kervan
Aktif Üye
- Katılım
- 2 Haz 2020
- Mesajlar
- 937
- Tepkime puanı
- 2,385
- Puanları
- 93
- Cinsiyet
Mal ve Mülk Sevdası
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Onlardan kimi de, Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye
Allah'a and içti. Fakat Allah lütfundan onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” (Tevbe, 75-76)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır…” (Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV, 370-372.)
Medîne müslümanlarından olan Sâlebe'nin, mala-mülke karşı aşırı derecede hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu. Bunun için Rasûlullâh (sav)'den duâ istedi.
Onun bu talebine Allâh Rasûlü (sav) şöyle cevap verdi:
"-Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır..."
Bu ifâde üzerine isteğinden vazgeçen Sâlebe, bir müddet sonra hırsının yeniden depreşmesi ile tekrar Rasûlullâh (sav)'e gelip:
"-Yâ Rasûlallâh! Duâ et de zengin olayım!" dedi.
Bu defâ Hazret-i Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"-Ben senin için kâfî bir örnek değil miyim? Allâh'a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp gideceklerdi; fakat ben müstağnî kaldım."
Sâlebe, yine isteğinden vazgeçti. Fakat içindeki ihtiras fırtınası dinmiyordu. Kendi kendine; "Zengin olursam, fakîr fukarâya yardım
eder, daha çok ecre nâil olurum!" şeklinde zannî bir sebebe sarılmış ve nefsinin şiddetli talebine yenilmiş olarak üçüncü kez Hazret-i Peygamber (sav)'in yanına gitti ve:
"-Seni hak peygamber olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakîr fukarâyı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim!.." dedi.
Nihâyet bu kadar ısrar karşısında Allâh Rasûlü (sav):
"-Yâ Rabbî! Sâlebe'ye istediği dünyâlığı ver!" diye duâ eyledi.
Çok geçmeden bu duâ vesîlesiyle Allâh Teâlâ, Sâlebe'ye büyük bir zenginlik ihsân etti. Sürüleri dağı taşı doldurdu. Lâkin o âna
kadar "mescid kuşu" ifâdesi ile vasıflandırılan Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemâati aksatmaya başladı.
Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.
Bir gün onun durumunu sorup öğrenen Allâh Rasûlü (sav):
"-Sâlebe'ye yazık oldu!.." buyurdular.
Sâlebe'nin gaflet ve cehâleti, bu yaptıklarıyla kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen memûrlara:
"-Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!" deyip, daha evvel vereceğini va'dettikleri şöyle dursun, fakîr fukarânın âyetle
sâbit olan asgarî hakkını dahî vermekten kaçınacak kadar ileri gitti. Münâfıklardan oldu. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Ekim-2000)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Mecîd:
Fiilleri güzel, lütuf, keremi çok, şanı büyük, yüce, kadri çok büyük, medh ve övülmesinde ortağı bulunmayan demektir.
Kısa Günün Kârı
Cenâb-ı Hakk'dan bir şey isterken onun hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olduğu hususunda aklımıza gereğinden fazla güvenerek
ısrarcı olmak yerine talebimizin ind-i ilâhîde makbûl ise kabûlünü istemeliyiz. Aksi halde lutuf içine saklanmış kahırları
görememekten dolayı başımıza çâresiz dertler açarız.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Onlardan kimi de, Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye
Allah'a and içti. Fakat Allah lütfundan onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” (Tevbe, 75-76)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır…” (Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV, 370-372.)
Medîne müslümanlarından olan Sâlebe'nin, mala-mülke karşı aşırı derecede hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu. Bunun için Rasûlullâh (sav)'den duâ istedi.
Onun bu talebine Allâh Rasûlü (sav) şöyle cevap verdi:
"-Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır..."
Bu ifâde üzerine isteğinden vazgeçen Sâlebe, bir müddet sonra hırsının yeniden depreşmesi ile tekrar Rasûlullâh (sav)'e gelip:
"-Yâ Rasûlallâh! Duâ et de zengin olayım!" dedi.
Bu defâ Hazret-i Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"-Ben senin için kâfî bir örnek değil miyim? Allâh'a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp gideceklerdi; fakat ben müstağnî kaldım."
Sâlebe, yine isteğinden vazgeçti. Fakat içindeki ihtiras fırtınası dinmiyordu. Kendi kendine; "Zengin olursam, fakîr fukarâya yardım
eder, daha çok ecre nâil olurum!" şeklinde zannî bir sebebe sarılmış ve nefsinin şiddetli talebine yenilmiş olarak üçüncü kez Hazret-i Peygamber (sav)'in yanına gitti ve:
"-Seni hak peygamber olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakîr fukarâyı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim!.." dedi.
Nihâyet bu kadar ısrar karşısında Allâh Rasûlü (sav):
"-Yâ Rabbî! Sâlebe'ye istediği dünyâlığı ver!" diye duâ eyledi.
Çok geçmeden bu duâ vesîlesiyle Allâh Teâlâ, Sâlebe'ye büyük bir zenginlik ihsân etti. Sürüleri dağı taşı doldurdu. Lâkin o âna
kadar "mescid kuşu" ifâdesi ile vasıflandırılan Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemâati aksatmaya başladı.
Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.
Bir gün onun durumunu sorup öğrenen Allâh Rasûlü (sav):
"-Sâlebe'ye yazık oldu!.." buyurdular.
Sâlebe'nin gaflet ve cehâleti, bu yaptıklarıyla kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen memûrlara:
"-Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!" deyip, daha evvel vereceğini va'dettikleri şöyle dursun, fakîr fukarânın âyetle
sâbit olan asgarî hakkını dahî vermekten kaçınacak kadar ileri gitti. Münâfıklardan oldu. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Ekim-2000)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Mecîd:
Fiilleri güzel, lütuf, keremi çok, şanı büyük, yüce, kadri çok büyük, medh ve övülmesinde ortağı bulunmayan demektir.
Kısa Günün Kârı
Cenâb-ı Hakk'dan bir şey isterken onun hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olduğu hususunda aklımıza gereğinden fazla güvenerek
ısrarcı olmak yerine talebimizin ind-i ilâhîde makbûl ise kabûlünü istemeliyiz. Aksi halde lutuf içine saklanmış kahırları
görememekten dolayı başımıza çâresiz dertler açarız.