ESNAF İLMİHAL OKUYOR MU?
"Yalanın bizzat kendisi Allah Teâlâ’nın sevmediği bir ameldir. Eğer ticarette daha çok kazanmak için söylenir ve insanları sömürmeye yönelik bir eyleme dönüşür; bir de yemin edilmek suretiyle Allah’ın (c.c.) ismi istismar edilirse günah daha da katlanmış olur. Yalanla imanın bir arada olmayacağına inanan ve yalanın münafıklara ait bir sıfat olduğunu bilen Müslümanlar bu konularda çok hassas davranırlar. Kur’an ve sünnet eğitiminden geçip zihinsel bir tezkiye yaşayan mü’min, işin içine kul haklarının da gireceğini bilerek ticarette yalana asla başvurmaz; vurmamalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ticarette yalan yere yemin ederek mal kazanmanın Allah’ın gazabını çeken kötü bir fiil olduğunu söylemiştir. Şu hadis buna en güzel kanıttır: “Her kim ki (din) kardeşinin malını elde etmek için yalan yere yemin ederse, bu kimse Allah Teâlâ’yı gazaplandırmış olarak O’nun huzuruna varır.”[1] Başka bir rivayette; “ Kişi velev ki yalan yere yeminle bir misvak bile kazansa, bu kişi cehennemdeki yerini hazırlasın.”[2] ikazını yapmıştır. “Böyle bir kimseye cennet çok uzaktır ve cehennem ona vaciptir.”[3], “Cennet böyle kimselere haramdır.”[4]
Bütün bu hadisler Resulullah’ın (s.a.v.), ticarette yalan yere yemin ederek mal kazanmanın haramlığına bakışını resmetmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), ticaretin içinden gelen bir insan olarak ticaret adamlarını sürekli uyarmıştır. Onların nasıl ticaret yaptıklarını her zaman denetlemiş ve yerine göre de hilekâr tüccarlara karşı uyarılarını yapmıştır. Bu tip tüccarlar için bir defasında “füccar/çok günah işleyen” ifadesini kullanmıştır. Orada bulunanlar; “Alım satımı Allah (c.c.) helal kılmadı mı?” dediklerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) söylediği sözün gerekçesini şöyle izah etmiştir: “Allah (c.c.), alışverişi helal kıldı fakat (bazı) tüccarlar yalan yere yemin ederek alım satım yapıyorlar. Hem yemin ediyorlar, hem de yalan söylüyorlar.”[5]
Bu açıklamasıyla Peygamber Efendimiz tüccar ile füccar arasındaki farkı belirtmiştir. Tüccar ile füccar arasındaki açık ancak dini konularda derinleşmeyle kapanır. Tüccarlar dinde samimi bir şekilde derinleştiklerinde fücurdan/günahlara dalmaktan kurtulurlar. Bunun için de ticaret erbabına şu hakikati öğretmek gerekir: Her kim ki ne işi yapıyorsa, yaptığı işle ilgili ilmihâl bilgilerini öğrenmesi üzerlerine farz-ı ayındır. Sorun cehalettir. Ticaret yapan kişiler, ticaret ilmihâlini öğrenip uygulamadıkça, yalan yere yeminle mal kazanma dâhil diğer haram kazanç bataklıklarına düşmekten de asla kurtulamazlar.
Yalan beyan dolayısıyla ticarette ortaya çıkan bazı anlaşmazlıklar, hâkimlere havale edilmektedir. Hâkimler, tarafları iyi dinleyip yerine göre derin araştırmalar yapmalıdırlar. Hz. Peygamber’e de böyle bir dava geldiğinde olayı araştırmakla beraber dava sonucunda şu açıklamayı yaparak insanların vicdanlarını harekete geçirmiştir. Resulullah’ın mahkemelere ilke olarak yansıyan bu açıklaması şöyledir: “Ben de bir insanım. Sizden biriniz davasını diğer kimselerden daha fasih bir şekilde ifade edebilir. Anlatmaya bağlı ben, kimin kardeşinin malından kendisine pay vermişsem bilsin ki ona ateşten/cehennemden bir parça vermişimdir.”[6]
Hz. Peygamber’in bu hadisi, haklı haksız ayırımı yapmadan mahkemelere giren ve fasih bir savunmayla haklıyı haksız durumuna düşüren avukatlara ibret olmalıdır. Kasıtlı yanlış karar veren hâkimler de akıbetlerini iyi düşünmelidirler.
Yalan yere yapılan yeminle elde edilen mal, mahkemeye intikal edince buna şahitlik yapmak şirkin de içerisinde geçtiği en büyük günahlardan sayılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.), sahabeye; “Size en büyük günahları haber vereyim mi?” demiş ve aldığı olumlu cevap üzerine en büyük günahları şöyle sıralamıştır: “Allah’a şirk koşmak, ana babaya isyan etmek, yalan söylemek ve yalan yere şahitlik yapmaktır.” Bu son cümleyi hiç durmadan tekrarlamıştır. Bunun üzerine sahabe, “Keşke artık sussa!” diye temenni etmişlerdir.[7]
Yüce Allah Kur’an’da mü’minlerin ahlaki niteliklerinden bahsederken onları; “وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا” “Onlar ki (yakın dost ve akrabalarının cezalandırılması söz konusu olsa bile, asla hem) yalana şahit olmazlar (hem de yalancı şahitlik yapmazlar) boş ve yararsız işlerle (uğraşan kimselerle karşılaştıklarında, (onları yararlı işlere yönlendirmeye çalışırlar; bunu yapamadıkları takdirde, Müslümana yakışan) edepli ve onurlu bir tavırla oradan uzaklaşırlar.”[8] diye övmüştür. İslâm’ın hayatın her alanını düzenlediği bir siyasada yalan yere yemin edip kazanç sağlayana da, şahitlik yaparak yalancılara destek verenlere de çeşitli müeyyideler (tazir) uygulanır. Fakat en büyük ceza Hz. Peygamber’in bu insanlar için; “Bizi aldatanlar bizden değildir.”[9] diye onları reddetmesidir.
“Bizden değildir.” ifadesini kullananın Hz. Peygamber olduğunu bilir, bu sözün ağırlığını ve neyi kastettiğini iyi düşünürsek meselenin önemini de kavramış oluruz. Yine bu insanlara verilecek en büyük ceza ebedî âlemdeki uhrevi cezadır. Bu cezanın keyfiyetini Resulullah (s.a.v.) şöyle açıklamıştır: “Üç grup insan var ki Allah Teâlâ bunlarla konuşmaz, yüzlerine bile bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlara çok çetin bir azap hazırlamıştır.” “Perişan olacak bu grup kimlerdir” diye sorduklarında Resulullah (s.a.v.) şu cevabı vermiştir: “Büyüklük taslayarak elbiselerini yerlerde sürüyenler (kibirliler), yaptığı iyilik ve ihsanı başa kakanlar ve malını yalan yere yemin ederek elden çıkaranlar.”[10]
Bu usulle para kazanmak dinimizde yerilmiştir. Yapılması gereken, işlediğimiz bütün amellerde; “Allah ne der?” bilinciyle hareket etmek ve şüphelilerden bile kaçınarak[11] dinimizi ve neslimizi koruma altına almaktır. Neslimizi korumayı özellikle ifade ettik. Zira haramla beslenen bir nesilden hayır gelmez. Haramla beslenen bir nesil, dinimizi gelecek nesillere taşıyamaz, geleceği inşa etmeye ehliyetli olmadıkları için hiçbir zaman tarihin öznesi olamazlar. Edilgen ve pasif olmak suretiyle tarihte bir yer tutamamak gerçek anlamda zaten yok olmaktır.
Müslüman ticaret adamları ve esnafın yalan yere yemin dâhil haram kazanç yollarından uzak durabilmeleri için nitelikli ticaret ilmihâlleri okumaları şarttır. Esefle belirtelim ki Müslüman olduklarını söyleyen esnafın kahir ekseriyeti ilmihâlin ne demek olduğunu bilmiyor. İlmihâl bilmemekten dolayı her hangi bir üzüntü de duymuyor. Bunları öğrenmem gerekir diye kendisine bir süre tanımıyor. Kimse de onlara; “Bir kimse hangi işi yapıyorsa o işle ilgili ilmihâli bilmesi şarttır.” hükmünü, hatırlatmıyor. Ticaret adamları, iman ve ibadet alanlarıyla alakalı ilmihâl okumadıkları gibi kendi özel alanlarıyla ilgili ilmihâlleri de okumamışlardır. Bu kişiler eğer kitap okumaktan sıkılıyorlarsa, istenirse ticaret adamları ilmihâl kamplarına alınırlar ve kısa sürede bilgi eksiklikleri giderilir. Böylece onların kazançları haramdan korunduğu gibi, toplum da hileli ve pahalı malları almaktan kurtulur. Müslümanların üzerinden geçinen sendika ve iş adamları kurumlarının bilgilendirme be bilgiyi içselleştirme kampları organize etmeleri mümkündür."
(Mehmet Sürmeli)
[1] Ahmed, Müsned, c. V, s. 25.
[2] İbn Mace, Ahkâm, 9, Had. no: 2325, c. II, s.779.
[3] İbn Hamza, Esbabu Vurudi’l-Hadis, Had. no: 861, c. II, s. 211.
[4] Müslim, 1, İman, 61, Had. no: 218, c. I, s. 122.
[5] Tahavi, Ebu Cafer, Müşkilu’l-Âsâr, c. III, s. 9.
[6] Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, Had. no: 8375) c. XVI, s. 168.
[7] Buhari, 78, Edep, 6, c. VII, s. 71.
[8] Furkan 25/72.
[9] Heysemi, Zevaid, c. VII, s. 201.
[10] İbn Mace, Ticaret, 30, Had. no: 2208, c. II, s. 745.
[11] Hâkim, Müstedrek, Had. no: 2169, c. II, s. 16
[12] Heysemi, Zevaid, c. VII, s. 201.
"Yalanın bizzat kendisi Allah Teâlâ’nın sevmediği bir ameldir. Eğer ticarette daha çok kazanmak için söylenir ve insanları sömürmeye yönelik bir eyleme dönüşür; bir de yemin edilmek suretiyle Allah’ın (c.c.) ismi istismar edilirse günah daha da katlanmış olur. Yalanla imanın bir arada olmayacağına inanan ve yalanın münafıklara ait bir sıfat olduğunu bilen Müslümanlar bu konularda çok hassas davranırlar. Kur’an ve sünnet eğitiminden geçip zihinsel bir tezkiye yaşayan mü’min, işin içine kul haklarının da gireceğini bilerek ticarette yalana asla başvurmaz; vurmamalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ticarette yalan yere yemin ederek mal kazanmanın Allah’ın gazabını çeken kötü bir fiil olduğunu söylemiştir. Şu hadis buna en güzel kanıttır: “Her kim ki (din) kardeşinin malını elde etmek için yalan yere yemin ederse, bu kimse Allah Teâlâ’yı gazaplandırmış olarak O’nun huzuruna varır.”[1] Başka bir rivayette; “ Kişi velev ki yalan yere yeminle bir misvak bile kazansa, bu kişi cehennemdeki yerini hazırlasın.”[2] ikazını yapmıştır. “Böyle bir kimseye cennet çok uzaktır ve cehennem ona vaciptir.”[3], “Cennet böyle kimselere haramdır.”[4]
Bütün bu hadisler Resulullah’ın (s.a.v.), ticarette yalan yere yemin ederek mal kazanmanın haramlığına bakışını resmetmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), ticaretin içinden gelen bir insan olarak ticaret adamlarını sürekli uyarmıştır. Onların nasıl ticaret yaptıklarını her zaman denetlemiş ve yerine göre de hilekâr tüccarlara karşı uyarılarını yapmıştır. Bu tip tüccarlar için bir defasında “füccar/çok günah işleyen” ifadesini kullanmıştır. Orada bulunanlar; “Alım satımı Allah (c.c.) helal kılmadı mı?” dediklerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) söylediği sözün gerekçesini şöyle izah etmiştir: “Allah (c.c.), alışverişi helal kıldı fakat (bazı) tüccarlar yalan yere yemin ederek alım satım yapıyorlar. Hem yemin ediyorlar, hem de yalan söylüyorlar.”[5]
Bu açıklamasıyla Peygamber Efendimiz tüccar ile füccar arasındaki farkı belirtmiştir. Tüccar ile füccar arasındaki açık ancak dini konularda derinleşmeyle kapanır. Tüccarlar dinde samimi bir şekilde derinleştiklerinde fücurdan/günahlara dalmaktan kurtulurlar. Bunun için de ticaret erbabına şu hakikati öğretmek gerekir: Her kim ki ne işi yapıyorsa, yaptığı işle ilgili ilmihâl bilgilerini öğrenmesi üzerlerine farz-ı ayındır. Sorun cehalettir. Ticaret yapan kişiler, ticaret ilmihâlini öğrenip uygulamadıkça, yalan yere yeminle mal kazanma dâhil diğer haram kazanç bataklıklarına düşmekten de asla kurtulamazlar.
Yalan beyan dolayısıyla ticarette ortaya çıkan bazı anlaşmazlıklar, hâkimlere havale edilmektedir. Hâkimler, tarafları iyi dinleyip yerine göre derin araştırmalar yapmalıdırlar. Hz. Peygamber’e de böyle bir dava geldiğinde olayı araştırmakla beraber dava sonucunda şu açıklamayı yaparak insanların vicdanlarını harekete geçirmiştir. Resulullah’ın mahkemelere ilke olarak yansıyan bu açıklaması şöyledir: “Ben de bir insanım. Sizden biriniz davasını diğer kimselerden daha fasih bir şekilde ifade edebilir. Anlatmaya bağlı ben, kimin kardeşinin malından kendisine pay vermişsem bilsin ki ona ateşten/cehennemden bir parça vermişimdir.”[6]
Hz. Peygamber’in bu hadisi, haklı haksız ayırımı yapmadan mahkemelere giren ve fasih bir savunmayla haklıyı haksız durumuna düşüren avukatlara ibret olmalıdır. Kasıtlı yanlış karar veren hâkimler de akıbetlerini iyi düşünmelidirler.
Yalan yere yapılan yeminle elde edilen mal, mahkemeye intikal edince buna şahitlik yapmak şirkin de içerisinde geçtiği en büyük günahlardan sayılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.), sahabeye; “Size en büyük günahları haber vereyim mi?” demiş ve aldığı olumlu cevap üzerine en büyük günahları şöyle sıralamıştır: “Allah’a şirk koşmak, ana babaya isyan etmek, yalan söylemek ve yalan yere şahitlik yapmaktır.” Bu son cümleyi hiç durmadan tekrarlamıştır. Bunun üzerine sahabe, “Keşke artık sussa!” diye temenni etmişlerdir.[7]
Yüce Allah Kur’an’da mü’minlerin ahlaki niteliklerinden bahsederken onları; “وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا” “Onlar ki (yakın dost ve akrabalarının cezalandırılması söz konusu olsa bile, asla hem) yalana şahit olmazlar (hem de yalancı şahitlik yapmazlar) boş ve yararsız işlerle (uğraşan kimselerle karşılaştıklarında, (onları yararlı işlere yönlendirmeye çalışırlar; bunu yapamadıkları takdirde, Müslümana yakışan) edepli ve onurlu bir tavırla oradan uzaklaşırlar.”[8] diye övmüştür. İslâm’ın hayatın her alanını düzenlediği bir siyasada yalan yere yemin edip kazanç sağlayana da, şahitlik yaparak yalancılara destek verenlere de çeşitli müeyyideler (tazir) uygulanır. Fakat en büyük ceza Hz. Peygamber’in bu insanlar için; “Bizi aldatanlar bizden değildir.”[9] diye onları reddetmesidir.
“Bizden değildir.” ifadesini kullananın Hz. Peygamber olduğunu bilir, bu sözün ağırlığını ve neyi kastettiğini iyi düşünürsek meselenin önemini de kavramış oluruz. Yine bu insanlara verilecek en büyük ceza ebedî âlemdeki uhrevi cezadır. Bu cezanın keyfiyetini Resulullah (s.a.v.) şöyle açıklamıştır: “Üç grup insan var ki Allah Teâlâ bunlarla konuşmaz, yüzlerine bile bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlara çok çetin bir azap hazırlamıştır.” “Perişan olacak bu grup kimlerdir” diye sorduklarında Resulullah (s.a.v.) şu cevabı vermiştir: “Büyüklük taslayarak elbiselerini yerlerde sürüyenler (kibirliler), yaptığı iyilik ve ihsanı başa kakanlar ve malını yalan yere yemin ederek elden çıkaranlar.”[10]
Bu usulle para kazanmak dinimizde yerilmiştir. Yapılması gereken, işlediğimiz bütün amellerde; “Allah ne der?” bilinciyle hareket etmek ve şüphelilerden bile kaçınarak[11] dinimizi ve neslimizi koruma altına almaktır. Neslimizi korumayı özellikle ifade ettik. Zira haramla beslenen bir nesilden hayır gelmez. Haramla beslenen bir nesil, dinimizi gelecek nesillere taşıyamaz, geleceği inşa etmeye ehliyetli olmadıkları için hiçbir zaman tarihin öznesi olamazlar. Edilgen ve pasif olmak suretiyle tarihte bir yer tutamamak gerçek anlamda zaten yok olmaktır.
Müslüman ticaret adamları ve esnafın yalan yere yemin dâhil haram kazanç yollarından uzak durabilmeleri için nitelikli ticaret ilmihâlleri okumaları şarttır. Esefle belirtelim ki Müslüman olduklarını söyleyen esnafın kahir ekseriyeti ilmihâlin ne demek olduğunu bilmiyor. İlmihâl bilmemekten dolayı her hangi bir üzüntü de duymuyor. Bunları öğrenmem gerekir diye kendisine bir süre tanımıyor. Kimse de onlara; “Bir kimse hangi işi yapıyorsa o işle ilgili ilmihâli bilmesi şarttır.” hükmünü, hatırlatmıyor. Ticaret adamları, iman ve ibadet alanlarıyla alakalı ilmihâl okumadıkları gibi kendi özel alanlarıyla ilgili ilmihâlleri de okumamışlardır. Bu kişiler eğer kitap okumaktan sıkılıyorlarsa, istenirse ticaret adamları ilmihâl kamplarına alınırlar ve kısa sürede bilgi eksiklikleri giderilir. Böylece onların kazançları haramdan korunduğu gibi, toplum da hileli ve pahalı malları almaktan kurtulur. Müslümanların üzerinden geçinen sendika ve iş adamları kurumlarının bilgilendirme be bilgiyi içselleştirme kampları organize etmeleri mümkündür."
(Mehmet Sürmeli)
[1] Ahmed, Müsned, c. V, s. 25.
[2] İbn Mace, Ahkâm, 9, Had. no: 2325, c. II, s.779.
[3] İbn Hamza, Esbabu Vurudi’l-Hadis, Had. no: 861, c. II, s. 211.
[4] Müslim, 1, İman, 61, Had. no: 218, c. I, s. 122.
[5] Tahavi, Ebu Cafer, Müşkilu’l-Âsâr, c. III, s. 9.
[6] Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, Had. no: 8375) c. XVI, s. 168.
[7] Buhari, 78, Edep, 6, c. VII, s. 71.
[8] Furkan 25/72.
[9] Heysemi, Zevaid, c. VII, s. 201.
[10] İbn Mace, Ticaret, 30, Had. no: 2208, c. II, s. 745.
[11] Hâkim, Müstedrek, Had. no: 2169, c. II, s. 16
[12] Heysemi, Zevaid, c. VII, s. 201.