“Nurettin Şirin gibi “karikatürler”in anlamadığı, ya da anlamazdan geldiği hususiyet tam da budur: İran artık, Türkiye’deki etkisini “İran İslam Devrimi hayranı kullanışlı dindarlar”dan değil; dümdüz sekülerlerden devşirmektedir.”
İsmail Kılıçarslan yazısında, İran'ın her türlü İslam ümmetine ve insanlığa yapmış olduğu zulüm ve fitnelerine rağmen, hala ülke içinde İran'ın ajanlığını yapmaya kendini adamış ve İran'ı sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye yeminli kesimleri eleştiriyor.
Yeni Şafak / İsmail Kılıçarslan
Ne İran imiş be arkadaş!
İran’ın başarısız etki ajanı Nurettin Şirin’in “paralel evren”de ortaya koyduğu başarısız skeci bilmem izlediniz mi? Şirin’e göre sütte leke var, İran’da yok. Meğer İran, dünyanın dört bir yanındaki mazlum Müslümanlara kol kanat geren, onlarla ekmeğini-aşını paylaşan, emperyalizme karşı savaşan, Bosna’dan Arakan’a, Kafkasya’dan Afrika’ya bütün mazlumların hamiliğini yapan bir devletmiş.
Hadi diyelim Nurettin Şirin, -bence kendisi de zerre kadar inanmadan- bu başarısız skeci sahneye koyuyor. Belki de vazifesi yahut kendini vazifeli hissettiği şey bu… Seneler içerisinde dünyanın en mezhepçi, en eli kanlı emperyalist odaklarından biri haline gelmiş İran’a sırf Türkiye ile çatışıyor diye destek vermeye çalışan bizim sekülerlere ne oluyor peki?
Tek bir soru sormak gerekir: “Delirdiniz mi?”
Bu İran dediğiniz emperyalist odak, tam da şu an, halkının çoğu Müslüman ve dahası Şii olan Azerbaycan şurada dururken Ermenistan’a TIR’larla silah gönderiyor yahu. Daha iki gün önce kızgın İran Türklerinin Ermenistan’a giden silah TIR’larını durdurup ateşe verdiğini gördük.
Kendi kadim akaid metinlerinde “Şia fırkası sayılmadıkları gibi Müslüman da sayılmazlar” fetvasının bulunduğu aNusayrilere destek vererek Suriye cihadının içine eden, eli kanlı katil Kasım Süleymani önderliğinde on binlerce Suriyeliyi katleden, bunu saklamak şöyle dursun bununla gurur duyan İran’dır.
Suudi Arabistan’la “kötülük organizasyonu” alanında birlik olup “barıştan başkasını bilmeyen” Yemen’i laboratuvar haline getiren, on binlerce çocuğun, kadının, yaşlının açlıktan ölmesi sonucunu doğuran İran’dır.
2002’de, vefatından hemen önce, rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in niçin “Bosna’da savaşan yabancılar memleketlerine dönsün yasası” çıkardığını biliyor musunuz? Çünkü bu İran, Bosna’ya silah vermenin karşılığını “Bosna’yı Şiileştirme” programı uygulayarak almak istedi. Bir başka programı Vahhabileştirme konusunda Suud yürüttü. İnsanları 600 yıldır Sünni olan Bosna’da bugün “biz Şiiyiz”, “biz selefiyiz” diye dolanan ahmaklar görüyoruz. “Mazlum Müslümanlara yardım”mış! Aliya bu akıl hastalarını Bosna’dan kovmayı ve etkilerini bunca azaltmayı başaramasaydı bugün Bosna’da birbirini kesen Şiiler ve Vahhabiler görecektik. Bir mezhep savaşına tanık olacaktık. Yardım adı altında saçma sapan ideolojilerini ihraç etmeye çalıştılar Bosna’ya.
“Dünyanın vicdansızlığını” derinleştiren ülkelerden biridir İran. Bir gram fazlası değil. Sadece çıkarlarını gözeten, çıkarlarını gözetirken aynı dinmiş, benzer etnik kökenmiş, hatta -son Ermenistan tavrında gördüğümüz üzere- aynı mezhepmiş bile gözetmeyen bir vicdansızlık. “Mağdur-mazlum” tanımını sürekli değiştiren ve bunu yaparken de sanki Amerikan düşmanıymış, sanki emperyalizm karşıtı imiş numarası çeken bir emperyalist odaktır.
80’li yıllar boyunca Türkiye’de İran’a bir sempati besleyen, Şii-Sünni yakınlaşmasını dünya Müslümanları için bir umut olarak gören insanların bütün umudunu paramparça etti İran. Ahmak mezhepçiliğini derinleştirdikçe Müslüman coğrafyalarda işler daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Afganistan’ı nasıl haraç mezat sattığı dün gibi aklımızda mesela… Irak’ta Amerika’nın işini nasıl kolaylaştırdığı, Irak’ın mazlum halkını nasıl daha da mazlum hale getirdiği dün gibi aklımızda…
Geldik meselenin ek yerine. Meselenin ek yeri şurasıdır. İran isimli emperyalist niyetlerini hiç gizlemeyen, gizleme ihtiyacı duymayan bu ülkenin, ülkemizde aklımızın hayalimizin alamayacağı kadar çok “etki ajanı” olduğunu düşünüyorum. 2000’li yıllar boyunca Türkiye’deki sekülerlere “Alevilik” gibi, Şia ile ilgisi sıfır bir mesele üzerinden yanaşmayı, yaklaşmayı başardılar. Kanaatim odur ki ülkemizdeki DHKP-C, MLKP gibi mezhepçi terör örgütleri ile olağanüstü yakınlaşmalar geliştirdiler. Suriye konusunda ise ülkemizdeki Nusayri vatandaşların zihinlerini forse etmeyi başardılar.
Nurettin Şirin gibi “karikatürler”in anlamadığı, ya da anlamazdan geldiği hususiyet tam da budur: İran artık, Türkiye’deki etkisini “İran İslam Devrimi hayranı kullanışlı dindarlar”dan değil; dümdüz sekülerlerden devşirmektedir.
Ve son söz: İran, insanlığın ve İslam ümmetinin iyiliği için “devre dışı bırakılması” gereken bir kötülük organizasyonunun adıdır. Bunun böyle olduğunu “yalın bir gerçek” olarak kabul etmeden İran’la alınabilecek hiçbir mesafe de yoktur.
İsmail Kılıçarslan yazısında, İran'ın her türlü İslam ümmetine ve insanlığa yapmış olduğu zulüm ve fitnelerine rağmen, hala ülke içinde İran'ın ajanlığını yapmaya kendini adamış ve İran'ı sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye yeminli kesimleri eleştiriyor.
Yeni Şafak / İsmail Kılıçarslan
Ne İran imiş be arkadaş!
İran’ın başarısız etki ajanı Nurettin Şirin’in “paralel evren”de ortaya koyduğu başarısız skeci bilmem izlediniz mi? Şirin’e göre sütte leke var, İran’da yok. Meğer İran, dünyanın dört bir yanındaki mazlum Müslümanlara kol kanat geren, onlarla ekmeğini-aşını paylaşan, emperyalizme karşı savaşan, Bosna’dan Arakan’a, Kafkasya’dan Afrika’ya bütün mazlumların hamiliğini yapan bir devletmiş.
Hadi diyelim Nurettin Şirin, -bence kendisi de zerre kadar inanmadan- bu başarısız skeci sahneye koyuyor. Belki de vazifesi yahut kendini vazifeli hissettiği şey bu… Seneler içerisinde dünyanın en mezhepçi, en eli kanlı emperyalist odaklarından biri haline gelmiş İran’a sırf Türkiye ile çatışıyor diye destek vermeye çalışan bizim sekülerlere ne oluyor peki?
Tek bir soru sormak gerekir: “Delirdiniz mi?”
Bu İran dediğiniz emperyalist odak, tam da şu an, halkının çoğu Müslüman ve dahası Şii olan Azerbaycan şurada dururken Ermenistan’a TIR’larla silah gönderiyor yahu. Daha iki gün önce kızgın İran Türklerinin Ermenistan’a giden silah TIR’larını durdurup ateşe verdiğini gördük.
