İnsan kendisini nasıl bulur?
Muhammet Berk Güldür, Müslümanca düşünme ve yaşama üzerine kıymetli değinilerde bulunuyor.
Muhammet Berk Güldür / Genç Dergisi
Sükunet ve direniş
Sükunetin bir manası da kişinin kendini dinlemesidir. Sükunet; ruha yol almak, kalbe ulaşmak ve benliğe kavuşmaktır, az konuşup çok susmanın hikmeti de buradadır. Zira insanın dili ne kadar çok susarsa kalbi o kadar çok konuşur. Kalbini dinleyense hakikate, hakikatine erişir. Bu yüzden insanın kendini tanıması sükuta, sükunete bakar. Kendini tanıyan insanı da başkaları tanımlayamaz. İnsanları tanımlamak isteyenler, bu gerçeği çok iyi bildiklerinden sükuta mani olurlar. Gözümüz önünde akan ekranlardaki görüntüler, videolar, karmaşık müzikler, acele işler vs. bunların hepsi sükuta mani olmak için yapılmıştır. Ancak bu maniyi def etmenin elbette bir yolu vardır: Sükunetten alıkoyanları sükunetle terk etmek. İnsan bunu yaparsa kendine ulaşır ve sorgulama başlar. Filozofların hayatlarının merkezinde hep kendileri vardır. Onların amaçları düşünerek kendilerine, kendi varlıklarına ve içlerindeki doğruya ulaşmak olmuştur. Bunu yaparken de en fazla kullandıkları aracın sükunet olduğu yadsınmaz bir gerçektir. Bundan hareketle sükunet için “insanın kendisini bulmasına vesile olan araç” tanımını yapmak yanlış olmaz.
İnsan, kendisini bulur ve tanırsa Rabbini de bulur ve tanır dolayısıyla hakikati bulur, doğruya erişir, mutluluğa ulaşır. Durup düşünmeyen bir kimse, suyu balık ağı ile tutmaya çalışmak gibi saçma bir iş yapar. Çünkü asla hayata tam manasıyla sahip olamaz, hayat elinden akıp gider…
İnsan eğer hayatına, biraz da olsa, hakim olmak istiyorsa sükunete muhtaçtır zira sükut anları, bizim hayatın dizginlerini popülaritenin elinden aldığımız nadide zamanlardandır. Çünkü kendini; benliğine, varlığına, fıtratına ve özüne teslim eden adamın zihni, en hür zihin ve o kişinin fikri en hür fikir olacaktır. Ancak buna erişmek zordur. Toplum baskısı ve algı operasyonları, insanların kendi gündemlerini oluşturmalarına engel teşkil etmektedir. Ancak bu durum kişinin kendi istediği şeyleri düşünmesini ve kendi kalbiyle konuşmasını imkansız yapmaz. Doğaya çıkan, çimlere uzanıp gökyüzünde kendini arayan, yıldızlarda kendine dair bir şeyler bulmaya çalışan insan, zamanla özgürleşecektir (Hem zamanla birlikte hem de zaman geçtikçe). Velhasıl sükunet bulmak isteyen insanlardan ve insanların fikirlerinden giderek uzaklaşsın. Ve kendini keşfetsin böylece mutluluğa ve huzura erişilebilir.
Doğada ya da insanlardan uzak herhangi bir yerde kendine dair bir şeyler bulmak isteyenler buna her zaman muvaffak olamazlar. Özgür düşünce, hür fikir dediğimiz şeye ulaşmak için insanın toplumdan neredeyse tamamen soyutlanması, zamandan sıyrılması ve mutlak doğruya erişmek maksadıyla hiçbir fikrin etkisi altında kalmaması gerekmektedir. Yani insan sükunete mutlak manada erişemez. Ne kadar kendiyle baş başa kalırsa kalsın bazen kendini bulamaz. Filozofların hayatlarında gördüğümüz gibi düşünmek için sükunet şarttır ancak düşüncenin yani fikrin doğruluğu için mutlak sükunet gerekir. Mutlak doğruya erişmenin ön şartı üst akla erişmektir. Yani her şeyden soyutlanmak, her zamanın ve herkesin ötesinden bakmak -haşa- bir Tanrı gibi olmak gerekir. Yani bu imkansızdır. Friedrich Nietzsche (1844-1900) Ecce Homo’da kendini en yüce aklın sahibi gibi görmüştür ancak o, mutlak doğruya erişememiştir.
