Foruma hoş geldin, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Düşünce Platformumuza Hoşgeldiniz!

Düşünce Platformumuz bilgi ve düşüncenin en özgür adresidir!
Güne, gündeme ve yarınlara dair söyleyeceğim var diyenlerin, günlük koşuşturmaca içerisinde zihin jimnastiği yapmak isteyenlerin özgürlük meşalesi ~ FORUM KALEMİ ~

İki Cihangirin Mektuplaşmaları

AsyA

Forum Kalemi
Öylesine...
Katılım
1 May 2020
Mesajlar
14,496
Çözümler
1
Tepkime puanı
38,698
Puanları
113
İki Cihangirin Mektuplaşmaları

Ekli dosyayı görüntüle 510


Gökhan Gökçek


İki hükümdar 1402 Ankara Savaşı’nda karşı karşıya gelir. Osmanlı’nın mağlup olup 11 yıl fetret devrine girdiği bu savaş, fetihlerin de durmasına sebep olmuştur. Savaştan önceki son mektubunu Yıldırım Beyazıt şöyle bitirir: “Sulh ve cengin cezası ve mükâfatı buna sebep olan tarafa aittir. Eğer bir kimse fitneye sebep olursa, Allah’u Teâlâ onun cezasını versin...”

Cengiz Han öncülüğünde bozkırın hoyratlığını dünyaya taşıyan Moğolların, Çin’den Türkistan’a, İran’dan Anadolu’ya ve doğu Avrupa’ya kadar uzanan istila hareketlerinden Anadolu’da, Türkiye Selçukluları da nasibini alırlar. Kösedağ Savaşı’nı takiben Türkiye Selçukluları, Moğollara metbu hale gelir. Süreç içerisinde Moğolların bölünmesi, zayıflaması ve İslam’a ihtida eden bazı kollarının oluşmasıyla, Cengiz soyluların Anadolu’daki tahakkümü hissedilmez bir seviyeye iner. Yalnızca sembolik bir bağlılık görülür. İşte bu sırada Söğüt’te 400 çadır ile yeni bir yurt edinen ve dönemin belki de en küçük beyliği olan Kayılar, zaman içerisinde çok ciddi bir büyüme ve gelişme gösterirler. Bilhassa Bizans sınırında olmanın verdiği gaza-fetih propagandasına askeri deha ve zaferleri de ekleyen Osmanoğulları kısa zamanda bir devlet haline gelirler. Devletin dördüncü hükümdarı olan Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı, -günümüz tabiriyle- bölgesel bir güç haline gelmiş ve cihan devleti olmaya namzet olmuştur. Bilhassa Balkanlarda kazanılan büyük zaferler ve Haçlılara galebe çalınması, Osmanlı’nın geleceğini parlatmaktaydı. Cihat aşkıyla batıda küffara karşı mücadele eden Yıldırım döneminde doğudan yeni bir kasırga esmeye başlar; Emir Timur. Cengiz hükümdarlığının mirasçısı olduğunu iddia eden Emir Timur, Hindistan’daki fütühatını tamamladıktan sonra, Osmanlı hududuna doğru genişlemeye başlar.

Karakoyunlu hükümdarı Yusuf ve Celayirliler hükümdarı Ahmet Celayir her fırsat bulduklarında Timur’un hakimiyeti altındaki topraklara saldırırlar. Timur’un üzerlerine geldiğini gören Kara Yusuf ile Ahmet Celayir, Yıldırım’a sığınırlar. Osmanlılara karşı daha evvel sefer düzenleme fikrini açan Emir Timur, özellikle ulemadan ret cevabı alır. Ulema, Timur’a “Osmanoğulları cihat edip küffarı mağlup ediyor, caiz değildir” mealinde cevaplar vermiştir. Ancak bu fırsatı kaçırmak istemeyen Emir Timur, Akkoyunlu hükümdarını ve Erzincan hakimini yanına çekerek Osmanlı aleyhine kışkırtır. Osmanlı’nın iktidarını istemeyen başta Karaman Beyliği olmak üzere irili ufaklı Türk beylikleri de Timur ile işbirliği yaparlar. Cihan hakimiyeti mefkuresi için batıya doğru ilerlemesini sürdürmek isteyen Timur, nihayetinde Sivas’a gelir. Burada katı ve sert bir askeri harekata girişerek Sivas’ı düşürür ve Yıldırım’a gözdağı verir. Sivas’ta, Yıldırım’ın oğlu Ertuğrul da hayatını kaybeder. Yıldırım’ın bu hadiseden sonra “Çal çoban çal, Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, Sivas gibi kalen mi yıkıldı” dediği rivayet edilir.