Kendi kadim akaid metinlerinde “Şia fırkası sayılmadıkları gibi Müslüman da sayılmazlar” fetvasının bulunduğu aNusayrilere destek vererek Suriye cihadının içine eden, eli kanlı katil Kasım Süleymani önderliğinde on binlerce Suriyeliyi katleden, bunu saklamak şöyle dursun bununla gurur duyan İran’dır.
Suudi Arabistan’la “kötülük organizasyonu” alanında birlik olup “barıştan başkasını bilmeyen” Yemen’i laboratuvar haline getiren, on binlerce çocuğun, kadının, yaşlının açlıktan ölmesi sonucunu doğuran İran’dır.
2002’de, vefatından hemen önce, rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in niçin “Bosna’da savaşan yabancılar memleketlerine dönsün yasası” çıkardığını biliyor musunuz? Çünkü bu İran, Bosna’ya silah vermenin karşılığını “Bosna’yı Şiileştirme” programı uygulayarak almak istedi. Bir başka programı Vahhabileştirme konusunda Suud yürüttü. İnsanları 600 yıldır Sünni olan Bosna’da bugün “biz Şiiyiz”, “biz selefiyiz” diye dolanan ahmaklar görüyoruz. “Mazlum Müslümanlara yardım”mış! Aliya bu akıl hastalarını Bosna’dan kovmayı ve etkilerini bunca azaltmayı başaramasaydı bugün Bosna’da birbirini kesen Şiiler ve Vahhabiler görecektik. Bir mezhep savaşına tanık olacaktık. Yardım adı altında saçma sapan ideolojilerini ihraç etmeye çalıştılar Bosna’ya.
“Dünyanın vicdansızlığını” derinleştiren ülkelerden biridir İran. Bir gram fazlası değil. Sadece çıkarlarını gözeten, çıkarlarını gözetirken aynı dinmiş, benzer etnik kökenmiş, hatta -son Ermenistan tavrında gördüğümüz üzere- aynı mezhepmiş bile gözetmeyen bir vicdansızlık. “Mağdur-mazlum” tanımını sürekli değiştiren ve bunu yaparken de sanki Amerikan düşmanıymış, sanki emperyalizm karşıtı imiş numarası çeken bir emperyalist odaktır.
80’li yıllar boyunca Türkiye’de İran’a bir sempati besleyen, Şii-Sünni yakınlaşmasını dünya Müslümanları için bir umut olarak gören insanların bütün umudunu paramparça etti İran. Ahmak mezhepçiliğini derinleştirdikçe Müslüman coğrafyalarda işler daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Afganistan’ı nasıl haraç mezat sattığı dün gibi aklımızda mesela… Irak’ta Amerika’nın işini nasıl kolaylaştırdığı, Irak’ın mazlum halkını nasıl daha da mazlum hale getirdiği dün gibi aklımızda…
Geldik meselenin ek yerine. Meselenin ek yeri şurasıdır. İran isimli emperyalist niyetlerini hiç gizlemeyen, gizleme ihtiyacı duymayan bu ülkenin, ülkemizde aklımızın hayalimizin alamayacağı kadar çok “etki ajanı” olduğunu düşünüyorum. 2000’li yıllar boyunca Türkiye’deki sekülerlere “Alevilik” gibi, Şia ile ilgisi sıfır bir mesele üzerinden yanaşmayı, yaklaşmayı başardılar. Kanaatim odur ki ülkemizdeki DHKP-C, MLKP gibi mezhepçi terör örgütleri ile olağanüstü yakınlaşmalar geliştirdiler. Suriye konusunda ise ülkemizdeki Nusayri vatandaşların zihinlerini forse etmeyi başardılar.
Nurettin Şirin gibi “karikatürler”in anlamadığı, ya da anlamazdan geldiği hususiyet tam da budur: İran artık, Türkiye’deki etkisini “İran İslam Devrimi hayranı kullanışlı dindarlar”dan değil; dümdüz sekülerlerden devşirmektedir.
Ve son söz: İran, insanlığın ve İslam ümmetinin iyiliği için “devre dışı bırakılması” gereken bir kötülük organizasyonunun adıdır. Bunun böyle olduğunu “yalın bir gerçek” olarak kabul etmeden İran’la alınabilecek hiçbir mesafe de yoktur.