Söyleyecek çok şey var ama nasıl toparlarım emin değilim...
Önce neler gördüğümüze bir bakalım:
Çorak yerküre, kuşlar, geyik, neredeyse cenin pozisyonunda çıplak bir insan, kürek kemiklerinden kanatlara benzer şekilde gökyüzüne yükselen ve galaksileri hatırlatan şekiller...Etrafta uçuşan tüyler. Siyah beyaz tonların ve puslu havanın uyandırdığı negatif, melankolik hal...
Her beşikte bir mezarın tohumu vardır der Platon.
Öyle ya, dişil yerkürenin ve eril gökyüzünün evladı olan insanoğlunun şaşmayan döngüsüdür bu. Dünya sancımız...
Çalışmada geyik figürünün kullanılması çok manidar. Çünkü sembolizmde geyik, muhtemelen sık boynuz değiştirmesi sebebiyle ölümsüzlüğün, sonsuzluğun, dönüşümün sembolüdür. Bazı Asya öğretilerinde yer ve gök birleşmesinde dişil olan yeri simgeler. Türk mitlerinde ve Şamanlarda önemli bir yeri vardır.
Ana rahminden yere uzanan ayak, belki de yeryüzüne inişimizi temsil ediyor. Sonsuzluktan gelen kanatların parçalanarak vücuttan ayrılışı ise doğumun zorluğunu ve acısını hissettiriyor. Yer çekiminin olmadığı bir alemden üstünüze binen bütün sorumlulukların ağırlığı ile yer kürenin çekimine kapılmadan ayağa kalkmak, ayakta kalmak. İşte insan...
Lakin yerin ve göğün muhteşem dengesi ve uyumu çocuklarına sirayet etmedi. Zira insan bozgunculuğa, bozmaya, yok etmeye meyilli... Aç gözlülüğü o kadar kara ki topraksız ve havasız yaşayamayacağını bile bile annesine ve babasına ihanet etti. Göğü siyah dumanlar, yeri çoraklık, kıtlık kapladı... Fakat görünenin de ötesinde aldığı her kötü karar ve talihsiz hareketiyle insan hep kendisini tahrip etti. Çünkü galaksinin bir parçası olduğunu unuttu. Yaptığı her eylemin bütünün hayrını etkileyeceğini unuttu.
Bu sebeple ölümsüzlüğünün farkına varması gereken insan, sefilliğinden arınıp sonsuzluğa giden dünya yaşamını anlamlı kılmak, bütünün parçası olduğunu hatırlamak ve yolunu iyi çizmek zorundadır. Çünkü sonuçlarına katlanacak olan yine kendisidir.
(Çalışma çok negatif olduğu için insanın güzelliğinden bahsedemedim maalesef.)