Ehl-i Dalaletin Hz. Muhammed'e (s.a.v) attığı iftiralara cevap:
Prof. Dr. Mehmet Görmez'in Musa Carullah'tan yaptığı çeviride bazı rivayetlerle ilgili dikkate alınması gereken şu önemli husus izah edilmiş:
"Eski Araplarda ergenliğe giren bir kız çocuğu için bir merasim yapıldığı ve kız çocuklarının âdet gördükten sonraki yaşları ile bilindiği şeklinde bir âdetin olduğu söylenebilir."
(Musa Carullah, Hatun, s. 81, Kitabiyat Yay. Trc. Mehmet Görmez.)
Bir başka yerde de, Hz. Aişe, ilk vahiy geldiğinde ben beli kuşaklı bir genç kızdım diyor. Beli kuşaklı olmak ergenliğe giriş ve Daru’n Nedve’de merasimle insanlara tanıtılmış demek oluyor ki, bu da evlendiğinde minimum 18 yaşında olduğunu gösterir.
(İbn Hişam Sire 1. cilt s. 338)
Bu Ebu Hanife’nin de evlilik alt yaş sınırını 17 olarak belirlemesinde delil olan bir rivayettir.
Ayrıca Oxford Üniversitesi'nden erken İslam tarihi uzmanı Joshua Little hazırladığı doktora tezinde Hz. Muhammed'in (s.a.s) "Hz. Aişe'yle 6 yaşındayken evlendiği" ve "9 yaşındayken birleşmenin yaşandığı" iddiasının tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını ifade ediyor. Independent'ta yayımlanan makalede tarihi kaynaklar Hazret-i Muhammed'in (s.a.v) peygamber olduktan sonra 13 yıl kadar Mekke'de kaldığını Peygamber hicret ettiği zaman Hz. Aişe 15-16 yaşlarında olduğunu ifade ediyor. Peygamber Medine'ye göçtükten iki yıl sonra Aişe ile evlendiğine göre, demek ki evlendiği zaman Aişe en az 17-18 yaşındaydı.
Hz. Ayşe’nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma’nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma’dan bahsederken diyorlar ki:
“Esma yüz yaşındayken, Hicretin 73. Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde yirmi yedi yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından on yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam on yedi yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber’den önce Cübeyr’le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.” (Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)
Risale-i Nur'da ifade edilen bir hakikat ile yazımızı noktalayalım;
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakîm'de:
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ
ferman eder. Rivayat-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddıka (r.anha) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı tarif ettikleri zaman "Hulukuhu'l-Kur'an" diye tarif ediyorlardı. Yani Kur'an'ın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur.
İşte böyle bir zatın ef'al, ahval, akval ve harekâtının her birisi, nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.
(Lem'alar 69.sayfa - Risale-i Nur)
Birincisi: "Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın Zeyneb'i tezevvücünü; eski zaman münafıkları gibi yeni zamanın ehl-i dalaleti dahi medar-ı tenkit buluyorlar, nefsanî, şehvanî telakki ediyorlar." diyorsunuz.
Elcevap: Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! O dâmen-i muallâya şöyle pest şübehatın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismet ile Haticetü'l-Kübra (r.anha) gibi ihtiyarca bir tek kadın ile iktifa ve kanaat eden bir zatın kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenid olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.
O hikmetlerden birisi şudur ki: Zat-ı Risalet'in akvali gibi ef'al ve ahvali ve etvar ve harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me'hazleridir. Şıkk-ı zahirîsine sahabeler hamele oldukları gibi hususi dairesindeki mahfî ahvalâtından tezahür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de Ezvac-ı Tahirat'tır ve bilfiil o vazifeyi îfa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, birçok ve meşrepçe muhtelif Ezvac-ı Tahirat lâzımdır." (Mektubat 30.sh - Risale-i Nur)
alıntı
Prof. Dr. Mehmet Görmez'in Musa Carullah'tan yaptığı çeviride bazı rivayetlerle ilgili dikkate alınması gereken şu önemli husus izah edilmiş:
"Eski Araplarda ergenliğe giren bir kız çocuğu için bir merasim yapıldığı ve kız çocuklarının âdet gördükten sonraki yaşları ile bilindiği şeklinde bir âdetin olduğu söylenebilir."
(Musa Carullah, Hatun, s. 81, Kitabiyat Yay. Trc. Mehmet Görmez.)
Bir başka yerde de, Hz. Aişe, ilk vahiy geldiğinde ben beli kuşaklı bir genç kızdım diyor. Beli kuşaklı olmak ergenliğe giriş ve Daru’n Nedve’de merasimle insanlara tanıtılmış demek oluyor ki, bu da evlendiğinde minimum 18 yaşında olduğunu gösterir.
(İbn Hişam Sire 1. cilt s. 338)
Bu Ebu Hanife’nin de evlilik alt yaş sınırını 17 olarak belirlemesinde delil olan bir rivayettir.
Ayrıca Oxford Üniversitesi'nden erken İslam tarihi uzmanı Joshua Little hazırladığı doktora tezinde Hz. Muhammed'in (s.a.s) "Hz. Aişe'yle 6 yaşındayken evlendiği" ve "9 yaşındayken birleşmenin yaşandığı" iddiasının tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını ifade ediyor. Independent'ta yayımlanan makalede tarihi kaynaklar Hazret-i Muhammed'in (s.a.v) peygamber olduktan sonra 13 yıl kadar Mekke'de kaldığını Peygamber hicret ettiği zaman Hz. Aişe 15-16 yaşlarında olduğunu ifade ediyor. Peygamber Medine'ye göçtükten iki yıl sonra Aişe ile evlendiğine göre, demek ki evlendiği zaman Aişe en az 17-18 yaşındaydı.
Hz. Ayşe’nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma’nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma’dan bahsederken diyorlar ki:
“Esma yüz yaşındayken, Hicretin 73. Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde yirmi yedi yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından on yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam on yedi yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber’den önce Cübeyr’le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.” (Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)
Risale-i Nur'da ifade edilen bir hakikat ile yazımızı noktalayalım;
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Hakîm'de:
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ
ferman eder. Rivayat-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddıka (r.anha) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı tarif ettikleri zaman "Hulukuhu'l-Kur'an" diye tarif ediyorlardı. Yani Kur'an'ın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur.
İşte böyle bir zatın ef'al, ahval, akval ve harekâtının her birisi, nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona iman eden ve ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divaneler de anlar.
(Lem'alar 69.sayfa - Risale-i Nur)
Birincisi: "Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın Zeyneb'i tezevvücünü; eski zaman münafıkları gibi yeni zamanın ehl-i dalaleti dahi medar-ı tenkit buluyorlar, nefsanî, şehvanî telakki ediyorlar." diyorsunuz.
Elcevap: Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! O dâmen-i muallâya şöyle pest şübehatın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismet ile Haticetü'l-Kübra (r.anha) gibi ihtiyarca bir tek kadın ile iktifa ve kanaat eden bir zatın kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenid olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.
O hikmetlerden birisi şudur ki: Zat-ı Risalet'in akvali gibi ef'al ve ahvali ve etvar ve harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me'hazleridir. Şıkk-ı zahirîsine sahabeler hamele oldukları gibi hususi dairesindeki mahfî ahvalâtından tezahür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de Ezvac-ı Tahirat'tır ve bilfiil o vazifeyi îfa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, birçok ve meşrepçe muhtelif Ezvac-ı Tahirat lâzımdır." (Mektubat 30.sh - Risale-i Nur)
alıntı