Kitabı okuyunca en dikkatimi çeken hususlardan biri Nietzsche’nin kendisini, her şeyi harika yapan biri olarak göstermesine karşın kendi huylarını, sevdiği şeyleri, etrafındaki olaylara bakışını vs. anlatıyor olmasıydı. Yani bir taraftan kesin doğruyu bildiğini iddia ederken bir taraftan Alman toplumundan, Almanya’nın siyasal ve sosyolojik yapısından nasıl etkilendiğini anlatıyordu. Bu çok önemli bir çelişkidir. Aynı zamanda bir hakikatin beyanıdır: Yaratıcıdan olmayan her fikir, başka fikirlerden etkilenmektedir. Yani salt bir fikir, arı bir zihin insan için söz konusu olamaz. Bu durumda kendini bulmak isteyen insan, Rabbinin sözlerine kulak vermeli ve sükunet anında vahiy merkezli bir düşünme metodu kullanmalıdır.
Hülasa, mutlu olmanın sırrı kendini bulmak, kendini bulmanın sırrı düşünmek, düşünmenin kaynağı sükunet sükunetin doğrusu vahiy merkezli olarak hayatın karmaşasından soyutlanmaktır.
Bütünüyle bir eylem bütünüyle bir duruş. Popüler kültüre bir başkaldırı. Herkes gibi olmaktan kaçış. Medyanın algı yönetimiyle girdiği zihinleri modern çöplük olmaktan arındırma hareketi. Toplumun zorla düşünmeye mecbur ettiği şeyleri düşünmeden kendi gündemini oluşturma hali… Ama en önemlisi bir direniş.
“Allah-u Ekber” haykırışı yani tekbir, bütün dünyaya ve zalim düzene karşı “Size boyun eğmiyorum!” demeyi; dünyayı yönettiğini, kanun koyup hüküm verdiğini sananlara karşı “Hüküm Allah’ındır!” demeyi ifade eder.
Kıyam, bütün zalimlere, hainlere, arkadan tuzak kuranlara karşı durmayı, baş eğmemeyi ifade eder. İzzeti, vakarı simgeler. Kıyam, gerçek devrimcilerin yapacağı bir eylemdir. Cenab-ı Hakk’a iman, Allah düşmanlarına isyan nasıl edilir? İşte bunu gösterir. Asırlık ağaçlar gibi, Nuri Pakdil’in yalnız ardıcı gibi olmaktır, kıyamın bir diğer anlamı. Kara, kışa, yağmura, değişen mevsimlere, değişen ortama aldırmadan tazyikat ne kadar şiddetli olursa olsun dik durmak, herkes ve her şey değişse de değişmemek; gökleri, ufukları, öteyi ve ötenin de ötesini hayal etmektir.
Rüku, arşın sahibine boyun eğmektir, cihana biat etmeyip kimseden aman dilemeyenlerin cihanın rabbine biat etmeleri, her şeyin yaratıcısından yardım istemeleridir. Sebeplere sarılmanın fakat sebeplere bağlı kalmayıp ümitvar olmanın neticesidir, rüku. “Ya Rabbi, senin düzenine boyun eğdim ama başka hiçbir düzeni kabul etmiyorum! Adaletsizlere ve zulme karşı dimdik durup senin adaletine güveniyorum. Kendi arzularına tapanlara isyan edip sana ibadet ediyorum. Şahit olarak sen yetersin!” diyebilenlerin isyan biçimidir, rüku ve ahirindeki kalkış.
Secde, güvenmektir, dayanmaktır, son gücüne kadar sebat etmeye bir motivasyondur. Hakiki mümin için secde, bu kasvet dünyasında dayanmak için yegane sebeptir. Dayatmalardan bir kaçış değil, nefsani ve hayvani her şeyi terk ederek sükunetle fıtrata ulaşmak ve insan olma saadetine erişmektir. Ruhu dinlendirmek, benliğine ulaşmak, kendini bulmak dolayısıyla Rabbini şahdamarından daha yakında hissetmektir. Secdeden kalkıp, bir süre sonra, selam verdiğinde yeni bir hayata başlıyor gibi heyecanla, aşkla, istekle yeniden çalışmaksa secdenin insana verdiği faydalardan biridir.
Bir mümin namazın akabinde koskoca dünyada bir nokta hükmünde olmasına rağmen yerlerin ve göklerin ordularının sahibinin dinine ve onun sevgilisinin davasına hizmet ettiği için ruhunda, benliğinde öyle bir güç hisseder ki düzeni tek başına da olsa değiştirebileceğine, insanlığın kalbindeki putları tek tek Hz. İbrahim (as) gibi yıkabileceğine ve zulmü yeryüzünden silebileceğine inanır. Sonuçta bilir ki, kainatın yaratıcısına güvenene bütün sebepler dost ve yardımcıdır, imkanı veren Allah için imkansız söz konusu değildir. Ve Allah, kendi rızası için çalışanları yardımsız bırakmaz. O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır.
Kaynak:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.