- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 15,678
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 42,603
- Puanları
- 113
Dünyayı değiştireceğim dedi...
Dünyayı değiştirmek istiyordu. Bunun için on yıl çalıştı. Sonra bunun imkânsız olduğunu anladı. Zira dünya uçsuz bucaksız bir yerdi. Diller farklı, insanlar farklı, yönetimler farklı, dinler farklı idi. Tüm dünyaya yetişmek, tüm dünyaya ulaşmak imkânsız görünüyordu. On yıllık çalışması boşa gidiyordu. Geriye kalan sadece yorgunluk ve ümitsizlik oluyordu.
Bu nedenle yeni bir plan kurdu ve ülkesini değiştirmeyi, düzeltmeyi kafaya koydu. En azından ülkesinin sınırları belli idi. Dilini ve kültürünü biliyordu. Bunun için elinden geleni yaptı. On yıl da ülkesini düzeltmek için geçti. Sonra bunun da çok zor olduğunu gördü. Zira bir sürü şehir vardı. Her şehrin ilçeleri ve köyleri vardı. İnsanların farklı beklenti ve ideolojileri vardı. On yıl elinden geleni yaptı ama elinden bir şey gelmedi. Her yere ulaşamıyordu. Kimisi açtı, kimisi toktu. Kimisi yetim, kimisi mağdur idi. Kimisi fakir, kimisi zengin idi. Her sınıfın kendine ait sorunları vardı. Açı mı doyuracaktı? Yoksa fakir olanı mı giydirecekti? Maddi imkânı olmadığı için okuyamayan öğrenciler için mi çalışacaktı? Yoksa israfla mı mücadele edecekti? Bu nedenle gücünün sınırlarını yeniden belirledi ve daha dar bir alanda çalışmaya niyetlendi. En iyisi yaşadığı ili değiştirmekti. Yaşadığı ilin sınırları belli idi. Her tarafına ulaşabilirim. İlçeleri belli, köyleri belli idi.
Bu sefer de bunun için de çalıştı yıllarca. Planlar ve projeler üretti. On yıl çalıştı. Sonra baktı değişen pek bir şey yok. Zira insanların sonu yoktu. Her gün yenileri geliyordu. Çocuklar büyüyor, insanlar değişiyor ve her tarafa yetişmek zor oluyordu. On yıl da böyle geçmişti.
Bu arada çoluk çocuğa karışmış. Ülkeler kurtarırken (!) çocuklarını ihmal etmişti. Devlet kurup devlet yıkıyordu. Çocukları büyümüştü. Yıllar, on yıllar geçmişti. O ülke, o şehir, o ilçe, o konferans, o sohbet derken evinden uzak kalmış, çocuklarından ve eşinden ayrı kalmıştı. Hepsi büyümüş ve değişmişti.
Tüm şehre de ulaşmanın zor olduğunu görünce bu sefer alanı daha da daraltmaya karar verdi. En iyisi çocuklarını kurtarmak. Ama çocuklar büyümüştü. Onları düzeltmek için uğraştı. Ama bu da olmuyordu. Çocuklar ondan yabancılaşmıştı. Artık çocuklarına da sözü geçmiyordu. Çocuklar bildiğini okuyordu. Artık bir kalıba sığmayacak kadar büyümüşlerdi. On yıl da belki böyle geçti ama çocuklar söz dinlemeyecek kadar yabancılaşmıştı babalarından.
Koca bir kırk yıl geçmişti. Eli boştu. Tek bir hakkı kalmıştı. Kendisini düzeltmek... Evet, kendisini düzeltmeliydi. Ahlakı, ibadeti, ilmi, düşüncesi ve her şeyi ile düzelmeliydi. Ama bunu nasıl yapacaktı? Kim onu düzeltecekti?
Kendisini düzeltmesi en iyisi olacaktı. Kendisini değiştirmeli idi. Ama gel gör ki kendi nefsine dahi gücü yetmiyordu. Bunun için çok uğraştıysa da olmuyor, olmuyor ve olmuyordu... Zira nefsi; katılaşmış, inatlaşmış ve söz dinlemez olmuştu. Kırmızı çizgi, sabiteler ve kriterler adı altında kendisini bazı düşüncelere ve hareketlere mahkûm yapmıştı. Yıllar önce çizmiş olduğu bu sınırlar daha da büyümüş artık değişime ve dönüşüme müsait değildi.
İşte o an anladı ki, kendisine gücü yetmeyenin kimseye gücü yetmez. Kendisini düzeltmeyen kişi kimseyi düzeltemez...
Her gece devlet kurup devlet yıkanlar, önce kendilerine İslam devleti kursunlar. İçlerindeki ahlaksız devletleri yıkıp ahlak devleti kursunlar. Kalplerine kökleri salmış şirk devletlerini yıkıp, tevhid devleti kursunlar. Sonra dışarıda buna çaba göstersinler. Kendi bidat ve hurafelerini terk etsinler, sonra elalemin yanlışı ile uğraşsınlar. Kendisine sözü geçmeyenin, kimseye sözü geçemezdi.
Ama bunun da zamanı geçmişti. Yıllar önce dünyayı değiştirmeye talip olmadan önce, kendisini değiştirmeli, kendisini ıslah etmeli, yakın çevresinden başlayarak halkın ve ümmetin sorunlarına çözüm üretmeli idi. Ama o ne yaptı? Kendisini değiştirmeden, dünyayı, dış dünyayı değiştirmek istedi. Unutma! Eğer davet ettiğin dinin; tevhit, ahlak ve ibadet devletini kendi nefsine hâkim kılarsan, kendi dışındaki dünyaya da söyleyecek sözün olur. Bu din öncelikle başkalarına anlatmak için gelen bir edebiyat dini değildir. Önce seni ikna etmeli, seni değiştirmelidir. Aksi halde sözün kimseye tesir etmez.
Murat Padak
Dünyayı değiştirmek istiyordu. Bunun için on yıl çalıştı. Sonra bunun imkânsız olduğunu anladı. Zira dünya uçsuz bucaksız bir yerdi. Diller farklı, insanlar farklı, yönetimler farklı, dinler farklı idi. Tüm dünyaya yetişmek, tüm dünyaya ulaşmak imkânsız görünüyordu. On yıllık çalışması boşa gidiyordu. Geriye kalan sadece yorgunluk ve ümitsizlik oluyordu.
Bu nedenle yeni bir plan kurdu ve ülkesini değiştirmeyi, düzeltmeyi kafaya koydu. En azından ülkesinin sınırları belli idi. Dilini ve kültürünü biliyordu. Bunun için elinden geleni yaptı. On yıl da ülkesini düzeltmek için geçti. Sonra bunun da çok zor olduğunu gördü. Zira bir sürü şehir vardı. Her şehrin ilçeleri ve köyleri vardı. İnsanların farklı beklenti ve ideolojileri vardı. On yıl elinden geleni yaptı ama elinden bir şey gelmedi. Her yere ulaşamıyordu. Kimisi açtı, kimisi toktu. Kimisi yetim, kimisi mağdur idi. Kimisi fakir, kimisi zengin idi. Her sınıfın kendine ait sorunları vardı. Açı mı doyuracaktı? Yoksa fakir olanı mı giydirecekti? Maddi imkânı olmadığı için okuyamayan öğrenciler için mi çalışacaktı? Yoksa israfla mı mücadele edecekti? Bu nedenle gücünün sınırlarını yeniden belirledi ve daha dar bir alanda çalışmaya niyetlendi. En iyisi yaşadığı ili değiştirmekti. Yaşadığı ilin sınırları belli idi. Her tarafına ulaşabilirim. İlçeleri belli, köyleri belli idi.
Bu sefer de bunun için de çalıştı yıllarca. Planlar ve projeler üretti. On yıl çalıştı. Sonra baktı değişen pek bir şey yok. Zira insanların sonu yoktu. Her gün yenileri geliyordu. Çocuklar büyüyor, insanlar değişiyor ve her tarafa yetişmek zor oluyordu. On yıl da böyle geçmişti.
Bu arada çoluk çocuğa karışmış. Ülkeler kurtarırken (!) çocuklarını ihmal etmişti. Devlet kurup devlet yıkıyordu. Çocukları büyümüştü. Yıllar, on yıllar geçmişti. O ülke, o şehir, o ilçe, o konferans, o sohbet derken evinden uzak kalmış, çocuklarından ve eşinden ayrı kalmıştı. Hepsi büyümüş ve değişmişti.
Tüm şehre de ulaşmanın zor olduğunu görünce bu sefer alanı daha da daraltmaya karar verdi. En iyisi çocuklarını kurtarmak. Ama çocuklar büyümüştü. Onları düzeltmek için uğraştı. Ama bu da olmuyordu. Çocuklar ondan yabancılaşmıştı. Artık çocuklarına da sözü geçmiyordu. Çocuklar bildiğini okuyordu. Artık bir kalıba sığmayacak kadar büyümüşlerdi. On yıl da belki böyle geçti ama çocuklar söz dinlemeyecek kadar yabancılaşmıştı babalarından.
Koca bir kırk yıl geçmişti. Eli boştu. Tek bir hakkı kalmıştı. Kendisini düzeltmek... Evet, kendisini düzeltmeliydi. Ahlakı, ibadeti, ilmi, düşüncesi ve her şeyi ile düzelmeliydi. Ama bunu nasıl yapacaktı? Kim onu düzeltecekti?
Kendisini düzeltmesi en iyisi olacaktı. Kendisini değiştirmeli idi. Ama gel gör ki kendi nefsine dahi gücü yetmiyordu. Bunun için çok uğraştıysa da olmuyor, olmuyor ve olmuyordu... Zira nefsi; katılaşmış, inatlaşmış ve söz dinlemez olmuştu. Kırmızı çizgi, sabiteler ve kriterler adı altında kendisini bazı düşüncelere ve hareketlere mahkûm yapmıştı. Yıllar önce çizmiş olduğu bu sınırlar daha da büyümüş artık değişime ve dönüşüme müsait değildi.
İşte o an anladı ki, kendisine gücü yetmeyenin kimseye gücü yetmez. Kendisini düzeltmeyen kişi kimseyi düzeltemez...
Her gece devlet kurup devlet yıkanlar, önce kendilerine İslam devleti kursunlar. İçlerindeki ahlaksız devletleri yıkıp ahlak devleti kursunlar. Kalplerine kökleri salmış şirk devletlerini yıkıp, tevhid devleti kursunlar. Sonra dışarıda buna çaba göstersinler. Kendi bidat ve hurafelerini terk etsinler, sonra elalemin yanlışı ile uğraşsınlar. Kendisine sözü geçmeyenin, kimseye sözü geçemezdi.
Ama bunun da zamanı geçmişti. Yıllar önce dünyayı değiştirmeye talip olmadan önce, kendisini değiştirmeli, kendisini ıslah etmeli, yakın çevresinden başlayarak halkın ve ümmetin sorunlarına çözüm üretmeli idi. Ama o ne yaptı? Kendisini değiştirmeden, dünyayı, dış dünyayı değiştirmek istedi. Unutma! Eğer davet ettiğin dinin; tevhit, ahlak ve ibadet devletini kendi nefsine hâkim kılarsan, kendi dışındaki dünyaya da söyleyecek sözün olur. Bu din öncelikle başkalarına anlatmak için gelen bir edebiyat dini değildir. Önce seni ikna etmeli, seni değiştirmelidir. Aksi halde sözün kimseye tesir etmez.
Murat Padak