- İstatistikte sabit
- #1
“Tuhaf değil mi sadece dışımızı görebiliyoruz; ama her şey içimizde oluyor.”
The Boy, The Mole, The Fox, and The Horse
Giriş
Öncelikle bu yazıyı, film analizi yapmak amacıyla kaleme almadığımı belirtmek isterim. Niyetim, bu yapımları baştan sona anlatarak değerlendirme yapmak değil, karakterleri karşılaştırarak iki filmin de ortak konusu olan medya manipülasyonu ve güzellik algısı üzerinde düşünmek, düşündürmek. Bu sebeple film analizlerimde kullandığım ciddi ve kitabi dili de bir kenara bırakıp köşe yazılarında tercih edilen sohbet havasında ilerleyeceğim. Ayrıca bu filmleri analiz yapmaya değer görmüyorum. İzlemenizi de tavsiye etmeyeceğim. Fakat fabrika ayarlarımızı bozan bir problemi ele aldıkları için ikisini de önemli buluyorum. Bu açıklamadan sonra başlayalım artık.
Buyursunlar…
Stacy
The Outside’taki Stacy, eşiyle birlikte basit, sade bir hayat yaşayan, taşralı ve çalışan bir kadın. Konu itibariyle, Stacy “güzel” olmasın diye durum biraz abartılmış. Ona ürkütücü, garip bir imaj çizilmiş ki bir korku senaryosu için bu normal. Hani duymuşsunuz, belki izlemişsinizdir; Çirkin Betty adında bir dizi vardı, Türkiye’de de uyarlaması yapılmıştı. Hatta bu kurgunun birçok örneği Yeşilçam klasiklerinde de mevcuttu. Köyden şehre inen, âşık olduğu erkek tarafından bu haliyle beğenilmediği için görgü, moda, dil eğitimi alarak herifin burnunu sürten, dibini düşüren “güçlü” kadınlar… Bu şekilde ana akım medya biz kadınlara, erkekleri etkilemenin 101 yolunu anlatarak hangi aşamalardan geçmemiz gerektiğini beynimize enjekte edip durdu hep. Nasıl bir kadın olmalısınız sorusunu sorup cevabı vücut hatları, makyaj hileleri, ameliyatlar, kombinler, jest- mimik oyunları, stratejik hamleler olarak verdi, vermeye de devam ediyor…
Neyse… Stacy diyorduk. Mesai arkadaşları onun aksine yapay zeka ürünü gibi ve giyimleri de son derece gösterişli tabii. Stacy onlara içten içe öykünen, onlar gibi “güzel” olmak isteyen özgüvensiz biri. Hâlbuki imrendiği bu kadınlar, cinsellik ve erkeklerden başka hiçbir şey konuşmayan, “güzel” bir ambalaja sahip olmayı marifet ve gurur kaynağı olarak gören, hadsizlik ile herkese diz çöktürerek bir nevi tanrıça olmanın hazzını yaşamak isteyen, beğenilme arzusuna takıntılı, ahlaksız kadınlar… Yani yukarıda bahsettiğim ana akım medyanın bizlerden istediğine benzer nitelikte bir kadın profili… Ama… Sonuç olarak Stacy gibi bir “ezik”in gözünde onlar hayranlık uyandıran popüler, beğenilen kadınlar… İşte buna sebep olan da Stacy’nin her akşam hipnoz olmuşçasına izlediği televizyon, yani medya…
Elisabeth
Diğer tarafta The Substance’ın Elisabeth’i… Zamanında rol aldığı filmle Oscar almış Hollywood Bulvarına adı yazılmış bir aktris. Fakat bir TV kanalındaki aerobik programında çalışırken patronu ( küfür) tarafından yaşlandığı gerekçesiyle kovuluyor. Tabii şaşalı, şöhret dolu bir hayat yaşamış, bunu da yetenekten ziyade “güzellik” ile başarmış biri için yaşlandığını kabul etmek tam anlamıyla kâbus. Çünkü artık o “güzel” olmayacak ve kimse onu beğenmeyecek. Aynaya baktığında gördüğü o kırışıklıklardaki derin yalnızlıkta yok olmak isteyecek… Elisabeth, kendini sevmeyi değil başkalarınca sevilmeyi önceleyenlerin, edilgen, istismar edilmiş hayatlarının içinde kaybolanların düştüğü o boşluğa düşecek… Erkek egemenliğindeki ana akım medyanın; özgürlük, feminizm, güç, gibi kavramlarla şekle soktuğu bir kadından alacağını aldıktan sonra onu çürümüş, vitamini alınmış posası atılmış bir meyve gibi çöpe atmasıdır bu işte!