Tam bu sırada iki hükümdar arasında mektuplaşmalar başlar. Timur, Yıldırım’a sığınan iki lideri ister. Yıldırım ise bunun töreye uygun olmayacağını belirterek, bu teklifi reddeder. Timur’un ilk mektubu nazik olmakla beraber kendisini yücelten Osmanlı’yı daha tahfif eden bir üsluptadır. Yıldırım ilk mektubunda ağır sözler ile cevap verirken askerlerinin gücünü şöyle ifade eder: “Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Osmanlı sultanlarını, Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne Kıpçak ülkesi Tatarı gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başı boş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler.”

İkinci mektubunda Timur, Yıldırım’ın kendilerini cihattan uzak hatta kafir görmelerini yadırgadığını beyan eder ve şöyle söyler: “...Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kâfir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. Bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve ülkeler feth ederek, beldeleri kurtarmakla meşgulüm.” Mektubunun devamında Emir Timur, Osmanlı’nın, kendi hakimiyetini kabul etmesi durumunda geri çekileceğini, her iki devletin de cihat ettiğini, bu yüzden arada bir savaş istemediğini beyan eder: “Sizin küffârla savaştığınızı biliyoruz. Bu tarafta Gürcü kâfirlerle biz savaşıyoruz. Hem siz hem de bizler bu konuda mutluyuz. Bu durumun sayısız faydaları her iki tarafa olmaktadır.”

İkisi de Müslüman ve ikisi de Türk olan hükümdarların fetihlerindeki yegane gayenin cihan hakimiyeti olduğu bilinir. İki büyük hükümdar da kendilerini İslam aleminin lideri görmektedir. Hatta, Haçlıları yere seren Timur, halifeden “Sultan-ı İklim-i Rum” unvanını da alacaktır. Timur kendisini İslam aleminin hakimi gören şu sözleri mektubunda zikreder: “Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlü’l-emri olduğumuzda şüphe yoktur.” Timur, dünyayı fethetmek istediğini ve aynı zamanda Müslümanların da emiri olduğunu iddia ve ilan eder.

Yaptığı fetihler ile Osmanlı devlet adamlarının da ilgisini ve dikkatini çeken Timur’a karşı ilk mektubunda sert olan Yıldırım, istişareler sonucunda üslubunda ciddi bir tadilat yapar. Daha mutedil hatta övücü hitaplar, takdir eden cümleler kurar: “...Zamanın cihan sultanı olan Timur-i Köregen” Köregen ‘damat’ demektir. Kendisini Cengiz hükümdarlığının varisi gören Timur, Cengiz soyundan bir Moğol değil Türk’tür. Hakimiyetini meşrulaştırmak için de Cengiz soyundan bir han kızı ile evlenerek ‘damat’ unvanıyla fetihlere yönelir. Köregen hitabı buradan mülhemdir. Mektubunun devamında Yıldırım şöyle söyler: “Arapça ve Farsça gelen mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. Âl-i Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. Mektuplarımız akıllı devlet erkânımızla yapılan istişâreler sonrası yazılmıştır...” Yıldırım, ilk mektubuna nazaran üslubunu epey tadil ettirmiş hatta övgü dolu diplomatik bir dile dönüştürmüştür. Devam eden mektuplaşmaların dördüncüsü-sonuncusunda cevap Yıldırım’dan gelir. Mektuplaşmalar sonucunda bir uzlaşı sağlanamaz. İki hükümdar 1402 Ankara Savaşı’nda karşı karşıya gelir. Osmanlı’nın mağlup olup 11 yıl fetret devrine girdiği bu savaş, fetihlerin de durmasına sebep olmuştur. Savaştan önceki son mektubunu Yıldırım Beyazıt şöyle bitirir: “Sulh ve cengin cezası ve mükâfatı buna sebep olan tarafa aittir. Eğer bir kimse fitneye sebep olursa, Allah’u Teâlâ onun cezasını versin...”

 

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın yada üye olun!

Forumdan daha fazla yararlanmak için giriş yapın veya kayıt olun!

Kayıt ol

Forumda bir hesap oluşturmak tamamen ücretsizdir.

Şimdi kayıt ol
Giriş yap

Eğer bir hesabınız var ise lütfen giriş yapın

Giriş yap

Tema düzenleyici

Tema özelletirmeleri

Grafik arka planlar

Granit arka planlar