Geçmişten bugüne Kıbrıs sorunu
Mensur Akgün, Kıbrıs sorununun geçmişini incelerken iki tarafın da milliyetçi tavır alışlarının sorunu derinleştirdiğine dikkat çekiyor.
Mensur Akgün / Karar
Kişiler, iktidarlar ve Kıbrıs sorunu...
Kıbrıs sorunu 1950’lerden günümüze Türkiye’nin ve dünyanın gündeminde. Önce İngiltere’den bağımsızlığı ve bağımsızlığın adanın halkları ile bu halklarla bağı olan, toprakları üstünde hak iddia eden iki ana devlet için ne anlama geleceği tartışıldı. Türkiye bir kısmını, Yunanistan tamamını istedi. Adadaki halklar da bu talepleri büyük ölçüde destekledi.
1959’da bulunan uzlaştırıcı çözüm Rumların adanın tamamı üstündeki hak iddialarından, daha doğrusu adayı Yunanistan’a bağlama ihtirasından vazgeçmemeleri yüzünden 1963 yılında zorlanmaya başladı. Rum tarafı 1960 düzenini kuran anayasanın 13 maddesini değiştirmek istedi. Türkiye ve Türk tarafı hayır deyince de çatışma çıktı.
1964-1974 yılları arasında Kıbrıs Türkleri zor şartlar altında yaşadı, Türkiye’nin desteği ve askeri müdahaleleriyle ayakta kaldı. 1974’de Yunanistan kendinden uzaklaştığına inandığı Rumların yönetimi altındaki Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı darbe yapınca da Türkiye antlaşmadan doğan hakkını kullandı ve ada fiilen ikiye bölündü.
1977 ve 1979’da yapılan müzakereler sonucunda Rum tarafı bu bölünmüşlüğü iki kesimli, iki toplumlu bir federasyonun temeli olarak kabul etti. Daha sonra da BM ve diğer önemli uluslararası aktörler federasyon için tarafları teşvik etti. Hemen her BM Genel Sekreteri ortaya bir plan ya da yol haritası koydu.
En kapsamlısı da 1999-2004 yılları arasında müzakere edilen ve 24 Nisan 2004’de yapılan referandumda Rumlar tarafından ezici bir çoğunlukla reddedilen Annan Planıydı. Fakat bu reddediş ne uluslararası toplumu, ne de tarafları yıldırdı. Müzakereler daha sonra da 2017’de Crans Montana’da tıkanana kadar devam etti.
Rum liderliğiyle zamanında yakın çalışan gazeteci Makarios Druşotis bu tıkanıklıktan, son dakikada çözüme sırt çevirmeden -kendince de haklı nedenlerle- Cumhurbaşkanı Anastasiadis’i sorumlu tuttu. Yazdığı kitapta onun Rusya ile olan özel ilişkilerine, kararsızlığına, kişisel sorunlarına atıfta bulundu, GKRY derin devletini ve Yunanistan’ı suçladı.
Aynısı olmasa da benzeri daha önce Rauf Denktaş için de söylenmiş, Denktaş olmasa sorunun çözülebileceği iddia edilmişti. Denktaş ayrıldıktan, Talat KKTC Cumhurbaşkanı, dolayısıyla toplum lideri seçildikten sonra bile çözümsüzlüğün sebebini Denktaş ve Denktaşçılıkta arayanlar olmuştu.
Ardından Talat denedi, Eroğlu geldi, derken Kıbrıs tarihinin en uzlaşmacı insanı Mustafa Akıncı KKTC Cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye her birini her konuda olmasa da BM müktesebatına endeksli çözümün temel parametrelerinde destekledi. En iyi ve en yetkin müzakereciler; Ergün Olgun, Özdil Nami, Kudret Özersay muhataplarıyla sayısız görüşme gerçekleştirdi.
Arabulucular geldi gitti, BM temsilcileri iki tarafı birbirine yakınlaştırmak için ellerinden geleni yaptı. Komisyonlar kuruldu, güven arttırıcı önlemler uygulamaya kondu. Yeni sınır kapıları açıldı. Sivil toplum örgütleri adadaki çözümü desteklemek için çaba harcadı. Norveç’in dünyaca ünlü düşünce kuruluşu PRIO Kıbrıs’taki ofisiyle ve yayınlarıyla çözüm çabalarına yardımcı oldu.
Fakat sonuca -1977’yi milat kabul edersek- 46 yıldır bir türlü ulaşılamadı. Rumlar Türk tarafını ve Türkiye’yi suçladı. Biz buradan baktığımızda sorunun Rumların isteksizliğinden, Türkleri eşit ortak olarak görmek istememelerinden, Türkiye’nin garantilerini ve hatta iki kesimliliği sulandırma çabalarından kaynaklandığını düşündük.
Onların da eminim meşru kaygıları ve endişeleri vardı. Tek itici güçleri adanın tamamını yeniden ele geçirme arzuları değildi. Ama sorumlu kim, sebep ne olursa olsun nihayetinde 1977-79 uzlaşmaları temelinde bir antlaşma yapıp adada federal düzeni kurmak mümkün olmadı.
Bundan sonra da olmaz deyip büyük konuşmak istemem. Şartlar öyle değişir ki, ileride bir gün bakarsınız olur. Ama o güne kadar başka şeyler de olabilir. Mesela deniz yetki alanları ve Akdeniz’deki gaz yataklarıyla birlikte daha da karmaşık hale gelen Kıbrıs sorunu beklenmedik bir patlamaya yol açabilir.
Artık çözümsüzlüğün kişilerden ziyade sorunun niteliğinden kaynaklandığını, yıllar içinde tarafların ikisini de tatmin edebilecek her türlü formülün konuşulduğunu görmemiz gerekiyor. Sorun ne Denktaş ne Papadopulos ne de Anastasiadis ne de bir başkası yüzünden çözümsüz kaldı. İki tarafın beklentilerini uzlaştırılamadı, ortak bir noktada buluşturulamadı.
Türkiye ve Yunanistan’daki seçimler sonrasında, hazır GKRY’de yeni cumhurbaşkanını seçmişken deyip aynı parametreler üstünden, özellikle de takvimsiz bir deneme yapılacak olursa sadece deneme olarak kalır. Baskı veya iyi niyetle müzakereler başlar ama taraflardan hiç biri temel pozisyonlarından taviz vermeye razı olmaz. Onlar taviz verse halkları verilen tavizi referandumda kabul etmez.
Bırakın Rumları bugün Türkler bile Annan Planını benimsemekte zorlanır. Bence çözüm olsun, Türkler ve Rumlar yan yana barış içinde yaşasın, Yunanistan ve Türkiye arasında daha fazla sorun çıkmasın diye düşünen herkesin yeni fikirlere açık olmasında yarar var. Unutmayalım ki zaman zaman Almanya analojisiyle birleştirilmeye teşvik edilen taraflar aynı dili dahi konuşmuyor...
Kaynak:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.