Vera
Yeni Üye
- Katılım
- 27 Kas 2020
- Mesajlar
- 1,360
- Tepkime puanı
- 2,799
- Puanları
- 113
- Burç
- Boğa
- Meslek
- Boş Gezenin Boş Kalfası
- Cinsiyet
- Medeni Hal
- Takım
Gıda Komitesi Fahiş Fiyatların Peşinde
Evdeki hesap ile çarşıdaki hesap arasındaki uyumsuzluk gibi TÜİK’in enflasyon hesabıyla çarşıda pazarda yaşanan hayat pahalılığı arasında da epeyce bir uyumsuzluk var. TÜİK rakamlarına bakarak teselli olmak istesek de son birkaç yıldır giderek artan bir biçimde çarşı pazarda karşılaştığımız sıkıntılı manzara buna mani oluyor. Evet, bazı önemli sorunlar var ve bu sorunların yükseliş trendinde olduğuna dair hem çok sayıda gösterge var hem de kamuoyunda negatife doğru evrilen ruh hali maalesef daha bir belirginleşiyor.
Birkaç gündür “fahiş fiyatlar” meselesine karşı alınacak tedbirleri kararlaştırmak üzere Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın başkanlığında Gıda Komitesi’nin toplanacağına ilişkin haberler geçiyor. Gıda Komitesi’nde Lütfü Elvan’ın yanı sıra Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ile Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal ve Strateji ve Bütçe Başkanı İbrahim Şenel’in de olduğunu öğrendik bu vesileyle. İlk hedef fiyat denetimleri yapmak ve fiyatlarla oynayarak fırsatçılık yapan üretici ve marketlere ağır cezalar keserek toplumun korunması şeklinde ifade ediliyor. Zaten bu maksatla 22.000’den fazla ürün denetlenmiş ve stokçuluk veya fahiş fiyat artışı yapanlara yönelik Ticaret Bakanlığı tarafından yaptırımlar da uygulanmış.
Denetim Sorunu mu, Maliyet Sorunu mu?
Fiyat artışlarının yapay olduğuna dönük açıklamalar yapılıyor. Öyle ki sıkı ve istikrarlı bir denetim ağı kurulabilirse çarşı pazarın büyük oranda rahatlayacağı bile iddia ediliyor. Peki, gerçekten öyle mi? Üretim, paketleme, nakliye ve satış zincirinde bir problem olmadığı halde piyasada tekel oluşturan belli gruplar kimi zaman stokçuluk yaparak kimi zaman da etiketlerle oynayarak halkın aleyhine bir işleyiş mi kuruyorlar? Yumurta, tavuk, yağ, salça, meyve sebze gibi temek gıda ürünlerinde maliyet fiyatları ve meşru kar oranlarını alt üst eden bir marketçi-pazarcı terörüne mi muhatabız? Bu sorunun üzerine dikkatle ve sonuç almak üzere gitmeliyiz. Ancak sahte gündemler ve yanlış hedefler oluşturup gündemi ve çözüm sürecini sabote etmemeye bilhassa dikkat etmeliyiz.
Türkiye’de Pazar oldukça gelişmiş, kanun ve teamülleri oturmuş durumda. Stokçuluk yapacak bir piyasa hemen hemen yok gibi. Hem üretim hem de pazarlama sürecinde neredeyse ölümcül düzeyde bir rekabet yaşanıyor. Bu rekabet ister ayçiçeği, yumurta, salça, makarna, tavuk gibi alanlarda olsun isterse deterjan, temizlik malzemeleri vs. alanında olsun. Hem yerli üretim ürünler hem de ithal ürünler arasında farklı seçenekler bulunuyor. Fakat bütün bu ürünlerin fiyatları belirlenirken hemen tamamında Amerikan doları üzerinden fiyatlama yapılıyor. Mesela Türkiye Ayçiçek yağı ihtiyacının takriben %30’unu kendi üretiyorken %70’e yakını ise Brezilya başta olmak üzere başka ülkelerden temin ediyor. Malum, son dönem hayat pahalılığını örneklemek için en çok başvurulan örnek 5 LT Ayçiçek yağının fiyat serüveni baz alınıyor. Yağ fiyatları epeyce hızla yükseldi gerçekten de. Fakat bu yükseliş diğer bütün ürünlerde olduğu gibi maliyetin yükselişinden kaynaklanan bir yükseliş. Marketler “bu ürünü bu fiyattan almıyoruz, alamayız” dediklerinde üreticinin cevabı baştan belli: “Daha aşağısı kurtarmıyor, zarar ederiz” şeklinde oluyor.
Piyasadaki Rekabet Çok Sert
Unutulmaması gereken bir diğer husus da zincir oluşturan marketlerin fiyat belirlerken piyasada belirleyici oldukları. Hatta pek çok ürün için teklif aldıkları gibi teklif de sunmak üzere “maliyet çalışması” yaparlar ve üreticiyle sıkı bir pazarlık yaparlar. Bu dönemde özellikle yağ, tavuk, salça, makarna, yumurta, bakliyat gibi ürünlerde ihracata da öncelik verildiği için iç piyasada fiyatlar tırmandı. Çünkü ödeme vadeleri düştü, fiyat ilanları aylıktan haftalığa hatta günlüğe kadar geriledi. Neredeyse “aldın, aldın, yoksa fiyatlar yukarıya, ürün başka bir müşteriye” iklimi hâkim üreticilerle marketler arasında.
Mesela Tarım Kredi Kooperatifleri hemen bütün illerde mağazalar açtı ve sayıları 160’ı da geçti. Peki, Tarım Kredilerde satılan yağ ve diğer gıda ürünleri fiyatlarıyla marketlerde satılanlar arasında nasıl ve ne kadar bir fark var acaba? Tarım Krediler devlet destekli ve maliyetine satış yapıyorlar ama her ürünün bir maliyet fiyatı var ve süreci görmezden gelip tersine yani zararı büyütecek şekilde işletemiyorsunuz. Üretim maliyetlerinin artışındaki temel mesele son üç yılda hızlıca yükselen ve bir türlü normale döndürülemeyen dolar-euro kuru yatıyor. Dolar-euro kurunun yüksekliğinden kaynaklanan maliyet artışlarını ve bunun çarşı pazara bir yangın gibi yansıdığını ifade etmek muhalif bir tutum takınmak değildir. Muhalif söylemin avantajları da var ama bu süreçte ve bu konuda muhalif pozisyon epeyce riskli gözüktüğü için en temel soruna, en başat sıkıntıya yani döviz kuru sorununa teğet geçen beyanlar vermek moda oldu.
Bir kez daha söyleyelim; Türkiye’de hem üretim sektöründe hem de market sektöründe çok boyutlu bir savaş yaşanıyorken sistematik ve uzun vadeli suni ve fahiş fiyatlandırma seçeneği istisnai birkaç alan dışında gerçekçi değil. Marketlerdeki etiketlerin veya alış-veriş fişlerinin fotoğrafını çekip Ticaret Bakanlığı’na göndermekle çözüm yolu kolaylaşmayacak maalesef. İnşallah geçen yıl yapıldığı gibi siyasetçiler ve yerel yöneticiler zabıtalar ve kameralar eşliğinde baskınlar modasına sarılmazlar. Depo baskını veya stokçulara suçüstü adı altında polisiye tedbirlerle çarşı ve pazarda rahatlamaya gidileceğine yönelik adımlar atılmaz. Sakince, sabırla ve makul adımlarla pazardaki yangını söndürmek üzere söylem ve politika geliştirmek dışında önümüzde sonuç alıcı bir seçenek durmuyor.
Evdeki hesap ile çarşıdaki hesap arasındaki uyumsuzluk gibi TÜİK’in enflasyon hesabıyla çarşıda pazarda yaşanan hayat pahalılığı arasında da epeyce bir uyumsuzluk var. TÜİK rakamlarına bakarak teselli olmak istesek de son birkaç yıldır giderek artan bir biçimde çarşı pazarda karşılaştığımız sıkıntılı manzara buna mani oluyor. Evet, bazı önemli sorunlar var ve bu sorunların yükseliş trendinde olduğuna dair hem çok sayıda gösterge var hem de kamuoyunda negatife doğru evrilen ruh hali maalesef daha bir belirginleşiyor.
Birkaç gündür “fahiş fiyatlar” meselesine karşı alınacak tedbirleri kararlaştırmak üzere Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın başkanlığında Gıda Komitesi’nin toplanacağına ilişkin haberler geçiyor. Gıda Komitesi’nde Lütfü Elvan’ın yanı sıra Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ile Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal ve Strateji ve Bütçe Başkanı İbrahim Şenel’in de olduğunu öğrendik bu vesileyle. İlk hedef fiyat denetimleri yapmak ve fiyatlarla oynayarak fırsatçılık yapan üretici ve marketlere ağır cezalar keserek toplumun korunması şeklinde ifade ediliyor. Zaten bu maksatla 22.000’den fazla ürün denetlenmiş ve stokçuluk veya fahiş fiyat artışı yapanlara yönelik Ticaret Bakanlığı tarafından yaptırımlar da uygulanmış.
Denetim Sorunu mu, Maliyet Sorunu mu?
Fiyat artışlarının yapay olduğuna dönük açıklamalar yapılıyor. Öyle ki sıkı ve istikrarlı bir denetim ağı kurulabilirse çarşı pazarın büyük oranda rahatlayacağı bile iddia ediliyor. Peki, gerçekten öyle mi? Üretim, paketleme, nakliye ve satış zincirinde bir problem olmadığı halde piyasada tekel oluşturan belli gruplar kimi zaman stokçuluk yaparak kimi zaman da etiketlerle oynayarak halkın aleyhine bir işleyiş mi kuruyorlar? Yumurta, tavuk, yağ, salça, meyve sebze gibi temek gıda ürünlerinde maliyet fiyatları ve meşru kar oranlarını alt üst eden bir marketçi-pazarcı terörüne mi muhatabız? Bu sorunun üzerine dikkatle ve sonuç almak üzere gitmeliyiz. Ancak sahte gündemler ve yanlış hedefler oluşturup gündemi ve çözüm sürecini sabote etmemeye bilhassa dikkat etmeliyiz.
Türkiye’de Pazar oldukça gelişmiş, kanun ve teamülleri oturmuş durumda. Stokçuluk yapacak bir piyasa hemen hemen yok gibi. Hem üretim hem de pazarlama sürecinde neredeyse ölümcül düzeyde bir rekabet yaşanıyor. Bu rekabet ister ayçiçeği, yumurta, salça, makarna, tavuk gibi alanlarda olsun isterse deterjan, temizlik malzemeleri vs. alanında olsun. Hem yerli üretim ürünler hem de ithal ürünler arasında farklı seçenekler bulunuyor. Fakat bütün bu ürünlerin fiyatları belirlenirken hemen tamamında Amerikan doları üzerinden fiyatlama yapılıyor. Mesela Türkiye Ayçiçek yağı ihtiyacının takriben %30’unu kendi üretiyorken %70’e yakını ise Brezilya başta olmak üzere başka ülkelerden temin ediyor. Malum, son dönem hayat pahalılığını örneklemek için en çok başvurulan örnek 5 LT Ayçiçek yağının fiyat serüveni baz alınıyor. Yağ fiyatları epeyce hızla yükseldi gerçekten de. Fakat bu yükseliş diğer bütün ürünlerde olduğu gibi maliyetin yükselişinden kaynaklanan bir yükseliş. Marketler “bu ürünü bu fiyattan almıyoruz, alamayız” dediklerinde üreticinin cevabı baştan belli: “Daha aşağısı kurtarmıyor, zarar ederiz” şeklinde oluyor.
Piyasadaki Rekabet Çok Sert
Unutulmaması gereken bir diğer husus da zincir oluşturan marketlerin fiyat belirlerken piyasada belirleyici oldukları. Hatta pek çok ürün için teklif aldıkları gibi teklif de sunmak üzere “maliyet çalışması” yaparlar ve üreticiyle sıkı bir pazarlık yaparlar. Bu dönemde özellikle yağ, tavuk, salça, makarna, yumurta, bakliyat gibi ürünlerde ihracata da öncelik verildiği için iç piyasada fiyatlar tırmandı. Çünkü ödeme vadeleri düştü, fiyat ilanları aylıktan haftalığa hatta günlüğe kadar geriledi. Neredeyse “aldın, aldın, yoksa fiyatlar yukarıya, ürün başka bir müşteriye” iklimi hâkim üreticilerle marketler arasında.
Mesela Tarım Kredi Kooperatifleri hemen bütün illerde mağazalar açtı ve sayıları 160’ı da geçti. Peki, Tarım Kredilerde satılan yağ ve diğer gıda ürünleri fiyatlarıyla marketlerde satılanlar arasında nasıl ve ne kadar bir fark var acaba? Tarım Krediler devlet destekli ve maliyetine satış yapıyorlar ama her ürünün bir maliyet fiyatı var ve süreci görmezden gelip tersine yani zararı büyütecek şekilde işletemiyorsunuz. Üretim maliyetlerinin artışındaki temel mesele son üç yılda hızlıca yükselen ve bir türlü normale döndürülemeyen dolar-euro kuru yatıyor. Dolar-euro kurunun yüksekliğinden kaynaklanan maliyet artışlarını ve bunun çarşı pazara bir yangın gibi yansıdığını ifade etmek muhalif bir tutum takınmak değildir. Muhalif söylemin avantajları da var ama bu süreçte ve bu konuda muhalif pozisyon epeyce riskli gözüktüğü için en temel soruna, en başat sıkıntıya yani döviz kuru sorununa teğet geçen beyanlar vermek moda oldu.
Bir kez daha söyleyelim; Türkiye’de hem üretim sektöründe hem de market sektöründe çok boyutlu bir savaş yaşanıyorken sistematik ve uzun vadeli suni ve fahiş fiyatlandırma seçeneği istisnai birkaç alan dışında gerçekçi değil. Marketlerdeki etiketlerin veya alış-veriş fişlerinin fotoğrafını çekip Ticaret Bakanlığı’na göndermekle çözüm yolu kolaylaşmayacak maalesef. İnşallah geçen yıl yapıldığı gibi siyasetçiler ve yerel yöneticiler zabıtalar ve kameralar eşliğinde baskınlar modasına sarılmazlar. Depo baskını veya stokçulara suçüstü adı altında polisiye tedbirlerle çarşı ve pazarda rahatlamaya gidileceğine yönelik adımlar atılmaz. Sakince, sabırla ve makul adımlarla pazardaki yangını söndürmek üzere söylem ve politika geliştirmek dışında önümüzde sonuç alıcı bir seçenek durmuyor.