kervan
Aktif Üye
- Katılım
- 2 Haz 2020
- Mesajlar
- 905
- Tepkime puanı
- 2,364
- Puanları
- 93
- Cinsiyet
İnfâkın Makbûliyeti
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“...(Rasûlüm!) Sana (hayr u hasenât yolunda) neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasını (verin)!..” (Bakara, 219)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamayan, güzel ve hoş sözle korunsun.” (Buhârî, Edeb, 34
Tebük Gazvesi için infak seferberliği başladığında, herhangi bir imkânı bulunmayan sahâbîler bile, mal ve candan fedâkârlık yapabilme
heyecânıyla dolmuşlardı. Bunlardan biri olan Ebû Akîl (ra), bütün bir gece çalışarak iki ölçek hurma kazanmıştı. Bir ölçeğini ev halkına, bir
ölçeğini de Tebük Seferi’ne iştirâk eden askerlere infâk etti.
Bunun üzerine Rasûlullah (sav):
“–Allah senin getirip verdiğini de alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirilen hurmayı, toplanan yardımlar içine döktürdü. (Taberî, Tefsîr, X, 251)
Bir gün Rasûlullah (sav):
“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular. Şu cevâbı verdi.
“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yâni malının yarısını tasadduk etmiş oldu.) (Çok varlıklı olan) diğer bir kimse
de malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)
Yâni birincisi, kendisinin de muhtaç olduğu bütün imkânlarının yarısını verdi; ikincisi ise, birincisinin infâk ettiğinden çok daha fazla olmasına
rağmen, malının ancak küçük bir kısmını verdi. Demek oluyor ki infâkın makbûliyeti, onun maddî miktârının çokluğundan ziyâde, gönüldeki
fedâkârlık duygusunun seviyesine bağlıdır. (Osman Nûri Topbaş, Öyle Bir Rahmet ki, Erkam Yay.
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Alîm:
Her şeyi bilen, hakkıyla bilendir. Allah-ü Teâlâ’ya nisbet edildiğinde, zaman ve mekân kaydı olmaksızın, olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte
olacak şeyleri; küçük-büyük, gizli-âşikâr her şeyi ve her hadiseyi bilen demektir.
Kısa Günün Kârı
Mü’min, mülkün gerçek sâhibinin Allâh olduğunun idrâki içinde bulunmalı, kendisini mülkün emânetçisi olarak telâkkî etmeli ve malını kifâyet miktarı kullanıp fazlasını Allah yolunda sarf etmelidir.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“...(Rasûlüm!) Sana (hayr u hasenât yolunda) neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasını (verin)!..” (Bakara, 219)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamayan, güzel ve hoş sözle korunsun.” (Buhârî, Edeb, 34
Tebük Gazvesi için infak seferberliği başladığında, herhangi bir imkânı bulunmayan sahâbîler bile, mal ve candan fedâkârlık yapabilme
heyecânıyla dolmuşlardı. Bunlardan biri olan Ebû Akîl (ra), bütün bir gece çalışarak iki ölçek hurma kazanmıştı. Bir ölçeğini ev halkına, bir
ölçeğini de Tebük Seferi’ne iştirâk eden askerlere infâk etti.
Bunun üzerine Rasûlullah (sav):
“–Allah senin getirip verdiğini de alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirilen hurmayı, toplanan yardımlar içine döktürdü. (Taberî, Tefsîr, X, 251)
Bir gün Rasûlullah (sav):
“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular. Şu cevâbı verdi.
“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yâni malının yarısını tasadduk etmiş oldu.) (Çok varlıklı olan) diğer bir kimse
de malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)
Yâni birincisi, kendisinin de muhtaç olduğu bütün imkânlarının yarısını verdi; ikincisi ise, birincisinin infâk ettiğinden çok daha fazla olmasına
rağmen, malının ancak küçük bir kısmını verdi. Demek oluyor ki infâkın makbûliyeti, onun maddî miktârının çokluğundan ziyâde, gönüldeki
fedâkârlık duygusunun seviyesine bağlıdır. (Osman Nûri Topbaş, Öyle Bir Rahmet ki, Erkam Yay.
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Alîm:
Her şeyi bilen, hakkıyla bilendir. Allah-ü Teâlâ’ya nisbet edildiğinde, zaman ve mekân kaydı olmaksızın, olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte
olacak şeyleri; küçük-büyük, gizli-âşikâr her şeyi ve her hadiseyi bilen demektir.
Kısa Günün Kârı
Mü’min, mülkün gerçek sâhibinin Allâh olduğunun idrâki içinde bulunmalı, kendisini mülkün emânetçisi olarak telâkkî etmeli ve malını kifâyet miktarı kullanıp fazlasını Allah yolunda sarf etmelidir.