
Esed rejimi gerçekten 12 günde mi devrildi?
Prof. Dr. Şener Aktürk, Baas rejiminin çökmesine yol açan faktörleri ve Baas cuntasının kısa bir tarihini aktarıyor.
Şener Aktürk,/Fokusplus
Güneş De Doğar: 61 Yıllık Baas Rejimi Neden 12 Günde Çöktü?
Suriye’de 13 yıl boyunca devam eden iç savaş, 27 Kasım 2024’te muhaliflerin Halep kırsalında başlattığı bir harekâtın sonunda 8 Aralık 2024’te Şam’a girerek Esed rejimini devirmeleriyle sona erdi. Böylece sadece 13 yıllık iç savaş değil, 54 yılı Esed ailesinin yönetiminde geçen 61 yıllık Baas rejimi de son bulmuş oldu. Orta Doğu’nun belki de en kanlı diktatörlüğünün 12 gün süren bir harekatla adeta mucizevi bir şekilde son bulması pek çok kesimde hayranlık, şaşkınlık ve mutlulukla karşılandı.
Geçmişte Esed rejimine açık ve örtük şekilde destek verenler başta olmak üzere bazı önde gelen medyatik ve siyasi figürler ise halen rejimin bu ibret verici çöküşünü, somut gerçeklikle bariz çelişkileri olan çeşitli komplo teorileriyle açıklamaya çalışıyorlar. Fakat Esed rejiminin açık veya örtük destekçisi olmayan büyük çoğunluk içinde de bazılarının rejimin görünürde bu kadar hızlı çöküşünden dolayı belirgin bir şaşkınlık ve şüphe duydukları da bir gerçek.
Peki, gerçekten Esed rejiminin çöküşü şüphe duymayı, komplo teorilerine başvurmayı gerektirecek kadar emsalsiz mi? Bu soruyu cevaplayabilmek için öncelikle Esed rejiminin doğasına ilişkin nesnel bir değerlendirme yapmak ve onun benzerlerinin hangi rejimler olduklarını, böylesi rejimlerin nasıl süreçlerle dönüştüklerini veya çöktüklerini incelemek gerekiyor. Bu karşılaştırmayı yapmakta edebi bir klasik de bize yardımcı olabilir.
Esed rejimi 12 günde mi çöktü? Ernest Hemingway anlatıyor
Ünlü ABD’li yazar Ernest Hemingway, Güneş de Doğar adlı eserinde bir iş adamının nasıl iflas ettiğine dair bir konuşmaya yer verir. Bu meşhur diyalogda, Bill arkadaşı Mike’a nasıl iflas ettiğini sorduğunda, arkadaşı Mike ona şöyle cevap verir: “İki şekilde. Ağır ağır ve birdenbire.” (Güneş de Doğar, Filiz Karabey’in çevirisi, Varlık Yayınları, 1955, sayfa 144; metnin İngilizce orijinalinde, “Two ways,” Mike said. “Gradually and then suddenly.”)Suriye’deki Esed rejimi Orta Doğu’daki neredeyse tamamı otoriter rejimlerden de çok daha baskıcı, rejim tipi olarak da örneklerini eski komünist Doğu Almanya ve Sovyetler Birliği’nde gördüğümüz totaliter bir rejime benzerdi. Esed rejimi gibi totaliter rejimlerin görünüşte “aniden” çöküşü de Çavuşesku liderliğindeki Romanya gibi eski komünist rejimlerde de gördüğümüz ve bu bakımdan totaliter rejimler için pek de emsalsiz sayılamayacak bir gelişme. Totaliter rejimlerin çöküş süreci de Hemingway’in eserindeki iflas tasviri de sosyal bilimlerde “eşik aşımı” veya “taşma noktası” olarak da tarif edilen bir nedensellik örgüsüne iyi örnekler.
Esed rejiminin totaliterliğe yakın yapısı
Lisa Wedeen, Hafız Esed döneminde Suriye’deki saha çalışmasına dayanarak yazdığı Ambiguities of Domination (University of Chicago Press, 1999) adlı meşhur eserinde, Suriye’de otoriterlikten çok totaliterliğe yakın rejimin ve Esed’i yüceltmeye odaklanan kişi kültü propagandasının nasıl bir işlev gördüğünü ve inanılması imkansız klişe propaganda söylemlerinin günlük hayatta neden ve nasıl yeniden üretildiğini tahlil eder. Wedeen, rejim propagandasının iddia ettiği üzere, ortalama bir Suriyelinin ve hatta rejim taraftarı olanların dahi Hafız Esed’in ülkenin “en iyi eczacısı” olduğuna, “her konuda her şeyi bildiğine” ve seçimlerde gerçekten oyların yüzde 99.2’unu aldığına inanmasının mümkün olmadığını vurgular (Ambiguities of Domination, sayfa 1).Alexei Yurchak’ın son Sovyet kuşağının resmi ideolojiye ve rejime yönelik ilk bakışta tamamen çelişkili gözüken tavır ve söylemlerini incelediği “Her Şey Sonsuza Kadardı, Yok Olana Kadar” (Everything Was Forever, Until It Was No More, Princeton University Press, 2005) başlıklı meşhur eserinde benzer gözlemlerde bulunur. Brejnev liderliğindeki Sovyetler Birliği’nin resmi söylemde “olgun sosyalizm” olarak tanımlanan, dünya tarihindeki eşsiz benzersiz gelişmişlik seviyesini yakaladığını ve dünyaya örnek bir eşitlik ütopyasını devleti ve toplumuyla hayata geçirdiğine inanan pek kimse yoktu fakat on milyonlarca eğitimli ve yetişkin Sovyet vatandaşı yıllarca kamusal alanda bu söylemlere inanıyormuş gibi davranmaya ve gündelik hayatında bu söylemleri tekrarlayarak kendini ifade etmeye devam etti.
Her iki örneğin de arka planında, rejime en hafif eleştirileri yönelten ve hatta eleştiri yönelttiğinden şüphelenilen insanların kitlesel olarak katledildiği bir siyasi geçmiş olması, Baas-Esed ve Sovyet rejimlerinin hayatta kalmasına müsaade ettiği kitlelerin kamusal alandaki bu itaatkarlığını açıklayan muhtemelen en önemli etken. Uluslararası medyaya dahi yansıyan bilgi, belge ve tanıklıklardan görüldüğü üzere, cep telefonunda Beşar Esed hakkında kötü bir mesaj bulunanların bile tutuklanarak korkunç işkencelerin yapıldığı rejim hapishanelere atıldığı, insanların özel hayatındaki iletişimlerini bile kontrol altında tutmaya çalışan bir rejim otoriterden ziyade totaliter rejime yakın olarak tanımlanabilir (Stuart Ramsay, “Inside one of Syria’s most feared places—where scale of Assad regime’s brutality is revealed, Sky News, 12 Şubat 2025).
Dış desteğe bağımlı bir uydu devlet olarak Baas-Esed rejimi
Yine de Esed rejimini Sovyet rejimiyle kıyaslamak, Esed rejimine çok büyük bir iltifat olur. Çünkü Sovyet rejimi, kendi halkı başta olmak üzere Afganistan’dan Çekoslovakya’ya kadar dünyanın dört bir yanında katliamların müsebbibi ve baskıcı rejimlerin destekçisi olsa da uluslararası sistem içinde olabildiğince bağımsız bir devlet ve kendi yerli güç kaynaklarına dayanan bir yapıydı. Esed rejimi ise ancak Sovyetler Birliği’nin “uydu devletleri” olarak bilinen ve Sovyet ordusunun veya istihbarat servisinin desteğiyle ayakta kalabilen Doğu Almanya’daki, Çekoslovakya’daki veya Afganistan’daki komünist rejimlerle benzerlikleri açısından karşılaştırılabilir.Bu diğer örneklerde de Suriye’de olduğu gibi totaliter rejimi destekleyen ufak bir azınlık vardı fakat bu ufak azınlık dış güçler tarafından verilen kritik destek olmasa kesinlikle ülkenin yönetiminde kalamayacak bir kesimi temsil ediyordu. Nitekim, Mihail Gorbaçov liderliğinde Sovyetler Birliği, herhangi bir sosyalist rejimi korumak için askeri müdahalede bulunmasını meşrulaştıran Brejnev doktrininden vazgeçtiğini ilan ettikten sonra uydu devletler olarak bilinen Doğu Avrupa’daki altı komünist rejimin tamamı (Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya ve Romanya) 1989 yılı içinde devrildi. Daha önceki yazılarımda da vurguladığım üzere, Doğu Avrupa örneğinde olduğu gibi ideolojik azınlık diktatörlüklerinin devrilmesini desteklemek bir yana, Arap Baharı örneğinde ABD, Fransa, İran ve Rusya gibi dış güçler bu azınlık diktatörlüklerini halkları tarafından devrilmekten koruyabilmek için askeri, ekonomik ve siyasi güçleriyle seferber oldu.
Esed rejimi Orta Doğu’nun en kanlı diktatörlüğüydü
Aslında neredeyse tam 5 yıl önce, Şubat-Mart 2020’de Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Milli Ordusunun birlikte başlattıkları “Özellikle vurgulamak gerekir ki Esed rejimi, otoriter rejimlerin oldukça yaygın olduğu Orta Doğu'da herhangi bir otoriter rejim değildi. 21. yüzyılda halen ayakta kalan Orta Doğu diktatörlükleri arasında bile yüz binlerce sivili kitlesel olarak katletmesi, on binlercesini Sednaya gibi toplama kampı benzeri hapishanelerde yıllarca işkenceden geçirmesi ve ülke nüfusunun yaklaşık yarısını topraklarından sürerek Suriye içinde veya dışında mültecileştirmesiyle Esed rejimi Orta Doğu’daki en kanlı ve totaliter diktatörlüktü. Rusya ve İran’ın rejime desteğini çekmesiyle kısa sürede çökmüş olması da Esed rejiminin yerli desteğinin ne kadar cılız olduğunun bariz bir başka örneği.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Özetle, 13 yıllık iç savaşın, 54 yıllık Esed yönetiminin ve 61 yıllık Baas rejiminin 12 günde yıkılmış olması ancak dış desteğe dayanarak ve kitlesel katliamlar yoluyla ayakta kalabilen ve otoriterlikten çok totaliterliğe daha yakın bir rejim için pek de şaşırtıcı değil.