- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 15,730
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 42,741
- Puanları
- 113
İslam, dünya tarihinin neresinde?
Dünya tarihi literatüründe hikâyenin asıl kahramanı Batı dünyasıdır. Bu sebeple İslam ve diğer kadim medeniyetlerinin tarihi birkaç sayfayla geçiştirilir. Bütün insanlık tarihi tek bir medeniyetin hikâyesine hapsedilir.
Ekli dosyayı görüntüle 4649
“Tarih Doğu’da başlamıştır.”
Marshall G. S. Hodgson
Farklı coğrafyalar arasındaki etkileşimleri, dinlerin ve düşünce akımlarının yayılış macerasını, teknolojik icatların toplumların hayatını nasıl değiştirdiğini ve büyük göçlerin yol açtığı gelişmeleri anlamanın yolu dünya tarihi okumaktan geçer. Sadece kendi tarihimizi okumanın getirdiği sığlığı da ancak böyle aşabiliriz. Ayrıca medeniyetler arasında yatay (coğrafi) ve dikey (kronolojik) kıyaslamalar yaparak süreklilik ve kırılmaları görme imkânı da yakalarız.
Bu amaçla dünya tarihi literatürüne yöneldiğimizde ise büyük bir hayal kırıklığı bekler bizi. Çünkü bu alanda yazılan kitaplarda Avrupa’nın tarihi en ince ayrıntısına kadar anlatılırken İslam birkaç sayfayla geçiştirilir. En azından yakın zamana kadar öyleydi. Tarih Batı’da akıyordu.
19. yüzyılda müstakil bir disipline dönüşen modern tarih yazıcılığı Batı’nın pozitivist bilim anlayışı üzerine inşa edildiğinden çeşitli problemlere yol açtı. Batı’nın kendisini insanlık tarihinde tek medeniyet olarak konumlandırarak diğer halkların tecrübelerini hiçe sayması bunların başında gelir. Bu tarih yorumuna en keskin darbeyi Marksist tarihçiler indirse de onların yazdığı eserlerde İslam ve Doğu toplumlarına bakışta pek bir değişiklik olmadı. Özgürlük ve rasyonellik Avrupa’nın, despotizm ve geri kalmışlık ise hâlâ Doğu’nun hikâyesiydi.
Başkasının hikâyesiyle tanıdık kendimizi
Tamim Ensari, Türkçeye İslam’ın Bakış Açısından Dünya Tarihi adıyla çevrilen ve Pegasus Yayınlarından çıkan kitabını bu anlayışa bir tepki olarak kaleme almış. Afganistan’da dünyaya gelen ve Avrupa’da yaşayan yazar, bir Müslüman olarak okuduğu dünya tarihlerinde kendi medeniyetinin izini sürer, ancak bulamaz. Daha kötüsü, kitabının giriş bölümünde, Batı perspektifinden yazılmış dünya tarihinin kendi bakış açısı haline geldiğinden yakınır Ensari. Bu sebeple kolları sıvar ve insanlık tarihinde İslam’ın kapladığı yeri kaleme almaya niyetlenir.
Ekli dosyayı görüntüle 4650
Öncelikle Avrupa merkezli tarihçiliğin handikaplarını ortaya koyar. Dünya halklarının hilafına Avrupalıları yücelten ırkçılığa, tarihî akışın modern Batı toplumunu gerçekleştirmek gayesini taşıdığı iddiasına, pozitivist ilerleme fikrine eleştiriler getirir. İslami Hint ve Çin gibi farklı tecrübelere sahip medeniyetlerin neden sadece Avrupalıların dünyası için anlamlı olan dönemlendirme ve kavramlarla incelendiğini sorgular.
