Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

İktibas Kur'an-ı Kerim'deki manaları tefekkür etmek (2 Izleyici)

Kur'an-ı Kerim'deki manaları tefekkür etmek

Kur'an-ı Kerim'deki manaları tefekkür etmek​

Mahmut Ay, Ramazan boyunca, Kur’ân-ı Kerîm’in birinci cüzünden başlamak üzere sırasıyla her gün bir cüzünden seçerek, bazı âyetlerin çağrıştırdığı manalar üzerinde durduğu yazı serinin devamını aktarıyor​


Mahmut Ay/Yeni Şafak

Kur’ân Günlüğü -2. Cüz-


Efendimiz (sav), Medine’yi teşrif ettikten sonra, on altı veya on yedi ay boyunca namazlarını Mescid-i Aksa’ya yönelerek kılmıştı. Ancak gönlü, Kâbe’yi kıble edinmekteydi. Nitekim onun arzusu, vahiyle yerine getirildi ve Kur’ân âyetleriyle Kâbe, yeni kıble edinilmiş oldu. Bakara Suresi’nin 142-150. âyetleri bu konuyu ihtiva etmektedir. Kıblenin değişimi, çok büyük bir olaydır. İmanı zayıf olanlar için savrulma nedeni olabilecek ciddi bir imtihan olmuştur. Medine’de yaşayan Yahudiler ve münafıklar, bu hadiseyi istismar ederek Efendimiz (sav) ile alay etmişlerdir. Ancak sağlam bir imanla ona bağlı olanların imanlarında asla bir zayıflama görülmemiştir. Yahudi ve münafıkların, “Bunlara ne oldu da şimdiye kadar yöneldikleri kıbleden vazgeçip yeni bir kıble edindiler!” şeklindeki alaylarına Kur’ân’ın verdiği cevap çok anlamlıdır: “Doğu da batı da Allah’ındır.” Yani; kıble sembolik bir şeydir. Allah, tek bir cihette değildir ki O’na yönelmek için tek bir cihet belirlensin. Başka bir âyette buyurulduğu üzere “Nereye yönelirseniz yönelin, O’nun zâtı oradadır.” (Bakara 2/115). Kıble gibi çok önemli bir şeyin değişimi bize şunu öğretir: Allah Teâlâ, iman esasları ve ahlâk ilkeleri dışında, yeni şartlar icabı dindeki her şeyi değiştirebilir/güncelleyebilir. Dinin sabitelerini ve değişkenlerini iyi anlamak gerekir. Bu nokta, dinin özünü ve ruhunu kavrayabilmek için üzerinde çok derin düşünülmesi gereken bir noktadır. Özellikle zahirî kuralların basit ayrıntılarına takılan ve dindarlığı daha çok zahirî kurallar çerçevesinde algılayanların, kıblenin değişimini iyi düşünüp bundan ders çıkarmaları gerekir.

Rivayetlerden anlaşıldığına göre bazı sahâbîler, “Acaba şimdiye kadar kıldığımız namazlar kabul olmadı mı?” şeklinde bir tereddüt yaşamışlardı. Bunun üzere “Allah, sizin imanınızı zayi edecek değildir.” meâlindeki âyet inmiştir. Bu ifade, pek latiftir. Zira “kıldığınız namazları” yerine “imanınızı” buyurulmuştur. Bundan çıkan mesaj şudur: Değil mi ki o namazları size imanınız kıldırdı; korkmayın, Allah imandan sadır olan hiçbir salih ameli boşa çıkarmaz. Şu hâlde, namazda ve diğer ibadetlerde bazı şeyleri elden gelmediği için eksik yapmak, o ibadetlerin kabul edilmesine mâni değildir. Mesela, dili Arapça’ya yeterince yatkınlaşamadığı için âyetlerdeki bazı kelimeleri düzgün telaffuz edememek, namazların kabulüne engel olmaz.

*Hz. Peygamber’in vazifeleri ve talimden önce terbiye

Bakara Suresi’nin 151. âyetinde Cenâb-ı Peygamber’in (sav) şu vazifelerinden bahsedilir: “Allah’ın âyetlerini okumak, nefsleri tezkiye etmek, Kitab’ı ve hikmeti öğretmek.” Onun nefsleri tezkiye etme yetkisi ve vazifesi üzerinde yeterince durulmuyor. Hâlbuki âyet, bunun, Efendimiz’in (sav) en temel vazifelerinden olduğunu ifade eder. Hem de Kur’ân’ı ve hikmeti öğretmekten önce zikredilmiştir nefsi arındırmak. Demek ki, din eğitimine önce nefs terbiyesi ile başlamalı. Ahlâkı güzelleştirmek en temel amaç olmalı. Öğretimden evvel, eğitime odaklanmalı. Bilgiden önce bilinç yüklenmeli. O, sahâbilere yalnızca Kur’ân’ın âyetlerini öğretmedi; onlara nefslerini terbiye hususunda mürşitlik yaptı. Zira tezkiye-i nefs/nefsi arındırmak, dinin en temel gayelerindendir. Diğer peygamberlerin de en önemli vazifesi ve amacı nefs tezkiyesidir. Cenâb-ı Hak, Hz. Musa’ya, Firavun ile karşılaştığında ilk olarak şunu söylemesini istemiştir: “Nefsini arındırma hususunda sana yardımcı olmamı ister misin?” (Nâziât 79/18).

Demek ki Efendimiz’in (sav) ilk vazifesi, Allah’tan gelen âyetleri okumak/vahyi tebliğ etmek, ondan hemen sonra da nefs terbiyesi hususunda mürşitlik etmekti. Sonrasında da Efendimiz’in öğrettiği iki şeyden bahseder âyet-i kerime: Kitap ve hikmet. Kitab’ın Kur’ân olduğu açıktır. Bundan şu anlaşılıyor ki o, sadece âyetleri tebliğ etmekle yetinmiyor, aynı zamanda ihtiyaç olduğunda onları açıklıyordu. Hikmet ise, o kitabın öğretilerinin hayata nasıl geçirileceğini gösteren nebevî uygulamalardır/sünnettir. Demek ki, onun vazifelerinden biri de “yaşayan Kur’ân” olup Kur’ân ile birlikte onun tatbiki konumunda olan sünneti öğretmektir. Hâsılı, bu âyete binaen onun vazifelerini şöyle sıralayabiliriz: Tebliğ, terbiye ve talim.

*Belâlar neden beni buluyor?

Hayatı bin bir çileyle örülü olan zavallı insan, kendisini sık sık belâ ve musibetlerin ortasında bulur. Bazen bunalır ve “Allahım! Bu belâlar neden hep beni buluyor?” diye şikâyet eder. Aslında belâ herkesi bulmaktadır; ancak bazı insanlar, bu konuda daha az sabırlı ve tahammüllü olabilmektedir. İşte bu konuda Hikmetli Kitap, Bakara 154-155. âyetlerde meâlen şöyle der: Ey insan! Senin bu dünyada bulunuş amacın imtihan olmaktır. İmtihan demek, sıkıntı ve zorluk demektir. Zannetme ki bu sıkıntılar boşunadır, anlamsızdır. Hak Teâlâ, seni her an sınavdan geçirmektedir. Bazen bir sevdiğini alır senden, bazen malını, bazen de sağlığını. Eğer O’na sağlam bir imanla bağlıysan şöyle demelisin: Ben bu dünyaya, keyif sürmek için değil imtihan edilmek üzere gönderildim. Dolayısıyla elbette sıkını çekeceğim. Ben de imtihandaysam belâlar neden benim başıma da gelmesin ki! O, benim için ne takdir buyurmuşsa, başım gözüm üzeredir. Bu hayattaki her şey geçicidir. Her şey O’ndandır. Aslında benim varlığım, bana ait değil O’na aittir. O’ndan geldim, O’nunlayım ve O’na döneceğim.

*Mümin Allah’ı nasıl sever?

Bakara Suresi’nin 165. âyetinde şöyle buyurulur: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’tan başka bazı varlıkları Allah’a denk tanrılar edinirler ve onları Allah’ı sever gibi severler. Hâlbuki müminler, Allah’ı her şeyden çok severler.” Âyet-i kerime, muhabbetteki şirkten bahsediyor. Bir şeyi Allah’tan fazla sevmek, muhabbette Allah’a şirk koşmaktır. Mümin, eşini de işini de aşını da sevebilir/sevmelidir. Lâkin hiçbir şeyin sevgisi, Mevlâ’nın sevgisinin önüne geçmemelidir. O’nu her şeyden çok daha şiddetli bir şekilde (eşeddu hubben) sevmelidir. Muhabbetin ziyadelisine “aşk” denir. Kur’ân’da “aşk” kelimesi geçmez; ama bu âyet-i kerîme, Hak Teâlâ’yı fart-ı muhabbetle, yani aşkla sevmek gerektiğine işaret eder.
 

Konuyu görüntüleyen kullanıcılar

  • A

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri