Kırmızı olmayan bültenler neden halkın takibinde?
KENAN ALPAY
Halkın gündeminde öncelikle neler var? Çarşıda pazarda neler tartışılıyor? Dost meclislerinde gündem nasıl şekilleniyor? Whatshap gruplarında hangi video ve resimler eşliğinde yazışmalar derinleşip Türkiye’nin geçmişine ve geleceğine dair mevzular şekilleniyor?
Belki benim dikkatimden kaçmış olabilir ama sanki yeni ve sivil anayasa teklifleri üzerine kamuoyu nezdinde kımıldanış düzeyinde olsun pek bir ilgi alaka gözükmüyor. Üzerine sürekli fal açılan ve sık sık canlı yayınlarda cevabı aranan “üç vakte kadar kabine değişikliği olacakmış, doğru mu, listede kimler var?” türü mutat gazetecilik faaliyetleri de iyiden iyiye kabak tadı verdi; bu tür başlıklar üzerine nutuk atanlar, analiz yapanlar epeydir müşteri kıtlığı çekiliyor.
Daha iki gün önce tavan fiyat uygulamasına son verildi ve akaryakıtta Özel Tüketim Vergisi %54 zamlandı. Bu zam benzinde litre başına 55, motorinde 67 kuruşa denk geliyor. Akaryakıta yapılan zam silsile halinde diğerlerini de getirecek ve bu durum son iki-üç yıldır zaten yüksek olan enflasyonu daha da yükseltecektir. Covid-19 salgını dolayısıyla bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de üretim-tüketim ve ticaret dengeleri ciddi darboğazlara girdiği için istihdamda yaşanan sıkıntı işsizliğin artışı şeklinde toplumu vuruyor. En son alınan 17 günlük kapanma süreciyle birlikte belli bir oranda kontrol altına alınan salgın ve bütün gecikmelere rağmen aşı temininde yapılan ilave anlaşmalar topluma biraz daha dişini sıkma yönünde moral veriyor. Ancak mevcut tabloda geriye düşmemek için alınan tedbirlerin pratiğe yansıma biçiminde yaşanan zaaf ve çelişkilerin, aşı temini ve aşılama sürecinin belirsizliğe düştüğü noktalarda tatmin edici ve takvimi hızlandırıcı adımlarla tamamlanması gerekiyor.
Evet, ekonomi ve pandemi halkın gündeminde öncelikli ve ağırlıklı bir yer tutuyor. Örneğin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Fransa’yla yaşanan gerilim geri adım atmadan hatta beli noktalarda ileriye çıkarak düşürüldü. Ermenistan yaklaşık otuz yıl boyunca işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çıkarılıp ağır bir mağlubiyet ve çöküntüyle baş başa bırakıldı ve böylece Kafkasya’ya yönelik ufuk açıcı değerli bir kazanım elde edildi. Libya’da darbeci General Hafter’in darbe girişimi püskürtüldüğü gibi Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Fransa ve Rusya’nın Trablus’u tahakküm altında alması Türkiye sayesinde engelledi. Mısır ve Suudi Arabistan’la kurulan ilişkilerin ne şekilde gelişeceğine dair henüz bir açıklık yok. Rusya’nın Kırım (Ukrayna) ve İdlib (Suriye) üzerine devasa askeri varlığıyla çöküşüne rağmen Türkiye bir direnç noktası olarak duruyor hala. Nihayet Siyonist İsrail’in varoluş sebebi olarak sergilediği işgal, katliam ve tehcir siyasetinin Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya tasallut eden saldırılarını Gazze’ye yönelik büyük bir yıkıma dönüştürmesine karşı Türkiye’nin sergilediği hakkaniyetli duruşun takdir edildiği de malum. En nihayet iki gün önce PKK’nın Suriye genel karargâh sorumlusu Sofi Nurettin’in yapılan askeri bir operasyonla öldürülmesi son derece kritik bir hamledir.
Lafı bu kadar uzatmanın ne manası var, bunları zaten yaşayarak görüyoruz sadede gelsene arkadaş diyeceksiniz. Bunlar zaten olan, olması gereken ve daha ileriye taşınması gereken başarılar elbette. Ancak… gayrı-resmi işleyen ve gündemi alt-üst eden bir dizi sarsıcı, can sıkıcı veya bir diğer boyutuyla eğlenceli, bağırsak temizliğine işaret eden tartışmalara endekslenmiş halkın gündemi.
Evet, bildiğiniz gibi İçişleri Bakanlığı tarafından “hakkında Kırmızı Bülten talep edilen organize suç çetesi sözde yöneticisi (S.P.)”nin bir süredir yayınladığı videolar var ya, işte o videolardaki iddia, itham, ifşa ve itirafları Türkiye kamuoyu çok ama çook yakından takip ediyor. “Anılan kişi” şeklinde kayıtlara geçtiği için veya “suç çetesi sözde yöneticisi” olarak vasıflandırıldığı için kimse dinlememezlik etmiyor tabii. Bilakis açtığı tartışmalar sayesinde (S.P.)’nin etki alanı geçen her gün genişliyor ve derinleşiyor. Hayır, hiç kimse “ne alakası var canım, uydurma şeyler bunlar, tümüyle yalan ve iftiradır çünkü Türkiye’de bu tür ilişkiler yoktur, olamaz” filan demiyor. Aksine (S.P.) rumuzuyla anılan “organize suç çetesi sözde yöneticisi”nin “ertesi yarın” tadında yayınladığı videolar kökü tümden kazındığı söylenen, siyaset ve devlet üzerinde etkisi kalmadı denilen bir takım gayrı meşru ilişkilerin itiraf ve ifşası olarak algılanıyor. Bakın ben de İçişleri Bakanlığı’nın gösterdiği yolda ilerliyor ve mezkûr kişinin adını hiç anmadan sadece (S.P.) rumuzuyla yazıyorum. Peki, Türkiye kamuoyu da (S.P.) rumuzlu sözde yöneticiye, itham ettiği kişilere ve ihbar ettiği suçlara karşı bu rumuzdaki kadar mı ilgi alaka gösteriyor?
Niyet bu değildi ama akıbet neden böyle oldu?
Kendimiz kandırmak, kamuoyunu belli tartışma alanlarıyla oyalamak serbest elbette. Ne var ki, bu kandırma ve oyalama tercihi ne sürdürülebilir ne de fayda sağlayabilir nitelikte. Kimse devlet tarafından çıkarılan kırmızı bültenle ilgili değil. Çünkü kırmızı bültenle aranan (S.P.)’nin yayınladığı videolarda dile getirdiği bazı kirli ilişki biçimleri, siyaset ve iş dünyası, siyaset ve bürokrasi, siyaset ve medya arasındaki ama aynı zamanda bütün bunların mafyatik aktörler ve örgütlerle kurulan ilişkilere dair tartışmaları yakın markaja almış durumda. (S.P.)’nin merakla beklenen bir seriye bağladığı ifşa, itham ve itiraflar karşısında hepsi değilse de bazı muhataplar mahcup edalarla sessizlik eşiğini birazcık aştılar. Fakat iddialar karşısında henüz yeterince ciddi ve toplumu ikna edici sözler söylenmiş, tutumlar alınmış değil. Nerden mi biliyoruz? Kırmızı olmayan bültenle yayınlanan haber ve iddialara toplumun gösterdiği ilgiyle resmi kanallardan ve yetkililerden verilen cevaplara gösterilen ilgiyi kıyaslamak, aradaki devasa uçuruma göz ucuyla olsun bakmak yeterli olur sanırız.
Dündar Kılıç “son kabadayı” idi. Damadı Alaattin Çakıcı ise “mafya” olarak anılıyordu. Fakat son çıkışlarıyla (S.P.) organize suç örgütü liderliği ne düzeyde ve hangi zeminlerde farklılıklar yaşandığını da aşikâr etti. Sinirlerine hâkim olamayıp parti liderlerine, bakanlara, iş adamlarına hatta başbakanlara ağır küfürler eden, tehditler savuran, bakla kazığına oturtmaktan bahseden mafya liderlerinin dönemi de kapanıyor sanki. Şimdi artık siyaset ve toplumun karşısında en yaman “youtuber”larla rekabet edecek kadar yenilikçi, teknolojiye ve haber tekniğine vakıf habercilerle yarışacak denli içerik üretebilen bir “suç çetesi sözde lideri” duruyor. Öyle ki şimdiye kadar temsil ettiği imaj ve geleneği alt üst edercesine Seyyid Rıza’nın idam sehpasına çıkarken sarf ettiği cümlelerden başlayıp Nazım Hikmet’in “Denizkızı Eftelya”sına atıf yapacak kadar romantik devrimci mesajlar verebiliyor kendisine nefretle bakan kitlelere. Sadece siyaset-iş-dünyası ve medya arasında dönen kirli dolaplara dair ifşa ve itiraflarda bulunmuyor. Bu gibi gayrı-meşru ilişki ağlarından yola çıkarak Hasan El Benna, Seyyid Kutup ve Muhammed Mursi’ye uzanan bir mücadeleye de atıflar yapabilecek kadar kıvraklık gösterebiliyor. Bu atıfların gerçekle ilgisinin olup olmaması önemli elbette. Ancak Uluslararası Adalet Divanı’ndan kendisini ziyarete gelen heyetleri anması, uluslararası finans kuruluşlarıyla ortak yatırım görüşmelerine dair göndermelerde bulunması, bazı milletvekilleri ve medya mensuplarının getirdiği tekliflere sık sık vurgular yapması muhatap üzerinden Türkiye’de hangi ilişkilerin nasıl ve ne yönde değişip dönüştüğünü de işaretliyor.
Kaosu kim, nasıl bitirecek?
Bu iddia, itham ve ifşaların ne kadar doğru veya yanlış olduğunu elbette mahkemeler tespit ve teyid edecek. Ancak bu sürece müdahale geciktikçe sadece belli siyasetçiler, bürokratlar ve medya değil esasen siyaset kurumu, devlet ve yargı çok ciddi bir yıpranma süreci yaşayacak. Hukuk devleti, sivil anayasa, insan hakları eylem planı, bütün cephelerde terörle mücadele derken konu el konulan marinalara, uyuşturucu trafiği ve kokain partilerine, tecavüz ve intihar süs verilmiş cinayetlere, devlet içinde devletleşmelere dair acı hatıraların canlandığı bir vasata dönüştü. Tarih tekerrür etmesin, derin devlet hortlamasın, siyaset ve toplum gayrı meşru ilişkilere mahkum edilmesin diyenler acilen öne çıkıp inisiyatif almalı.
Hukuk devletini gölgeleyen bütün ağır kusur ve aktörleri yerli ve milli sıfatıyla meşrulaştırma hatta devlet aklı ve bekası adına kahramanlaştırma modası beklenenden önce çöktü. Kimse çığlık atmıyor, ortada enkaz görünmüyor hangi çökmeden bahsediyorsunuz? denilerek geçiştirilmesin. Çözümün adresi de yolu-yöntemi de bellidir. Yasaklara, yolsuzluklara ve yoksulluğa karşı yükseltilen mücadelede siyaseti muteber ve kudretli kıldı. Haklarındaki dehşetli iddiaları “biz olmasaydık marinaya mafya çökerdi” çıkışıyla savuşturmaya çalışanlara veya “karısının iç çamaşırına sığınan edepsiz” türü karikatürize edici tasvirlerle bastıranlara ümit bağlamıyor toplum. Bu çöküş ve çürüme sürecine karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan çok açık ve net konuşmalı, sonuç almak üzere hızlı ve kararlı adımlar atmalı, beklenen ve istenen budur.
*
Yazar, Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir.