- Katılım
- 1 May 2020
- Mesajlar
- 6,520
- Tepkime puanı
- 5,651
- Puanları
- 113
- Konum
- istanbul
- Web sitesi
- forummeskeni.com
- Burç
- Balık
- Hobim
- Rap-Hiphop
- İsim
- Fatih
- Meslek
- Özel
- Cinsiyet
- Medeni Hal
- Takım
Konu biraz dağınık anlatımı'da' toplayamadım işin içinden çıkamadım oldugu gibi paylaşmayı tercih ettim.
Prof. Dr. Cevat Akşit
Hendek Savaşı bittikten sonra evine gelen iki cihan serveri yorgun ve aç durumda istirahat etmek için çıkartmış elbiselerini dinlenecekken, Cebrail (a.s) Peygamber Efendimiz’e Yahudilerin ihanetini hatırlatıyor ve Efendimiz’e gereğini yapmasını söylüyor. Efendimiz de, Benî Kurayza Yahudilerinin üzerine yürümek için tekrar sahabelere haber yolluyor. Korunaklı kalelerine sığınan Yahudiler, “Bize ne yapabilirsiniz?” diyorlar. Efendimiz’in üzerine muazzam bir taş yollamışlar. “Allah, seni insanlara karşı koruyacak habibim” ayet-i kerimesi yüzü suyu hürmetine taş, Efendimiz yerine başka bir sahabenin üzerine geliyor. Sahabe orada şehit oluyor. Yahudilerin en zayıf yanı, mallarıdır. O dönemde Medine’nin en büyük bahçeleri Yahudilerin elinde. Efendimiz ağaç kesilmesine karşı olmasına rağmen sahabelere ağaçları kesmelerini emrediyor. Malı, canı giden Yahudiler anlaşmak istediklerini bildiriyorlar. Yahudiler, eskiden kendilerinden sermaye alarak Medine’nin en zenginlerinden olan Saad bin Muaz’ı kendileri lehlerine karar verir diye hakem seçmek istemişler. Saad bin Muaz ise yaralı. Ok, bileğinden geçen atardamara isabet ettiğinden dolayı kanı oluk oluk akıyor. Muaz, ‘Ya Resulullah daha gencim, güçlüyüm, kuvvetliyim ama bu kandan dolayı öleceğim. İslam’a daha fazla hizmet etmek istiyorum’ diyor. Efendimiz, Saad bin Muaz’ın yarasına tükrüğünü sürerek tedavi ediyor.
SAAD BİN MUAZ’IN SON HİZMETİ
Burada dikkat edilmesi gereken Saad bin Muaz, zengin olmasına sebep olan Yahudileri mi kayıracak yoksa İslam’a mı hizmet edecek meselesi. İyileşen Saad bin Muaz, ilk başta Efendimiz varken hakem olmayı kabul etmek istemese de, Resulullah’ın emriyle hakem olmayı kabul etmiş. Muaz, Medine Sözleşmesi’nin ihlal edilmiş olmasından dolayı eli silah tutan bütün Yahudilerin kellesinin uçurulmasına karar vermiş. Kadınların ve çocukların da Hayber’e sürgününe karar vermiş. Hakem olarak kararın uygulandığını kontrol eden Muaz, son kellenin de kesilmesinden sonra yaranın tekrar açılması ile gece vefat etmiş. Saad bin Muaz, İslam’a son hizmetini de böyle yapmış oldu. Kabri Medine’dedir. Medine’ye gidenler ziyaret eder inşallah.
DÜŞMANIN BİLE KABUL ETTİĞİ ADALET
Saad bin Muaz’ın vefat haberini alan Efendimiz, Muaz’ın evine gece taziyeye gitmiş. Efendimiz, birkaç dakika kapıda beklemiş. Sahabeler, neden girmediğini sorunca Resulullah, “İçerisi melek dolu, Saad bin Muaz için Allah’a dua ediyorlardı. Melekler bana yer verince ben içeri girdim” buyurmuş. Saad bin Muaz’ın imanının nasıl olduğunu görün. İri yapılı olan Saad bin Muaz’ın cenazesini taşıyan sahabeler, “Ya Resulullah, Saad’ı taşırken adeta parmağımızın ucundaydı. Hiç ağırlığı yoktu” diye şaşkınlıklarını anlatmışlar. Efendimiz ise, “Saad’ın cenazesini 70 bin melek taşıdı” buyurmuş. Saad bin Muaz öyle mübarek bir adam, hakemlikte adil oldu. Hem Kur’an’a hem de Tevrat’a uygun karar verdi. Yahudiler dahi onun bu kararının Tevrat’a uygun olduğuna şahit oldular.
KABİR, ADAMI SIKAR
Saad bin Muaz’ı gömmek için sahabeler çukur kazmışlar. Efendimiz sahabelere seslenmiş, “Bu Yahudi kabri, Müslüman kabri böyle olmaz” demiş. Müslüman kabrinin en dipte kıble tarafı oyulur, ona lahit derler, adam sağına yatırılır, yüzü kıbleye getirilir. Arkası da kerpiçle kapatılır. İslam’da usul budur. Ama bugün İstanbul’da durum feci. Ne kerpici hocam betonla kapatıyorlar şimdi diyorlar. Müslüman kabrinin kıble tarafında lahit olur. Peygamber’in sözü bu. İstanbul’da göremiyorum ben bunu. Fıkıh kitaplarına bakın. Müslüman kabri böyle kazılır. Konuya dönecek olursak, Peygamber Efendimiz Saad bin Muaz defnedilirken kabrin başında birdenbire sapsarı olmuş. İnsan korkunca sararır değil mi? Efendimiz de korktu. “Yarabbi Saad bin Muaz’a yardım et” diye titreyerek dua etmiş. Sonra da gülmeye başlamış. Efendimiz, sahabeler sorunca, “Saad’ı kabir sıktı. Allah’a yalvardım. Saad rahatladı” buyuruyor. Kabir sıkar adamı. Hiç bunu düşünüyor musunuz? Saad gibi bir adamı kabir sıkıyorsa seni beni ne yapar? Lütfen kendinize gelin. Ayakta tuvaletinizi yapmayın. Vesvesenin ve kabir azabının bir sebebi de odur. Allah, imanımızı kemale erdirsin, bizi kabir azabından muhafaza buyursun.
BİZ İNSANLARIN KELLESİNİ UÇURMAYA GELMEDİK
Yahudiler Hayber’e sürüldükten sonra da boş durmuyorlar. Yine güçleniyorlar. Toparlanıyorlar. Duvarları çok kalın kale inşa ediyorlar. Kapısı demirden. Hayber arazisi sulak bir arazi, bereketli bir arazi. Hayberli Yahudiler, Arap kabilelerini Peygamber Efendimiz’e karşı kışkırtıyorlar. Efendimiz, fitne yuvasını yıkıp bu işi bitirmeye karar veriyor. Cenab-ı Hak, Hudeybiye Seferi dönüşü esnasında gönderdiği Fetih Sûresi’nde, Müslümanlara buranın fethini vadetmişti. Hayber Kalesi’nin fethi sırasında ashab-ı kiram çok zorluk çekti. Yine zenginlik yok. Hayber, Medine-Şam yolu üzerinde bir yer. Sahabe yayan olarak gidiyor fethe. Ama Peygamber’in sözünden çıkmak yok. Bir hafta geçtikten sonra yiyecekleri bitiyor. Efendimiz, bir yemek kokusu fark ediyor. Gidip bakıyor ki sahabeden birkaç kişi acıktıklarından dolayı bindikleri eşeği kesmişler. Etini pişiriyorlar. Efendimiz, “Eşek eti haramdır” diyerek hemen döktürmüş hepsini. Sahabede moraller çöküyor. Hayber’in arazisi sulak olduğundan sivrisinek çok. Sahabelerin çoğu sıtmaya yakalanıyor. Hastalanıyor. Efendimiz, elindeki kılıcı göstererek, “Şu kılıcı kime verirsem, fetih onun sayesinde nasip olacak” buyuruyor. Ashab, şaşkın, bu kale nasıl yıkılır? Yemek yok, silah yok. Ama Peygamber söyledi. İnanmamak yok. Sahabe bu, mümin bu. Efendimiz’in sözü üzerine sahabenin en ileri geleni Hz. Ebu Bekir Sıddık, ayağa kalkıyor. Efendimiz onu kırmıyor, bu görevin ona ait olmadığını başını eğerek anlatıyor. Ebu Bekir oturuyor yerine. Hz. Ömer-ül Fâruk (r.a.) ayağa kalkıyor. Efendimiz ona da aynı şekilde cevap veriyor. Başını eğerek “Sen de değilsin ya Ömer” diyor. Ashab-ı kiram, her ne kadar bu şerefe nail olmak istese de Efendimiz, Hz. Ebu Bekir Sıddık ile Hz. Ömer’e vermeyince bu görevi cesaret kimse edip ben diyemiyor. Efendimiz etrafına bakındıktan sonra, “Ali nerede Ali?” diyerek Hz. Ali’yi (ra) soruyor. Sahabeler, “Ya Resulallah, Ali
sıtma olmuş. Ateşler içinde kıvranıyor. Gözleri de görmüyor.” Efendimiz, “Hemen getirin onu” demiş. Hz. Ali’yi iki sahabe kollarından tutup getiriyor. Efendimiz “Al şu kılıcı” deyince Hz. Ali, “Ya Resulallah, ayakta duracak halim yok, gözlerim görmüyor” diyor. Efendimiz, Hz. Ali’ye dua ediyor ve nefesini üzerine üflüyor. Hz. Ali bir anda iyileşiyor. Kılıcı eline alıp “Hepsinin kellesini uçuracağım” diyor. Efendimiz, “Ya Ali, biz insanların kellesini uçurmaya gelmedik. Evladım, biz insanlara insanlıklarını hatırlatmak, insan gibi yaşamalarını öğretmek için göreve geldik. Kelle uçurmak görevimiz değil. Onlara Müslüman olmalarını tavsiye et. Müslüman olurlarsa onları bağışla. Onlar kardeşimizdir. Müslüman olmasalar da emrimize girmeyi kabul edip haraç, cizye vermeyi kabul ederlerse yine bağışla. Eğer her iki yolu da kabul etmezlerse o zaman kellelerini uçur” buyuruyor.
TESLİMİYET İLE GELEN ZAFER
Hz. Ali, Hayber’de görevi alıyor. Hayber Kalesi önündeki hendeği tek seferde atlayıp geçmiş. Kapıya varmış. Kapı duvar önünde. Kocaman demir kapı. Ya Allah diyerek bir omuz atmış. Kapıyı yerle bir etmiş. Hikâye anlatmıyorum, gidip bakabilirsiniz bu mekânlar da, kaynaklar da ortadadır. Ama onun Allah demesi başka, senin benim Allah dememiz başka. İçeride Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, üzerinde iki kat zırh gömlekle, elinde iki kılıçla, başına da iki sarık sararak çıkmış Hz. Ali’nin karşısına. Merhab, “Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere arslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!” diye haykırıp övünüyor. Cesaret kahramanı Hz. Ali, duyduklarına aldırış etmeden, “Ben de annemin bana Haydar [Arslan] adını taktığı adamım. Cesarette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!” diye cevap veriyor. Attan inen Merhab, Hz. Ali’ye hücum etmiş. Hz. Ali kaçıp karşı hamle yapıp Zülfikar ile Merhab’ın zırhını delmiş. Merhab yerde vücudu ikiye ayrılmış. Hz. Ali “Allahû Ekber!” diyor. Sesi duyan Peygamberimiz, “Elhamdülillah, kazandık” demiş. Bakın Hz. Ali hastaydı, yataktaydı. Sahabenin yiyeceği yok, içeceği yok. Ama Peygamber’in sözünden çıkmıyorlar. O ne derse bir bir oluyor. Allah’ın izniyle zafer bizim dedi. Zafer kazanıldı. Fatih de böyle değil miydi? 52 gün boyunca yatağa girmedi. Uyumadı. Büyük toplar döktürdü. Gereğini yaptı. Sabaha kadar dua etti Allah’a. Sonra zafere ulaştı. Biz bu ince noktaları hiç önemsemiyoruz. Bir namaz kılıyoruz. Çok namaz kıldık diye havalanıyoruz. Esas ince nokta bunlardır. Komşun aç! Sen ne yapacaksın, hemen kendini düşünmeden ona yardım edeceksin. Fedakârlık yapacaksın. Sahabe o zaman birçok şeye muhtaçtı. Kendileri yerine kardeşlerini, komşularını tercih ettiler. Aç kalmaya razı olup kardeşleri için davaları için çalıştılar. Allah da onları Kur’an’da yüceltti. Allah bizi böyle kâmil insan yapsın inşallah.
Prof. Dr. Cevat Akşit
Hendek Savaşı bittikten sonra evine gelen iki cihan serveri yorgun ve aç durumda istirahat etmek için çıkartmış elbiselerini dinlenecekken, Cebrail (a.s) Peygamber Efendimiz’e Yahudilerin ihanetini hatırlatıyor ve Efendimiz’e gereğini yapmasını söylüyor. Efendimiz de, Benî Kurayza Yahudilerinin üzerine yürümek için tekrar sahabelere haber yolluyor. Korunaklı kalelerine sığınan Yahudiler, “Bize ne yapabilirsiniz?” diyorlar. Efendimiz’in üzerine muazzam bir taş yollamışlar. “Allah, seni insanlara karşı koruyacak habibim” ayet-i kerimesi yüzü suyu hürmetine taş, Efendimiz yerine başka bir sahabenin üzerine geliyor. Sahabe orada şehit oluyor. Yahudilerin en zayıf yanı, mallarıdır. O dönemde Medine’nin en büyük bahçeleri Yahudilerin elinde. Efendimiz ağaç kesilmesine karşı olmasına rağmen sahabelere ağaçları kesmelerini emrediyor. Malı, canı giden Yahudiler anlaşmak istediklerini bildiriyorlar. Yahudiler, eskiden kendilerinden sermaye alarak Medine’nin en zenginlerinden olan Saad bin Muaz’ı kendileri lehlerine karar verir diye hakem seçmek istemişler. Saad bin Muaz ise yaralı. Ok, bileğinden geçen atardamara isabet ettiğinden dolayı kanı oluk oluk akıyor. Muaz, ‘Ya Resulullah daha gencim, güçlüyüm, kuvvetliyim ama bu kandan dolayı öleceğim. İslam’a daha fazla hizmet etmek istiyorum’ diyor. Efendimiz, Saad bin Muaz’ın yarasına tükrüğünü sürerek tedavi ediyor.
SAAD BİN MUAZ’IN SON HİZMETİ
Burada dikkat edilmesi gereken Saad bin Muaz, zengin olmasına sebep olan Yahudileri mi kayıracak yoksa İslam’a mı hizmet edecek meselesi. İyileşen Saad bin Muaz, ilk başta Efendimiz varken hakem olmayı kabul etmek istemese de, Resulullah’ın emriyle hakem olmayı kabul etmiş. Muaz, Medine Sözleşmesi’nin ihlal edilmiş olmasından dolayı eli silah tutan bütün Yahudilerin kellesinin uçurulmasına karar vermiş. Kadınların ve çocukların da Hayber’e sürgününe karar vermiş. Hakem olarak kararın uygulandığını kontrol eden Muaz, son kellenin de kesilmesinden sonra yaranın tekrar açılması ile gece vefat etmiş. Saad bin Muaz, İslam’a son hizmetini de böyle yapmış oldu. Kabri Medine’dedir. Medine’ye gidenler ziyaret eder inşallah.
DÜŞMANIN BİLE KABUL ETTİĞİ ADALET
Saad bin Muaz’ın vefat haberini alan Efendimiz, Muaz’ın evine gece taziyeye gitmiş. Efendimiz, birkaç dakika kapıda beklemiş. Sahabeler, neden girmediğini sorunca Resulullah, “İçerisi melek dolu, Saad bin Muaz için Allah’a dua ediyorlardı. Melekler bana yer verince ben içeri girdim” buyurmuş. Saad bin Muaz’ın imanının nasıl olduğunu görün. İri yapılı olan Saad bin Muaz’ın cenazesini taşıyan sahabeler, “Ya Resulullah, Saad’ı taşırken adeta parmağımızın ucundaydı. Hiç ağırlığı yoktu” diye şaşkınlıklarını anlatmışlar. Efendimiz ise, “Saad’ın cenazesini 70 bin melek taşıdı” buyurmuş. Saad bin Muaz öyle mübarek bir adam, hakemlikte adil oldu. Hem Kur’an’a hem de Tevrat’a uygun karar verdi. Yahudiler dahi onun bu kararının Tevrat’a uygun olduğuna şahit oldular.
KABİR, ADAMI SIKAR
Saad bin Muaz’ı gömmek için sahabeler çukur kazmışlar. Efendimiz sahabelere seslenmiş, “Bu Yahudi kabri, Müslüman kabri böyle olmaz” demiş. Müslüman kabrinin en dipte kıble tarafı oyulur, ona lahit derler, adam sağına yatırılır, yüzü kıbleye getirilir. Arkası da kerpiçle kapatılır. İslam’da usul budur. Ama bugün İstanbul’da durum feci. Ne kerpici hocam betonla kapatıyorlar şimdi diyorlar. Müslüman kabrinin kıble tarafında lahit olur. Peygamber’in sözü bu. İstanbul’da göremiyorum ben bunu. Fıkıh kitaplarına bakın. Müslüman kabri böyle kazılır. Konuya dönecek olursak, Peygamber Efendimiz Saad bin Muaz defnedilirken kabrin başında birdenbire sapsarı olmuş. İnsan korkunca sararır değil mi? Efendimiz de korktu. “Yarabbi Saad bin Muaz’a yardım et” diye titreyerek dua etmiş. Sonra da gülmeye başlamış. Efendimiz, sahabeler sorunca, “Saad’ı kabir sıktı. Allah’a yalvardım. Saad rahatladı” buyuruyor. Kabir sıkar adamı. Hiç bunu düşünüyor musunuz? Saad gibi bir adamı kabir sıkıyorsa seni beni ne yapar? Lütfen kendinize gelin. Ayakta tuvaletinizi yapmayın. Vesvesenin ve kabir azabının bir sebebi de odur. Allah, imanımızı kemale erdirsin, bizi kabir azabından muhafaza buyursun.
BİZ İNSANLARIN KELLESİNİ UÇURMAYA GELMEDİK
Yahudiler Hayber’e sürüldükten sonra da boş durmuyorlar. Yine güçleniyorlar. Toparlanıyorlar. Duvarları çok kalın kale inşa ediyorlar. Kapısı demirden. Hayber arazisi sulak bir arazi, bereketli bir arazi. Hayberli Yahudiler, Arap kabilelerini Peygamber Efendimiz’e karşı kışkırtıyorlar. Efendimiz, fitne yuvasını yıkıp bu işi bitirmeye karar veriyor. Cenab-ı Hak, Hudeybiye Seferi dönüşü esnasında gönderdiği Fetih Sûresi’nde, Müslümanlara buranın fethini vadetmişti. Hayber Kalesi’nin fethi sırasında ashab-ı kiram çok zorluk çekti. Yine zenginlik yok. Hayber, Medine-Şam yolu üzerinde bir yer. Sahabe yayan olarak gidiyor fethe. Ama Peygamber’in sözünden çıkmak yok. Bir hafta geçtikten sonra yiyecekleri bitiyor. Efendimiz, bir yemek kokusu fark ediyor. Gidip bakıyor ki sahabeden birkaç kişi acıktıklarından dolayı bindikleri eşeği kesmişler. Etini pişiriyorlar. Efendimiz, “Eşek eti haramdır” diyerek hemen döktürmüş hepsini. Sahabede moraller çöküyor. Hayber’in arazisi sulak olduğundan sivrisinek çok. Sahabelerin çoğu sıtmaya yakalanıyor. Hastalanıyor. Efendimiz, elindeki kılıcı göstererek, “Şu kılıcı kime verirsem, fetih onun sayesinde nasip olacak” buyuruyor. Ashab, şaşkın, bu kale nasıl yıkılır? Yemek yok, silah yok. Ama Peygamber söyledi. İnanmamak yok. Sahabe bu, mümin bu. Efendimiz’in sözü üzerine sahabenin en ileri geleni Hz. Ebu Bekir Sıddık, ayağa kalkıyor. Efendimiz onu kırmıyor, bu görevin ona ait olmadığını başını eğerek anlatıyor. Ebu Bekir oturuyor yerine. Hz. Ömer-ül Fâruk (r.a.) ayağa kalkıyor. Efendimiz ona da aynı şekilde cevap veriyor. Başını eğerek “Sen de değilsin ya Ömer” diyor. Ashab-ı kiram, her ne kadar bu şerefe nail olmak istese de Efendimiz, Hz. Ebu Bekir Sıddık ile Hz. Ömer’e vermeyince bu görevi cesaret kimse edip ben diyemiyor. Efendimiz etrafına bakındıktan sonra, “Ali nerede Ali?” diyerek Hz. Ali’yi (ra) soruyor. Sahabeler, “Ya Resulallah, Ali
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için
Giriş yap veya üye ol.
TESLİMİYET İLE GELEN ZAFER
Hz. Ali, Hayber’de görevi alıyor. Hayber Kalesi önündeki hendeği tek seferde atlayıp geçmiş. Kapıya varmış. Kapı duvar önünde. Kocaman demir kapı. Ya Allah diyerek bir omuz atmış. Kapıyı yerle bir etmiş. Hikâye anlatmıyorum, gidip bakabilirsiniz bu mekânlar da, kaynaklar da ortadadır. Ama onun Allah demesi başka, senin benim Allah dememiz başka. İçeride Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, üzerinde iki kat zırh gömlekle, elinde iki kılıçla, başına da iki sarık sararak çıkmış Hz. Ali’nin karşısına. Merhab, “Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere arslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!” diye haykırıp övünüyor. Cesaret kahramanı Hz. Ali, duyduklarına aldırış etmeden, “Ben de annemin bana Haydar [Arslan] adını taktığı adamım. Cesarette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!” diye cevap veriyor. Attan inen Merhab, Hz. Ali’ye hücum etmiş. Hz. Ali kaçıp karşı hamle yapıp Zülfikar ile Merhab’ın zırhını delmiş. Merhab yerde vücudu ikiye ayrılmış. Hz. Ali “Allahû Ekber!” diyor. Sesi duyan Peygamberimiz, “Elhamdülillah, kazandık” demiş. Bakın Hz. Ali hastaydı, yataktaydı. Sahabenin yiyeceği yok, içeceği yok. Ama Peygamber’in sözünden çıkmıyorlar. O ne derse bir bir oluyor. Allah’ın izniyle zafer bizim dedi. Zafer kazanıldı. Fatih de böyle değil miydi? 52 gün boyunca yatağa girmedi. Uyumadı. Büyük toplar döktürdü. Gereğini yaptı. Sabaha kadar dua etti Allah’a. Sonra zafere ulaştı. Biz bu ince noktaları hiç önemsemiyoruz. Bir namaz kılıyoruz. Çok namaz kıldık diye havalanıyoruz. Esas ince nokta bunlardır. Komşun aç! Sen ne yapacaksın, hemen kendini düşünmeden ona yardım edeceksin. Fedakârlık yapacaksın. Sahabe o zaman birçok şeye muhtaçtı. Kendileri yerine kardeşlerini, komşularını tercih ettiler. Aç kalmaya razı olup kardeşleri için davaları için çalıştılar. Allah da onları Kur’an’da yüceltti. Allah bizi böyle kâmil insan yapsın inşallah.
Son düzenleme: