948’de İngilizler tarafından zorba ve işgalci olarak kurulduğunu anlatın. Müslümanların bugünkü musibeti ve zilleti tembellikleri ve parçalanmışlıkları sebebiyle yaşadıklarını, bu işin bütün müslümanların namus ve izzet meselesi olduğunu, bu zilletten kurtulmanın, namuslarını korumanın yolunu mutlaka bulmaları gerektiğini söyleyin).
Şimdi kendi söyleyeceklerimize gelelim
Kudüs müslümanların namusudur, kurtarmak için neler yapabileceğimizi düşünelim.
Dedik ki, Kudüs sadece Filistinlilerin meselesi değildir; müslüman olarak bütünüyle bir ümmetin namus ve onur meselesidir. Bizden alınan ve dibimizde bulunan bir toprak olarak önce bizim, sonra bütün sınır ülkelerin jeostratejik bir hak ve güven meselesidir. Şu andaki haliyle de ayrıca bir insanlık meselesidir. Bu meseleyi halletmede her bakımdan yine en başta biz olmalıyız.
Neler yapılabilir? Bunun için herkes aklına geleni söylüyor. Bu tespitlere devam edilmeli ve böylece en makul ve en sonuç veren çarelere ulaşılmalıdır. Artık bir ucundan da olsa bazı sebeplere sarılarak laf kalabalığını öteye geçmeliyiz. Bendeniz de çare olarak aklıma gelen dokuz on kadar husus tespit ettim. En basitinden başlayarak onları duyarlı vicdanların ıttılaına sunacağım.
Her şeyden önce bu mesele bir iman meselesidir, namus ve onur meselesidir. İman, namus ve onur gibi değerleri olanlar bu zulüm karşısında duyarsız kalamazlar. O halde öncelikle imanımızı gözden geçirmeliyiz; biz nasıl bir Allah’a inanıyoruz? Böyle durumlarda O bizden ne yapmamızı istiyor?
İşte aklıma gelenler:
Her şeyden önce bu hale düşmemizin sebepleri ilmi yollarla teker teker masaya yatırılmalıdır. Bunu yapınca görülecektir ki, asıl sebep bizim gücümüzü kaybetmiş olmamızdır. Bu ‘güç’ içerisinde iman ve özgüven dahil çok şeyler vardır. O zaman da gücümüzü kaybetmemizin sebepleri üzerinde durmamız gerekecektir. Dünyaya hükmeden güçtür. Bu Allah’ın bir kanunudur. Onun için O bize buyurmuştur ki, ‘kendi düşmanlarınızı, Allah’ın düşmanlarını ve sizin bilmediğiniz ama Allah’ın bildiği daha başka düşmanları korkutup caydırabilmek için onlara karşı her türlü gücü hazır bulundurun’.
Bunları daha sonra açacağız ama şimdi yapılabileceklerin en basitinden, her duyarlı müminin başarabileceğinden başlayalım:
Ne söylediğimden emin bir şekilde fetva veriyorum;
Bize düşmanlık yapanlara ekonomik destek anlamına gelen, onların mallarını ve ürünlerini satın alıp tüketmemiz hukuken/kazaen olmasa bile ahlaken/diyaneten haramdır. Bunu olsun yapamayacak bir mümin bulunamaz. Bu konuda duyarsız olan hiç kimse, benim elimden bir şey gelmiyor ki, mazeretine sığınamaz. Çünkü bu yapmakla değil yapmamakla başarılabilecek bir iştir. Bunu kimse hafife almamalıdır. Biz ırk olarak Yahudiliğe ya da bir başka ırka düşman değiliz. Irklar Allah’ın yarattığı gerçeklerdir. Ama kimden olursa olsun, ırk üstünlüğüne ve Siyonizm’e dayalı zulümlere şiddetle karşıyız. Bu da bizim, bütün insanların insan olarak Allah’ın eşit yarattığı kullar olduğu imanımızdan kaynaklanır.
Bu sebeple hangi ülkenin üretimi olursa olsun, Siyonizm’e destek veren bütün ürünleri, bu düşmanlıkları bitinceye kadar boykot etmek zorundayız. Herkes masasında yudumladığı kolanın içinde müslüman kanı olduğu bilinciyle onu içmeli ya da içmemelidir. Çamaşırını yıkadığı deterjanının Filistinli çocukların kemiklerinden üretildiğini var saymalıdır, yaladığı dondurmanın, göğsü yarılıp kalbi çıkarılan bir Filistinli gencin kalbi olduğunu aklına getirmelidir. Üç kuruş daha fazla kazanacağım diye zalimlerin mallarının reklamlarını dükkanına asmamalıdır. Bu başlangıç işin en basitidir. Bunu bile yapamayanlara Allah diğerlerini yapabilme imkânı vermez.
Herkes neyin ne olduğunu biliyor, Siyonizm’i destekleyen ürünlerin listelerini yayınlamak da bir hamakat belirtisi olabilir. Çünkü onlar reklamın kötüsü olmaz diyorlar. Herkes kullandığı ürünün kimin malı olduğunu öğrenecek kadar duyarlı olmalı ve bunu bizzat kendisi bulmalıdır. Bu bilme eylemi dahi bir cehdin/cihadın eseri sayılır.
Bakın her şey ekonomiye bağlı görüldüğü için bizim üniversitelerimizin bir kısmı çocuk ve sivil katliamını kınayan bildiriye dahi imza atamadılar. Bunun adını herkes düşünerek kendisi koysun ve aklını başına toplasın. Allah arzularını/hazlarını ilah edinenlerden söz eder. Resulüllah (sa) altına, gümüşe/paraya, yumuşak döşeklere tapanlardan söz eder. Kim neyi en öncelikli değeri görüyorsa onun ilahı/mabudu odur.
Resulüllah da Yahudilerle alışveriş yapmıştır gibi basit gerekçelerle bu ilk adımın önü kesilmemelidir. Yahudi ile ya da bir başkasıyla alışveriş yapılamayacağını söyleyen bir alim yoktur. Ama Allah (cc) ‘iyilik ve takvada yardımlaşın, günahta ve düşmanlıklarda yardımlaşmayın’, ‘zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa sizi ateş çarpar’ buyuruyor. Gazze’nin üzerinde gördüğümüz alev dağları işte bu ateş cinsindendir.
Heyecanımız bizim çarelerin en basitinde ve avamcasında takılıp kalmamıza sebep oldu. Başka ne olabilir, söyleyeceğiz.
Filistin için çok şey yapılabilir, ama ortak akıl şart
Önceki yazımızda şu üç noktaya vurgu yaptık: Güçlü olma izzet ve onuru korumanın ilk artıdır.Biz Yahudi ırkına değil, Siyonizm zulmüne karşıyız. Elinden hiçbir şey gelmeyen müslüman hiç olmazsa ürünlerini alarak onlara destek olmamalıdır.
Ve dedik ki, Kudüs, mukaddes, yani şirkten, küfürden ve zulümden arındırılmış demektir. O topraklara bu özelliği Allah vermiş, müslümanlara da bunun korunması ve sürdürülmesi görevini yüklemiş. Müslümanlar tarihte bu görevlerini nasıl başardılar, nasıl başaramadılar bilmeliyiz.
Bilindiği gibi Kudüs’ü ilk defa Ömer (ra) fethetti. Onun özelliklerini herkes biliyor; iman, ihlas ve adalet. Şehrin anahtarını almak üzere hizmetçisi ile oraya giderken bile binek olarak bir develeri vardı ve ona nöbetleşe biniyorlardı. Tam şehre girecekleri sıra binme sırası hizmetçisine gelmişti. Onun, Kudüs’ün hakimlerine karşı ayıp olur, sen Emiru’l-müminîn’sin, ben sıramı sana veriyorum diye ısrarına rağmen o izzetin sadece İslam’la olduğunu söyleyerek yürümeyi tercih etti. Şimdi de İslam ülkelerinde Kudüs için bu hasbiliği gösterebilecek liderler lazım. Ama İslam ülkesi var mı, önce bunu düşünmeliyiz.
İkinci olarak Hz. Ömer şehirde İslam’ın hakkaniyetini gösterdi ve oradaki Yahudi ve Hıristiyan halkın temel insan haklarına dokunmadı, mabetlerini yıkmadı, ibadetlerine karışmadı. Sonradan Haçlıların yaptığı gibi herkesi kılıçtan geçirmedi. Bu adalet sürdüğü müddetçe Kudüs mukaddes kaldı. Sonra müslümanlar kendi içlerindekini değiştirdiler ve kanunu gereği Allah da onları değiştirdi, Kudüs’ü tekrar kaybettiler. Hıristiyanlar Haçlı birlikteliği kurarak Kudüs’ü aldılar. Bu defa da Salahaddin Eyyubi Hz. Ömer’i izledi. İslam parçalanmışlığını bir ölçüde önledi ve Kudüs’ü tekrar ‘Kuds’ yaptı. Ve o ‘Mübarek topraklar’ yüzyıllarca böyle devam etti.
Nihayet müslümanların içine kavmiyetçilik girdi ve tekrar affedilemez ölçüde parçalandılar. Düşmanlar da bu ırkçılık belasını körükledi. Bu sefer de Kudüs’ü dünya çapında yine birlikte hareket eden Yahudilere kaptırdılar. Demek ki, Kudüs’e hakim olma bir birliktelik ve bir vahdet meselesidir. Bunu başaran onu elinde tutar.
Şu anda da “İslam ülkeleri” arasında gerçekleştirilecek kısmi de olsa beraberlikler Kudüs’ün kurtarılmasına giden yolun başlangıcı olacaktır. Bunun için neler yapılabilir, birlikte düşünelim.
İslam İşbirliği Teşkilatının bazı sembol meselelerde olsun birlikte hareket etmesi sağlanabilir. Samimiyetle bunun başını çeken bir ülke çıkabilir. Buna öncülük edenler kendi politik çıkarlarından önce Kudüs’ün ve Filistin’in çıkarını hesaba katmalıdırlar. Şu anda Filistin halkı tahammülfersa bir direnç göstermekte ve bunu hala sürdürebilmektedir. Sadece HAMAS olarak değil, önce Filistin içinde birlik kurularak bu direncin desteklenmesi ve sürdürülmesi için maddi ve manevi katkıda bulunulması gerekir.
Mağlubiyetimizin ana sebebi gücümüzü kaybetmiş olmamızdır. Güç her zaman ve zemine göre farklı şeylerle oluşur. Şu anda dijital alemdeki savaş diğerinden çok daha etkili bir şekilde devam ediyor. Siyonistler de nükleer güçlerinden çok bu yolla etkili oluyorlar. İhtimal vermekte zorlanacağımız kadar basit meselelerde bile bu yolla korkunç bir yalan, dedikodu ve dezenformasyon faaliyeti yürütüyorlar.Müslüman yazılımcılar ve bilişim uzmanları ve özellikle de gençler bu konularda güç birliği ve yardımlaşma içinde olabilirler. Etkileyici, gerçekçi kısa videolar gibi araçlarla hem İslam dünyasını hem Batı dünyasını sürekli bilgilendirebilirler. İsrail’in demir kubbelerini ancak bu füzeler delebilir.
Siyonizm ve Antisemitizm dünyaya tanıtılabilir. Neden sadece Yahudi düşmanlığı Antisemitizm olarak gösteriliyor ve onlar aslında bunun yapılmamasını değil yapılmasını istiyorlar? Yahudilerin başka ırklara düşmanlıklarından neden söz edilmiyor? Bu adamlar ne yaptılar da tarihte ilişkili oldukları bütün milletlerce düşman görüldüler ve sürüldüler. Zulme uğradıkları, sürgün edildikleri zamanlar bu onların hangi zulümleri, hangi özellikleri sebebiyle onlara reva görüldü? Tarihte pek çok millet durup dururken mi onları düşman belledi? Bunlar ve benzeri konular gerçek bilgilerle dünyaya anlatılmalıdır.
Bu konularda ‘ortak kelimede’ Hıristiyan dünyasıyla da işbirliği yapılabilir, Siyonizm’in onların da amansız düşmanı olduğu tarihi belgelerle anlatılabilir. Şimdi güçlü olabilmenin ilk kestirme yolu dijital dünyadır ama bu da ortak akılla olmalıdır, hadi gençler, Kudüs’ü siz kurtaracaksınız.
Devam edelim inşallah.
Kudüs’ün kurtuluşu için sesli düşünüyoruz
Karşımızda müslümanların bizzat kendilerinin sebep olduğu bir musibet var ve bundan nasıl kurtulabileceğimizi tartışıyoruz.
Dijital savaştan söz ettik. Şu anda üçüncü dünya savaşının bu yolla yürütülmekte olduğunu söyleyebiliriz. Teknolojinin diğer alanlarında bizim aynı yolu izleyerek Batıya yetişmemiz ve onlarla boy ölçüşmemiz mümkün gözükmüyor. Biz bir adım attığımızda onlar birikimleri sayesinde on adım atıyorlar ve mesafe gittikçe açılıyor. O halde onların düşmanca saldırılarına karşı mücadele, çemberi halka halka geriden izlemekle değil, ancak dairenin son halkasından başlamakla mümkün olabilir. Bu da dijital teknolojidir.
Aslında işi bilen pek çok gencimiz hasbi duygular ve güzel niyetlerle bu alanda çok şeyler yapıyorlar. Çeşitli bilgi siteleri kuruyorlar. Bunlar yerine düşmanlıklara karşı savunma ve karşı atak çalışmaları yapsalar ve bu konuda yardımlaşsalar çok çabuk mesafe alınacağı kanaatimi söylemiştim. Aslında SİHA’larımız, İHA’larımız da böyle bir son halkadan başlama çalışmalarıdır ve etkili olmaktadır.
Müslümanlar birlikte hareket ederler ve ellerinden geleni yaparlarsa Allah’ın yardımını alacakları kesindir. Bunu kendi kısa tarihimizde bile defalarca görmüşüzdür. ‘Nice küçük gruplar Allah’ın izniyle büyük gruplara galip gelmiştir’. ‘Birileri müminlere; insanlar size karşı birleşmişler, bundan korkmalısınız demeleri onların imanlarını artırır ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ derler’ (Âl-i İmran 173). Önce çaba, sonra Allah’a güven ve tevekkül. Bu korkusuzluk onların kalbine korku salacaktır. Onların korkak olduklarını haber veren birden çok ayet vardır. Dünyaperestlik en büyük korkaklık sebebidir. Dünyalık ihtirası en güçlü olan kavmin Yahudiler olduğunu Kuranıkerim haber verir. Bu sebeple en korkak millet de onlardır. Yeter ki, karşılarında sabit kadem müslüman bulsunlar. Eğer şimdi müminler de korkuyorlarsa bu durum onların da diğerlerini izlemesindendir.
‘Hani rabbin meleklere vahyediyordu, ben sizinle beraberim; siz müminlerin kalplerine sebat verin, ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım’ (Enfal 12). Demek ki, bu destek müminlerin sebatına bağlı bir destektir. Bir fıkra olarak anlatırlar ki, Arapların İsrail karşısında 67 hezimeti üzerine bir Yahudi sorar, hani Allah meleklerini gönderir ve müslümanlara yardım ederdi, ne oldu? Karşısındaki cevap verir: Allah sözünde durur, O meleklerini yine göndermiştir ama onlar hangi tarafın müslüman olduğunu anlayamadıkları için geri dönüp gitmişlerdir.
Neler yapılabilir diyorduk. Batının hatta Yahudilerin bazı insaflı bilim adamlarını ve düşünürlerini de davet ederek uluslararası konferanslar düzenlenip Siyonizmin zulmü dünyaya anlatılabilir. Batıda ve özellikle ABD’de kurulacak dernek ve lobilerle böyle bilgilendirme faaliyetleri yürütülebilir. Daha önce de dediğimiz gibi, farklı dillerde kısa videolarla dünya kamuoyu bilgilendirilebilir. Ortada bu yükü omuzlayacak bir İslam devleti yok demeden, kapitalistler gibi ekonomik kayıplarından korkmayan müslüman zenginler, STK’lar bu işin öncülüğünü yapabilirler.
Ve mevcut şartlar altında hepsinden daha önemli ve daha etkili olacak olan ise müslüman alimler birliğinin bu işe sistematik biçimde, her ülkenin alimleri ile irtibatlı olarak öncülük etmesidir. En etkili ve düşmana korku salan güç birlikte hareket eden alimler olacaktır. Ancak bunun iki temel şartı vardır: Bir, alimler fırkaların ve “cemaatlerin” değil ümmetin alimi olmalıdırlar. İki, siyaset üstü olmayı başarabilmelidirler. Öyle sanıyorum ki, uyanış buraya doğru gitmektedir ve bu bir gün mutlaka başarılacak ve ümmetin uyanışı sağlanacaktır.
Kısa vadede Filistin’e ve özellikle Gazze’ye bir barış gücü göndermenin yolu mutlaka bulunmalıdır. İsrail’e sınırı bulunan ülkelerle dostça geçinmenin yolları tesis edilmeli ve onların Yahudi saldırılarına karşı koyma gücü maddeten ve manen desteklenmelidir.
Diğer bazı İslam ülkeleriyle bu yolda kısmi işbirliği yapılması da etkili olur.
Elinden hiçbir şey gelmeyenler en azından heyecanlarını canlı tutmanın yollarını ararlar, hiç olmazsa kalbi mukavemetlerini korurlar. Yine de bir şey yapamıyorlarsa esir hükmündedirler ve ellerini açıp dua ederler, ‘hasbunellahü ve nime’l-vekil’ derler. Ama bu da Resulüllah’ın şerefli ifadeleriyle ‘imanın en zayıf noktasıdır’. Ya bir de bunu bile hissetmeyen müslümanları düşünün ve adını beraber koyalım.
Bizim aklımıza gelenler şimdilik bunlar, buyurun ne yapılacağına karar verin.
Yahudilerin ikinci ve son fesadı ve bir tefsir nüktesi
Bugünlerde -bi-iznillah- basımı bitmek üzere olan meal ve kısa tefsir çalışmamızı yaparken İsra Suresinin birinci sayfasında anlatılanlara dair 2017’de (İsra Suresi, Kudüs ve Yahudilerin ikinci fesadı) başlıklı bir yazı yazmıştım. Demek ki, o zaman bu çalışmamızda İsra Suresinin sonuna henüz ulaşmamış ve oradaki ilginç göndermeyi fark etmemiştim. Meselenin esası şu:
İsra Suresi’nin başlarında surenin başında Allah (cc) doğrudan Yahudilere hitap ederek yer yüzünde iki defa fesat çıkaracaklarını, birinci fesadın zamanı geldiğinde üzerlerine ‘güçlü kuvvetli’ kullarını gönderdiğini ve onların Yahudilerin evlerini köşe bucak arayıp her şeyi tarumar ettiklerini, bunun olup bittiğini söyler. Bu cezalandırmanın genellikle Yahudilere reva görülen Babil Sürgünü olduğu kabul edilir. Ve sonra Allah şöyle buyurur:
‘Bunun ardından biz onlara karşı size tekrar ikbal verdik, servetinizi ve nüfusunuzu artırdık, sizi daha çok sayıda topluluklar yaptık’ (Ayet 6). Buradaki mazi kipini gelecek olarak düşünmeliyiz.
Bu ayette dikkat çeken kelime ‘topluluklar’ diye çevirdiğimiz ‘nefîr’ kelimesidir. Bu ifade Yahudilerin dünyanın her tarafına dağılıp oralarda çoğalacaklarına ve farklı topluluklar oluşturacaklarına, böylece sayılarının artacağına işaret eder. Çünkü nefîr/nefer kelimesinde, birazda korku ve endişe ile toparlanıp bir yere gitme, göçme anlamı vardır (krş. Râgib). Demek ki, burada Yahudilerin korku içinde dünyaya dağılacaklarına ve dünyanın her tarafında gettolar oluşturacaklarına işaret ediliyor. Ardından şöyle buyrulur:
‘İyilik yaparsanız kendinize iyilik yapmış olursunuz, kötülük yaparsanız da kendinize. Ama ‘sonuncunun zamanı’ geldiğinde; bu sefer yüzünüzü rüsvay etmek, mescide ilk girdikleri gibi tekrar girmek ve ele geçirdiklerini yerle bir etmek için gelmiş olacaklar’ (Ayet 7). Demek ki, öncelikle ırk olarak Yahudilere bir garaz yoktur, ceza kötülükler karşılığındadır. Ayrıca bu ikinci fesat ve ceza onların son fesadı ve cezası olacaktır.
Ayette Yahudilerin bu ikinci fesadı ne zaman yapacakları ve bu hezimeti kimden görecekleri belirtilmez. Ama bunun da ancak ‘güçlü kuvvetli’ olanlarca yapılacağı anlaşılabilir. Demek ki, onların fesadını durdurabilmek için güçlü olmak gerekir. Ayrıca bu gelenlerin mescide gireceklerinin söylenmesi de iki ihtimali akla getirir: Ya oraya girenler eskiden olduğu gibi mescide ibadet maksadıyla, ayrıca İsrail oğullarını cezalandırmak için gireceklerdir ki, bu durumda onlar müslümanlar olmuş olacaktır. Yahudi ile olacak umumi savaş hadisi şerifine bakılırsa bunların müslümanlar olacağı daha makul bir ihtimaldir. Ya da mescidi bile tahrip etmek için gireceklerdir. O halde de bunlar başka bir millettir ve bu ihtimale göre Mescid-i Aksa’nın tahribi mukadderdir.
Sure başka konuların araya girmesiyle devam eder ve sonuna yakın bir yerde söz tekrar Hz. Musa ve Yahudilere getirilir.
‘Vakıa biz Musa’ya dokuz açık mucize vermiştik. Sen bunu onun peygamber olarak geldiği İsrailoğulları’na sorabilirsin. Hani o zaman Firavun ona, ben seni kesin büyülenmiş biri olarak görüyorum, ey Musa demişti. O da şöyle cevap vermişti; aslında bunları ancak göklerin ve yerin rabbinin, ikna edici birer delil olarak indirdiğini sen de iyi anlamışsındır. O halde ey firavun, ben de seni artık helak olmuş biri olarak görüyorum. Bunun üzerine Firavun onları taciz edip ülkeden (Mısır’dan) çıkarmayı planladı ve biz onu da beraberindekileri de hepsini birden suya gark ettik. Ve ardından İsrailoğulları’na, siz o ülkeye (Filistin’e) yerleşin dedik, ‘sonuncunun zamanı’ geldiğinde ise biz hepinizi dürüp bir araya getireceğiz (101-14).
İşte dikkat çeken ifade, surenin bu son ayetlerindeki ‘va’dül-ahireti / sonuncunun zamanı’ ifadesidir. Bu ifadeyi müfessirlerin hemen hepsi son vade, yani ahiret günü olarak anlamışlar. Yani artık kıyamet kopunca hepinizi bir araya getirip size hak ettiğiniz cezayı vereceğiz denmek istendiğini düşünmüşler. Ama fakire göre surenin başındaki ‘va’dül-âhireti’ ile bunun aynı şey olduğu açıktır. O halde bunu Kıyamet değil de İsrail oğullarının sözü edilen ikinci yükselişi ve ardından ikinci fesatlarının vadesi/zamanı olarak anlamak daha uygun gözüküyor. Tefsirler içerisinde bu manaya Beyzavi, Ebussuud ve Âlusî sadece ihtimal vermiş, Mekkî en-Nasıri ise bunu açıkça söylemişler. Yani Yahudiler ikinci yükselişleri, -ulüv ifadesi yükselişi büyüklenmeleri diye anlamaya da müsaittir- Filistin’de toplanmalarıyla gerçekleşecek ve fesada devam ederlerse bu artık onların sonu olacaktır. ‘Lefîf’ lahana yaprakları gibi parçaların toparlanıp bir araya gelmesini anlatır.
Faruk Beşer