Kitapta önce Miken, Girit, Fenike ve Yunan gibi Akdeniz medeniyetlerini inceler. Mezopotamya’da Akadlar, Asurlular ve Keldanilerin serüvenini İbn Haldun’un sistemleştirdiği göçebe ve yerleşik halkların arasındaki döngüyle izah eder. İslam öncesindeki dünyanın siyasî aktörlerine dikkat çekerek Hz. Peygamber’in (sav) hayatı üzerinde durur. Emeviler ve Abbasiler dönemini ele alırken siyasî tarihin aynı sıra ilmî, felsefî ve tasavvufî gelişmelere de yer verir.
İki dünyanın kesişimi
Haçlı Seferleri ve Moğol akınlarını Osmanlı’nın kuruluşu ve yükselişi takip eder. Bunlara paralel olarak Avrupa tarihine de odaklanan yazar İslam dünyasındaki kaynakların çevrilmesiyle değişen Ortaçağ zihniyetine vurgu yapar. Rönesans, Reform ve bilgi devrimiyle tezahür eden modern Avrupa’nın yükselişine ışık tutar. Ancak 18. yüzyıldan itibaren bu iki farklı dünyanın yolları kesişir. Nasıl mı? Elbette Avrupa’nın emperyalist emelleri doğrultusunda gerçekleşen işgallerle. Yazar Müslüman halkların modernleşme serüvenine değinerek kitabını 2001’deki 11 Eylül hadisesiyle sonlandırır.
Samimi niyetine ve takdire şayan çabasına mukabil kitap birkaç eleştiriyi de hak ediyor. Bunların başında yazarın modernist bakış açısı geliyor. Başka bir sorun da Ensari’nin İslam tarihini yazarken sadece İngilizce literatürü kullanması geliyor ki, bu onun zaman zaman İslam düşüncesine nüfuzunu engelliyor. Bu yüzden Emeviler-Abbasiler döneminin siyasî şartları ve ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkan “darülislam” veya “darülharb” gibi kavramlar, Hz. Peygamber dönemine taşınabiliyor.
Bazı eksikliklerine rağmen Batı ve İslam tarihini karşılıklı okumak ve dünya tarihine İslam’ın penceresinden bakmak isteyenler için okunmaya değer bir kitap diyebilirim.
Munise Şimşek
Dünya tarihi literatüründe hikâyenin asıl kahramanı Batı dünyasıdır. Bu sebeple İslam ve diğer kadim medeniyetlerinin tarihi birkaç sayfayla geçiştirilir. Bütün insanlık tarihi tek bir medeniyetin hikâyesine hapsedilir.
Ekli dosyayı görüntüle 4649
“Tarih Doğu’da başlamıştır.”
Marshall G. S. Hodgson
Farklı coğrafyalar arasındaki etkileşimleri, dinlerin ve düşünce akımlarının yayılış macerasını, teknolojik icatların toplumların hayatını nasıl değiştirdiğini ve büyük göçlerin yol açtığı gelişmeleri anlamanın yolu dünya tarihi okumaktan geçer. Sadece kendi tarihimizi okumanın getirdiği sığlığı da ancak böyle aşabiliriz. Ayrıca medeniyetler arasında yatay (coğrafi) ve dikey (kronolojik) kıyaslamalar yaparak süreklilik ve kırılmaları görme imkânı da yakalarız.
Bu amaçla dünya tarihi literatürüne yöneldiğimizde ise büyük bir hayal kırıklığı bekler bizi. Çünkü bu alanda yazılan kitaplarda Avrupa’nın tarihi en ince ayrıntısına kadar anlatılırken İslam birkaç sayfayla geçiştirilir. En azından yakın zamana kadar öyleydi. Tarih Batı’da akıyordu.
19. yüzyılda müstakil bir disipline dönüşen modern tarih yazıcılığı Batı’nın pozitivist bilim anlayışı üzerine inşa edildiğinden çeşitli problemlere yol açtı. Batı’nın kendisini insanlık tarihinde tek medeniyet olarak konumlandırarak diğer halkların tecrübelerini hiçe sayması bunların başında gelir. Bu tarih yorumuna en keskin darbeyi Marksist tarihçiler indirse de onların yazdığı eserlerde İslam ve Doğu toplumlarına bakışta pek bir değişiklik olmadı. Özgürlük ve rasyonellik Avrupa’nın, despotizm ve geri kalmışlık ise hâlâ Doğu’nun hikâyesiydi.
Başkasının hikâyesiyle tanıdık kendimizi
Tamim Ensari, Türkçeye İslam’ın Bakış Açısından Dünya Tarihi adıyla çevrilen ve Pegasus Yayınlarından çıkan kitabını bu anlayışa bir tepki olarak kaleme almış. Afganistan’da dünyaya gelen ve Avrupa’da yaşayan yazar, bir Müslüman olarak okuduğu dünya tarihlerinde kendi medeniyetinin izini sürer, ancak bulamaz. Daha kötüsü, kitabının giriş bölümünde, Batı perspektifinden yazılmış dünya tarihinin kendi bakış açısı haline geldiğinden yakınır Ensari. Bu sebeple kolları sıvar ve insanlık tarihinde İslam’ın kapladığı yeri kaleme almaya niyetlenir.
Ekli dosyayı görüntüle 4650
Öncelikle Avrupa merkezli tarihçiliğin handikaplarını ortaya koyar. Dünya halklarının hilafına Avrupalıları yücelten ırkçılığa, tarihî akışın modern Batı toplumunu gerçekleştirmek gayesini taşıdığı iddiasına, pozitivist ilerleme fikrine eleştiriler getirir. İslami Hint ve Çin gibi farklı tecrübelere sahip medeniyetlerin neden sadece Avrupalıların dünyası için anlamlı olan dönemlendirme ve kavramlarla incelendiğini sorgular.
Kitapta önce Miken, Girit, Fenike ve Yunan gibi Akdeniz medeniyetlerini inceler. Mezopotamya’da Akadlar, Asurlular ve Keldanilerin serüvenini İbn Haldun’un sistemleştirdiği göçebe ve yerleşik halkların arasındaki döngüyle izah eder. İslam öncesindeki dünyanın siyasî aktörlerine dikkat çekerek Hz. Peygamber’in (sav) hayatı üzerinde durur. Emeviler ve Abbasiler dönemini ele alırken siyasî tarihin aynı sıra ilmî, felsefî ve tasavvufî gelişmelere de yer verir.
İki dünyanın kesişimi
Haçlı Seferleri ve Moğol akınlarını Osmanlı’nın kuruluşu ve yükselişi takip eder. Bunlara paralel olarak Avrupa tarihine de odaklanan yazar İslam dünyasındaki kaynakların çevrilmesiyle değişen Ortaçağ zihniyetine vurgu yapar. Rönesans, Reform ve bilgi devrimiyle tezahür eden modern Avrupa’nın yükselişine ışık tutar. Ancak 18. yüzyıldan itibaren bu iki farklı dünyanın yolları kesişir. Nasıl mı? Elbette Avrupa’nın emperyalist emelleri doğrultusunda gerçekleşen işgallerle. Yazar Müslüman halkların modernleşme serüvenine değinerek kitabını 2001’deki 11 Eylül hadisesiyle sonlandırır.
Samimi niyetine ve takdire şayan çabasına mukabil kitap birkaç eleştiriyi de hak ediyor. Bunların başında yazarın modernist bakış açısı geliyor. Başka bir sorun da Ensari’nin İslam tarihini yazarken sadece İngilizce literatürü kullanması geliyor ki, bu onun zaman zaman İslam düşüncesine nüfuzunu engelliyor. Bu yüzden Emeviler-Abbasiler döneminin siyasî şartları ve ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkan “darülislam” veya “darülharb” gibi kavramlar, Hz. Peygamber dönemine taşınabiliyor.
Bazı eksikliklerine rağmen Batı ve İslam tarihini karşılıklı okumak ve dünya tarihine İslam’ın penceresinden bakmak isteyenler için okunmaya değer bir kitap diyebilirim.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Munise Şimşek