Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Özgün Konu Guillermo del Toro's Cabinet of Curiosities: The Outside ve The Substance Bağlamında Güzellik Algısı (1 Görüntüleyen)

HatraHatra is verified member.

FK Üyesi
FK Yazar
Katılım
7 May 2020
Mesajlar
889
Tepkime puanı
2,974
Puan
93
Yaş
41
Konum
Bursa
“Tuhaf değil mi sadece dışımızı görebiliyoruz; ama her şey içimizde oluyor.”
The Boy, The Mole, The Fox, and The Horse

Giriş

Öncelikle bu yazıyı, film analizi yapmak amacıyla kaleme almadığımı belirtmek isterim. Niyetim, bu yapımları baştan sona anlatarak değerlendirme yapmak değil, karakterleri karşılaştırarak iki filmin de ortak konusu olan medya manipülasyonu ve güzellik algısı üzerinde düşünmek, düşündürmek. Bu sebeple film analizlerimde kullandığım ciddi ve kitabi dili de bir kenara bırakıp köşe yazılarında tercih edilen sohbet havasında ilerleyeceğim. Ayrıca bu filmleri analiz yapmaya değer görmüyorum. İzlemenizi de tavsiye etmeyeceğim. Fakat fabrika ayarlarımızı bozan bir problemi ele aldıkları için ikisini de önemli buluyorum. Bu açıklamadan sonra başlayalım artık. :) Buyursunlar…

Stacy

The Outside’taki Stacy, eşiyle birlikte basit, sade bir hayat yaşayan, taşralı ve çalışan bir kadın. Konu itibariyle, Stacy “güzel” olmasın diye durum biraz abartılmış. Ona ürkütücü, garip bir imaj çizilmiş ki bir korku senaryosu için bu normal. Hani duymuşsunuz, belki izlemişsinizdir; Çirkin Betty adında bir dizi vardı, Türkiye’de de uyarlaması yapılmıştı. Hatta bu kurgunun birçok örneği Yeşilçam klasiklerinde de mevcuttu. Köyden şehre inen, âşık olduğu erkek tarafından bu haliyle beğenilmediği için görgü, moda, dil eğitimi alarak herifin burnunu sürten, dibini düşüren “güçlü” kadınlar… Bu şekilde ana akım medya biz kadınlara, erkekleri etkilemenin 101 yolunu anlatarak hangi aşamalardan geçmemiz gerektiğini beynimize enjekte edip durdu hep. Nasıl bir kadın olmalısınız sorusunu sorup cevabı vücut hatları, makyaj hileleri, ameliyatlar, kombinler, jest- mimik oyunları, stratejik hamleler olarak verdi, vermeye de devam ediyor…

Neyse… Stacy diyorduk. Mesai arkadaşları onun aksine yapay zeka ürünü gibi ve giyimleri de son derece gösterişli tabii. Stacy onlara içten içe öykünen, onlar gibi “güzel” olmak isteyen özgüvensiz biri. Hâlbuki imrendiği bu kadınlar, cinsellik ve erkeklerden başka hiçbir şey konuşmayan, “güzel” bir ambalaja sahip olmayı marifet ve gurur kaynağı olarak gören, hadsizlik ile herkese diz çöktürerek bir nevi tanrıça olmanın hazzını yaşamak isteyen, beğenilme arzusuna takıntılı, ahlaksız kadınlar… Yani yukarıda bahsettiğim ana akım medyanın bizlerden istediğine benzer nitelikte bir kadın profili… Ama… Sonuç olarak Stacy gibi bir “ezik”in gözünde onlar hayranlık uyandıran popüler, beğenilen kadınlar… İşte buna sebep olan da Stacy’nin her akşam hipnoz olmuşçasına izlediği televizyon, yani medya…

Elisabeth

Diğer tarafta The Substance’ın Elisabeth’i… Zamanında rol aldığı filmle Oscar almış Hollywood Bulvarına adı yazılmış bir aktris. Fakat bir TV kanalındaki aerobik programında çalışırken patronu ( küfür) tarafından yaşlandığı gerekçesiyle kovuluyor. Tabii şaşalı, şöhret dolu bir hayat yaşamış, bunu da yetenekten ziyade “güzellik” ile başarmış biri için yaşlandığını kabul etmek tam anlamıyla kâbus. Çünkü artık o “güzel” olmayacak ve kimse onu beğenmeyecek. Aynaya baktığında gördüğü o kırışıklıklardaki derin yalnızlıkta yok olmak isteyecek… Elisabeth, kendini sevmeyi değil başkalarınca sevilmeyi önceleyenlerin, edilgen, istismar edilmiş hayatlarının içinde kaybolanların düştüğü o boşluğa düşecek… Erkek egemenliğindeki ana akım medyanın; özgürlük, feminizm, güç, gibi kavramlarla şekle soktuğu bir kadından alacağını aldıktan sonra onu çürümüş, vitamini alınmış posası atılmış bir meyve gibi çöpe atmasıdır bu işte!

Stacy ve Elisabeth

Stacy, güzel olmadığını düşünerek garip bir krem kullanmaya başlar ve bu krem onun sadece cildini değil ruhunu da değiştirir. Aslında krem ona ilk başlarda çok zarar verir ama kullanmayı bırakmak yerine, çektiği acıya rağmen devam eder. Kocasının sevgisi, ilgisi, sözleri onun için önemini her geçen gün kaybeder. Çünkü Stacy kendisini sevmediği için kocasının sevgisini de anlamlı ve gerçekçi bulmaz. Kocası onu ikna edemez… Tanıdık geldi mi? Kendinizi sevmiyorsanız sevildiğinize inanmak zordur. Sanırım kendinizde bulamadığınız hiçbir şeyi başkasında bulamazsınız desem abartmış olmam… Aslında aynaya baktığımızda kusur olarak gördüğümüz birçok şey başkaları için bir şey ifade etmiyor. Kendimizi fazla abartıyoruz, sanki spot ışıkların altındaymışız, herkes bize bakıyormuş gibi… Sanki her şey bizim etrafımızda dönüyormuş gibi… İnanın bana iyi miyiz diye gözümüzün içine bakan insanlar haricinde kimsenin gerçekten umurunda de-ği-liz. Gözümüzün içine bakan, içerideki bizi görmek için çabalayan o insanlar, karşılaştığınız anda saçınıza, ayakkabınıza, giyiminize, makyajınıza, kilonuza, dudağınızdaki uçuğa laf etmez. Onlar yüzünüze bakıp iyi olup olmadığını anlamaya çalışır önce… Bir duygusallaştım ben…

Elisabeth, bir gün eski okul arkadaşıyla karşılaşır. Adam ona hayrandır ve hala gençliğindeki gibi çok güzel olduğunu söyler. Onu olduğu gibi beğenen birinin varlığıyla heyecanlansa da adamla görüşmek için bir türlü evden çıkamaz… Aynaya bakar makyaj yapar, siler, elbisesini değiştirir, fular takar… Ama... Kendisini beğenmez… Öfkeyle bakar aynaya… Gördüğü şeyden nefret eder… Buna böylesine sebep olan da Stacy gibi bir ürün kullanmaya başlamasıdır. Ürün, 7 günlük bir döngüyle onu “daha iyi bir versiyonu”na taşıyacağını garanti eder. 7 gün Elisabeth olacak, 7 gün kendisinden klonladığı genç haline geçecek… Aynı ruh ama iki farklı beden… 7 günde bir değişimi yapmadığı taktirde geri dönülmez bir duruma gireceği konusunda uyarı olsa da, genç versiyonu bu çizgiyi aşmaya başlar… Sonrası önemli değil… Sonrası ne Stacy için ne de Elisabeth için önemli değil aslında; çünkü ikisi de çizgiyi aşar ve geri dönülmez bir yola girer… İkisi de bir canavara dönüşür… Her anlamda… İkisi de kendilerini sevmesine müsaade etmeyen bir sistemin içinde kendisine düşman olan ve kendisine kaybeden iki kadın…

Sonuç

Yazının sonuna geliyorum. Aslında bu kadar duygulanacağımı tahmin etmemiştim. Filmleri izlerken ve bu konu hakkında yazmaya karar verdiğimde kesinlikle böyle bir halde değildim; fakat her yazı bir yolculuk gibi bilinmez bir sürecin ürünüdür. Sanırım yazmanın en sevdiğim tarafı da bu… Asla tam olarak planlayamaz asla kontrol edemezsiniz. Kendisine özgü bir akışı vardır… Neyse çok uzatıyorum niye böyle oldu ya… Bir yudum kahve…

Sanırım Stacy ve Elisabeth bir kurgu da olsa hepimizin kendisine dair bir şeyler bulabileceği kadınlar. Belki çocukken kilosuyla, dişiyle, burnuyla, boyuyla, gözlüğüyle dalga geçilen o çocuklarız biz. Belki “güzel” olmazsak sevilmeyeceğimize inandık, inandırıldık. Belki çocukluğumuzdan, kadınlığımızdan o kadar vurulduk ki onlara şefkat göstermeyi unuttuk… Biz, olduğumuz gibi olmaktan korktuk. Biz idealize edilmiş şemaların içinde olmadığımızda kabul edilmeyeceğimizden onaylanmayacağımızdan korktuk belki…

Şimdi, aynaya bakın ve ne gördüğünüzü kendinize açıkça söyleyin… Stacy ve Elisabeth gibi size acı ve öfke veren düşmanınızı mı, yoksa yüzünüzü güldüren, “Her halinle kabulümsün.” diyen en yakın arkadaşınızı mı görüyorsunuz? Merhametli olun ve tekrar bakın…


“Tuhaf değil mi sadece dışımızı görebiliyoruz; ama her şey içimizde oluyor.”
The Boy, The Mole, The Fox, and The Horse ( İşte bunu öneririm. )
 
Son düzenleme:
Fakat bir TV kanalındaki aerobik programında çalışırken patronu ( küfür) tarafından yaşlandığı gerekçesiyle kovuluyor.
:)
Filmin bitmesini beklemeden buraya yorum yazayım dedim.
İçini ben doldurdum merak etme :)

Eline kalemine sağlık hocam. Elizabetin son sahnelerindeyim film bitince yorumlarda görüşmek üzere...

Kendimi çok seviyorum 😊😂
 
Stacy ve Elisabeth

Konunun interaktif işlemesi için çok genel bir yorumda bulunmayacağım, düşüncelerimi yorumlara yaymayı planlıyorum.

Öncelikle burada iki karekter çok önemli…

Kapitalist tüketim kültürünü dayatan Kapitalizmin kendisi rolündeki Patron ve Bizi herşeyimizle olduğu gibi kabul eden sevdiklerimiz rolündeki koca…

İki şeyi görmekte çok zorlanıyoruz , gördüğümüz vakit ise iş işten çoktan geçmiş oluyor. Ya bizi tüketenleri yada bize gerçekten biz olduğumuz için değer verenleri göremiyoruz. Çünkü etrafımızda ki gerçekliğe okadar duyarsızız ki , sunni gündemler , boş uğraşlar , gereksiz koşturmacalar , tv ğrogramları , gündelik magazin , popüler kültür vs vs varoluş amacımızdan bizi saptırıyor. Zihinlerimize adeta ellerimizle prangalar vurmuşuz.

Başkalarının bakış açısı , kendini beğendirme , göze girme , var olma çabası , popülerite , gündem olma , gözde olma vs vs gibi bir çok bizi tüketen kolektif çalışmaların esiri olmaktan maalesef kurtulamıyoruz…

Yorumlarda görüşmek üzere , yarın devam edeceğim
 
Substance filmini, filmle ilgili kesitleri izlediğimde neden bilinmez yaşlanma korkusu ile ilgili diye algılamıştım fakat izlediğimde hissettiğim duygular beni çarptı geçti. Bir başyapıt falan değil @HatraHatra is verified member. nında bahsettiği gibi tavsiyede pek edilmez. Fakat size hissettirdikleri keskin. İzledikten sonra iki gün mide bulantıları ile gezmiştim. Bana etkisi o kadar derin.

Kadın. Herşeyin merkezindeki insan. Artık öyle bir zamandayız ki kadının herşeyi ama herşeyi kullanılıyor. Geçmişte yine ufak tefek hissettirmeden parçaları kullanılan kadın şimdilerde her zerresi piyasada. Bir ürün mü tanıtacaksınız başrolde kadın. Bir olay mi patlatacaksınız merkezde kadın. Duygumu pompalayacaksınız yine aracı kadın. İyi, kötü herşeyin merkezinde bütün hatları ile kadın. Ve günümüzde kadında gelinen nokta dudak uçuklatıyor. Güzel olmalı, dikkat çekmeli, kusursuz olmalı, enerjik olmalı, sorunsuz olmalı, güçlü olmalı... Sonuç bir fabrikadan çıkmış bir kadın topluluğu. İşin kötü tarafı da kadınlarda artık bunları merkezine yerleştirdi normalmiş gibi hayatlarına devam eder oldular.

Ben gündem, kapitalist, medya konularına girmeyeceğim. Siz hiç doğumdan sonra erkek çocukları ile kız çocuklarının nasıl mesajlarla büyütüldüğünü fark ettiniz mi? Erkek çocuklara aslanım, kaplanımdan, sen yaparsın, edersinden bahsetmiyorum. Farkında olunmadan, incelikle işlenen mesajlar. Hal, tavırlarla hissettirilen sessiz cümleler. Saat saat, gün gün kız çocuğunun alıp sistemine yerleştirdiği sonrada topluma karıştığı mesajlar.

Mesela ben 13 yaşındayken yan komşunun kızını istemeye gelmişlerdi. Annem anlatıyor "mercan gibi gözleri, kendinden kızarmış dudakları, evi çekip çeviren becerikliliği var, tabi istemeye gelirler" cümlesinden sonra üç gün aynada gözlerime bakıp benim gözlerimin neyi var diye düşünmüştüm. Mevzu bana neden istemeye gelmeme değildi annemin beni neden fark etmedi anlamayışıydı. Çünkü benim gözlerim mercan gibi değildi. Fark edilecek bir tarafıda yoktu. Bu sebeple de kesinlikle çirkindi gözlerim.

Biz kadınlar genelde hatları net olarak çizilmiş güzellik algısı ile büyü(tülü)yoruz. Yüzün su gibi güzelse sen seçilirsin, vücudun bahsi geçen ölçülerde ise ilk yollar sana açılır. Kıyafetin şu şekilde dikkat çekerse güzellikler seni bulur. Çoğu annede sınırlarını şöyle belirle kızım, yetebilmek şöyledir kızım, karakterimizde şunlar olmalı kızım diye sana örnekte olmaz, derste vermez. Artı toplumda karşılaşabilecek olumsuzluklarla savaş öğretisini de sağlamaz. Sonrada toplum içine girdiğinde yaşadığın buhranlar önce seni bitirir, sonra yaşadığın ilişkiyi, daha sonra neslini. (Bu konuda @EfuL!mEfuL!m is verified member. , @AsyAAsyA is verified member. , @sükutu-ezbersükutu-ezber is verified member. , @MevaMeva is verified member. @lacivertlacivert is verified member. sizlerde yorum yapın lütfen mevzu film değil kadınların büyürken güzellik algıları ile ilgili.)

Eğer kadın yetişkin olduğunda şanslı ise hem ruhuna, hem beynine yatırım yaparak kurtarır kendini o dehlizlerden. Ama şanssızsa substance filmindeki gibi yada @HatraHatra is verified member. bahsettiğin diğer filmdeki gibi bir kaosun içine sürükleniyor. Çıkmak öyle zor ki. Ve en sonunda onunla yola çıkan erkeğin hayatında derin yaralar bırakırken, toplumu, neslide ziyana sürüklüyor.

Ayrıca bu konu ile ilgili gerçekten çarpıcı Sick Of Myself (oda ilgi ve sevgi almak için ilaç kullanıp vücudunun yaralanmasını sağlıyordu) ve onun kadar çarpıcı olmasada çok güzel anlatan Ifeel Pretty de tavsiye ederim.

Son olarak gerçekten harika kadınlar var ki kız çocuğunu muhteşem yetiştiren ve topluma kazandıran. Onlar iyi ki var.

Ve ayrıca ben @QasemQasem is verified member. gibi de kendimi sevmiyorum, sadece kendimle barışık biriyim. Kendini sevmeyen insan karşısındakini sevemez mevzusuna da çok katılmıyorum.
 
Bir ara sosyal medyada, yabancı bir anaokulu öğretmeninin paylaşımına denk gelmiştim. Tam hatırlamasam da şöyle bir şeydi:
Öğretmen çocuklara, "Arkadaşınızın ayakkabı bağı çözülürse ona ne söylersiniz?" diye soruyor.
Çocuklar, "Ayakkabısını bağlaması gerektiğini söyleriz." diyor.
Öğretmen, "Peki bunu 3 saniye içinde yapabilir mi?" diyor.
Çocuklar da "evet" diyor.
Öğretmen başka somut örnekler verip süreyi özellikle vurguladıktan sonra açıklama yapıyor:
Arkadaşınıza 3 saniye içinde değiştirebileceği şeyleri söyleyebilirsiniz. Ama 3 saniyede değiştiremeyeceği bir şey söylerseniz, onu incitirsiniz...
 
Geçenlerde Qasem'e de anlattım... Evli bir arkadaşımı ziyaret etmiştim. Biraz enerji- sinerji masaj olaylarını sevdiğim için gece sohbet ederken bir yandan da ayaklarına masaj yapmak istedim. Çekinerek, "Yalnız benim ayaklarım çok çirkin yapma istersen." demişti. Neden böyle düşündüğünü sorduğumda eşinin bu konuda hakarete varan şeyler söylediğini anlatmıştı... Sohbetin seyri de böylece değişmişti...
 
Son düzenleme:
Olayın özünde nerde durduğumuz , olayları hangi pencereden analiz ettiğimiz ve nasıl yaşadığımız çok önemli. @HatraHatra is verified member. hocam medya mı bizi yönetiyor yoksa biz mi medyayı kullanıyoruz, bu çok önemli bir çizgi. İzlediğimiz iki filmde medyanın avuçlarına aldığı iki karekteri gördük. Peki ya ya işin 80 lerinden bugününe gelen sosyal medya fenomenliği? Bir beğeni için yapılan şaklabanlıklar ?

Adete sosyal medya batağına batmış durumdayız. Fiziki ve zihinsel bir sömürü almış gidiyor. Sekülerleşen ve bireyselleşen insanlık kolektif hareket etmediği için maalesef zamanın çoğunu sosyal medya başında yada tv başında harcıyor. İzlediği proğramlar ona her tür iğrençliği normal bir hale dönüştürüyor. Sosyal medyada uğradığı manipülasyon onu hayat içinde etkisiz hale leöan hakine getiriyor.

Hepinize soruyorum: hangimiz bugün bir kitap analiz halkasında bulunuyor ? Kaç taneniz arkadaşları işe yada kitleler ile bir araya gelerek bir gezere dergi yada bir sosyal medya sitesini masaya yatırarak gündem değerlendirmesi yapıyor? Kaç taneniz sosyal çalışma olarak yetim ziyareti yapıyor yada fakir aileleri ziyarete gidiyor ?

Sosyal medya yada medya sizi sadece manipüle etmekle kalmıyor yaşamanızı istediği hayatı size dayatıyor. Ortada boya küpü olarak dolaşıyor , başkalarına beğendirmek için yarış atı gibi tepiniyor , bununla yetinmeyip hayatın gerçekliğinden kopuyorsunuz.
Ruhun güzelliğini unuttuk , haliyle bizim için ideal olan duruş , kimlik değil , 90 60 90 vucutlar , yakışıklı karizmatik erkekler , şiir gibi konuşan kadın erkekler , para ve güç sahipleri… sonra bataklık…

@HatraHatra is verified member. hayat bana şunu çok net öğretti , değer vermeyi bilmeyen insanları hayatınızda tutmayın ki manipülasyona uğrayıp kimlik erezyonu yaşamayın.

Bu iki filme gıcıkta olsam özellikle öneriyorum, herkes içinde kendine ait bir iki mesaj bulacaktır .

Sizlere sormak istiyorum , bu istiladan kaçış nasıl mümkün olabilir sizce ?
 
Medya'nın geçmişten günümüze süregelen çalışma şekline baktığımızda, insanları bilgilendirme ve haberdar etme amacından her geçen gün saptığı söylenebilir.
İletişim evet, var oluşumuz kadar eski ve bu ihtiyacımızı karşılayabilmek için bilinen duvar çizimlerinden bu günlere geldik. Eski Yunan'daki 1 sayfalık bültenlerle başlayan gazetecilikten, agora adı verilen meydanlarda bu haberleri okuyan "spiker"lerden, ufacık bir ekrana dokunarak dünyanın her yerine canlı şahit olmaya... Öyle bir nokta ki bu, artık tercih ettiğimiz, filtreli bilgiyi seçemiyoruz. Sele kapılmış, çığ altında kalmış gibi insanı felakete sürükleyen kontrol edilemez bir "bilgi" yığının erozyonuna uğruyoruz. Kendi gündemimizi belirlemenin ölümcül bir ehemmiyeti olduğunu her fırsatta söylesek ve buna gayret etsek de, 7/24 sizinle olan diktatör bir medya şiddetinden kaçabilmeniz neredeyse imkansız hale geliyor. Bir de buna çocukluğumuzdan şimdiye kadar maruz kaldığımızı düşünürsek... Doğal olarak medyanın bizi kullandığı, yönlendirdiği kesin... Bu istiladan kaçabilir miyiz bilmiyorum Qasem, ama bununla savaşabiliriz.
 
Son düzenleme:
Bence insan manipülasyon konusunda kendini özel olarak eğitmeli. Farkındalığı yükseltmeli. Ben bu dönemde çok önemli bir adım olarak görüyorum. İyi niyetle yaklaşıp, gerçekten temiz niyeti olmasina rağmen manipüle eden insanlara uyanmaya başladığında dıştan gelen bütün konularda da uyanmaya başlıyor sankim.
 

Konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri