- Katılım
- 3 Mar 2021
- Mesajlar
- 7,681
- Tepkime puanı
- 24,742
- Puanları
- 113
- Konum
- Siirt
- Burç
- Akrep
- Memleket
- Siirt
- Cinsiyet
- Takım
Yasin Aktay, mülteci düşmanı siyasetin çıkmazlarını inceliyor.
Göçmen sorununun yönetimi
Karşı karşıya olduğumuz göçmenlik konusu aslında tarihte örneğine çokça rastladığımız sosyolojik olgulardan biri. Tarih boyunca çok farklı faktörler insanları yer değiştirmeye zorlamış veya teşvik etmiştir. Zorlamayla gerçekleşen göçler savaşlar, siyasi baskılar veya başka sosyal ve doğal afetler veya baskılar dolayısıyla gerçekleşir.
Yaşadığımız dünyada göçün nüfusa da orantılı olarak daha da artıyor olması, küreselleşme veya modernleşme dediğimiz cafcaflı hayatların bu soruna köklü bir çözümünün olmadığını gösterir. Ama sosyolojik perspektiften bakıldığında zaten göçün tamamen engellenemeyeceği de görülür. Tam aksine modern dünyada, silah teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte kitlesel katliam ve tehcirlerin de çok kolaylaştığı ve insan hayatının bir anda çok ucuzlayıp basitleştiği görülüyor.
Bugün Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte yaşananlar aslında biraz da çağdaşlığımızın da başka bir görünümü. İki ay gibi kısa bir süre içinde 5 milyona yaklaşan insanın sığınmacı durumuna düşmesi, insanlar arası ihtilafların bizzat insan eliyle nelere yol açacak hale gelmiş olduğunun da göstergesi.
Göçmenlik elbette bir sorun, ama sorunlarla başetme yolu bir ülkenin, bir toplumun kalitesinin, kapasitesinin de ifadesi. Göçmen genellikle nispeten daha iyi ülkelere yönelir. Bugün Türkiye’nin daha celbettiği göçmen sayısı bir bakıma da Türkiye’nin yaşadığı gelişimle paralel gelişiyor. Türkiye elbette hem daha güvenli hem daha yaşanabilir bir ortam hissi veriyor.
Göçmenlik bir sorundur ve bütün sorunlar gibi, görmezden gelmek veya bir defada kestirip atmayı değil akıllıca bir yönetimi gerektiriyor. Sesi çok fazla çıkan bir kafa yekten kulağından tuttuğumuz gibi göndermekten bahsediyor. Ne yazık ki giderek popülist bir rağbete en iştahlı biçimde tamah eden bu yaklaşımın elbette sorunun akıllıca yönetimiyle uzaktan yakından ilgisi yok. Bunların geçmişte de bütün sorunları yönetim tarzları böyle olmuştur. Okullar olmasa milli eğitimi yönetmek kolay olmuştur. Altmışlı yıllarda darbeciler şehirleşmeyi yönetemedikleri için insanları zorla köylerine döndürmekten bahsedebiliyorlardı. Sorunu kökünden çözmek adına başvurdukları tek şey görmezden gelme veya zor olabilir. Bunun adı yönetim değil zorbalık olur.
Zorla göndermenin asla bir seçenek olmayacağını söylediğimizde bununla Suriyelileri zorla Türkiye’de tutmak gibi bir niyetimiz olmadığını da söylemek zorunda kalıyoruz. Oysa “zorla göndermek” uluslararası hukuka da mülteci veya sığınmacı hukukuna aykırı bir suç hükmündedir.
Göçmeni zorla göndermeyi rahatlıkla telaffuz edenler aslında bütün bir milletimizi bir suça ve kabahate teşvik ve tahrik etmiş oluyorlar. Bu suçun zaten bizim kültürümüz, kimliğimiz ve örfümüze olan suikastinden bahsetmiyorum bile. Sadece bir örnek, Avrupa’da da benzeri çok bulunan bu faşist kafa da Suriyelileri zorla göndermekten bahseder ama şimdiye kadar ülkeye sığınıp yerleşmiş herhangi bir göçmeni zorla gönderebilen kimse olmamıştır. Çünkü konuşması, insaf vicdan, izan olmadıktan sonra yine kolay ama iş pratiğe gelince bir uluslararası suç işlemek de göze alınamıyor. Mesela yıllardır Suriyelilerin zorla geri gönderileceğini ve sıfır sığınmacı politikası uygulayacağını dile getiren Danimarka, bugüne kadar herhangi bir Suriyeliyi sınır dışı edememiş durumdadır.
Oysa göçün akıllıca ve insanca yönetimi herşeyden önce geri dönüş için şartların oluşturulması ile mümkün olur. Türkiye bu şartların oluşturulması için baştan beri en ciddi biçimde çalışıyor. Üç askeri operasyon yaparak oluşturduğu güvenli bölgeler sayesinde hem Türkiye’ye gelebilecek, gelmeye hazır, sınıra yığılmış en az bir 5 milyon daha Suriyelinin göçünü engellemiş hem de bu bölgelere gidişi teşvik ederek en az 500 bin Suriyelinin sessiz sedasız gönüllü olarak geri dönüşünü sağlamıştır.
Ayrıca şu anda yürütülen ve uluslararası bir desteği de bulunan bir proje ile güvenli bölgelerde yaşanabilir, Türkiye’deki şartlara tercih edilebilir, çalışma ve sosyal donatıları olan kasabalar oluşturulmaktadır. İnşaat çalışmaları da hızla devam eden bu yapılar çok kısa zamanda tamamlanarak isteyen Suriyelilerin bu bölgelere geri dönmesi teşvik edilecektir.
Geri gönderme söylemini bir popülist siyaset malzemesi olarak yakalamış, sonuna kadar bir ırkçı nefret söylemi olarak tüketme şehvetine kapılmış olanlar aynı zamanda Türkiye’nin yönetimini göçmen sorununu görmezden gelmekle suçluyorlar. Yaptıkları sadece ucuz bir siyasi kurnazlık ama sonucu göç yönetimini daha da zorlaştırmaktan başka bir şey değil. Oysa Türkiye göç yönetiminde ortaya koyduğu son derece insani yaklaşımıyla bütün dünyaya örnek olarak tabir caizse emsalsiz bir moral kazanım elde etmiştir. Yükseltilen bütün bu ırkçı nefret ve insanlık dışı söylemlerle Türkiye’nin bu moral kazanımı, üstünlüğü berhava edilmekte, geriye tam tersi bir Türkiye izlenimi yaratılmaktadır.
Türk düşmanlığı bu değilse nedir?
Bir de iş birçok tartışmada varıp “Memleketine tatile gidebilen göçmen” tiplemesine dayanmıyor mu? Bu sığ ve cahilce tiplemeye hemen atlayıp “gidebiliyorlarsa kalsınlar” diyebilen saygın bir profesöre bu tartışmaların seviyesinin neler kaybettirdiğini anlamak için başka bir örneğe bile gerek yok. Bir sormuyor ki, Suriye’ye geçiş yapabilenler gerçekten tatile mi gidiyor? Kaç kişi gidiyor veya gidebiliyor? Oraya gidenin ya ziyaret edebileceği yakınlarının mezarlarından başka bir şeyi kalmamışsa? Suriye’nin öbür tarafında ziyaret edebildiği kamplardan başka yerler mi var?
Suriye’ye şu veya bu nedenlerle gidip gelebilen insan sayısı mevcut Suriyeli nüfus içerisinde yüzde 1’i bile bulmuyor. Çünkü çoğunun göçtüğü yerlerde ne evleri ne barkları ne yakınları kalmış durumdadır. Gidip gelebilenlerin ziyaret ettikleri mezarlarda ve buraya gelemediği için orada kalmış yakınlarında gözünüz kalıyorsa, o göz neyi ne kadar görebilir ki?
Kaynak : Yeni Şafak
Göçmen sorununun yönetimi
Karşı karşıya olduğumuz göçmenlik konusu aslında tarihte örneğine çokça rastladığımız sosyolojik olgulardan biri. Tarih boyunca çok farklı faktörler insanları yer değiştirmeye zorlamış veya teşvik etmiştir. Zorlamayla gerçekleşen göçler savaşlar, siyasi baskılar veya başka sosyal ve doğal afetler veya baskılar dolayısıyla gerçekleşir.
Yaşadığımız dünyada göçün nüfusa da orantılı olarak daha da artıyor olması, küreselleşme veya modernleşme dediğimiz cafcaflı hayatların bu soruna köklü bir çözümünün olmadığını gösterir. Ama sosyolojik perspektiften bakıldığında zaten göçün tamamen engellenemeyeceği de görülür. Tam aksine modern dünyada, silah teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte kitlesel katliam ve tehcirlerin de çok kolaylaştığı ve insan hayatının bir anda çok ucuzlayıp basitleştiği görülüyor.
Bugün Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte yaşananlar aslında biraz da çağdaşlığımızın da başka bir görünümü. İki ay gibi kısa bir süre içinde 5 milyona yaklaşan insanın sığınmacı durumuna düşmesi, insanlar arası ihtilafların bizzat insan eliyle nelere yol açacak hale gelmiş olduğunun da göstergesi.
Göçmenlik elbette bir sorun, ama sorunlarla başetme yolu bir ülkenin, bir toplumun kalitesinin, kapasitesinin de ifadesi. Göçmen genellikle nispeten daha iyi ülkelere yönelir. Bugün Türkiye’nin daha celbettiği göçmen sayısı bir bakıma da Türkiye’nin yaşadığı gelişimle paralel gelişiyor. Türkiye elbette hem daha güvenli hem daha yaşanabilir bir ortam hissi veriyor.
Göçmenlik bir sorundur ve bütün sorunlar gibi, görmezden gelmek veya bir defada kestirip atmayı değil akıllıca bir yönetimi gerektiriyor. Sesi çok fazla çıkan bir kafa yekten kulağından tuttuğumuz gibi göndermekten bahsediyor. Ne yazık ki giderek popülist bir rağbete en iştahlı biçimde tamah eden bu yaklaşımın elbette sorunun akıllıca yönetimiyle uzaktan yakından ilgisi yok. Bunların geçmişte de bütün sorunları yönetim tarzları böyle olmuştur. Okullar olmasa milli eğitimi yönetmek kolay olmuştur. Altmışlı yıllarda darbeciler şehirleşmeyi yönetemedikleri için insanları zorla köylerine döndürmekten bahsedebiliyorlardı. Sorunu kökünden çözmek adına başvurdukları tek şey görmezden gelme veya zor olabilir. Bunun adı yönetim değil zorbalık olur.
Zorla göndermenin asla bir seçenek olmayacağını söylediğimizde bununla Suriyelileri zorla Türkiye’de tutmak gibi bir niyetimiz olmadığını da söylemek zorunda kalıyoruz. Oysa “zorla göndermek” uluslararası hukuka da mülteci veya sığınmacı hukukuna aykırı bir suç hükmündedir.
Göçmeni zorla göndermeyi rahatlıkla telaffuz edenler aslında bütün bir milletimizi bir suça ve kabahate teşvik ve tahrik etmiş oluyorlar. Bu suçun zaten bizim kültürümüz, kimliğimiz ve örfümüze olan suikastinden bahsetmiyorum bile. Sadece bir örnek, Avrupa’da da benzeri çok bulunan bu faşist kafa da Suriyelileri zorla göndermekten bahseder ama şimdiye kadar ülkeye sığınıp yerleşmiş herhangi bir göçmeni zorla gönderebilen kimse olmamıştır. Çünkü konuşması, insaf vicdan, izan olmadıktan sonra yine kolay ama iş pratiğe gelince bir uluslararası suç işlemek de göze alınamıyor. Mesela yıllardır Suriyelilerin zorla geri gönderileceğini ve sıfır sığınmacı politikası uygulayacağını dile getiren Danimarka, bugüne kadar herhangi bir Suriyeliyi sınır dışı edememiş durumdadır.
Oysa göçün akıllıca ve insanca yönetimi herşeyden önce geri dönüş için şartların oluşturulması ile mümkün olur. Türkiye bu şartların oluşturulması için baştan beri en ciddi biçimde çalışıyor. Üç askeri operasyon yaparak oluşturduğu güvenli bölgeler sayesinde hem Türkiye’ye gelebilecek, gelmeye hazır, sınıra yığılmış en az bir 5 milyon daha Suriyelinin göçünü engellemiş hem de bu bölgelere gidişi teşvik ederek en az 500 bin Suriyelinin sessiz sedasız gönüllü olarak geri dönüşünü sağlamıştır.
Ayrıca şu anda yürütülen ve uluslararası bir desteği de bulunan bir proje ile güvenli bölgelerde yaşanabilir, Türkiye’deki şartlara tercih edilebilir, çalışma ve sosyal donatıları olan kasabalar oluşturulmaktadır. İnşaat çalışmaları da hızla devam eden bu yapılar çok kısa zamanda tamamlanarak isteyen Suriyelilerin bu bölgelere geri dönmesi teşvik edilecektir.
Geri gönderme söylemini bir popülist siyaset malzemesi olarak yakalamış, sonuna kadar bir ırkçı nefret söylemi olarak tüketme şehvetine kapılmış olanlar aynı zamanda Türkiye’nin yönetimini göçmen sorununu görmezden gelmekle suçluyorlar. Yaptıkları sadece ucuz bir siyasi kurnazlık ama sonucu göç yönetimini daha da zorlaştırmaktan başka bir şey değil. Oysa Türkiye göç yönetiminde ortaya koyduğu son derece insani yaklaşımıyla bütün dünyaya örnek olarak tabir caizse emsalsiz bir moral kazanım elde etmiştir. Yükseltilen bütün bu ırkçı nefret ve insanlık dışı söylemlerle Türkiye’nin bu moral kazanımı, üstünlüğü berhava edilmekte, geriye tam tersi bir Türkiye izlenimi yaratılmaktadır.
Türk düşmanlığı bu değilse nedir?
Bir de iş birçok tartışmada varıp “Memleketine tatile gidebilen göçmen” tiplemesine dayanmıyor mu? Bu sığ ve cahilce tiplemeye hemen atlayıp “gidebiliyorlarsa kalsınlar” diyebilen saygın bir profesöre bu tartışmaların seviyesinin neler kaybettirdiğini anlamak için başka bir örneğe bile gerek yok. Bir sormuyor ki, Suriye’ye geçiş yapabilenler gerçekten tatile mi gidiyor? Kaç kişi gidiyor veya gidebiliyor? Oraya gidenin ya ziyaret edebileceği yakınlarının mezarlarından başka bir şeyi kalmamışsa? Suriye’nin öbür tarafında ziyaret edebildiği kamplardan başka yerler mi var?
Suriye’ye şu veya bu nedenlerle gidip gelebilen insan sayısı mevcut Suriyeli nüfus içerisinde yüzde 1’i bile bulmuyor. Çünkü çoğunun göçtüğü yerlerde ne evleri ne barkları ne yakınları kalmış durumdadır. Gidip gelebilenlerin ziyaret ettikleri mezarlarda ve buraya gelemediği için orada kalmış yakınlarında gözünüz kalıyorsa, o göz neyi ne kadar görebilir ki?
Kaynak : Yeni Şafak