Stacy ve Elisabeth
Stacy, güzel olmadığını düşünerek garip bir krem kullanmaya başlar ve bu krem onun sadece cildini değil ruhunu da değiştirir. Aslında krem ona ilk başlarda çok zarar verir ama kullanmayı bırakmak yerine, çektiği acıya rağmen devam eder. Kocasının sevgisi, ilgisi, sözleri onun için önemini her geçen gün kaybeder. Çünkü Stacy kendisini sevmediği için kocasının sevgisini de anlamlı ve gerçekçi bulmaz. Kocası onu ikna edemez… Tanıdık geldi mi? Kendinizi sevmiyorsanız sevildiğinize inanmak zordur. Sanırım kendinizde bulamadığınız hiçbir şeyi başkasında bulamazsınız desem abartmış olmam… Aslında aynaya baktığımızda kusur olarak gördüğümüz birçok şey başkaları için bir şey ifade etmiyor. Kendimizi fazla abartıyoruz, sanki spot ışıkların altındaymışız, herkes bize bakıyormuş gibi… Sanki her şey bizim etrafımızda dönüyormuş gibi… İnanın bana iyi miyiz diye gözümüzün içine bakan insanlar haricinde kimsenin gerçekten umurunda de-ği-liz. Gözümüzün içine bakan, içerideki bizi görmek için çabalayan o insanlar, karşılaştığınız anda saçınıza, ayakkabınıza, giyiminize, makyajınıza, kilonuza, dudağınızdaki uçuğa laf etmez. Onlar yüzünüze bakıp iyi olup olmadığını anlamaya çalışır önce… Bir duygusallaştım ben…
Elisabeth, bir gün eski okul arkadaşıyla karşılaşır. Adam ona hayrandır ve hala gençliğindeki gibi çok güzel olduğunu söyler. Onu olduğu gibi beğenen birinin varlığıyla heyecanlansa da adamla görüşmek için bir türlü evden çıkamaz… Aynaya bakar makyaj yapar, siler, elbisesini değiştirir, fular takar… Ama... Kendisini beğenmez… Öfkeyle bakar aynaya… Gördüğü şeyden nefret eder… Buna böylesine sebep olan da Stacy gibi bir ürün kullanmaya başlamasıdır. Ürün, 7 günlük bir döngüyle onu “daha iyi bir versiyonu”na taşıyacağını garanti eder. 7 gün Elisabeth olacak, 7 gün kendisinden klonladığı genç haline geçecek… Aynı ruh ama iki farklı beden… 7 günde bir değişimi yapmadığı taktirde geri dönülmez bir duruma gireceği konusunda uyarı olsa da, genç versiyonu bu çizgiyi aşmaya başlar… Sonrası önemli değil… Sonrası ne Stacy için ne de Elisabeth için önemli değil aslında; çünkü ikisi de çizgiyi aşar ve geri dönülmez bir yola girer… İkisi de bir canavara dönüşür… Her anlamda… İkisi de kendilerini sevmesine müsaade etmeyen bir sistemin içinde kendisine düşman olan ve kendisine kaybeden iki kadın…
Sonuç
Yazının sonuna geliyorum. Aslında bu kadar duygulanacağımı tahmin etmemiştim. Filmleri izlerken ve bu konu hakkında yazmaya karar verdiğimde kesinlikle böyle bir halde değildim; fakat her yazı bir yolculuk gibi bilinmez bir sürecin ürünüdür. Sanırım yazmanın en sevdiğim tarafı da bu… Asla tam olarak planlayamaz asla kontrol edemezsiniz. Kendisine özgü bir akışı vardır… Neyse çok uzatıyorum niye böyle oldu ya… Bir yudum kahve…
Sanırım Stacy ve Elisabeth bir kurgu da olsa hepimizin kendisine dair bir şeyler bulabileceği kadınlar. Belki çocukken kilosuyla, dişiyle, burnuyla, boyuyla, gözlüğüyle dalga geçilen o çocuklarız biz. Belki “güzel” olmazsak sevilmeyeceğimize inandık, inandırıldık. Belki çocukluğumuzdan, kadınlığımızdan o kadar vurulduk ki onlara şefkat göstermeyi unuttuk… Biz, olduğumuz gibi olmaktan korktuk. Biz idealize edilmiş şemaların içinde olmadığımızda kabul edilmeyeceğimizden onaylanmayacağımızdan korktuk belki…
Şimdi, aynaya bakın ve ne gördüğünüzü kendinize açıkça söyleyin… Stacy ve Elisabeth gibi size acı ve öfke veren düşmanınızı mı, yoksa yüzünüzü güldüren, “Her halinle kabulümsün.” diyen en yakın arkadaşınızı mı görüyorsunuz? Merhametli olun ve tekrar bakın…
“Tuhaf değil mi sadece dışımızı görebiliyoruz; ama her şey içimizde oluyor.”
The Boy, The Mole, The Fox, and The Horse ( İşte bunu öneririm. )
The Boy, The Mole, The Fox, and The Horse
Giriş
Öncelikle bu yazıyı, film analizi yapmak amacıyla kaleme almadığımı belirtmek isterim. Niyetim, bu yapımları baştan sona anlatarak değerlendirme yapmak değil, karakterleri karşılaştırarak iki filmin de ortak konusu olan medya manipülasyonu ve güzellik algısı üzerinde düşünmek, düşündürmek. Bu sebeple film analizlerimde kullandığım ciddi ve kitabi dili de bir kenara bırakıp köşe yazılarında tercih edilen sohbet havasında ilerleyeceğim. Ayrıca bu filmleri analiz yapmaya değer görmüyorum. İzlemenizi de tavsiye etmeyeceğim. Fakat fabrika ayarlarımızı bozan bir problemi ele aldıkları için ikisini de önemli buluyorum. Bu açıklamadan sonra başlayalım artık.

Stacy
The Outside’taki Stacy, eşiyle birlikte basit, sade bir hayat yaşayan, taşralı ve çalışan bir kadın. Konu itibariyle, Stacy “güzel” olmasın diye durum biraz abartılmış. Ona ürkütücü, garip bir imaj çizilmiş ki bir korku senaryosu için bu normal. Hani duymuşsunuz, belki izlemişsinizdir; Çirkin Betty adında bir dizi vardı, Türkiye’de de uyarlaması yapılmıştı. Hatta bu kurgunun birçok örneği Yeşilçam klasiklerinde de mevcuttu. Köyden şehre inen, âşık olduğu erkek tarafından bu haliyle beğenilmediği için görgü, moda, dil eğitimi alarak herifin burnunu sürten, dibini düşüren “güçlü” kadınlar… Bu şekilde ana akım medya biz kadınlara, erkekleri etkilemenin 101 yolunu anlatarak hangi aşamalardan geçmemiz gerektiğini beynimize enjekte edip durdu hep. Nasıl bir kadın olmalısınız sorusunu sorup cevabı vücut hatları, makyaj hileleri, ameliyatlar, kombinler, jest- mimik oyunları, stratejik hamleler olarak verdi, vermeye de devam ediyor…
Neyse… Stacy diyorduk. Mesai arkadaşları onun aksine yapay zeka ürünü gibi ve giyimleri de son derece gösterişli tabii. Stacy onlara içten içe öykünen, onlar gibi “güzel” olmak isteyen özgüvensiz biri. Hâlbuki imrendiği bu kadınlar, cinsellik ve erkeklerden başka hiçbir şey konuşmayan, “güzel” bir ambalaja sahip olmayı marifet ve gurur kaynağı olarak gören, hadsizlik ile herkese diz çöktürerek bir nevi tanrıça olmanın hazzını yaşamak isteyen, beğenilme arzusuna takıntılı, ahlaksız kadınlar… Yani yukarıda bahsettiğim ana akım medyanın bizlerden istediğine benzer nitelikte bir kadın profili… Ama… Sonuç olarak Stacy gibi bir “ezik”in gözünde onlar hayranlık uyandıran popüler, beğenilen kadınlar… İşte buna sebep olan da Stacy’nin her akşam hipnoz olmuşçasına izlediği televizyon, yani medya…
Elisabeth
Diğer tarafta The Substance’ın Elisabeth’i… Zamanında rol aldığı filmle Oscar almış Hollywood Bulvarına adı yazılmış bir aktris. Fakat bir TV kanalındaki aerobik programında çalışırken patronu ( küfür) tarafından yaşlandığı gerekçesiyle kovuluyor. Tabii şaşalı, şöhret dolu bir hayat yaşamış, bunu da yetenekten ziyade “güzellik” ile başarmış biri için yaşlandığını kabul etmek tam anlamıyla kâbus. Çünkü artık o “güzel” olmayacak ve kimse onu beğenmeyecek. Aynaya baktığında gördüğü o kırışıklıklardaki derin yalnızlıkta yok olmak isteyecek… Elisabeth, kendini sevmeyi değil başkalarınca sevilmeyi önceleyenlerin, edilgen, istismar edilmiş hayatlarının içinde kaybolanların düştüğü o boşluğa düşecek… Erkek egemenliğindeki ana akım medyanın; özgürlük, feminizm, güç, gibi kavramlarla şekle soktuğu bir kadından alacağını aldıktan sonra onu çürümüş, vitamini alınmış posası atılmış bir meyve gibi çöpe atmasıdır bu işte!
Stacy ve Elisabeth
Stacy, güzel olmadığını düşünerek garip bir krem kullanmaya başlar ve bu krem onun sadece cildini değil ruhunu da değiştirir. Aslında krem ona ilk başlarda çok zarar verir ama kullanmayı bırakmak yerine, çektiği acıya rağmen devam eder. Kocasının sevgisi, ilgisi, sözleri onun için önemini her geçen gün kaybeder. Çünkü Stacy kendisini sevmediği için kocasının sevgisini de anlamlı ve gerçekçi bulmaz. Kocası onu ikna edemez… Tanıdık geldi mi? Kendinizi sevmiyorsanız sevildiğinize inanmak zordur. Sanırım kendinizde bulamadığınız hiçbir şeyi başkasında bulamazsınız desem abartmış olmam… Aslında aynaya baktığımızda kusur olarak gördüğümüz birçok şey başkaları için bir şey ifade etmiyor. Kendimizi fazla abartıyoruz, sanki spot ışıkların altındaymışız, herkes bize bakıyormuş gibi… Sanki her şey bizim etrafımızda dönüyormuş gibi… İnanın bana iyi miyiz diye gözümüzün içine bakan insanlar haricinde kimsenin gerçekten umurunda de-ği-liz. Gözümüzün içine bakan, içerideki bizi görmek için çabalayan o insanlar, karşılaştığınız anda saçınıza, ayakkabınıza, giyiminize, makyajınıza, kilonuza, dudağınızdaki uçuğa laf etmez. Onlar yüzünüze bakıp iyi olup olmadığını anlamaya çalışır önce… Bir duygusallaştım ben…
Elisabeth, bir gün eski okul arkadaşıyla karşılaşır. Adam ona hayrandır ve hala gençliğindeki gibi çok güzel olduğunu söyler. Onu olduğu gibi beğenen birinin varlığıyla heyecanlansa da adamla görüşmek için bir türlü evden çıkamaz… Aynaya bakar makyaj yapar, siler, elbisesini değiştirir, fular takar… Ama... Kendisini beğenmez… Öfkeyle bakar aynaya… Gördüğü şeyden nefret eder… Buna böylesine sebep olan da Stacy gibi bir ürün kullanmaya başlamasıdır. Ürün, 7 günlük bir döngüyle onu “daha iyi bir versiyonu”na taşıyacağını garanti eder. 7 gün Elisabeth olacak, 7 gün kendisinden klonladığı genç haline geçecek… Aynı ruh ama iki farklı beden… 7 günde bir değişimi yapmadığı taktirde geri dönülmez bir duruma gireceği konusunda uyarı olsa da, genç versiyonu bu çizgiyi aşmaya başlar… Sonrası önemli değil… Sonrası ne Stacy için ne de Elisabeth için önemli değil aslında; çünkü ikisi de çizgiyi aşar ve geri dönülmez bir yola girer… İkisi de bir canavara dönüşür… Her anlamda… İkisi de kendilerini sevmesine müsaade etmeyen bir sistemin içinde kendisine düşman olan ve kendisine kaybeden iki kadın…
Sonuç
Yazının sonuna geliyorum. Aslında bu kadar duygulanacağımı tahmin etmemiştim. Filmleri izlerken ve bu konu hakkında yazmaya karar verdiğimde kesinlikle böyle bir halde değildim; fakat her yazı bir yolculuk gibi bilinmez bir sürecin ürünüdür. Sanırım yazmanın en sevdiğim tarafı da bu… Asla tam olarak planlayamaz asla kontrol edemezsiniz. Kendisine özgü bir akışı vardır… Neyse çok uzatıyorum niye böyle oldu ya… Bir yudum kahve…
Sanırım Stacy ve Elisabeth bir kurgu da olsa hepimizin kendisine dair bir şeyler bulabileceği kadınlar. Belki çocukken kilosuyla, dişiyle, burnuyla, boyuyla, gözlüğüyle dalga geçilen o çocuklarız biz. Belki “güzel” olmazsak sevilmeyeceğimize inandık, inandırıldık. Belki çocukluğumuzdan, kadınlığımızdan o kadar vurulduk ki onlara şefkat göstermeyi unuttuk… Biz, olduğumuz gibi olmaktan korktuk. Biz idealize edilmiş şemaların içinde olmadığımızda kabul edilmeyeceğimizden onaylanmayacağımızdan korktuk belki…
Şimdi, aynaya bakın ve ne gördüğünüzü kendinize açıkça söyleyin… Stacy ve Elisabeth gibi size acı ve öfke veren düşmanınızı mı, yoksa yüzünüzü güldüren, “Her halinle kabulümsün.” diyen en yakın arkadaşınızı mı görüyorsunuz? Merhametli olun ve tekrar bakın…
“Tuhaf değil mi sadece dışımızı görebiliyoruz; ama her şey içimizde oluyor.”
The Boy, The Mole, The Fox, and The Horse ( İşte bunu öneririm. )
Son düzenleme: