Kıyamet alametleri deyince ne anlıyoruz? Küresel kıyametin alameti olur mu?
(علامة) “alâmet” kelimesi sözlükte; nişâne, işâret ve iki yer arasındaki sınır anlamlarına gelmekte olup, çoğulu
(علامات) “alâmât”tır.
(علامة القيامة) “alâmetü’l-kıyâme” ise; alâmet kelimesinin kıyâme ismine izâfe edilmesi sonucu oluşturulan bir terkiptir ve;
“kıyâmetin yaklaştığına delâlet eden işâret ve alâmetler” mânâsına gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de kıyâmetin mutlaka vukû bulacağı
ve yakın olduğu,
o günün çok dehşetli ve acı bir gün olacağı
dile getirilmekte, kıyâmetin başlangıç safhası ve bu kopuş anındaki kozmolojik değişimler tasvir edilmekte,
ancak doğrudan “kıyâmet alâmetleri”nin neler olduğu konusuna ise temas edilmemektedir.
Her ne kadar “duhân”, “dâbbe” ve “ye’cüc ve me’cüc” kelimeleri
Kur’an-ı Kerim’de geçse de bunlarla “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini ifade etmemiz güç görünmektedir.
Hadislerde ise durum epeyce farklı olup, kıyâmet öncesi yaşanılacak olaylar ve bunların nasıl gerçekleşeceği bir takım sembollerle ve bazende detaylandırılarak anlatılmaktadır. Nitekim, bu tür rivâyetlere dayanılarak ilk dönemlerden
günümüze
gelinceye kadar “kıyâmet alâmetleri” konusunda müstakil eserlerin yazıldığı görülmektedir.
.
Rivâyetlerde geniş bir yer bulan bu “kıyâmet alâmetleri”nin doğruluğunu kanıtlamak maksadıyla
Kur’an-ı Kerim’deki bazı âyetlerin ilk dönemlerden günümüze gelinceye kadar yorumlanmaya çalışıldığı, herkesin kendi görüşünü destekleyecek tarzda âyetlerin tefsirine yöneldiği görülmektedir.
Nitekim
Kur’an-ı Kerim’de, Muhammed sûresinde
geçen “eşrat” kelimesinin “
iz, alâmet, belirti ve işâret” gibi mânâlara geldiğini söyleyenler, bununla Hz. Peygamber’in haber verdiği “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini ifâde etmektedirler.
Oysa geçen yüzyılın büyük müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır, (1361/1942) âyette belirtilen alâmetlerin Hz. Peygamber’in o dönemde gösterdiği mûcizeler olduğunu, ancak buna rağmen müşriklerin îman etmediklerini, âyette zikredilen saati; “
sâat-i kübrâ” olarak değerlendirmelerinin yanlış olduğunu, bunu kendi kıyâmetlerinin kopması şeklinde anlamalarının daha mâkul ve isâbetli olacağını ifâde etmektedir. Esasında “eşrat” ile kastedilenin;
mü’minlerin ilerlemelerinin ve parlak istikballerinin belirtileri ve müşriklerin şaşkınlıklarını anlatan alâmetler olduğunu söylemektedir. Ancak onların bu açık işâretleri gördükleri halde bilfiil kendi başlarına kıyâmet kopmadan da buna inanmayacakları belirtmektedir.
Günümüz müfessirlerinden bazıları da “eşrat” ile ileride vukû bulacak “kıyâmet alâmetleri”nin kastedilmediğini, Hz. Peygamber zamanında vâki olan şeylerin anlatıldığını ve bunun da inkarcıların başına inecek belâ ve azap olduğunu belirtmektedir.
Bazıları ise “eşrat”ı, “
son saatin kaçınılmazlığı ile ilgili bir çok Kur’ânî haberin şimdiden gelmesi” ve “her ön yargısız zihnin, bütün mahlûkatın maddî anlamdaki gelip-geçiciliğini görmesini sağlayan açık işâretler” şeklinde anlamaktadır.
Dolayısıyla, “eşrat”ı, son peygamberin gelmesi, onun getirdiği kitap ve bu kitapta kıyâmetin kopacağı ile ilgili açık âyetler şeklinde anlamak da mümkündür. Bu işâretler, kıyâmetin kopma şartlarının tamamlandığını ve artık her an bunun gerçekleşme ihtimalinin bulunduğunu haber vermektedir.
Netice îtibârıyla, mutlak sûrette kopacak olan “küresel kıyâmet”in beklenilen alâmetleri son peygamber’in gelişi ile on dört asır önce tamamlanmış olup bu bağlamda başka alâmetler beklemeye gerek olmadığı ifâde edilebilir.
En’âm sûresinde
geçen “âyât”ı ise, “işâretler” mânâsına anlayan müfessirler bununla da hadiste haber verilen “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini ifâde etmektedirler.
Oysa bu “âyât”la kastedilenin hesap gününü bildiren ve kıyâmetin kopmaya başlamasıyla ortaya çıkacak
fizîkî değişimlere işâret olduğu,
kıyâmetin koptuğu andaki bu işâretlerin görülmesiyle birlikte
gayb perdesinin kalkacağı, dolayısıyla îmânın bir fayda vermeyeceği ifâde edilmektedir.
Yazır, bu işâretlerin görülmesiyle birlikte yapılan îmânla ilgili olarak “
Olacak olmağa başladıktan sonra inanmakta fâide yoktur. Olacağa olmadan evvel inanmalı ki zararından kurtulmak için işe yarayacak tedârükatta bulunulabilsin” demektedir.
Netice îtibârıyla buradaki “âyât”ı, kişinin
ecelinin gelmesi, ölüm meleğini görmesi,
kesin olarak öleceğini anlaması ve helâkının işâretlerini yakînen müşahede etmesi şeklinde anlamak da mümkündür. Zîra, bu işâretlerin görülmesiyle ye’s hali başlamakta, “
kıyâmet-i suğrâ” gerçekleşmekte ve böyle bir anda yapılan îmân kişiye hiçbir fayda sağlamamaktadır. Nitekim, Firavun’un böyle bir anda iken yaptığı îmânın onun kurtuluşu için yeterli olmadığı bilinmektedir.
Dolayısıyla bu âyette “kıyâmet alâmetleri”nden bahsedilmemektedir. Şâyet böyle olsaydı âyetin devamında buna bir işâret söz konusu olabilirdi. Oysa Yüce Allah, Hz. Peygamber’e herhangi bir vakit ya da alâmet bildirmemekte, aksine şöyle demesini istemektedir:
“De ki: ‘Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz.’” Bu itibarla, âyeti delil göstererek bununla “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini söylemek mümkün görünmemektedir.
Kamer
ve Enbiyâ sûrelerinde
geçen “iktirâb” kelimesinin de kıyâmetin yaklaştığını haber verdiği, dolayısıyla bu yakınlığı ifâde eden emârelerin söz konusu olduğu, bunların da hadislerde belirtilen “kıyâmet alâmetleri” olduğu şeklinde yorumlar yapılmaktadır.
Oysa, âyetlerde geçen bu kelimeden hareketle, hadislerde belirtilen “kıyâmet alâmetleri”ne işâret edildiği sonucuna varmanın âyetlerin zâhiri anlamlarını zorlamaya çalışmak olduğu ifâde edilebilir. Zîra, burada açıkça “kıyâmet alâmetleri” mânâsına gelecek bir ibâre söz konusu değildir. Aksine kıyâmetin yaklaşmasıyla vukû bulacak kozmolojik olaylardan
birisi olan ayın yarılmasına işâret vardır. Nitekim ayın geçmişte Hz. Peygamber’in gösterdiği mûcize ile yarılmış olduğunu
dile getiren anlayışlar ve yorumlar bulunduğu gibi, bu âyette belirtildiği üzere
kıyâmetin yaklaşmasıyla tekrar yarılıp parçalanacağını söyleyenler de vardır.
Nitekim bu yarılmanın “Son Saat” yaklaştığında ve bu süreç başladığında meydana geleceği ifâde edilmektedir.
“
Son Saat”in yaklaşmasına ya da yakınlığına ilişkin Kur’ânî atıfların hiç biri beşerî zaman kavramıyla bağdaşmadığına göre, “Son Saat”in vukûu, insan için belirsiz -beşerî deyimlerle ifâdeye çalışıldığında belki çok uzun- bir süreyi kapsamaktadır.”
Sonuç olarak söz konusu âyetlerden de
hadiste belirtilen “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiği sonucunu çıkarmak mümkün olmamaktadır.
selam ve dua ile...
(Geniş bilgi için bkz.
Dr. Ahmet Emin SEYHAN,
Hadislerde Kıyamet Alametleri, Moralite yay. İstanbul, 2006, s. 165-168)
İBN MANZÛR, XII, 416-420; RÂGIB el-ISFAHÂNÎ, s. 514.
Hicr, 15/85; Kehf, 18/21; Tâhâ, 20/15; Hac, 22/7; Gâfir, 40/59; Zâriyât, 51/6; Mürselât, 77/7. Ayrıca bkz. Enbiyâ, 21/97; Tûr, 52/7; Meâric, 70/1-2.
Enbiyâ, 21/1, 97; Kamer, 54/1.
Kamer, 54/46.
İbrâhim, 14/48; Tâhâ, 20/105-107; Enbiyâ, 21/104; Hac, 22/1-2; Zümer, 39/68; Tûr, 52/9-11; Kamer, 54/1; Rahmân, 55/35, 37; Vâkıa, 56/1-6; Hâkka, 69/1-3, 13-16; Meâric, 70/8-9; Müzzemmil, 73/14,17-18; Mürselât, 77/8-11; Nebe, 78/18-20; Abese, 80/33; Tekvîr, 81/1-7, 11-13; İnfitâr, 82/1-5; İnşikâk, 84/1-5; Zilzal, 99/1-6; Kâria, 101/1-5.
Nuaym b. Hammad, (228/843) Şeyh Sadûk, (381/991) Abdülganî b. Abdulvahid el-Makdîsî, (600/1203) Kurtûbî, (671/1273) Yûsuf b. Yahya es-Sülemî (685/1286) ve Muhammed Rasûl el-Berzencî (1103/1691) gibi bir çok müellif müstakil eserler yazmışlardır.
Günümüzde de “kıyâmet alâmetleri” konusunda müstakil eserler yazanlara örnek olarak şunlar verilebilir. Hasan Halid, “
el-İslâm ve Ru’ye fîmâ Ba’de’l-Hayat”, Beyrut, 1986; Muhammed Ahmet Abdulkadir, “
Akîdetü’l-Ba’s ve’l-Âhira fi’l-Fikri’l-İslâmî”, İskenderiye, 1986; Ebû Ubeyde Mâhir b. Sâlih Âl-i Mübarek, “
er-Risâle fi’l-Fiten ve’l-Melâhim ve Eşrâti’s-Sâa‘”, Basım yeri yok, 1989; Ahmed Muhammed Abdullah el-Âlî, “
Meşâhidü’l-Kıyame fi’l-Hadîsi’n-Nebevî”, Mansûre, 1991; Hammad b. Abdullah et-Tüveycirî,
“İthâfu’l-Cemâa bima câe fi’l-Fiten ve’l-Melâhim ve Eşrâtü’s-Sâa” Riyad, 1993; Muhammed b. Selâme Cebr, “
Eşrâtü’s-Sâa ve Esrâruhâ” Kâhire, 1993; Yûsuf b. Abdullah b. Yûsuf el-Vâbil,
“Eşrâtü’s-Sâa”, Riyad, 1995. Bu eserlerde genellikle, konu ile ilgili hadislerin eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi yerine, daha çok rivâyete yer verilmeye çalışıldığı görülmektedir. Konunun inanç mevzûu olup olmadığı ve bugüne kadar hangilerinin gerçekleştiği hususlarına temas edilmektedir. Bununla birlikte bu rivâyetlerin dînîn genel çerçevesiyle uyumlu olup olmadığı hususları ise yeteri kadar ele alınmamaktadır.
Bkz. Mütekaddim kelamcılardan Eş’ârî, (324/936) Mâturîdî, (333/944) Ebû’l-Muîn en-Nesefî (508/115) ve Nureddin es-Sâbûnî, (580/1115) müteahhir kelamcılardan ise Fahreddin er-Râzî, (606/1210) Âmîdî (631/1233) ve Adûduddin el-Îcî (756/1355) gibi âlimler, eserlerinde “kıyâmet alâmetleri” konusuna yer vermemişlerdir. Bu ilk dönem kelamcılarının tam aksine, son dönem müellifleri ise “kıyâmet alâmetleri” mevzûunu geniş bir şekilde işlemişlerdir. Suyûtî, (911/1505) Muhammed b. Ahmed es-Seffarînî, (1188/1774) Muhammed Sıddîk Hasan Han el-Kannûcî, (1307/1890) Abdullatif Harputî (1332/1914) ve Ömer Nasûhî Bilmen (1391/1971) bunlara örnek olarak gösterilebilir. Bkz. BİLMEN, Ömer Nasûhî,
Muvazzah İlm-î Kelam, Bilmen Yayınevi, İst., ts., s. 325-330; ÇELEBİ, İ.,
Uzak ve Yakın Gelecek, s. 80-83.
Muhammed, 47/18; “
Öyleyse onlar (kalpleri mühürlenmiş olanlar) son saati mi bekliyorlar, onun ansızın gelmesini mi? Şüphesiz o(nun geleceği) şimdiden haber verilmiştir. O bir kez başlarına geldikten sonra, (geçmiş günahlarını) hatırlamalarının onlara ne faydası olacak?”.
TABERÎ, Ebû Ca’fer,
Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Ayi’l-Kur’an, (I-XXX), thr. Sıdkî Cemil el-Attar, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995, XVI, 69; İBN KESİR, Ebu’l-Fidâ,
Muhtasaru Tefsîr-i İbn Kesir, (I-III), thk. Muhammed Ali es-Sâbûnî, Dâru’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1981, III, 334.
YAZIR, Elmalı’lı Hamdi,
Hak Dîni, VI, 4388.
ATEŞ, Süleyman,
Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsîri, (I-VIII), Yeni Ufuklar Neşriyat, İst. 1988, VIII, 428-429; ATEŞ, S., Kur’an Ansiklopedisi, XXX, 227.
ESED, Muhammed, s. 1038, Muhammed, 47/18, 22 no’lu dipnot.
En’âm, 6/158; “Yoksa onlar, meleklerin kendilerine görünmesini mi bekliyorlar yahut (bizzat) Rabbinin veya O’ndan bazı (kesin) işâretlerin? (Ama) Rabbinin (kesin) işâretlerinin ortaya çıkacağı gün îmân etmenin, daha önce inanmamış yahut inandığı halde bir hayır yapmamış olan kimseye hiçbir yararı olmaz. De ki; ‘Bekleyin (öyleyse Âhiret Gününü ey inançsızlar) bakın, biz (mü’min)ler de bekliyoruz!”
TABERÎ,
Câmiu’l-Beyân, Beyrut, 1995, VIII, 126-137; İBN KESÎR
, Muhtasar Tefsîr-i İbn Kesîr, I, 636-637; YILDIRIM, Suat,
Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, Zaman, İst., 1998, s. 149.
ESED, Muhammed, s. 265.
YAZIR, E. M., III, 2104.
YAZIR, E. M., III, 2105.
ATEŞ, S.,
Çağdaş Tefsir, III, 267. Ateş,
buradaki “âyât”ı müşriklerin kendi sonları ile ilgili işaretler olup, meleklerin canlarını alması ve ölüm halinin belirtileri şeklinde açıklamaktadır.
Nisâ, 4/18; Yûnus, 10/90.
Kamer, 54/1-3; “Son saat yaklaşacak ve ay yarılacak! Ama eğer onlar, (son saat düşüncesini tamamen reddedenler, onun yaklaştığının) işâretini görselerdi, sırtlarını dönerler ve “(Bu,) hep olagelen bir göz yanılmasıdır!” derlerdi. Çünkü onlar kendi arzu ve heveslerine uyarak bunu yalanlamaya şartlanmışlardır. Ama her şeyin doğruluğu sonunda ortaya çıkacaktır.”
Enbiyâ, 21/1; “İnsanlar için hesap görme vakti yaklaşıyor; ama onlar (bu yaklaşan şeye karşı) hâlâ inatla umursamazlık gösteriyorlar.” Enbiyâ, 21/97; “(Ki o zaman) başa gelmesi kaçınılmaz olan (kıyâmet) söz(ün)ün gerçekleşmesi de yaklaşmış olacaktır. O zaman ki, hakkı inkara şartlanmış olan kimselerin gözleri yerinden oynayacak ve (birbirlerine
“Vah bize!” (diye yakınacaklar). “Bu (kıyâmet sözüne) karşı hep umursamazlık gösterdik! Çünkü zulüm ve kötülük yap(maya eğilimli ol)an kimselerdik.”
İBN KESİR, II, 501, 521-522; III, 407-408.
Kıyâme, 75/7-10; “Ama (O gün,) gözler korku ile açıldığında, ve ay karanlığa gömüldüğünde ve güneş ile ay bir araya getirildiğinde, o gün insan haykıracak: “(Eyvah!) Nereye kaçayım?”…”
BUHÂRÎ, 61/Menâkıb, 27 (IV, 186), 65/Tefsîru sûre, 54 (V, 52); MÜSLİM, 50/Münâfikûn, 8 (III, 2158-2159); TİRMÎZÎ, 54/Tefsîrû sûre, 54 (V, 397-398); İBN HANBEL, I, 377, 413, 447, 456; III, 275, 278; IV, 82; YAZIR, VII, 4621-4622; SOFUOĞLU, M., VII, 330.
RÂGIB el-ISFAHÂNÎ, s. 387; YAZIR, VII, 4627.
ESED, Muhammed, s. 1087, Kamer, 54/1, 1 no’lu dipnot. (
Kur’an, çoğunlukla geçmiş zaman kipini geleceği göstermek için kullanır. Son Saat’in ve Kıyâmet Günü’nün geleceğinden bahseden pasajlarda da böyledir. Geçmiş zaman kipinin bu şekilde kullanılması, fiilin ilişkin olduğu olayın kesinliğini vurgulamak içindir). Ayrıca bkz. ATEŞ, S
., Kur’an Ansiklopedisi, III, 268.
ESED, Muhammed, s. 606, Kehf, 18/98, 100 no’lu dipnot.