
Hesap yaparak Allah'a yakınlaşmak mümkün mü?
"Ummayı merkezileştiren akıl, sonunda Allah’ı jetonlu makine ya da muhasebeci saymaya başlar. Oysa çok açıktır ki teslim olmayı başaran kalp hep ummadığına kavuşur."
İsmail Kılıçarslan/Yeni Şafak
O hesap makinesini usulca yere bırak
Duymuşsunuzdur. Dervişe sormuşlar “Allah ile aran nasıl?” diye. Derviş de cevap vermiş: “Hep O’nun dediği oluyor, geçinip gidiyoruz.”
Bu cevabın derinliğini insanlara anlatabilme ihtimalimiz kalmadı zira bu cevabın derinliğini anlayabilecek insanlar değiliz. Niçin oluyor bu? Bence şundan: Artistlik ile iştigal etmeden yaptığımız neredeyse hiçbir kalmadı.
Arkadaşlarından biri, Hacda elinde hesap makinesiyle babamın yanına gelip “hesap ettim, bugün itibariyle namazı bırakıyorum ben” diyerek şaka yapmış. O geldi aklıma. Şöyle demiş: “Madem Kabe’de kılınan bir vakit namaz bin vakit namaz yerine geçiyor, işte 20 gündür kılıp duruyoruz. Bu saatten sonra hiç namaz kılmasam 30 yıllık namaz biriktirmişim. Namaz benden düşse gerek.”
O şaka artık gerçek oldu gibi geliyor bana. Çünkü nerdeyse hepimiz artık Allah’ı jeton atılınca çalışan bir makine zannediyoruz. Namaz kıl ve karşılığını versin, oruç tut ve karşılığını versin, zekat ver ve karşılığını versin. Dikkat isterim. Allah’ın bunları yapan kuluna karşılık verip onu mükafatlandırması başkadır, bu söylediğim başkadır. Ben ne dediğimi gayetle biliyorum. Aslında sen de benim ne dediğimi gayetle anladın. O yüzden gel devam edelim.
“Allah, sürprizdir Rabbülalemin” diyor dizesinde Ahmet Murat. Keşke bu dizeyi tam şuradan anlasak: Allah’ın Allah oluşu bizi O’na karşı sorumlu kılar, O’nu bize karşı değil. Biz sorumluluğumuzu yerine getirir ve umarız ama bu umma bir karşılıklı çıkar ilişkisine dönüşme temayülüne dönerse Allah’ı “sürpriz” değil de muhasebeci saymaya başlarız.
Bu sebeple arifandan zatlar derler ki “sevabına sakın güvenme ama sevap işlemeye devam et, çünkü Allah’ın hangi sevabını göz önünde bulundurup seni cennetine koyacağını bilemezsin.”
Bir de günaha güvenmek var değil mi? Allah’tan umudu kesmek. Arifan burada da diyor ki: “Ulan sen kimsin de Allah’ın seni affetmeyeceğini düşünecek kadar güveniyorsun günahına? Günaha güvenmek kibirdir. Kula düşen günahtan kaçınmaktır. Çünkü Allah’ın hangi günahını nazar-ı dikkate alıp seni cehenneme atacağından emin olamazsın. Ama Allah’ın affediciliğinden de umudu kesemezsin.”
“Ummak” dedik öyle ya. Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail’i kurban etmeye giderken bıçağın oğlunun boynunu kesmeyeceğini umsaydı o bıçak Hz. İsmail’i keser miydi kesmez miydi? Yahut Hz. İsmail, babasının kendisine kıyamayıp kesemeyeceğini umsaydı bıçak boynunu keser miydi kesmez miydi?
“Sırlı” gibi duran bu sorularda aslında hiçbir sır yoktur. Kierkegaard’a sorsak Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile ilgili bin tane sırlı hikaye anlatacaktır bize. Çünkü o, “aramanın haşyetiyle” sarhoştur. Duyguları didik dik etmenin zevkiyle sermesttir. “İman, aklın bittiği yerde başlar” dese de aslında günün sonunda her şeyi akla sığdırmaya ve akılla izah etmeye çabalayan bir mustarip, bir çilekeştir o.
Hayır ve hayır. Ortada sır mır yoktur. Teslim olmuş bir babanın oğlunu kurban etmek için çektiği bıçakta ve teslim olmuş bir oğulun kesilsin diye uzattığı boyunda sır yoktur. Hikmet vardır orada. Korku yoktur, titreme yoktur. Sadece teslimiyet vardır.
Cevaba dönelim: Hz. İbrahim bıçağın kesmeyeceğini umarak vursaydı bıçağı, o bıçak Hz. İsmail’in süt gibi boynunu o dakika gövdesinden ayırırdı.
Ummayı merkezileştiren akıl, sonunda Allah’ı jetonlu makine ya da muhasebeci saymaya başlar. Oysa çok açıktır ki teslim olmayı başaran kalp hep ummadığına kavuşur.
Şimdi adını unuttum. Büyüklerden biri oğluyla sabah namazına giderken “baksana baba, biz sabah namazına cemaate giderken şehrin evlerinin ışıkları bile yanmıyor, insanlar sabah namazına kalkmıyor” dediğinde babası usulca “keşke bizim evin lambası da bu sabah yanmasaydı da sen bu lafı etmemiş olsaydın” deyiveriyor.
Dindarlığımızı başkası, öteki, diğeri üzerinden tanımlamaktan bıkıp usanmıyoruz. Cenneti “doğal” hakkımız saymaktan usanmıyoruz. Kabalık, kaba softalık, ham yobazlık üretmekten bıkıp usanmıyoruz. Elimizde hesap makinesi, durmadan hesap ediyoruz.
Oysa teslimiyetin başladığı yerde hesap makinesinin hükmü kalmaz. Bilmiyoruz. Bir türlü de bilmeye yanaşmıyoruz.
Allah. Eyvallah.