Hz. Peygamber kıyametin büyük alametlerini haber vermemiştir.
Kıyâmetin ne zaman kopacağı konusu her zaman insanların ilgisini çekmiş ve bununla ile ilgili pek çok soruya Hz. Peygamber de muhatap olmuşlardır.
Bir keresinde Bedevîler Rasûlullah’ın yanına gelerek:
(متى الساعة) “Saat
ne zamandır?” diye sormuşlar, o da içlerinden en genç olanına bakarak: “Şu çocuk yaşarsa, sizin kıyâmetiniz kopmadan ona ihtiyarlık erişmez” buyurmuşlardır.
Buhârî, rivâyetin sonunda hadisin râvilerinden Hişam’ın saatten maksadın; “
o gün yaşayanların ölümü” şeklindeki açıklamasını kaydetmektedir.
Yani, Hz. Peygamber muhataplarına: “
Bu çocuk yaşarsa, sizin öldüğünüzü, kıyâmetinizin koptuğunu görecektir” demekte ve saat kelimesini, “kıyâmet-i vustâ”
anlamında kullanmaktadır.
Aynı şekilde Hz. Ali’den rivâyeten nakledilen bir hadiste, Hz. Peygamber’in sabah namazı kıldırdığı esnada kendisine
(متى الساعة) “saat ne zamandır?” diye soru soran kişiyi namaz sonrası yanına çağırıp oturtarak, “
falcılara inanılıp kader yalanlandığı, emânetler yağmalandığı, sadaka almaya düşkünlük gösterildiği ve fuhuş yaygınlaştığı zaman” (فعند ذلك هلك قومك) kavminin helâk olacağını söylemesi
de “kıyâmet-i vustâ”nın kastedildiğinin bir işaretidir.
Yine Ebû Hureyre’den rivâyeten nakledilen bir diğer hadiste, Hz. Peygamber’in konuşma yaptığı esnada yanına gelerek
(متى الساعة) “saat ne zamandır?” diye sual soran kişiye: “Emânet zâyi edildiği vakit saati bekleyin” diye cevap verdiği, bu kimsenin: “Emanet nasıl zâyi edilir?” soruna ise: “İş, ehil olmayanlara tevdî edildiği zaman saati bekleyin” diyerek
mukabelede bulunduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla burada da saat kelimesiyle Hz. Peygamber’in o toplumun çöküşü demek olan “kıyâmet-i vustâ”yı kastettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Yani; Hz. Peygamber bu tür sorulara muhatap olduğunda “
küresel kıyâmet”in değil, “toplumsal kıyâmet”in alâmetlerini haber vermektedir. Bir başka ifadeyle, bu ve benzerî rivâyetlerin amacı kıyâmetin vaktini bildirmek için değil, tamamen ahlâkî ve sosyal çözülmenin zararlarını dile getirmek için olmalıdır. Bu itibarla kozmolojik bir olay olan “evrensel kıyâmet”le de bir alâkası bulunmamaktadır.
Nitekim, Râgıb el-Isfahânî, “
kıyâmet-i suğra”yı, ferdin ölümü, “kıyâmet-i vustâ”yı bir neslin yok olması ve “kıyâmet-i kübra”yı da, “küresel kıyâmet” şeklinde açıklamaktadır.
Netice îtibârıyla,
Hz. Peygamber’in saat kelimesini hangi anlamda kullandığı önemli olup, benzerî rivâyetlerin değerlendirilmesinde bu hususun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Enes b. Mâlik’ten rivâyeten nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber’in çölden gelen bir şahsın kıyâmetin ne zaman kopacağıyla ilgili sorusuna soruyla karşılık vererek: “
Peki senin kıyâmet için bir hazırlığın var mı?” şeklinde mukâbele ettiği, o kişinin: “Benim, Allah ve Rasûlünü çok sevmekten başka bir hazırlığım yok” cevabı üzerine Hz. Peygamber’in: “O zaman sen sevdiklerinle berabersin” dediği, orada bulunanların: “Peki ya biz?( ne olacağız?)” sorusuna karşılık onlara: “Siz de öyle” cevabını verdiği bilinmektedir. Râvi, rivâyetinin sonunda, Hz. Peygamber’in bu açıklamasının o gün kendilerini çok mutlu ettiğini ifâde etmektedir.
Burada da Hz. Peygamber’in kendisine her ne zaman bu tarz bir soru sorulsa, muhataplarına
“kıyâmetin alâmetleri”nden bahsetmek yerine, genellikle kendi ölümlerini düşünmeye ve gereken hazırlığı yapmaya davet eder nitelikte sorular sorduğu görülmektedir. Böylelikle o, verilmesi gereken esas mesaja yoğunlaşmalarını sağlamakta, meselelere geniş açıdan bakmayı öğretmekte, çok boyutlu, mantıklı ve tutarlı düşünmeye sevk etmektedir.
Hz. Peygamber’in bu konudaki bütün dikkat ve çabalarına rağmen kaynaklarda, ona nispet edilen bir çok “kıyâmet alâmetleri”nden bahsedilmektedir. Bu rivâyetleri değerlendirenler, “kıyâmet alâmetleri”ne dâir bu bilgilerin, özellikle Yahûdî ve Hıristiyan geleneğinde yaygın olarak bulunduğunu ve İslâmî kaynaklara da buralardan geçtiğini belirtmektedir. Nitekim,
Kur’an-ı Kerim’de kıyâmet esnasında meydana gelecek fizîkî değişimler şeklinde alâmetlerin yer aldığını, ancak kurtarıcı “mehdî” ve “deccâl”den hiç bahsedilmediğini ifâde etmektedirler.
Tayyip Okiç de, bu rivâyetlerin İslâmî kaynaklara girmesinde ve Hz. Peygamber’e nispet edilmesinde Yahûdîlik’ten ve Hıristiyanlık’tan ihtidâ edenlerin mühim rollerinin olduğunu belirtmektedir.
Diğer taraftan “kıyâmet alâmetleri”nden bahseden rivâyetleri tetkik edenlerden bazıları, konunun dînî boyutu yanında, fizîkî ve sosyal antropolojinin izlerinin de dikkate alınmasını, bunun ise dînîn beşer üstü özelliğinin ortadan kaldırılmadan ve bir ideoloji haline dönüştürülmeden yapılması gerektiğini savunmaktadırlar.
Nitekim vahiyle tespit edilmemiş hususların bir çoğunda fizîkî ve sosyal antropolojinin izlerini görmenin mümkün olduğunu, Kur’an’da bulunmamasına rağmen “mehdî”, “deccâl” ve “Mesîh” inançlarının bazı İslâmî kaynaklara Kitab-ı Mukaddes’teki
anlamlarına yakın şekillerde geçtiğini ifâde etmektedirler.
Bununla birlikte, “
kıyâmet alâmetleri” inancının peygamberlerin tebliği sûretiyle oluşan bir inanç olmadığını, insanların meraklarını gidermek, endişelerini ortadan kaldırmak ve hayallerini genişletmek gibi bir takım beşerî faktörlerinden doğduğunu ve bu bahsedilen alâmetlerin hiçbirinin Kur’an’da yer almadığını,
zayıf hadislere dayandığını ve benzerî haberlerin bütün eskatoloji kitaplarında görüldüğünü belirtenler de bulunmaktadır.
Diğer taraftan kaynak kitaplarda yer alan bir takım “kıyâmet alâmetleri”nin henüz vâki olmaması ve hiçbir insanın müşâhede etmediği hususlardan olmaları nedeniyle, akıl ve tecrübelerle doğrulanmalarının mümkün olmadığı bilinmektedir. Bu alâmetlerin, insan zihninde bazı konuları canlandırmaya yarayan semboller oldukları, lakin zamanla bu sembollerin müşahhaslaştırıldıkları ve bilfiil vâki olacak olaylar şeklinde telakkî edilebildikleri de unutulmamalıdır. Sahih hadis mecmûalarında yer alan bazı “kıyâmet alâmetleri”nin tafsilden uzak ve müphem ibârelerle nakledilmesi bu ihtimali akıllara getirmektedir. Bunların bir kısmı muhtevâ olarak Kur’an’ın çizdiği çerçevenin dışına çıkmamaktadır. Öte yandan bazı rivâyetlerin ise zaman ve biçim yönünden tasvir edildikleri görülmektedir. Nitekim,
“mehdî”, “deccâl” ve Hz. Îsâ’nın gelip yeryüzünde şu kadar süre hüküm sürecekleri şeklindeki ifâdeleri “kıyâmetin ansızın kopacağı”
esası ile bağdaştırmak mümkün gözükmemektedir.
Zîra onların kaldıkları süre sonunda eğer kıyâmet kopacaksa bu önceden bilineceği için âyetlere aykırı bir durum ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu tür rivâyetlere ihtiyatlı yaklaşılması gerektiği anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber’in kıyâmetin ansızın kopacağına ilişkin misalleri sahâbelerine anlayabilecekleri bir şekilde anlattığı da temel hadis kaynaklarında mevcuttur. Nitekim, Hz. Peygamber Ebû Hureyre’den rivâyet edilen bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “…
Alış-veriş için bir araya gelen iki kişi, bir elbiseyi açacaklar, satış işlemi tamamlanmadan ansızın kıyâmet kopacak, o elbiseyi tekrar kaldırıp katlamaya fırsatları olmayacak. Bir kişi devesini sağacak, ancak sağdığı devesinin sütünü içmek nasip olmadan ansızın kıyâmet kopacak. Bir kişi havuzunu sıvayıp tamir edecek ancak, tamir ettiği havuzun suyunu kullanmak ona nasip olmadan ansızın kıyâmet kopacak. Yemek yiyen bir kimse, lokmasını ağzına götürürken ansızın kıyâmet kopacak ve o yemeği yemek ona nasip olmayacak.”
Bu kadar açık ve seçik bir şekilde ve
Kur’an-ı Kerim’le uyumlu olarak kıyâmetin ânîden ve hiç beklenmedik bir anda kopacağını beyan etmiş olmasına rağmen, hâlâ Hz. Peygamber’i sürekli alâmetlerden bahseden bir kimse şeklinde tanıtmak doğru değildir. Diğer taraftan İbn Hacer de kıyâmetin ansızın kopacağı kanaatindedir. O, söz konusu rivâyeti değerlendirdikten sonra: “Bütün bunlar kıyâmetin ansızın kopacağına işarettir. Tıpkı Allah Teâlâ’nın (لا تاتيكم الا بغتة) ‘sizi umulmadık bir anda yakalayacak’
sözünde olduğu gibi” demektedir.
Hz. Peygamber’in zaman zaman bir takım sembolleri ve müphem ifâdeleri kullanarak insanları bilgilendirmesi mümkün olmakla beraber, her zaman
Kur’an-ı Kerim’le uyumlu tespitlerde bulunduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in bir takım açıklamalar yaparken mecâzî ifadeler kullandığı, tergib ve terhib maksatlı sözler söylediği de bir gerçektir.
Ancak onun bu sözlerini nakledenlerin yanlış anlayarak bir takım eklemeler yapabilecekleri ve sembolleri müşahhaslaştırabilecekleri ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim “kıyâmet alâmetleri” olarak sayılan bazı hususlarda bunları görebilmek mümkündür.
Netice îtibârıyla,
“kıyâmet alâmetleri”nden bahseden bütün rivâyetlerin çok yönlü araştırmaları yapılmadan, sadece senedlerine veya metinlerine bakarak mutlak doğrular şeklinde algılanmalarının, üzerlerine bir takım hükümler binâ edilmeye çalışılmasının zorakî yöntemlerle farklı yorumlar yapılmaya kalkışılmasının veya toptan reddedilmesinin sağlıklı sonuçlar doğurmayacağı açıktır.
Selam ve dua ile...
(Ayrıntılı bilgi için
Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın,
“Hadislerde Kıyamet Alametleri” adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 168-172)
A’raf, 7/187; “(Ey Peygamber), sana Son Saat’ten soracaklar, “Ne zaman gelip çatacak?” diye. De ki: “Doğrusu buna dâir gerçek bilgi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başka açığa vuracak kimse de yoktur. (O saat) göklere ve yere bütün ağırlığı ile çökecek ve sizi mutlaka umulmadık bir anda yakalayacak.” Sana, sanki bu (sırr)ın ısrarla peşine düşmekle belli-belirsiz içsel bir bilgi elde etmiş olman mümkünmüş gibi soracaklar. De ki: “Ona dâir gerçek bilgi ancak Allah katındadır; ne var ki, insanların çoğu (bundan) habersizdir.” Âyeti tefsir eden Zemahşerî, Kurtubî ve Şevkânî, Hz. Peygamber’in kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmediğinin bu âyetten anlaşılmakta olduğunu ifâde etmektedirler. (ZEMAHŞERÎ, II, 144-145; KURTÛBÎ, VII, 336; ŞEVKÂNÎ, II, 273). Muhammed Esed ise, Son Saat’in hangi şartlarda ve ne zaman olacağı hakkında, vukûundan önce, peygamberler dahil kimseye herhangi bir bilgi, bir ipucu verilmediği ve verilemeyeceği kanaatindedir. Bkz.
Kur’an Mesajı, s. 312, A’râf, 7/187, 153 no’lu dipnot. Ayrıca bkz. Ahzâb, 33/63; Zâriyât, 51/12; Kıyâme, 75/6; Nâziât, 79/42-45.
Kıyâmetin “saat”le isimlendirilmesinin nedeni, ansızın kopacak olması veya hesabın süratli olması sebebiyledir. Bkz. ZEMAHŞERÎ, II, 143.
BUHÂRÎ, 81/Rikak, 42 (VII, 192); MÜSLİM, 52/Fiten, 27 (III, 2269-2270); İBN HANBEL, III, 192, 213, 228, 270, 273. Ayrıca bkz. İBN HUZEYME, III, 149; NEVEVÎ,
Şerhu’n-Nevevî, XVIII, 89-91.
BUHÂRÎ, 81/Rikak, 42 (VII, 192).
RÂGIB el-ISFAHÂNÎ, s. 362.
BEZZÂR,
Müsned, II, 145-146. Hadisi bu lafızla sadece Yûnus b. Erkâm rivâyet etmiştir. Ayrıca bkz. EBÛ ÂMİR OSMAN B. SAİD,
Sünen, III, 684; TABERÂNÎ,
Evsât, I, 150-151; HEYSEMÎ
, Mecma’, VII, 328.
BUHÂRÎ, 2/İlim, (I, 21); 35/Rikak, (VII, 188); İBN HIBBÂN, I, 307; BEYHAKÎ, X, 118.
M. Ebû Şehbe de, Hz. Peygamber’in bu uyarısının maksadının “
ümmetlerin kıyâmeti olduğunu; kuvvet, izzet ve ayakta kalmak için gerekli sebepleri terk ettiklerinde helak olacaklarını; bu hadisin en önemli sosyoloji nazariyelerinden birini ortaya koyduğunu” ifade etmektedir. Bkz. EBÛ ŞEHBE,
Sünnet Müdafaası, I, 322.
Yavuz: “
Hadislerde dînî yozlaşmayı haber veren olaylar kozmik düzenin yıkılışına işaret eden belirtiler değil, aksine ferd ve toplumu yok oluşa götüren alâmetlerdir” demektedir. YAVUZ, Y. Ş., “Kıyâmet Alâmetleri”,
DİA, XXV, 524, İst., 2002.
RÂGIB, s. 362.
BUHÂRÎ, 78/Edeb, 95 (VII, 112); MÜSLİM, 45/Birr, 50 (III, 2032-2033); İBN HANBEL, III, 178; MA’MER b. RÂŞİD, XI, 199; BEZZÂR, V, 161; EBÛ YÂ’LÂ, V, 372; İBN HIBBÂN, I, 182; II, 323; TABERÂNÎ,
Evsât, VII, 267; bkz. EBÛ NUAYM,
Hilye, VI, 339; X, 171.
HASAN HANEFÎ,
Mine’l-Akîde ile’s-Sevrâ, Dârü’t-Tenvîr, (I-V), Beyrut, 1988, IV, 470-488.
OKİÇ, Tayyib,
Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, Nûn Yay. İst. 1995, s. 231, 232-239.
ÇELEBİ
, Uzak ve Yakın Gelecek, s. 94.
Kitâb-ı Mukaddes, Mika, 5/2, s. 878; Zekarya, 9/9-10, s. 896; Malaki, 4/5, s. 902; Tensiye, 18/15, 18, s. 195.
SARIKÇIOĞLU, Ekrem,
Dinlerde Mehdî Tasavvurları, Sidre Yay., Samsun, 1997, s. 111-117.
ATEŞ, Süleyman,
İslâm’da Güncel Tartışmalar, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst., 2002, s. 290.
(Ateş, kıyâmet alâmetleri ile ilgili rivâyetlerin Kur’an’a aykırı olduğu kanaatindedir. Ve: “Ansızın olacak şeyin alâmeti olmaz” diyerek bu tür rivâyetlere olan tepkisini ortaya koymaktadır).
HASAN HANEFÎ,
Mine’l-Akîde, IV, 468-480. Ayrıca bkz. YAZICIOĞLU, M. Sait, “Teoloji mi, Antropoloji mi?”,
AÜİFD., XXIII, 505-531, Ank., 1978.
En’âm, 6/31; A’raf, 7/187; Yûsuf, 12/107; Nahl, 16/77; Enbiyâ, 21/40; Hac, 22/55; Şuarâ, 26/202; Ankebût, 29/53; Yâsîn, 36/49-50; Zuhruf, 43/66; Muhammed, 47/18; Hâkka, 69/13-16.
Ateş,
depremin belirtileri ortaya çıktıktan sonra bunun beklenen bir olay olması sebebiyle artık ansızın meydana gelen bir olay vasfını taşıyamayacağını ifâde etmektedir. Buradan hareketle, âyetlerde hiç beklenmedik bir anda ansızın kopacağı haber verilen kıyâmetin, önceden belli olacak şekilde bir kısım alâmetlerinin olmasının izah edilemeyeceğini belirtmektedir. Bkz. ATEŞ,
İslâm’da Güncel Tartışmalar, s. 292; ATEŞ,
Kur’an Ansiklopedisi, XXX, 228-229. H. Hanefî de kıyâmetin ansızın kopacağını, Allah’tan başka hiçbir kimsenin vaktini bilemeyeceğini, esas olanın vaktini ve alâmetlerini bilmek olmayıp, ömür bitmeden ona gereken hazırlığı yapmak olduğunu söylemektedir. Bkz. HASAN HANEFÎ, IV, 487-488.
Bu rivâyeti Ebû Hureyre’den; Buhârî, Müslim, Ma’mer b. Raşid, Ebû Yâ’lâ, Humeydî, Nuaym b. Hammad, İbn Hanbel, Ebû Amr Osman b. Said, İbn Hıbbân ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Bkz. BUHÂRÎ, 92/Fiten, 25 (VIII, 101), 81/Rikak, 40 (VII, 191); MÜSLİM, 52/Fiten, 27 (III, 2270); MA’MER b. RÂŞİD,
el-Câmi’, XI, 402-403; EBÛ YÂ’LÂ, XI, 152-153; HUMEYDÎ, II, 498; NUAYM b. HAMMAD, II, 645; İBN HANBEL, II, 369; EBÛ AMR OSMAN b. SAİD,
Sünenu’l-Vâride, IV, 773-775; İBN HIBBÂN, XV, 259-260; BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin,
Şuabü’l-Îmân, (I-VIII), thk. Muhammed es-Said b. Bisyûnî Zeğlül, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1410, I, 237. Ukbe b. Amir’den ise; Taberânî ve Hakim tahric etmişlerdir. Bkz. TABERÂNÎ,
Kebîr, XVII, 325; HÂKİM, IV, 582; İbn Abbas’tan ise Nuaym b. Hammad tahric etmiştir. Bkz. NUAYM b. HAMMAD, II, 635, 655.
Bu rivâyetin sonunda diğerlerinden farklı olarak Hz. Peygamber’in ( ولياتينه 05; بغتة وهم لا يشعرون) “Ama o âniden kopup gelecek ve hiç biri de farkında olamayacak” (Ankebût, 29/53) âyetini okuduğu ifade edilmektedir. Ayrıca bu rivâyeti Huzeyfe b. el-Yemânî’den, Taberî nakletmiştir. Bkz. TABERÎ,
Tarih, Beyrut, 1407, I, 51. Heysemî, İbn Hanbel’in Ebû Hureyre’den yaptığı tahricin ricâlinin “sahihin ricâli” olduğunu söylemiştir. Bkz. HEYSEMÎ,
Mecma’, X, 331-332. Ayrıca bkz. II, 65. Bu konudaki değerlendirmeler için bkz. TABERÎ,
Tefsîr, V, 34; MÜNZÎRÎ,
Tergîb, IV, 204; KURTÛBÎ, XV, 39; İBN KESÎR, II, 272, 562; İBN HACER
, Feth, Beyrut, 1379, XIII, 88.
A’râf, 7/187.
İBN HACER,
Feth, Beyrut, 1379, XI, 357.
Yavuz da kıyâmetin aniden kopacağı kanaatindedir. Bkz. YAVUZ, Y. Ş., “Kıyâmet Alâmetleri”,
DİA, XXV, 525, İst., 2002.